29 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

KISA HABERLER HUKUK POLİTİKASI Hayrettin Ökçesiz Bilgisayarla, hızlı Alzheimer tanısı Sonuçlarda payı %96 doğruluk [email protected] Fırlayan bir taşın bin parçaya böleceği bir araba camı gibi dağılmak istemiyorsak, “Hukuk Devleti“nin statiğini sağlayan ilkelerin gerçek anlamıyla bilincinde olmalıyız. C ollege Üniversitesi araştırmacıları, Alzheimer hastalığını doktorlardan daha iyi teşhis edebilen bir bilgisayar programı geliştirdiler. Bu yöntemle Alzheimer'in daha etkili bir şekilde tedavi edilebilme şansı olacak. Yeni bilgisayar programıyla Alzheimer için tipik olan beyin hasarları %96 doğruluk payıyla teşhis edilmekte. Oysa Alzheimer halihazırda beyin taraması, kan testi ve hastayla yüz yüze görüşmeden oluşan kombine bir tanı yöntemiyle teşhis edilebiliyor ve bu tanı yöntemindeki doğruluk payı %85 civarında. Diğer demans hastalıkları da teşhisin zorluğu yüzünden çok zor ayırt edilebilmekte. Bilim insanları Alzheimer tanısı için standart bir bilgisayarı, Alzheimer hastalarının ve sağlıklı insanların beyin taramalarını birbirinden ayırt edebilecek şekilde programlamışlar. Araştırmaya katılan Richard Frackowiak, bilgisayarlı tanının, daha ucuz, daha hızlı ve hatasız işlemesi nedeniyle daha avantajlı olduğunu söylüyor. Programın öte yandan Alzheimer tanısı için yeterli uzmanın bulunmadığı bölgelerde önemli bir boşluğu doldurması bekleniyor. Bilgisayarlı tanının iyileştirilmesiyle yeni ilaç terapilerinin geliştirilebileceği tahmin edilmekte. Yeni Yüzyılda Temel Bir Adalet Sorunsalı: Hukuk Devleti Bir önceki yazım, yersizlik nedeniyle düşmüş olan ve daha çok önemsediğim şu paragrafla bitiyordu: “Başarılı bir hukuk devleti uygulamasıyla bir devletin ülkesi gayrimenkul gibi anlaşılmaktan kurtulur, bölünmeci ve üleşmeci talan zihniyetinin ilkelliği sürekli gözler önüne serilir. Bireyi kullaştıran, köleleştiren dinci siyaset yoğunlaşmaları hukuk devletinin yurttaş bilinci ve cesaretiyle önlenebilir; etnisitelerin ihtirasının bu siyasal uygarlığı tahrip etmesine, her ne pahasına olursa olsun, ancak hukuk devletinin götürdüğü yere giderek engel olunabilir.” Aynı kaynaktan “Hukuk Devleti”ne ilişkin düşüncelerimi sunmayı sürdürüyorum: Ankara Barosu'nun söz konusu kurultaya çağrısını aldığımda “21.Yüzyıl'ın Başında Adalete İlişkin Temel Sorunlar ve Yeni Gelişmeler” başlığı altında sunabileceğim konuları düşündüm bir süre. Yüzyılımız belki “Teknoloj” karşısında adalet üzerine düşünmenin yüzyılıydı. Teknolojiyi temel bir insanlık sorunu olarak görüyordum. Biyoteknoloji bizi çok farklı derinliklere çekiyordu. Bir “Posthuman”a, onun “Posthümanizm”ine doğru insanlık ilk dönülmez adımlarını atmıştı bile. Temel bir adalet sorunu olarak “Sürdürülebilirlik” en ağır başağrımızdı. Başında bulunduğumuz yüzyılın ağır bir demokrasi bunalımına gebe olduğunu da günümüz demokrasi kuramcıları bize yeterince duyumsatıyordu. Topografyasını postmodernizmin belirlediği bir cengelin ortasında, artık yalnızca “para”nın ve “iktidar”ın yasalarıyla bir Globus'un döndüğünü, yönümüzü bilemesek de, gökyüzüne, yıldızlara bakarak kavrayabiliyorduk. Evrensel veya küresel çağrışımlı ağdalı adalet tartışmalarına, felsefi olduğu kadar teknik yönüyle de özlü bir hukuk kavramından ve onun, belki vehmettiğim, kurtarıcı yeteneğinden bir kez daha söz etmeyi yeğ tutuyorum. Aslında bununla bir umuda ulaşmak istiyorum. Türkiye tükeniyor… Yeni yüzyılın başında, biz iki yüzyılın tanıkları, Aydınlanma'dan gelen bir Cumhuriyetin sanki bir kararmaya doğru sürüklendiğini gözlemliyoruz. Oysa bugün pek çok şeyi daha iyi biliyor, daha iyi yapabiliyoruz. Biliyoruz ki, insanlığın ve pek çok ülkenin kendisini ve yeryüzünü kurtarabilmek için asla bu denli bir gizilgücü olmamıştı. Bu nedenlerle geçen yüzyılın bize devrettiği „Hukuk Devleti“nin, yüzyılımızın temel adalet sorunlarını açıklayıp gidermede kurumsal ve kavramsal bakımlardan dikkate değer bir katkısının olacağını düşünüyorum. Fırlayan bir taşın bin parçaya böleceği bir araba camı gibi dağılmak istemiyorsak, onun statiğini sağlayan ilkelerin gerçek anlamıyla bilincinde olmalıyız. Bu parçalanmayı önleyebileceğini düşündüğüm tek hukuk ve devlet mimarisinden ve mühendisliğinden söz edebilirim: Bu „Hukuk Devleti“nin mimarisi ve mühendisliğidir. Yaldızlı ideallerin, en koyu hamasetin, en bilgiç çözümlemelerin karşısında sönük ve sade haliyle pek itibar görmeyen bu, aslında gerçek heyecan verici proje bir ülkenin adalet içerisinde bekasının tek güvencesidir. En etkili silahlarla, en güçlü ordularla, en büyük zenginliklerle dahi ulaşamayacağınız bir gücü size o verir. Toplumsal ideallerinde, hedeflerinde bir ülke halkıyla, devletiyle, insanıyla bir şeye özellikle karar vermiş olmalıdır: Her ne pahasına olursa olsun, yalnızca zengin ve güçlü mü olmak istemektedir, yoksa öncelikle güçlü bir hukuk devletine ve olgun bir demokrasiye mi sahip olmak istemektedir. Zenginlik ve iktidarın kolektif ve bireysel bilinçte taşıdığı anlam ve etki yoğunluğu karşısında hukuk devleti ve demokrasi gibi kavramların belirsizliği ve geleneksizliği bu yönde bir iradenin oluşmasını epeyce zorlaştırmaktadır. Hukuka atfettiğimiz üç boyutluluğu „hukuk devleti“ne de atfederek onun normatif yapısını etik ve olgusal yönleriyle birlikte değerlendirmeliyiz. Elbette tüm çağdaş hukuk bir hukuk devleti hukukudur. Öyleyse, pozitif hukukun içerisinde, her köşesinde „hukuk devleti felsefesi“ni bulabilmeliyiz.Toplumda bunun yaşayan bir hukuk devletine vücut verdiğini görebilmeliyiz. Türkiye'nin tek çıkar yolu budur. Gelecek yazımda bir “hukuk devleti ölçümü” tasarımından söz edeceğim. Avrupalılar arasındaki genetik farklılıklar B ilim insanları, kapsamlı bir araştırma çerçevesinde çeşitli etnik grupların genlerini karşılaştırarak geçmişteki ve günümüzdeki farlılıkları ortaya koydular. Gelmiş geçmiş en büyük genetik araştırma özelliğini taşıyan çalışma insanın Afrika'dan dünyaya yayılışını en ayrıntılı bir şekilde açıklıyor. Buna göre Avrupa, Afrika ve Yakındoğu'dan sonraki üçüncü yerleşim yeri. Günümüzde bile örneğin İtalya'nın Toskana bölgesi ve diğer bölgeler arasında farklılıklar söz konusu. Kalıtım özellikleri Baskları ve Fransızları da birbirinden ayırıyor. Stanford Üniversitesi'nde Jun Li ile çalışan ekip, birbirleriyle akraba olmayan ve dünyanın çeşitli yerlerinde birbirinden uzak yaşayan 51 grup içinden 938 kişinin kalıtımını karşılaştırmış. Bu karşılaştırma sonuçları, insanların güney Afrika'dan dünyaya yayıldıklarını göstermekte. Ve aynı zamanda İngilizce'de “Out of Africa” olarak bilinen tezi kanıtlamakta. Genetik analizlere göre insanlığın göç rotası şöyle: Güney Afrika, Kuzey Afrika, Yakındoğu, Avrupa, Orta ve Güney Asya, Okyanusya ve Amerika. Bilim insanları 51 grubun verilerini yeni bir soyağacında bir araya getirirken Avrupa'yı sekiz dala ayırmışlar. Toskana, Sardunya, İtalya, Bask Bölgesi, Fransa, İskoçya, Orkney Adaları, Ruslar ve Adigey Rusları. Bununla birlikte Avrupa'da daha fazla grubun varolduğu tahmin edilmekte. Daha önceki araştırmalarla bu kadar ayrıntılı sonuçlara ulaşılamamıştı. Bilim insanları kalıtımdaki çok küçük farklılıkları bile incelemişler. Yaklaşık 3,2 milyar yapıtaşının sırası neredeyse tüm insanlarda aynıdır, ancak bazı durumlarda hatalar oluyor ve bu durumda bir yapıtaşının yeri değişmekte. SNP (Single Nucleotid Polymorphism/ Tek nükleotid değişimleri) olarak adlandırılan bu değişimlerin hiçbir etkisi yoktur ama kuşaktan kuşağa aktarılır. Uzun bir süre sonra kalıtımda bu SNP'nin bir motifi oluşmakta. Mesela bir grup başka bir kıtaya göç ettiğinde bu motifi de götürüyor ve yeni kuşaklara aktarıyor. Bu motiflerin analizi bu yüzden insanın kökeni ve ataları hakkında bilgi vermekte. Asyalıların SNP dağılımı, Avrupalı ve Afrikalılardan farklıdır. Farklılıklar Güney Afrika'daki atalara kadar uzanmakta. CBT 1093/15 29 Şubat 2008
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle