Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
YenidoğanSağlık GönüldenBilime Ahmet Inam Çapkın Leylâ Hanım... Onu 3İtmışlı yıllann ortasında Moda'da bir çay bahçesinde, denizi, denizde kıpırdayan sandallan seyrederken buluyorum. Sonbahar ikindisi. Giineş alnına dökülmüş sanşın saçlannayumuşacık dokunuyor. Elimde kitaplarla dünyanın dibini aradığım yıllarda, ortayaşın sonlanna ulaşmış bu dingin mütebessim, ışıl ışıl gözleriyle ufka bakan, ufku araştıran hanım beni etkiliyor. Ondaki denge beni çarpıyor: Ne gençliğin hamlığı, pervasızlığı var ne de yaşlılığın yılgınlığı. Karar o. Diri bedeni güneşte yanmış, süslü çakmağı, pahalı sigarası avuçlannda tuttuğu ufacık kitapçığı (Fransızca bir romandı belki...), evrendeki anlaşılamayan çalkantının, çatışmanın bu hanımda dayanılmaz harmoniye dönüştüğünün işaretleri... içindeki mağmanın patlamalarının yangınıyla, ağrıyan ruhunu düşüncelerin serinliğine bırakmak isteyen benim gibi acılı delikanlının ötesinde bir mucize gibi duruyor: Defterime yazıyorum: "Karşında oturan hanımı gözle ve anlamaya bak, devrimi sonra yaparsın!" Çay bahçesine aynı saatlerde geliyor, her gün. Uzaktan, aklım sıra belli etmeden gözlüyorum. Yalnız oturuyor, bir süre. Çevresiyle konuşmuyor. Düşünüyorve okuyor. Sonra, tam zamanında (zamanı Leylâ Hanım biliyorya da o anki dünyanın gidişi. Onunla her şey zamanında oluyor. inanamıyorum!) yanına birileri oturuyor. uyulması gereken en önemli kural ellerin hasta muayenesinden önce ve sonra yıkanarak temizlenmesi ve özellikle alkol bazlı solüsyonlarla ellerin birbirlerine sürtülerek temizliğinin sağlanmasıdır. Tabii burada göz önüne alınması gereken nokta, bebeklere bakım veren kişilerin ve özellikle hemşirelerin hasta bakımını yaparken, bu hijyen kurallanna uyacak kadar vakitlerinin olup olmadığıdır. Bir veya iki hastaya bakım veren bir hemşire ve doktor bu kurallara rahatça uyabilirken ve uyması gerekirken, 10 yoğun bakım hastasına hizmet veren hemşirenin tüm bu kurallara uymasını beklemek veya uyduğunu iddia etmek ne kadar akılcı olur? 3. Kateter bakımı: Yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde takip edilen hastaların çoğunlukla yeterli beslenmeleri mümkün olmamakta ve bu yönden serum tedavisi ile desteklenmeleri ğerekmektedir. Bu tedavinin yapılmasında kullanılan en önemli damar yolu, bebeği, anne karnında iken anneye bağlayan göbek kordonuna takılan kateterlerdir. Kateterler dışarıdan steril olarak damar yoluna takılır, ancak bundan sonra vücutta dolaşan kan ile direkt temas halindedir. Bu sebeple hem bu kateterlerin takılması sırasında, hem de takıldıktan sonra bakımları açısından çok özenli yaklaşılması gerekir. Bu bakımda en büyük yük, bebeğin hemşiresine düşmektedir. Çünkü bu bakım verilirken hemşirenin tüm vaktini ve dikkatini bir tek hasta üzerine yoğunlaştırması ğerekmektedir. 4. Dirençli bakterilerin oluşumunun azalblması: Hastane bakterileri kendilerine karşı geliştirilen antibiyotiklere karşı gittikçe direnç kazanıyor. Ne kadar çok antibiyotik kullanılırsa o kadar çok dirençli bakteri gelişmekte ve daha da kuvvetli antibiyotiklere ihtiyaç duyulmakta. Bakteriler bir süre sonra bu kuvvetli antibiyotiklere karşı da direnç kazanmaya başlamakta ve kısır döngü oluşmaktadır. 5. Aletlerin bakımı: Yoğun bakım ünitelerinde bebeğin yaşamsal fonksiyonlarını destekleyecek birçok ileri teknoloji ürünü aletler kullanılmaktadır. Nefes alıp veremeyen bebeğe solunum yaptıran yapay solunum cihazları, bebeğin nemli ve sıcak bir ortamda yaşamasını sağlayan kuvözler bunlardan birkaçıdır. Bu aletlerin de bakımının ve dezenfeksiyonun iyi yapılması ğerekmektedir. Yine bu bakımda en önemli görev hastadan sorumlu hemşire ve personele düşmektedir. İşte böylesine hassas olan prematüre yenidoğanların hayatta kalma şanslarını arttıracak en önemli faktör, onlara verilen medikal ve paramedikal bakımın kalitesidir. Enfeksiyon açısından yukarıda belirttiğimiz noktalara ne kadar uyulabilirse, bu küçücük yenidoğanların ölüm risklerini arttıran hastane enfeksiyonları ile o kadar az karşılaşılır. İşte gelişmiş ülkeler ile, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin hastane enfeksiyonları sıklığı arasındaki farkı, verilen bakımın kalitesi oluşturur. Bu kaliteyi yakalamamızı sağlayacak en önemli faktör ise yenidoğan ünitelerinde çalışan personel ve hemşire sayısının arttırılmasıdır. İleri ülkelerde bir hemşire, bir veya iki yenidoğan yoğun bakım bebeğine hizmet verir. Türkiye geneli ile karşılaştırdığımızda, şartların görece iyi olduğunu bildiğim Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yenidoğan Yoğun Bakım Servisi'nde bu oran 3 veya 4 hastaya bir hemşire şeklindedir. 10 HASTAYA BİR HEMŞİRE Ancak ülkemizdeki birçok yenidoğan ünitesinde bu oranın 10 hastaya 1 hemşire şeklinde olduğunu da bilmekteyiz. On hastaya hizmet vermeye çalışan bir hemşirenin hiç dinlenmeden bile görevini tamamlayacağını düşünsek, fıziksel olarak yukarıda belirttiğimiz kurallara uymasına kesinlikle imkân yoktur. Bu servislerdeki hemşire ve personel sayısını arttırmadan gelişmiş ülke standartlarına ulaşmamız mümkün değildir. Halkımızın çoğunun ilk kez duyduğu Serratia Marcescens adlı bakteri ile ilgili sorun, bugün maalesef kayıplardan sonra bitmiş gibi gözükse de, yakın zamanda Fseudomonas Aeruginosa veya Klebsiella Pneumoniae adlı diğer bakterilerin yaratacağı hastane enfeksiyonları ile tanışmamız ve toplu ölümlerle karşılaşmamız işten bile değildir. Ünitelerin zaman zaman tam olarak dezenfekte edilmesi veya çeşitli dezenfeksiyon tedbirlerinin alınması riskleri azaltsa da, bakım verecek personel ve hemşire sayısını arttırmadan bir çözüme ulaşılacağını zannetmek tamamen hayalcilik olacaktır. Tabii sağlığa yatırım yapılmayan bir düzende, bu personel ve hemşire ihtiyacının nasıl karşılanacağı, önümüzde yanıtlanmayı bekleyen büyük bir soru olarak kalacak ve biz Serratia Marcescens veya benzeri bakterileri, ölümlerin tek sorumlusu olarak görmeye devam edeceğiz. Ne dersiniz gerçek sorumlu Serratia Marcescens mi yoksa hastaya yeterli bakımı vermemizi engelleyen sağlık politikaları mı? Suçlu ayağa kalk... (*) Doç. Dr. Cerrahpaşa Tıp Fak., Çocuk Sağlığı ve Hastahklan ABD, Yenidoğan Bilim Dalı Turk Pediatri Kurumu Yön. Kur. Üyesi UNEPSA (Union ofNational European Pediatric Sodeties and Associaüons) Başkan yardımcısı Adını bu konuşmalardan öğreniyorum Leylâ Hanım'ın. Önce otuzlarında gözlüklü uzun inceyakışıklı biradam. Almanya'da bir üniversitede doçentmiş. Leylâ Hanım ne güzel dinliyor! Karşısındakinin coşkusunu kışkırtıyor yumuşak sorularıyla. Sonra kalkıyorlar. Akşama doğru. Akşamın serinliğini omzuna attığı şalıyla karşılıyor, Leylâ hanım. Yürüyorlar. izliyorum onları, peşlerinden utanarak. Moda'nın denize bakan apartmanlarından birinde gözden yitiyorlar. Defterime diyorum ki: "Leylâ Hanım doçenti kaldırdı. Bunu yaz defterim. Odalanna gittiler, soyundular, Leylâ Hanım şiirler okudu. Sevişip, uyudular." Sonra, göbekli altmış yaşlarında biri. Uzakta oturduğum için konuşmalarını duyamıyorum. Leylâ Hanım yine götürüyor adamı, elinden tutarak. Ve en sonunda yirmisinde bir delikanlı. Uzun saçlı. Müzisyen. Leylâ Hanım'ın kahkahalarını duyuyorum ilk kez. Sertbakışlı, haşarı bir genç. Ufacıkimalarlayunetiyor delikanlıyı. (Defterim yazıyor musun, Devrim 1 Leylâ Hanım yapacak! Benim yalnızlığım, arkadaşlarımın kötü çevirilerden okudukları kuramlar değil! Evrendeki ateşi arayanlara: Leylâ Hanım, o ateşi güle çevirdi. Ne çok ne az bildi. Heyecanı dengeli, gülüşü ölçülü, ruhu yerli yerindeydi. Anaforun, dalgalanmanın, fırtınanın sarstığı Türkiye'de Leylâ Hanım ne arıyor, defterim? Diyalektik burada, ondaki denge devrimi yapacak. Yazıyor musun. Bittimi? Seni notere teslim edeceğim, otuz sene sonra açılmak üzere. Arkadaşlarıma düşüncelerimin haklılığını göstermek için!) Sonra akşam oluyor. Olmaz olası akşam, ve benim çaresiz bakışlarım arasında kalkıp gidiyorlar. Eve. Leylâ Hanım şiirler okuyor. (Yanlış. Bu kez delikanlı keman çalıyor ona. Sonra, sonrasını düşünmek istemiyorum, sabah oluyor.) Leylâ Hanım gelmiyor artık. 1966 yılının eylül ayı onu aramakla geçiyor. 0 müzisyen oğlanla mı gitti acaba? Apartmanına gidip kapıcıya soruyorum: Leylâ Hanım Paris'e kocasının yanına gitmiş. (Defterim yaz: Bu ülkede devrim olmaz artık! Leylâ Hanım'ın olmadığı dünyada devrim olamaz. Paris'te olabilir: 68 olayları... Türkiye'deki çalkantılarda Leylâ Hanım hiç olmadı. Bir daha dönmedi Türkiye'ye. Belki döndü. Ben dönmedim o sancılı gençliğime. Deliler gibi yazdım. Defterime sağanak yağmurlar boşandı. Kurtuldum ondan. Hiç hatırlamıyorum artık onu.) Leylâ Hanım bu kültürün biryerlerinde gizliydi. Derinlerinde. Kıyısında. Batı rüzgârlarıyla yıkanmış saçları, Arap çöllerinin çığlığını taşıyordu. Biz dünyaya isyan eden gençlere ulaşamıyordu sesi: Leylâ Hanım birgerilla için vurulup ortadan kaldırılacak bir burjuva kalıntısıydı. Sosyetenin şuh dilberi. Dünyadaki haksızlığın ve sömürünün destekleyicisi. İktidarın destekleyicisi. (Defterim devam et: Mecnunum ben. Eylül bitti. Şimdi okuluma gideceğim. Acılanm beni kavuracak. Tatıtaya yazılan denklemlerde Leylâ Hanım güliimseyecek bana. Devrim olmalı anlıyor musun? Devrim olmalı ve Leylâ Hanım, tam zamanında beni masasına çağırmalı. Akşam. Odası. Şiir okumalı bana. Onunla Kant'ı ve VVİttgenstein'ı tartışmalıyız. K. Mm'ın duygu dünyasından söz etmeliyim ona. Sonra uyumalıyız. Aramızda kötü şeyler olmamalı.) Otuzyıl kadar sonra, bir sabah, şimdi toprakla doldurulan Moda Plajı'nda karımla yürürken, sahilde oturmuş sigarasını içen çok yaşlı bir hanımla göz göze geliyoruz: Leylâ Hanım. Düşünüyor. Leylâ Hanım Türkiye'deymiş. Ve devrim olmamış. Yoksa oldu mu? DEFTERİME YAZIYORUM DEVRİM OLDUMU, YOKSA? BEBEKLERİN HASSASİYETİ VE BAKIM KALİTESİ Erken doğan bebeklerin, normalde hatnileliğin sonuna doğru plasenta aracılığıyla anneden almaları gereken koruyucu antikorları, erken doğum nedeniyle alamamalarını da göz önünde bulundurursak, bu bebeklerin neden bu kadar hassas olduklarını daha iyi anlayabiliriz. Ayrıca bu bebeklerin, bağışıklık sistemlerinin, zamanında doğan bir yenidoğan veya bir erişkin kadar efektif çalışmadığını da belirtmekte yarar var. 963/tT1 3Eylüf 2005