12 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP OOOF OFF LİNE Tanıl Türkoğlu [email protected] Yirmi yıldır, ülkemizin gereksinimleri doğrultusunda yönteme, metoda odaklı bir vizyon güden dergimiz vizyonunu genişletiyor ve bilgi odaklı vizyonunu, adını Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji olarak değiştirerek sunuyor. Herakles kim, Hegel Alman mı? 240 öğrencinin içinden Herakles’in kim olduğunu bilen bir öğrenci dahi çıkmadı. Hegel’in bir Alman filozofu olma ihtimalini ise bir kişi bilebildi. Metin Tükenmez, İstanbul Teknik Üniversitesi Beden Eğitimi Bölümü Öğretim Görevlisi Teknik mi Teknoloji mi? 27 Mayıs 2006 Cumartesi günü, dergimizin 20. yılı – 1000. sayısı nedeniyle organize etmiş olduğu Bilim ve Toplum adlı kongreye ben de konuşmacı olarak katıldım. Gerek yazarlarımız gerekse de okurlarımızla tanışma, kaynaşma imkânım oldu. Konuşmacılardan iki tanesinin altını çizdiği bir nokta beni de düşündürdü. Yirmi yıldır Bilim ve Teknik adıyla yayınlanan dergimiz, neden Bilim ve Teknoloji adını almıştı? Benim gözlemim; bu minik saptamayı konuşmacılar biraz da alışkanlığın değişmesinin sebep olduğu duygusallıktan yapmış olmalarıydı. Yine de bu vesile ile bu kelimelerin sözlük anlamlarına bakmak ve günümüzdeki gelişmelerle bu tanımlar arasındaki ilişkiyi kurmak istedim. www.tdk.gov.tr sitesinden Türkçe Sözlüğü araştırdım. Öncelikle belirtmek istiyorum ki her iki kelime de Fransızcadan gelmekteymiş (technique ve technologie). Bakın sözlük tanımları nasıl: TEKNİK 1. Bir sanat, bir bilim, bir meslek dalında kullanılan yöntemlerin hepsi. 2. Fizik, kimya, matematik vb. bilimlerden elde edilen verileri iş ve yapım alanında uygulama. 3. sıfat Bu uygulamaya dayanan, bu uygulamaya ilişkin (ör. teknik okul) 4. Yol, beceri, yöntem. 5. sıfat Teknikle ilgili bir sanata, bir bilime, bir mesleğe özgü olan (ör. teknik terimler) TEKNOLOJİ Bir sanayi dalı ile ilgili yapım yöntemlerini, kullanılan araç, gereç ve aletleri kapsayan bilgi. Kısaca özetlemek gerekirse teknik daha ziyade yönteme işaret ederken, teknoloji bilgiye işaret etmekte. Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji Dergisi, yirmi sene önce yayın hayatına başlamış ve yirmi yıldır bilimle birlikte bilimsel yöntemlerin keşfedilmesi, öğrenilmesi konusunda bin adet yayın yapmış. Ülkemizi baz alarak geçen bu yılları değerlendirdiğimizde, gerçekten de yöntem konusunda kendimizi geliştirmenin gerekliliği yadsınamaz. Bilimsel alanda, sanayide, mesleki hayatta ülkemiz son yirmi yılda çok önemli gelişmeler katetti. Bu gelişmelerin, global dünyanın gösterdiği gelişmelerle orantılandığında ne seviyede kaldığını ayrı bir tartışma konusu olarak bir kenara bırakırsak, "teknik"in gelişmesi, geliştirilmesi geçen bu dönemde doğru bir vizyon olarak görünüyor bana. Öte yandan özellikle son on yıldır tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de dramatik bir değişim ve bunun etkileri gözlenmekte. Bu da "bilgi" olgusunun öne çıkması, bilginin en değerli malzeme haline gelmesi. Bu eğilimin temelinde yatan sebep de bilgiyi üretme süreçlerinin, cihazlarının gelişen bilişim teknolojileri sayesinde inanılmaz hızda gelişme göstermiş olmasıdır. Hal böyle olunca "yöntem"den daha önemli bir olgu karşımıza çıkmıştır: Bilgi. Yukarıdaki teknoloji tanımına baktığımızda da, teknolojinin aslında yöntem de dahil olmak üzere "bilgi"yi işaret ettiğini görüyoruz. O halde dergimizin isminin "Teknik"ten "Teknoloji"ye geçmesi bir yerde, global anlamdaki eğilimlerin paralelinde, vizyon genişletmek olarak algılanabilir. Teknik odaklı bir vizyon, artık "teknik"i göz ardı etmeden bilgi odaklı bir vizyona dönüşmüştür. Şahsen bu dönüşümün daha erken yapılmış olmasını bile dilerdim. Teknik olgusu gerçekten de günümüzün pratik taleplerini karşılamada yeterli değil. Ancak yirminci yıl ve bininci sayı vesilesiyle yapılmış olan bu dönüşüm, bana da çok daha anlamlı geldi. Kongredeki bazı tebliğlerin gerek sözlü gerekse de yazılı sunumunda gördüğüm, "Cumhuriyet Bilim Teknik" ifadesini sanırım bir süre daha kullanacağız, ancak daha sonra "Bilim ve Teknoloji" ismi oturacaktır diye düşünüyorum. Öte yandan "Bilim ve Teknik" isminin, çağın eğilimlerinden bağımsız olarak, duygusal anlamda oluşturduğu bağın içimizde bir yerlerde hep kalacağının da bilincindeyim. Yine de konuya bilimsel yaklaşmakta fayda var: Daha doğru bilimsel bir bilgiyi ürettiğimizde, ondan daha az doğru olan ve yıllardır yanı başımızda duran bilgiyi, üzülerek de olsa, terk etmemiz gerekmiyor mu? CBT1004/20 16 Haziran 2006 ncelikle kutlarım. 1000. sayıya ulaştı dergimiz. "Dergimiz" diyorum, çünkü geçmiş yıllarda zaman zaman ben de yazmıştım. Celal Şengör Hoca’ya emekliliğini istettirecek kadar duyarsız kuşakların gelip geçtiği ülkemizde, bir bilim dergisini 20 yıl aralıksız yayımlayabilmek duyarlılık, özveri ve sorumluluktan da öte duygular gerektiriyor. Celal Hoca’nın çıkışı toplumda bir dalgalanma yarattı kuşkusuz. Ancak bu dalganın, toplumumuzda sayısı giderek azalan duyarlı insanların kıyılarına vurmaktan öte bir işlevi olacak mı? Celal Hoca’nın feryadını ilk duyduğum zaman etkilenmedim. Ama biraz düşündüğümüz zaman, 16 yıldır içinde bulunduğum İstanbul Teknik Üniversitesi’nde bir bilim kongresine 4 kişinin gitmesi kadar duyarsız bir ortamın oluşmasını sadece öğrencilerin ilgisizliğine bağlamak doğru olmaz. Bütün insanlık tarihinde yönetenlerin yaptığı hataların bedeli hep halka ödetilmiştir. 1950’li yıllardan HEGEL ve Herakles beri iktidarların Türk halkına ödettiklerinin bir benzeri 10 yıla yakın bir süredir İTÜ’lü öğrencilere ödetilmiştir. Fakülte binalarının dışının boyatılıp, sınıflardaki sıraların cilalatılması eğitim ve öğretim kalitesini yükseltmiyor ne yazık ki. Ortaöğrenimden birer "test çözme makinesi" olarak üniversiteye gelen gençlerimiz, İTÜ’ye çok yüksek puanlarla girmelerine karşın 16 yıl içinde gördüm ki, her biri birer antisosyal. 1998 yılında İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü’nde "Spor ve Medya" dersi açtım. Başlangıçta 40 kişi ile sınırlı olan bu ders bir yıl sonra üç sınıfta 240 öğrenciye vardı. Bunun sırrını soran hocalara "Siz formül ezberletiyorsunuz, ben ise spor yoluyla hayatı öğretmeye çalışıyorum" demiştim ve bu onların da hoşuna gitmişti. Dersin ilk bölümü sohbetle geçerdi. Çünkü öğrencilerin genel kültürünün inanılmaz geri olduğunu saptamıştım. Bir gün söz diyalektikten açıldı. Üç sınıftan yaklaşık 240 öğrencinin içinden Herakles’in kim olduğunu bilen bir öğrenci dahi çıkmadı. Hegel’in bir Alman filozofu olma ihtimalini ise bir kişi bilebildi. O günden sonra bu gibi konuların daha çok konuşulması gerektiğini anladım, konuştuk da. Öğrenciler bu sohbetleri çok sevdiler. Başka üniversitelerden konuk öğrenciler bile gelmeye başladı. Felsefe ile mitolojiyi harmanlayıp yarım saatlik bir sohbetten sonra derse geçerdim. 5 yıl girdiğim dersler hep böyle geçti. 2002 yılında dersim kapatıldı. O öğrenciler hâlâ beni arayıp soruyorlar, elektronik posta aracılığıyla yazışıyoruz. Demek istediğim şudur: Öğrencileri veya halkı suçlamak işin kolay yoludur. Bilgisayar ve yabancı dil bilmeyenin adamdan sayılmadığı bir ülkenin gençliğinden ne bekliyorsunuz? Ortaöğrenimde test çözüyorlar, üniversiteye girdikten sonra ise ya bilgisayarın başında oturan ya da playstation oynayan bir gençlikle tanışıyoruz. Böyle bir gençlik nasıl sosyalleşebilir, bilginin güç olduğunu nasıl anlayabilir ve bilgiyi nasıl içselleştirebilir? Matematiği ve fen derslerini kendi diliyle değil İngilizce öğrenen kuşaklardan filozof çıkmasını mı bekliyoruz? Dilini kaybeden bir toplum özgürlüğünü de, geleceğini de, gençlerini de kaybeder ne yazık ki… Ö
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle