Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Muhafazakârlık, dış dünyada gelişen olayları tutucu bir niyetle değerlendirme eylemidir. Bu eylemin en belirleyici yanı, çevresel ve toplumsal olaylardır. Yani, sadece davranış biçimidir. Herhangi bir biyolojik yapının bu davranış biçimini oluşturacağını, önceden belirleyici olacağını düşünmek akıl dışıdır. Buna göre; bir insanın göz rengini değiştirmeye zorlayamayız ama, davranış biçimini değiştirmeye zorlayabiliriz. Göz renginin oluşumu biyolojik bir yapılanmanın, evrimsel bir gelişimin sonucudur. Ama davranış biçimleri, sadece davranış biçimlerinin bir sonucudur. Sosyal bir değişimle, fiziksel değişimi aynı kategoride görmek zaten olası değil. Siyasi bir görüşü ikna yoluyla değiştirmenin güç olma nedeni, bu görüşlerin beynimize doğuştan kazınmış olması değildir. Yeni doğmuş bir bebeğin tutucu olduğunu, sanırım John Alford da tanık olmamıştır! Yazıda anlatılanlara göre, siyasi görüşlerin beynimize kazınmış olduğu görüşü destekleyen kanıtlar giderek güçleniyormuş. İkizler üzerinde yapılan deneylerde, okullardaki din derslerinden, nükleer enerjiye ve eşcinsel haklarına dek pek çok konudaki görüşlerin güçlü bir genetik yanı olduğu görülüyormuş. Hatta seçim günü oy verme veya vermeme kararının bile genlerle ilişkisi olduğu söyleniyormuş! “Türban’da Kördüğüm” üzerine... Hasan Yazıcı’nın CBT sayı 1090’da yayımlanan yazısının düşündürdükleri. Nevzat Aksoy Emekli Tarih Öğretmeni Dağbeli BeldesiAntalya SİYAHI AŞAĞILAMAK GENİ!? Bu anlatımların neredeyse hiçbirinin bilimsel yanı olmadığı halde, sanki kesin Siyasi bir görü sonuçlarmış gibi bir şü ikna yoluyla yol izleniyor. Seçim günü oy verip verdeğiştirmenin güç olma nede memenin insanların genetik yapısıyla keni, bu görüşlesinlikle bir ilgisi olarin beynimize maz. Bu, sadece topdoğuştan kazın lumsal duyarlılıkla ilgili bir konudur. mış olması Yani kişilerin kendi değildir. tercihidir. Genetik yapılanmanın bazı sosyal olayları yönlendirdiği bir gerçek. Ama, nedeni değil. Sadece gerekçesi. Örneğin, Amerika'da zenciler, derilerinin renginden ötürü aşağılanıyor. Zencilerin aşağılanmasında derilerinin rengi belirleyici oluyor. Ancak hiç kimse, zencileri aşağılayanların genetik yapılarında bu var diye ortaya çıkamaz. Henüz böyle bir iddia ileri süren yok ama, bu gidişle yakındır. Birileri çıkıp “insanları fırınlarda yakma isteği uyandıran” bir gen bulduğunu bile söyleyebilir! Bu tür bilim dışı şeyleri ileri süren 'yeni dünya' düzencilerinin amacı bellidir. Kitleleri, kendi emperyalist amaçları doğrultusunda bilinçli bir şekilde yönlendirmektir. Buradaki asıl amaç, insanların çevresel ve toplumsal faktörlerle gelişen davranışları genetik yapılanmayla olduğunu ileri sürüp, her şeyin tanrısal bir güçle önceden planlandığını kabul ettirmektir. İnsanlar, tanrı tarafından bu şekilde yaratıldığını kabul ettiklerinde de, sorgulamayacak ve karşı koyamayacaktır. Bu durumda da, kitleleri istenilen yöne çevirmek ve istenileni yaptırmak kolaylaşacaktır. İşin özeti budur. 1 Yazının ben de uyandırdığı ilk izlenim, konunun “Benim referansım İslamdır” “Halk istemiyorsa laiklik elbette kalkacaktır” demiş bir kişinin iktidar partisi başkanı ve başbakan olduğu bir Türkiye’de değil de, “... demokrasinin ve birey özgürlüğünün egemen olduğu bir Avrupa ülkesinde geçiyormuş gibi algılandığı... O zaman şu soru önem kazanmıyor mu: Günümüzde, hele de AKP gibi bir partinin iktidar olduğu Türkiye’de, demokrasinin ve birey özgürlüğünün egemen olduğu nasıl düşünülebilir? AKP’nin hangi tarihsel bağlamda, hangi toplumsal ve siyasal aşamalardan geçerek, Cumhuriyet’in hangi ilke ve değerleriyle kavga ederek nasıl iktidara geldiği “YOK” sayılabilir mi? 2 Sayın Yazıcı “... olay ‘bir birey özgürlüğü açmazı’dır” derken, bu açmazın tarafları olarak da “türban yanlıları” ve “türban karşıtları”nı görüyor. Oysa, sormayı unuttuğu bir soru var: Türbanlıların ne kadarı bunu kendi “özgür” iradeleriyle istiyor ve ne kadarı, anababa ağabey, mahalle baskısıyla bunu ister görünüyor? Burada hemencecik üç olay anımsanabilir: * Şimdiki sayın cumhurbaşkanı eşini, 15 yaşındayken başı açık bir öğrenci olarak görüp onunla hemen yaşını büyüttürüp evlenmiş ve başına türbanı dolamıştı. * Sayın başbakanın eşi gazetecilere hayatını anlatırken “... ağabeyim, başım açık gezdiğim için tokat atarak başımı bağlatmıştı” anlamında konuşmuştu. * AKP üçlüsünün üçüncü kişisinin eşinin de başını, evlendikten sonra ve kocasının isteğiyle kapattığı, yine basında yazılmıştı. Türban konusunda gerçek “taraflar”ın kimler olduğunu, lütfen bu örneklerden sonra yeniden düşünülmeli... 3 Sayın Yazıcı’nın, laikliği, Cumhuriyetimizin vazgeçilmez ilkelerinden biri olarak görüp görmediği, yazıdan anlaşılamıyor. Olumlu nitelikleri sıralarken “... uygar, çağdaş, demokratik, özgür ve de aklınıza ne kadar olumlu nitelik geliyorsa...” diyor. Acaba, toplumumuz ve insanımız için laikliği, ancak dördüncü önem sırasından sonra ve “olmasa da olur” gibilerden bir önemsiz ayrıntı mı görüyor?.. Sonra da “... korkarım Cumhuriyet kazanımlarımız da giderek bize küsmeye devam edecektir.” diyor. Acaba sayın Yazıcı’nın, küsmesinden korktuğu Cumhuriyet kazanımları arasında laiklik de var mı? Daha doğrusu, laiklik niteliği ortadan kalkarsa, Cumhuriyetimizden geriye ne kalacaktır? 4 Sayın Yazıcı “... çözüm yargıda” diyor. Bunu söylerken de Danıştay’ı ya da Anayasa Mahkemesi’ni düşünmediği anlaşılıyor. Oysa, tam da şu sırada Meclis’e sunulan bir yasa tasarısıyla, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun Yargıtay’a üye seçmesine son verilmek ve yargı tümüyle dincileştirilmek istenirken, bu öneri “fildişi kuledeki aydın ütopyası”ndan başka hangi anlama gelebilir?.. 5 Konu, burada, laiklik derken neyi düşündüğümüze, yani laiklik ilkesinin tanımına gelip dayanıyor. Türbancıların çoğu etrafından dolaşmaya uygun göründüğü için, bu ilkeyi “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” biçiminde algılıyorlar. Hatta, bu ilkeyi “...herkesin dinini kendi istediği gibi yaşayabilmesi”nin güvencesi olarak göstermeye kalkışıyorlar. Oysa, artniyetli olmayanlar için, etrafından dolaşanlara yer bırakmayacak bir laiklik tanımında buluşmak zor olmasa gerek. Tarihselhukuksal gelişimi de göz önüne alacak şöyle bir tanıma sayın Yazıcı ne der acaba: Laiklik, devlet, kamu ve toplum düzeninde, yurttaşların devletle ve birbiriyle ilişkilerinde, din kuralları yerine bilimsel hukuk kurallarının geçerli olmasıdır. SONUÇ: Tarihseltoplumsal yaşamın belli bir anında, belli bir coğrafyada ortaya çıkan bir toplumsal sorun, sanki bu sorunun bir öncesi yani bir TARİHİ yokmuş gibi, tarihsellik dışında, bütün diğer zaman ne mekân bağlantılarından soyutlanarak ele alınırsa, kalıcı ve tutarlı bir çözüm üretilebilir mi? Sayın Bursalı’nın yazdığı gibi: “bilim kafası veya aklı, süreçleri görür. Sürecin anlık noktalarına takılıp kalmaz... An’ın esiri olmaz.” Özür ve düzeltme: Geçen haftaki dergimizin 2. sayfasında yayımlanan Prof. Dr. Mehmet Emin Özel’in “NASA uzay aracı Merkür’ü inceliyor” yazısında yanlışlıkla farklı bir Merkür resmi kullanılmıştır. Doğrusunu tekrar yayımlıyoruz RESİM 1Messenger tarafından 14 Ocak 2008'de yüzeyden 200km mesafede çekilen bu mozaik fotoğrafta, gezegenin daha önce resimlenememiş olan Güney Kutup bölgesi görünüyor. Bu şimdiye dek yere ulaştırılan 1200 kadar görüntüden biri. Krater sayısı açısında Ay'mızın yüzeyini çok andıran Merkür'ün bu fotoğrafında, gecegündüzü ayıran sonlandırıcı/terminatör hattına yakın bir bölgenin yakın plan görüntüsü veriliyor. Sol alt uçtaki bulutsu kıvrım hakkında web sitesinde herhangi bir bilgi olmamakla birlikte, Merkür'ün ince atmosferini oluşturan taze bir volkanik püskürme olması muhtemel. CBT1093/21 29 Şubat 2008 TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP