24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZümrüttenAkisler 3.5 milyon yıldır iki ayak ustunde ?**. » M ^ . ? rTanzanya'dabulunanayak izlerinden anlaşıldığı iizere Australopithecus afarensis 3.5 milyon yıl önce iki ayak üzerinde yürüyordu. •elal Şengör A.M.Celal Senaör /S Â totfbGök ^' Büyük Tanrısı: Ebedi Mavi Türk Hava Kuvvetlerinin aziz manevi şahsiyetine! Tüklerin ve M.fi.Uar,n En insanın ataları 3.5 milyon yıl önce dik yürüyebiliyordu. Sonuç, Tanzanya'da bulunan ayak izlerinin bilgisayar destekli analizlerine dayanıyor. Buna göre Australopithecus afarensis dik konumda saniyede bir metrelik hızla yürüyebiliyordu. Tanzanya'nın Laetoli bölgesindeki ayak izlerinin bulunuşundan bu yana 25 yıl geçmesine rağmen bulgu hâlâ tartışmalıydı. Ayak izlerinin kime ait olduğunu bulmak isteyen primat araştırmacısı William Sellers (Loughbourough Üniversitesi),bilgisayar teknolojisinden yararlandı. Hesaplara göre Australopithecus afarensis, saniyede 0.6 ila 1.3 metrelik bir hızla hareket ediyordu. Daha öneki araştırmalarla saniyede 0.5 ila 0.75 metrelik bir hız elde edilmişti. Yeni sonuçlar insanın bu atasının maymun gibi hareket ettiğine dayanan tezi çürütüyor diyor Sellers ve ekibi. Araştırmacılar bu insan türünün tamamen dik konumda yürümüş olduğuna inanıyorlar. ingiliz araştırmacılann yararlandıkları teknik farklı yürüyüş biçimlerini tasarlayarak, farklı adım hızlarında en düşük enerji gerektiren hareketleri hesaplıyor. Aynı model daha önce canlı insanlar üzerinde denenmişti. Bilim adamları aynı yöntemle Lucy'nin (1974 yılında Etiyopya'da bulunmuştu) 3.2 milyon yıl yaşında olduğunu bulmuşlardı. Bu hafta biraz da etnoğrafya! Bahanesi de 22 Temmuz5 Haziran tarihleri arasında Baykal Gölü çevresine yapmış olduğum gezi. Bu gezinin bilimsel içeriği ve sonuçlan hakkında önümüzdeki hafta bilgi sunacağım. Bu yazıyı ise toplantı esnasında bir arada olduğum eski dostum Moğol jeolog Akademisyen Prof. Onongun Tomurtogo ile yaptığım sohbetler esnasında öğrendiğim bir şeye ayırdım: Toplantımızın en önemli taralı Baykal Gölü sahillerinden Buryatya'nin güneybatısında Moğolistan sınırına kadar uzanan arazi gezisiydi. Bu gezi esnasında pek çok "burhan" gördük: Yaniyöre halkının şamanist inançlarına göre kutsal yerler. Bilindiği gibi şamanizm Türklerin de en eski dinidir. Bu dinde Orta Doğunun daha sonra ortaya çıkan tek tanrılı dinlerinde ifadesini bulan ve insan toplumunu yansıtan karmaşık bir ilâhi hiyerarşi ve ruhban sınıfı bulunmaz. Şaman adı verilen din adamları, hem tanrılar ve ruhlarla insanlann ilişkisini temin eden bir "ortam" ("medyum") rolünü oynar hem de tabip olarak görev yapar. Ancak şaman tamamen bireysel bir kişiliktir. Bir ruhban sınıfının üyesi değildir. Işini adam gibi yapamadığı zaman da kişiler veya toplum tarafından cezalandırılır (Cengiz Han'ın politikaya heveslenen şaman Tebtengri'yi ölüme mahkum ettiği gibi). Prof. Tomurtogo'yla yaptığım sohbetler ve toplantıya iştirak eden bir Çinli meslekdaşımıza "benim atalarım buralarda Çinli kurban ederierdi; ona göre ayağını denk al" şeklindeki takılmalarım diğer meslekdaşlarımızın da merakını uyandırdı ve ben onlara eski Türklerin dini ve toplum yapısı hakkında akşam sohbetleri esnasında bilgi verdim. Bu sohbetlerin birinde Prof. Tomurtogo benim bir yanlışımı düzeltti: Türkçe "Kök Tengri" ve Moğolca "Hoh Tengir" denen baştannmn adının aslında "Gök Tann" demek olmadığını, Kök (veya bugünkü Türkçe'yle Gök) kelimesinin mavi rengi, Tengri kelimesinin de bizzat gökyüzünü simgelediğini, Türklerde ve Moğollarda baştanrının adının dolayısıyla yalnızca "Mavi Gök" olduğunu ve bunun hemen her zaman "Möngk Hoh Tengir" (Ebedi Mavi Gök") olarak kullanıldığını söyledi. istanbul'a dönünce bunu Kaşgarlı Mahmud'un Divan Lugat atTürk'ünden (Robert Dankoff ve James Kelly'nin modern eleştirel basımından) kontrol ettim: Tomurtogo haklıydı. Gerçi zaman içinde Kök bugün anladığımız anlamıyla gökanlamını da kazanmış, ama ilkel şekilleriyle kök "gök mavisi ile açık griyi", tengri de "gökyüzünü" temsil ediyormuş! Orta Asya 'yı bilenlere tanrının "ebedi mavi gök" olarak adlandınlması hiç de garip gelmez. Yılın büyük bir kesiminde dünyanın en büyük yüksek basınç alanını oluşturan, kıt'asallığın en yüksek olduğu bu dev step ve orman alanında en çok görülen ve en büyük süreklilik arzeden şey mavi göktür. Yaşamı at sırtında ve çadırında geçen eski Türklerin en sürekli gördükleri "ulaşılamaz" doğa öğesi, en açıklanamaz doğa olaylarını (ör. yağmur, yıldırım) ve onunla beraber stepte en çok ihtiyaç duyulan şey olan suyu yollayan doğa elemanı da mavi göktür. Şaman, halkının dertlerini halletmek için "göğe çıkar", komutan başarılı savaş için "göğeyakarır", çobansürüsünün emniyetini "gökten" nıyaz eder... Mavi Gök, Türk'ün her şeyidir. Bu sohbetler kaçınılmaz olarak bana Atatürk'ün "istikbal Göklerdedir" sözlerini çağınştırdı. Ne ilgisi var demeyin: Her toplumun belirgin özellikleri vardır. Türler de tarih boyunca hep iyi asker olmuşlardır. Ama dünya çapında üstün askerlik, Türk atını stepte hürce koşturabildiği sürece geçerli olmuştur. Osmanlı ordunun temeline piyadeyi, yani yaya askeri oturtunca, Türk'ün eski askeri üstünlüğü de belirgin bir gerileme göstermiştir. Ancak, dünyada modern teknolojik gelişime katkısı hemen hemen sıfır olan Türkler, modern hava askerliğinde dünyanın en iyileri arasındadırlar (belki de en lyisidirler). Işte Orta Asya'da uçsuz bucaksız Kök Tengri'yi seyrederken içime onun steplerde karşılaştırmak ilhamı geldi ve havacı arkadaşlarımın büyük başarılarının temellerinden birinin de bu eski kültürel öğe olduğunu düşündüm. Tarih ve havacılık bilgilerimi bir araya koyunca eski Türk ordularının çok yüksek bir hareket ve sokulum kabiliyetine ve seri atış gücüne sahip süvarileri, modern ordulann hava gücünü kullandıkları gibi kullandıklarını anladım. Bunu Prof. Tomurtogo'ya anlatınca, 2006 yılında 800. kuruyuş yılı kutlanacak olan Cengiz imparatorluğunun kutlama toplantılarının birinde bu konuyu bir tebliğ olarak sunmamı kararlaştırdık. KÖK TENGRİ tarafından emilmediğinden doğrudan doğruya ilaç olarak kullanılamıyor ama yöntem en azından aynı işlevli etki maddelerinin araştırılmasında bir temel oluşturmakta. Bu konudaki araştırmanın ne kadarsürebileceğini bilim adamları bilemiyorlar henüz. Kliniğin Viroloji Bölümii başkanı HansGeorg Krâusslich ile birlikte çalışan araştırmacılar, virüslerin gelişim döngüsündeki son adımları ve bulaşık hücrelerdeki yeni virüslerin oluşumunu incelemişler. Virüs konakçı hücrede çoğaldıktan sonra, olgunlaşmamış virüs parçacıkları hücreyi terk ediyorlar. Bu virüs partikülleri, Gagproteininden meydana gelen bir protein kılıfına sahip. Virüsler hücre dışında bu kılıfı çözüyor ve "olgun" ve bulaşık yapıya bürünüyorlar. Bu olgunlaşmadan sonra ise de ğişimden geçen bir protein kılıfı, virüsün kalıtım bilgisini (kapsid) ve önemli proteinleri çevrelemekte. Yeni bir maddenin yardımıyla gerek olgunlaşmamış Gag kılıfının gerekse kapsidin gelişimini engelleyebildik diyor Krâusslich. Araştırma sırasında kullanılan protein parçası Gag proteinin belli başlı bölgesine yapışarak olgun ve olgunlaşmamış virüs partiküllerinin gelişimini önlemekte. Ayrıca röntgen ışınıyla proteinin virüs kılıfına saldırdığı bölge de tespit edilmiş ve bu da virüs partiküllerinin moleküler yapısına yeni bir bakış açısı sunmakta. Konuyla ilgili araştırma yazısı "Nature Structural & Molecular Biology" (DOI:10.1038/nsmb964)dergisinde yayımlandı. SÛVARİVEHAVACI at koşturan çocuklanyla, şimdi onun kucağında uçakları içinde hürce uçuşan çocuklarını 960/5 13 Ağustos 2005
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle