01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

KONGRELERDEN GÖNÜLDEN BİLİME Ahmet İnam Her şey hücreden başlar Türkiye’de sitoloji (hücreden kanser tanısını amaçlayan tıp dalı) adına bir ilk gerçekleştirildi. 1.Türk Ulusal Sitopatoloji Kongresi, 25 Mart 2006 arasında Antalya’da yapıldı. Prof. Dr. Nadir Paksoy, Sitopatolog, Izmit, Kocaeli, [email protected]; Prof. Dr. Canan Ersöz, Çukurova Üniv. Tıp Fakültesi Patoloji ABD, Adana ürkiye’de sitopatoloji geç kalmışlığını telafi etmek istercesine, son 10 yılda ivme kazandı. Ülkemizde çağdaş patoloji bilimi 100 yılı aşan bir geçmişe sahiptir. Bu süreçte İstanbul, Ankara ve İzmir gibi Türkiye’nin üç büyük kentinde tıp fakültelerinin patoloji bölümlerinde az sayıdaki öncü kişilerin bireysel çabalarıyla sınırlı kalan Türk sitolojisi; 1990’lardan sonra devinim kazandı. İçinde bulundukları kısıtlı olanaklara rağmen sitolojinin kurulması için çaba gösteren bu öncülerin isimlerini saymak, bilim adına bir vefa borcudur. Prof. Osman Nuri Aker (Ankara), sitolojinin kurucusu sayılan ve kadınlarda rahimağzı kanserinin erken tanısında uygulanan PAP testini bulan Dr. Papanicalaou’nun, New York Cornell Üniversitesi’nde açtığı ilk eksfoliyatif sitoloji kursuna katılan tek Türk patoloğuydu. Diğer öncülerin isimleri şöyleydi: Prof. Yener Erozan (şu anda ABD’de ve Acta Cytologica isimli uluslararası sitoloji dergisinin yardımcı editörü), Prof. Uğur Hacıhanefioğlu (İstanbul), Prof. Özden Gürel (İzmir), Prof. Ali Ulvi Özkan (Ankara), Prof. Cemil Ekinci (Ankara) [Kaynak: Dr. Binnur Önal’ın, "Türkiye’de sitopatolojinin tarihçesi" başlıklı kongre sunumu]. 1990’larda sitolojiye gönül veren genç aktif bir patolog gruPROF. DR. Canan Ersöz bu ortaya çıktı. Bu grupta yer alanların çoğunluğunun ortak özelliği, sitoloji eğitimlerini İskandinav ekolüne göre gerçekleştirmiş olmalarıydı. Bu kişilerin, İsveç’te Stockholm Karolinska, Göteborg Sahlgrenska; Norveç’te Oslo Radium hastanelerinde edindikleri deneyim, Türkiye’ye döndükten sonraki sitopatoloji uygulamaları için ufuk açtı. Türkiye’de sitopatolojinin bir çatı altında örgütlenmesinin zamanı gelmişti. Bu ‘sitoloji gönüllüleri’ 2001 yılında ‘Sitopatoloji Çalışma Grubu’ adı altında bir araya geldiler. Bu grup 2002 yılında kurulan Türk Sitopatoloji Derneği’nin çekirdeğini oluşturdu. Derneğin ilk başkanı Prof. Dr. Gamze Mocan Kuzey (Hacettepe, Ankara) kuruluş aşamasında bir çok zorluklarla başetti. Çalışma grubu ve Sitopatoloji Derneği, Türkiye’nin farklı illerinde çok sayıda bilimsel toplantı ve kurs düzenledi. Ve bu oluşum ilk somut meyvesini 1. Ulusal Sitopatoloji Kongresi’yle verdi. Kongrede Türk konuşmacıların yanı sıra, ülke dışından bir grup sitopatolog konferans ve interaktif slayt seminerleriyle katkıda bulundu. Türkiye dışından gelen misafir konuşmacılar şunlardı: Dr. Edneia Tani, Lambert Skoog, Juray Sloboda (İsveç); Yener Erozan (ABD); Ehud Malberger (İsrail). Kongrede Türkiye’nin çeşitli tıp fakültelerinden ve değişik illerindeki hastanelerinden 200’ü aşkın katılımcı yer aldı. Genç patologların sitolojiye olan eğilimlerini arttırmak ve sitolojiye teşvik etmek amaçlandı. Konu seçiminde genç patologların, günlük çalışmalarında en sık karşılaştıkları sorunlara ışık tutacak başlıklara ağırlık verildi. İnce iğne sitolojisinde meme, tiroid, lenf düğümü, yumuşak doku, immünohistokimya; eksfoliyatif sitolojide servikal smear, Bethesda sınıflaması, seröz effüzyonlar ve gastrik sitoloji gibi konular ele alındı. Dost, bu dünyadaki yaşantılarımızın anlamını, bu dünyayı öteleyerek bize anlatan şiirdir Felsefeyle Titreşen Şiir Şiir felsefesiz de yazılır. Nasıl, yaşanıyorsa yaşam, felsefeye değmeden. Şiirin şiir olarak değerini göstermez, felsefeden beslenişi ya da yoksun kalışı. Felsefe, Batıda, üç bin yıla yakın geçmişi olan bir etkinlik. Kendine özgü dili, tavrı var. Şiir daha eski. En eski. Önce şiir vardı. Şiir yaşamsız yazılamaz. Yaşam can suyu. Salt sözcüklerle görünemez şiir. Şiire yaşam üflemek gerek. Yaşamdan beslenen anlam. Bundan dolayı, şiir kurnazlıkla yazılamaz. Hesabî adam, eleştirmenleri, okurları kandırabilir ama şiiri kandıramaz. Hesabînin hesabı, yaşama uyarsa o başka. Hesabîlik, şiire kalkışanı bu dünyada bırakır çünkü. Şiirse bu dünyada değildir. Şiir ötede biter. Başlar. Açar. Şiir kurma; planlar, haritalar, pusulalar, kitaplar, tarifeler, tanımlarla gerçekleştirilmeye çalışılıyorsa; batar dünyaya. Yerçekimini güçlendirir retorik. Şair kendisiyle gider öteye. Kendisinin onda dokuzunu da bilmez. Onda dokuzuyla gider öteye. Aralar kapısını şiirin. Kuram kurutucuların kılavuzluğuyla şiir gerdeğine girilmez. Elbette bu sözlerim de kılavuzluktur ve hiçlenmelidir. Üstümüze gelen, bizi sarıp sarmalayan, derinliklerimizde tınlayan yaşamla yürünür öteye. Kulak, sözcük duyarsa, ötedeki dalga seslerine sağır kalır. Sözcük bahanedir. Vesiledir. Sözcük şairin çaresiz çaresidir, umutsuz umudu, kanayan yarası. Uğradığı lanetidir. Onsuz edemez. Ona kapılırsa, dünyanın pılı pırtı ormanında yok olur. Şiir dilden doğmaz. Dille başlar. Dilin yaşam ardı vardır. Sağı solu, önü arkası yaşamdır şiirin, ebe olarak söbelemesi gereken. Dil taşır yaşamı. Elbette "yaşam" bir sözcük değildir. Ne var sözcüklerden başka? Ne yok diye sormalı. Aş sözcüğü. Kimi zaman yüce bir dağ olan sözcüğü. (Şiir tarihinde, özellikle ondokuzuncu yüzyıl şairleri böyle sözler söylediler. Sarkaç, yeniden aynı yere gelmiştir. Şiirde dil olmayanı yakalama zamanı gelmiştir. Dille sürekli icat çıkaran şairlere sevgiyle bildiririm!) Şiirde ötenin yüreği atıyorsa, orada hikmete bilgeliğe bulaşmıştır şiir. Önce manzume oluşu geçmeli. Farsçada bir söz var: "Ez her çe kim mireved suhanı dost bihter est." Geçip gitmekte olanlar arasında, dostun sözü en iyisidir, en güzelidir. Nedir dostun sözü? Dostun sözü, söz ötesi olduğu için en iyidir. Söz sözde kalırsa, sözde bir şey olur. Dost, bu dünyadaki yaşantılarımızın anlamını, bu dünyayı öteleyerek bize anlatan şiirdir. Felsefe, dilde, felsefe dünyada, felsefe dildünya sınırındadır. Felsefe sınırda durandır. Şiirse sınır ötesidir. Kaçakçıdır, kimi zaman. Mayın döşeli sınırları aşmaya çabalar. Şiir bunu, söze kendine özgü bir bakışla yapar. Şiirin insana armağan olarak verilmiş olanağı buradadır! Platon’a bir haddini bilmezlik olarak görünse de. (Demek ki onun çağında şairler sözcük simsarları imiş!) Şairin öteye onunla vardığı onda dokuzu, felsefeye, bilince, bilime, ün tutkusuna, kıskançlığa, kopya çekmeye reklama kapalıdır. Onda dokuzundan devşirdiğini, dilerse, Nietzsche, Heidegger gibi öte duyarlı dostlar, yorumlayabilir, onda birleriyle ya da biraz da onda dokuzlarıyla, felsefe şiire gölge etmemelidir. (Şiir bu aralar felsefeye gölge etse de!) Şiiri onda birleriyle yazanların çoğalmakta olduğunu görüyorum. Sıkıysa felsefe çalışsınlar. Kendini yaşama bırakmış, bırakma gözüpekliğine erişmiş olanlara şiir uğrar. Şiire mâruz kalırlar. Diğerleri şiir avına çıkarlar. Kendilerini vursalar iyi, sözcükleri vururlar, palazlanırlar. Yaşamın kendiliğindenliğini yaşantılayabilenler, felsefenin kendiliğindenliği ile şiirlerini biler, öte yolculuklarını kendilerine özgü biçimde sürdürürler. Şiire yakışan felsefe, ancak felsefeye yakışan şiirle buluşunca, şiir titreşir. T CBT 1009/17 21 Temmuz 2006
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle