Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
“Ebedi Barış” ve insanın deli tarafının ıslahı sorunu Ebedi Barış, büyük Alman Filozofu Immanuel Kant’ın (17241804) 1795 yılında yazdığı bir kitapçığın başlığıdır. Kant bu tabiri, bir meyhanenin tabelasından almıştır. Tabelada bir mezar resmi, bir de altında “Ebedi Barış” yazısı vardı. Bu sözden oldukça etkilenen filozof, acaba yaşayanlar için de sonsuza kadar sürebilecek bir barış mümkün olabilir mi diye düşünmüş, Fransız Devrimi’nin de insanlığa sunduğu hak, hukuk ve yeni umutların gölgesinde, böyle bir risaleyi kaleme almıştır. Prof. Dr. Yasin Ceylan, ODTÜ Felsefe Bölümü, yceylan@metu.edu.tr itabın temel amacı, devletlerarasında savaşları önlemektir. Kant’a göre, anayasal bir zeminde kurulmuş devletlerin vatandaşları, barış içinde yaşamanın nimetlerini gördükçe, savaşı göze alamayacak bir bilinç düzeyine gelecekler, karşılıklı ticaret ve diğer tür etkileşimle rasyonel bir ilişkiler ağına kavuşacaklardır. Kant, ayrıca, güçlü devletlerle zayıf devletler arasında olması gereken antlaşmaların prensiplerini de tek tek sayarak, uluslararası baDoğamızda kötülük unsurışın teorik taslağını ortaya ru olmasaydı yaşamımızda koymaktaydı. İki asır önce yazılmış olmasına rağmen bu karşılaştığımız bu kadar tasarı, uluslararası ilişkiler kötülüğü ne ile açıklardık? konusunda güncelliğini koDiğer taraftan, özümüzde rumaktadır. Kant bu risalede, uluslariyilik olmasaydı yine yaşaarası aktörleri, temel etik demımız boyunca yaptığımız ğerlere bağlı, siyaset yapan ve gördüğümüz iyilikleri şahıslar olarak ele almaktadır. Etiksiyaset ilişkisini donasıl açıklardık? ğal olarak ve zımnen de olsa kabul etmekle beraber, siyaset sahnesindeki bir aktörün, barış yerine neden savaşı, iyi ilişkiler yerine neden kavgayı tercih edebileceğine bir açıklama getirmedi. Böyle bir açıklamayı belki de gereksiz buldu. Kant’ın etik konusunda yazdığı diğer kitaplarında da bu eksiklik giderilmedi. İyilik ve kötülüğün insandaki kaynağı konusunda, yukarda adı geçen filozoflardan Thomas Hobbes, insanı, doğal halinde, bencil ve saldırgan olarak nitelemektedir. Toplumsal yaşama geçerken, can ve mal güvenliği uğruna, hemcinsine saldırmaktan vazgeçmiştir. Toplumda yasaların oluşumunu, devlet denilen merkezi bir otoritenin ortaya çıkmasını, insanların birbirine güvenmemelerine ve birbirinden korkmalarına bağlamaktadır. Ona göre, birçok etik değer, toplumsal gelenek ve hukuk sistemleri, insanın bu saldırgan ve bencil tabiatının, toplumsal yaşam şartları içerisinde, tımar edilmesi sonucu ve kerhen oluşmuştur. Diğer taraftan Jean Jacque Rousseau, bu görüşün tam tersini savunarak, insanın doğal halinin iyilikçi ve masum olduğunu ileri sürer. Merhamet, yardımlaşma, iyilik gibi sıfatlar, bu doğal halin temel özellikleridir. Ona göre, toplumda egemen olan birçok erdem hak ve hukuk, insanın bu orijinal halinin yansımasıdır. Kötülükler ise, bu orijinal halin ailede veya eğitimde kaybolması ve bozulmasından dolayıdır. İyi bir aile yaşamı ve doğru bir eğitim, insan doğasındaki temel iyiliklerin devamının garantisidir. hayvanlarla ortak olduğumuz irrasyonel doğamızın emrinde olması şaşılacak bir durumdur. Bu belirlemeyi destekleyen başka bir kanıt ise, insan eylem ve davranışlarının gerisinde karakterin olmasıdır. Aristo’ya göre karakterimizi irrasyonel dürtülerimiz belirler. Akıl, sadece bu dürtüleri kontrol eder. Öyle ya, insanın ne kadar zeki olup olmadığı değil, olaylara ne tür tepki verdiği, onun karakterinin belirleyicisidir. Bunlar da korku, cesaret, öfke, itidal, bencillik, diğerkâmlık v.s. gibi nitelikleri harekete geçirir. K İDEAL DEVLET BAŞKANI Barış veya savaş hallerinin oluşumunda, uluslararası sorumlu aktörler, söz sahibi durumundalar. O zaman, bu kişilerin karakterleri, başka bir deyimle ruh halleri, önem kazanmaktadır. Nitekim, insanlık tarihinde yönetici konumundaki şahısların kompleks ve kaprisleri sebebiyle, milletler arasında çok kan dökülmüştür. Sağlıklı bir ruh dengesine sahip, yüksek karakterli yöneticiler dönemlerinde ise barış ve diğer iyilikler gerçekleşmiştir. Yönetici konumundaki kişiliğin öneminden dolayı, ideal bir devlet başkanı nasıl olmalıdır konusunda Platon, Aristo ve alFarabi gibi büyük düşünürlerin görüşleri vardır. Bunlardan Platon’a göre en güvenilir ideal devlet adamı, aynı zamanda filozof olan kraldır. Bu görüşte, dolaylı olarak, felsefe bilgisinin insanın irrasyonel yönünü, yani karakterini belirlemede yetkin olduğu iddiası vardır. Halbuki, onbirinci asır büyük İslam düşünürü alGazali, bunu tam aksini iddia etmiştir. İslam filozoflarına karşı yazdığı meşhur reddiyesinde, felsefenin, karakterin oluşmasında etkin olan inançları sarstığını, yalın haliyle ise, karakter inşa edecek bir işlevi olmadığını dile getirmiştir. AlGazali’nin bu görüşü, günümüzde egemen olan karakter modeli göz önünde tutulunca, haklılık kazanmaktadır. Çünkü insanlık tarihinin son iki asrında, daha önceki hiçbir dönemle kıyaslanmayacak seviyede, rasyonel disiplinlerde gelişmeler gerçekleşmiştir. Yirminci asrın başlarında ortaya çıkan Pozitivizm, bilimsel rasyonalizmin her türlü bilgiye uygulama akımıdır. Çağdaş psikoloji araştırmalarında bu akımın etkisi devam etmektedir. Ancak, rasyonel düşüncenin bir türü olan felsefede ve modern bilimlerdeki gerçekleşmiş açılımlara baktığımızda, insan karakterinin daha iyiye gittiğini söyleyebilir miyiz? Bundan daha vahim olan bir soru da şudur: Arzu ve ihtiraslara köle olan akıl, bu yeni, çok tehlikeli olabilecek donanımıyla, irrasyonel doğamızın patolojik bir fantezisine hizmet eder mi? HANGİSİ DOĞRU? Şimdi, bu iki zıt görüşlerden hangisi doğrudur? Aslında ikisi de ne tümüyle doğru ne de tümüyle yanlıştır. Öyle ya, doğamızda kötülük unsuru olmasaydı yaşamımızda karşılaştığımız bu kadar kötülüğü ne ile açıklardık? Diğer taraftan, özümüzde iyilik olmasaydı yine yaşamımız boyunca yaptığımız ve gördüğümüz iyilikleri nasıl açıklardık? Böyle bir kabullenmeden sonra sorulacak yegâne soru şudur: Madem doğamızın hamurunda hem iyilik hem de kötülük malzemesi var, işlediğimiz ve bize karşı işlenen kötülükler, harpler ve zulümler, bu iki malzemenin birisinden kaynaklanıyor. Ne yapsak da doğamızdaki bu olumsuz unsurun işlevi azalsın, etkisi küçülsün? Veya başka bir deyimle, düşüncemize ve eylemlerimize diğer unsur, yani iyilik malzemesi, egemen olsun? Böylelikle, insanın insana zulmü ortadan kalkmış olsun, ebedi barış mümkün olsun. Kendi doğamıza karşı böyle bir misyonla yola çıktığımızda, meseleye nereden başlamamız gerektiği, başlı başına bir sorun olarak ortaya çıkar. İnsanın rasyonel yönüyle mi yoksa irrasyonel yönüyle mi uğraşacağız? David Hume’e (17111776) göre insanın rasyonel kısmı yani akıl, arzu ve ihtirasların kölesidir. Amaçları irrasyonel tarafımız belirler. Akıl ise bir amacın gerçekleşmesi için gerekli teorik ve pratik araçları hazırlar. Ancak bu işleviyle, kendisi de bir araç olmaktan öteye geçememektedir. İnsanı insan yapan temel özellik olan akılsallığın, İNSANIN ÖZÜNDE NE VAR İnsan, özünde iyi midir, kötü müdür? İyi ve kötü eylemleri nasıl açıklanabilir? Bu konular üzerinde en kapsamlı düşünen filozoflar, yakın tarihimiz itibariyle, Thomas Hobbes (15881679) ve Jean Jacques Rousseau’dur (17121778). Bu iki filozoftan önce, bu konuyu sistemli bir şekilde inceleyen, büyük Türkİslam filozofu Abu Nasr alFarabi’dir (870950). AlFarabi, Ârâ Ahl alMadinat alFadılah (Erdemli Şehir Halkının Görüşleri) adlı eserinde, etik değerler ile rejim ilişkisini, farklı toplum yapılarından örnekler vererek açıklar. Platon ve Aristoteles’in (MÖ 384322) aksine, devlet türlerine, rejim temelinde değil, toplumu oluşturan bireylerin zihinsel içeriğinden ve bağlı oldukları erdemler ve kötülükler açısından yaklaşır. Günümüzdeki birçok güçlü devletin, demokrasi, insan hakları, özgür birey ve toplum gibi parlak laflar gerisinde, uluslararası barışı hedeflemeyen, hatta bir nebze varsa onu da bozan ne tür plan ve projeler peşinde olduklarını görünce, alFarabi’nin “Erdemli Devlet” tarifinde neden vatandaştan ve halkın kendisinden başladığını daha iyi anlayabiliriz. İRRASYONELİTEYİ ETKİLEMEK Yukarıdaki analizden şöyle bir sonuç çıkarılabilir: İnsanın rasyonel tarafının gelişmesinin, onun irrasyonel tarafı üzerinde olumlu veya olumsuz bir etkisi yoktur. Köle olma özelliği devam ettiği müddetçe hem olumlu bir arzuya hem de olumsuz bir ihtirasa alet olabilir. Ancak aklın araçlılık özelliğine, çağdaş Alman filozofu Jürgen Habermas’ın itirazı vardır (1929 ). O, tarih boyunca, aklın hep araç olarak işlev gördüğünü kabul eder. Ona göre uygulanacak yeni bir yöntemle akıl, amaç da belirleyebilir. Bu yöntemin adı “Müzakere CBT 1097 / 20 28 Mart 2008