25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP CBT1046/22 6 Nisan 2007 rında büyük bir gelişme olmadığının tanığıyım. Süre 4 yıl olduğu zaman da sorunlar vardı. Fakat, bir yıl fazladan fakülte öğrencisi olmanın da hiçbir yarar sağlamadığı ortadadır. Çünkü, öğrenci 9. ve l0. yarıyıllarda fakültede pek az derse giriyor, ortaöğretim kuruluşlarında öğretmenlik uygulaması çalışmalarına katılmıyor. FenEdebiyat fakültelerinde süre 4 yıldır. Eğer bir öğrenci, Eğitim fakültesi mezunlarının durumuna yükselmek isterse, Sosyal Bilimler Enstitüsünde eğer program açılmışsa, 3 yarıyıl daha okumak zorundadır. Ancak, bu durumda, aldığı belge ile öğretmenliğe başvuru hakkını kazanabiliyor. Sürenin hem FenEdebiyat, hem de Eğitim fakültelerinde 4 yıl olarak sabitleştirilmesi gerekir. Öğretmen olmak isteyenlere yoğun Eğitimbilim dersleri verilebilir. Böylece, aradaki eşitsizlik ortadan kalkacaktır. Eğitimbilim derslerinin bütün üniversitelerde verilmesi olanağı da yoktur. Çünkü, Eğitimbilim alanında unvanı olan birçok öğretim üyesi, köken olarak eğitimbilimci değil. Nitelik düşüşüne yer vermemek için bu programları bütün Türkiye’ye yaymak da gerekmez. Öyleyse, bu alanda ders verecek eleman sıkıntısının yaşanmadığı Gazi Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Marmara Üniversitesi bu etkinlikler için görevlendirilebilir. Öğretmenlik – pedagojik formasyon dersleri iki yarıyıl içinde verilebilir. Eğitim Fakültelerinde bölüm sayısı çok fazla. Örneğin Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Fakülteye dönüştürülünce var olan bütün bölümler korundu ve giderek, gereksinmelere göre de yeni bölümler açıldı. Bir Eğitim Fakültesinde bütün bölümlerin bulunması hem yönetimi hantallaştırıyor, hem de beklenen nitelikli eğitimin verilmesini önlüyor. Örneğin, mensubu olduğum Coğrafya Eğitimi Anabilim Dalında yıllardır önemli bir eleman sıkıntısı sürmekte. Doktora yapan bazı araştırma görevlilerinin ayrılıp başka üniversitelere geçmesi önemli bir sorundur. Kadro ilanlarına da başvuru olmuyor. Bu durumda ne yapılabilir? Coğrafya öğretmen adaylarını Fırat Üniversitesi’nde eğitmek… Çünkü bu üniversitenin coğrafya öğretim üyesi sayısı bir hayli fazla. Çağdaş olanaklarla daha düzenli bir eğitimöğretim etkinliği yürütmek, nitelikli öğretmen yetiştirmek hayal değil. Benzer durumlar diğer bölümleranabilim dalları için de uygulanabilir. Örneğin Milli Eğitim Bakanlığı, artık Fransızca ve Almanca öğretmeni atamıyor. Fakat, birçok Eğitim fakültesi bu dalda öğretmen adayı yetiştirmekte. Oysa, Türkiye’de bir üniversitede (örneğin Selçuk Üniversitesi) Fransızca; bir başka üniversitede (örneğin Uludağ Üniversitesi) Almanca dersleri verilebilir. Böylece, savurganlık da önlenir. Tüm Eğitim fakültelerinde Tarih öğretmeni yetiştiren anabilim dalının yer alması da gerekmez. Van, Malatya, Konya, İzmir gibi kentlerdeki üniversiteler ülkemizin gereksinim duyduğu tarih öğretmenlerini yetiştirebilir. Bütün Eğitim Fakültelerinin temeli İlköğretim Bölümüdür. Sınıf öğretmeni yetiştiren birimler büyük önem taşır. Fakat, birçok fakülte bu açıdan sorunludur. Çünkü, hiçbir zaman yeterli öğretim elemanı görevlendirme olanağı yoktur. Doğuda Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Karadeniz’de Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Orta Anadolu’da Gazi Eğitim Fakültesi, Ege’de Dokuz Eylul Üniversitesi Eğitim fakültelerinde İlköğretim bölümleri güçlendirilebilir. Böylece, tam donanımlı, sağlıklı bir pedagojik formasyonlu sınıf öğretmeni buralarda yetiştirilebilir ve eğitim ordusuna kazandırılabilir. Kısıtlı parasal olanakları bulunan üniversitelerin kurtarıcısı İkinci Öğretimden gelen gelirdir. Ancak, bu, eğitimde nitelik düşmesinin asıl nedenlerinden biridir. Bir öğretim elemanı düşünelim ki, günde 68 saat ders veriyor. Haftalık 40 saati bulan bir öğretim elemanı yorgun düşer; kendini yenileyemez, yayın yapamaz ve giderek tükenir. Sorunun çözümü, İkinci Öğretim aldatmacasına son vermek, yeni öğrenci almamaktır. Binlerce öğrencinin İlköğretim Bölümü’nde yetiştiği Ağrı, Erzincan, Siirt, Demirci gibi kentlerdeki Eğitim Fakültelerinde ders veren öğretim elemanlarının gerçekten verimli olduklarına, öğrencilerin de mutlu olduklarına, iyi yetiştiklerine ben inanamıyorum. Eğitim Fakültelerine yeni bir yön vermenin gündemden hiç düşmediği ülkemizde bir tartışma açmak da düşünülebilir. Çünkü " akıl akıldan üstündür." Her değişiklik yenilik olur mu? Bilindiği gibi, "yenilik" sözcüğü olumlu ve benimsenen bir değişimi, daha iyiye gidişi çağrıştıran bir sözcüktür. Bu bağlamda, 1040 sayılı Bilim Teknoloji Cumhuriyet (CBT) dergisinin 22. sayfasında yer alan "Öğretmen yetiştirme programları yenilendi" adlı makalede, YÖK’ün yaptığı kimi değişikliklerin yenilikmiş gibi sunulması dikkat çekiyor. Rıfat Okçabol, Boğaziçi Üniversitesi Ö zetle, ilköğretim alanlarına öğretmen yetiştiren programlarda yapılan değişikliklere yer veriliyor. Ancak, makalenin şu giriş cümlesi bile amacını aşan ifadeler içeriyor: "1998–1999 eğitim öğretim yılında, Eğitim Fakültelerinin yeniden yapılandırılması kapsamında öğretmen eğitiminde bazı yeniliklere imza atılmış, öğretmen yetiştirmede çok kaynaklı uygulama bırakılarak bu işlev yalnız eğitim fakültelerine verilmişti". Oysa, 199899’da başlanan öğretmen yetiştirme uygulaması, eğitimcilerin çoğunluğunun benimsediği bir uygulama değildi. Bu uygulamanın aleyhinde, 22. sayfadaki makalenin sahibi başta olmak üzere, pek çok kişi eleştirel yazılar yayımlamıştı (bkz. Öğretmen Yetiştirme Sistemimiz, Ütopya Yayınevi, 2005). 1998–99 uygulaması, MEBYÖK Dünya Bankası (DB) projesi çalışmaları sonunda ve ağırlıklı olarak DB uzmanlarının önerisi doğrultusunda belirlenen bir modelin uygulanmasıydı. Bu model hazırlanırken, ülke gerçekleri göz ardı edilmişti; öğretmen yetiştirmede var olan tarihsel birikim yok sayılmıştı; öğretmenlik formasyonu kazandıran dersler azaltılarak, öğretmenliği teknisyenliğe indirgeyen bir yaklaşım benimsenmişti; kimi alanlarda yan dal öğretmenliği uygulaması getirilmişti; biri dışında eğitim alanındaki tüm lisans programları kapatılmıştı. İlköğretim ile Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri bölümlerinin açılması gibi biriki olumlu değişiklik var diye o uygulamayı "yenilik" olarak yansıtmak, amacını aşan bir ifade oluyor. Makalenin giriş cümlesindeki, "öğretmen yetiştirme işinin yalnız eğitim fakültelerine verildiği" ifadesi de, herhalde gözden kaçan bir ifadedir. Çünkü, 1998 değişiklikliğine kadar, öğretmenler yalnız eğitim fakültelerinde (ve eğitim yüksekokullarında) yetiştirilirken, o tarihten itibaren, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi (DKAB) öğretmeninin ilahiyat fakültelerinde, okulöncesi eğitim ve İngilizce öğretmenlerinin de bir MEBYÖK ve Anadolu Üniversitesi projesi olarak Açıköğretim Fakülteleri’nde yetiştirilmesine başlanmıştı. Daha da vahimi, DKAB öğretmenlerine, ilahiyat fakültelerinden alacakları derslerle, ilköğretimde Türkçe ya da Sosyal Bilgiler dersine girme hakkı da verilmişti. NASIL BİR ÖĞRETMEN? Adı geçen makalenin başlığında yer alan "yenilik" sözcüğü de amacını aşan bir ifadedir. Bilindiği üzere, DBYÖK modeli uygulanırken, daha önceki öğretmen yetiştiren programlarda yer alan Eğitim Tarihi, Eğitim Felse fesi, Eğitim Sosyolojisi ve Eğitim Yönetimi gibi dersler programlardan çıkarılmıştı. Şimdi, çıkarılan bu derslerden bir bölümünün YÖK tarafından ilköğretim alanlarına öğretmen yetiştiren programlara yeniden eklenmesini; 19981999’da başlatılan yan dal öğretmenliği uygulamasının kaldırılmasını; DKAB öğretmenini ilahiyat fakültesinde yetiştirme yanlışından dönülmesini bir "yenilik" olarak algılamak kolay mı? YÖK’ün, üçbeş yerli ve yabancı uzmanla, dar alanda kısa paslaşmalar yaparak ürettiğini, sorunların çözümü olarak sunması ve uygulaması yanlışının hâlâ devam ettiği görülüyor. Ancak, bütün bunlar, işin temelinde var olan büyük bir boşluğu doldurmadan oluyor: Öğretmen yetiştirmede bulunması gereken temel amaç, ortalarda görünmüyor. Amaçlanan, "Fikri hür, irfanı hür ve vicdanı hür" gençleri yetiştirecek öğretmen mi; yoksa "girişimci" gençleri yetiştirecek öğretmen mi yetiştirilecek, bilinmiyor! Oysa ABD’nin de, IMF’nin de, DB’nin de, AB’nin de girişimci öğrenci istediği; MEB’in de bunu benimsediği; YÖK’ün de, geçmişte öğretmen yetiştirmeyi DB’ye havale ettiği gibi, bugün de mesleki yükseköğretimi DB projesine ve danışmanına havale ettiği biliniyor. Söz edilen program değişikliği çalışmalarında, ilk ve ortaöğretim kurumlarında neler olup bittiği yeterince irdelenmiyor. Okuma, düşünme, sorgulama ve araştırma becerileri kazanamadan liselerden gelen gençlere, eğitim fakültelerinde bu alışkanlıkların kazandırılıp kazandırılmadığına bakılmıyor. Yaşamlarında belki de üç kitap okumamış ve üç tiyatroya gitmemiş öğretmen adaylarının, sosyal ve kültürel olarak gelişmemiş yörelerde ve her türlü donanımın eksik olduğu, örneğin (ilahiyat fakültelerinde bir profesöre 14 öğrenci düşerken) öğretmen/eğitimci yetiştiren profesöre 397 öğrenci düşen eğitim fakültelerinde nasıl yetiştirileceği düşünülmüyor. YÖK, zaman zaman, laik, demokratik ve bilimsel eğitimi savunmak görevini yadsıyor. Alevi, Şafii, Maliki, Hambeli, Musevi, Hıristiyan, dünyevi inançları olan ya da herhangi bir dini inancı bulunmayan yurttaşlarımızın çocuklarının gittiği zorunlu ilköğretimde DKAB dersinin içeriğinin irdelenmesi gerekmiyor mu? Anayasaya göre zorunlu olan DKAB dersi, yalnız Sünni Hanefi inancının öğretisi olarak okutulacak bir ders olabilir mi? YÖK’ün, laiklikle, bilimsellikle ve demokratiklikle bağdaşmayan bir biçimde, yalnız SünniHanefi inancına yönelik din kültürü ve ahlakını öğretecek öğretmeni yetiştirmesine "yenilik" denir mi?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle