Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
PolitikBilim Bilim Tarihi Aykut Göker Bilim ve Teknolojide AB'yi Yakalamak (2) "AB ile aramızdaki bilim ve teknoloji açığını nasıl kapatacağız?" Aslında, AB'nin hedeflenni belirlerken kendisini kıyasladığı ABD ve Japonya bir tarala, G. Kore ve Çin gibi sonradan sanayileşen ülkelerle de aramızdaki açık giderek büyiiyor. 0nun için, mesele sadece AB ile de sınırlı değil. AB'nin içinde kendimize yer bulalım ya da bulmayalım, geleceğin dünyasında varlığımızı süıdürmek ve toplumumuzun yaşam standartlannı yükseltmek istiyorsak, bu açığı sür'atle kapatmak zorundayız Bunun içın Jürkıyc'nin bilim ve teknoloji polilikası ve bır yol hanlası olmalı Açığı kapatabilmenin birınci şartı bu. Bilim ve teknoloji politikası, doğası gereği, uzun süreli (vâdeli), uzun erimli (menzilli) bir politikadır. Çünkü, bu politika ile öngörülecek bilim ve teknolojı alanlannda yetkinlik kazanabilmek, bir kültü'r sorunudur, eğitimöğretim, özellikle de araştırarak ve yaparak öğrenme sorunudur; oğrenilen bilim ve teknoloııyi ekonomik ve toplumsal faydaya dönüştürebılme ve geliştirebilme deneyimini kazanma sorunudur Bu sorunların üstesinden gelebilmek birkaç nesillik bir iştır ve bu açıdan kararlılığı ve sürekliliği gerektirir 0nun İçin, sb'z konusu politikanın, hükumetler ve bürokratık kadrolar değiştikçe kökünden değişmemesi gerekir. Açığı kapatabilmenin ıkinci şartı budur. Bu şartı kabul ediyorsak, o zaman da, sö'z konusu politikanın etrafında örüleceği, geleceğin Türkiye'sine ilişkin ortak bir tasavvur ve bu tasavvurla ilintili siyasî, ekonomik ve toplumsal hedefler üzerinde anlaşmak, bu konularda, iktidar değişimiyle değışmeyecek 'asgari müştereklerimizi' belirlemek zorunda olduğumuzun, siyasî iradelerini ortaya koyacak toplum katmanları ve bu katmanların temsilcileh olan siyasî partilerce iyi kavranması gerekir. Siyasîgörüş ayrılıkları ve çıkar larklılıklarına rağmen bu mümkiin müdür? Kanımca evet. Örneğın, "bölgesinde ve diinyada M I ve kalıcı bir barışın tesisi için çaba gösteren, demokratik ve âdıl bır hukuk sistemine sahip; yurttaşları ülkelerinin geleceğinde söz ve karar sahibi; sağlık, eğitim ve kültür gereksinimlerinin karşılanması devletçe güvence altına alınmış; sürdiirülebilıı gelişmeyı gözeten, gelir dağılımı dengeli, üretken ve net katma değerini, kendi beyın gücüne dayanarak artırabilen bir Turkiye" tasavvurunun asgarîmüşterek olarak kabulü niçin mümkiin olmasın? Bunda buluşabilıyorsak; bu tasavvuru gerçekleştirebilmek için, "merak eden, herhangi bir dogmaya bağlı kalmaksızın sorgulayan ve özgürce karar veren, araştırarak öğrenmeye açık, üretken, yenilikçi, yaratıcı genç nesilleryetiştirmeyeyönelik bir eğitimöğretim sistemi kurmaya" ve "genç nesilleri, çağa egemen teknolojileri toplum yararına kullanıp geliştirebilmenin bilgi ve becerisiyle donatmaya" yönelik tedbirlere kinı îtiraz edebilir? Üçüncü şart, ülkenin parasal kaynakları ve hedeline ulaşma zamanı sonsuz olmadığına göre, bilim ve teknoloji politikasının, ister istemez, bilim ve teknolojideki önceliklerin sıralanmasını da beraberinde getireceğini kabullenmemizdir. Üzerinde görüş birliği sağlayabilmenin en zor olduğu nokta da budur. Her bilim ınsanı kendisini adadığı bilimsel disiplini, her uretici kişisel ya da sınıfsal çıkarlarını bağladığı, kendi uğraş alanıyla ılgıli mühendislik disiplini ya da teknolojiyi; her kamu görevlisı ulusal önceliklerin yansımalannı (savunma araştırmaları vb), her tüketicı de, önce kendi yaşam süresi içinde hayatının iyileşmesine katkıda bulunacak araştırma alanlarını bu politikada görmek isteyecektir. Sanıldığı gibi, öncelikler meselesine tek itiraz temel bilimcilerden gelmez. Ama, ülkelerin imkânları sınırlı kaldığı ve insanların kendileri hayattayken de iyi bir şeyler görebilme güdüleri öne çıktığı sürece, yurttaşların araştırmalar için harcanacak paralara da müdâhale edecekleri gerçeğıni anlayışla karşılayabilmeliyiz Uzlaşabilmek için çözüm, bilim ve teknoloji politikasını belirlemeye yönelik öngörü çalışmalarına, dayandığı bilimsel ve toplumsal labanı genişleterek, bütün tarafları katabilmek, zaman içinde, gerekli düzeltmelerin yapılabilmesi için, çalışmanın sürekliliğini sağlayabilmektir. Kabulü gereken başka şartlara da iki haria sonra değineceğim, ama, şimdiden gözüküyor ki, açığı kapatabılmek bu işe para bulmaktan çok zihniyet değişikliğine gıdebilme meselesıdır. http://www. inovasyon. org Cumhuriyetin bulaşıcı (ve biiyük unutuş!) Kurtuluş Savaşı, biiyük yoksunluklar içinde gerçekleşti. Askerler doğayla da savaşıyor, yeterli yiyecek, giyecek bulamıyordu.. Ama bütün bunlardan daha vahim bir şey vardı. Halk tıbbi olarak da hastaydı. Yoksulluk, savaşlar, göçler ve eğitimsizlik yüzünden salgın hastalıklar insanlan kırıp geçiriyordu. Toplumun üçte ikisi, sıtma, verem, frengi, trahom gibi çeşitli hastalıkların pençesinde kıvranıyordu. Cumhuriyet, sıtmalı, veremli, frengili insanlarla mı kurulacaktı? Cumhuriyet'in sağlıklı toplum yaratmak için modern bilimin en son esaslarına dayanılarak yürüttüğü mücadele, uluslaşma sürecimizin de en biiyük aşamalarından biridir. Osman Bahadır urtuluş Savaşı'nın askeri, diplomatik ve siyasî başanlarının ardından Cumhuriyet ilaıı edildiğinde, Turkiye bağımsız ve güvenli bir ulke olarak geleceğini kendi elleriyle kurmaya hazırlanıyordu. Ancak bitmek bilmeyen savaşlar (Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı) vüzünden halk yoksul, bitkin ve eğitimsiz durumdaydı. Kurtuluş Savaşı'na katılanların sadece düşmanla değil, doğayla da savaştığı ve askerlerin yelerince besleneınediği, bir çoğunun giymek için nizanıi elbise ve ayakkabı bile bulamadığı bilinen gerçeklerdendir. 1923de ülke nüfusunun yaklaşık 12 rrıilyon olduğunu duşünürsek, okuryazar erkek nüfusunun sayısı sadece bir milyonun biraz üstündeydi. Okur yazar kadın sayısı ise 200 bini geçmiyordu. Ama bütün bunlardan daha vahim bir şey vardı. Halk tıbbi olarak da hastaydı. Yoksulluk, savaşlar, goçler ve eğitimsizlik yüzünden salgın hastalıklar insanlan kırıp geçiriyordu. Toplumun üçte ikisi, sıtma, verem, frengi, trahom gibi çeşitli hastalıkların pençesinde kıvranıyordu. Cumhuriyet, sıtmalı, veremli, frengili insanlarla mı kurulacaktı? Özellikle sıtma bütün ülkeyi kasıp kavııruyordu. 12 milyon nüfusun yarısından fazlası sıtmalıydı. (1) Bazı bölgelerde sıtmalı nıifus oranı % 9()'lara ulaşmıştı. (2) 1923 ve 1924 yıllarmda Ankara'da hastalığın girmediği ev kalmamıştı. (3) UZUN SOLUKLU OLABİLMEK... K SITMALI, VEREMLİ NÜFUS Bir milyon kadar da veremli vardı. (4) Nüfusun % 5'i ise frengi hastasıydı. Sıhhiye Vekili Refik (Saydam) Bey 1924 yılmda şunları sriylüyordu: "Frengi memleketinıizde zannedildiği kadar çok değildir. Memleketimizin nüfusuna nazaraıı ancak % 5 nisbetinde frengi vardır. Bazı yerlerde bu nisbet % 7'ye çıkabiliyorsa da, % 1 olduğu yerler de çoktur." (5) (Çok büyük ölçekli salgın hastalıklar karşısındaki Refik Bey, frengi hastalığının % 5 oranını doğal olarak küçümsemektedir). 250 bin kadar da trahomlu hastanın bulunduğu tahmin ediliyordu. (6) Ayrıca sayıları yüzbinlere varmasa da kızamık, kızıl, tıfo, çiçek, difteri, lekeli hutnma gibi hastalıklara yakalanmış binlerce insan vardı. Cumhuriyet'in başlangıcındaki sağlık tablosu buydu. Bu gerçeğin vahametini tümüyle kavramış olan Mustafa Kemal, Cumhuriyet'in ilanından sekiz ay önce, 1 Mart 1923'de, TBMM'nin dördüncü toplanma yılını açış konuş ÖNCELİKLERSORUNU... Sıtma mücadelesinin bir parçası olarak ilaçlama 921/8 13 Kasım 2004