Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Bir başka koleksiyoncu Bugün odına Harvard Üniversitesi'nde dev bir kütüphane kurulmuş olan Harry Elkins Widener 1885 yılında, "tramvay kralı" Ceorge Widener'in oğlu olarak dünyayo gelmiş. Harvard'da okumuş, kitaplara derin tutkuyla bağlanmış, genç yaşta 'ender bulunabilen' kitaplan toplamaya başlamış. 1912'nin ilk aylarmda annesiyle Avrupa'ya gitmiş, çeşitli şehirlerde koleksiyonu için ava çıkmış, uzun süredir aradığı bir kitabı da Londra'daki bir antikaada bulmuş: Francis Bacon'un 1598 basımı "Essays"ine kavuştuğunda, satıaya, "birkaçgun sonra Amerika'ya gidiyorum" demiş: "Benim için öylesine değerli ki bu kitap, bindiğim gemi batacak olsa ona sımsıkı sarılarak sulara gömülmek isterim". Harry Elkins Widener, 10 Nisan 1912'de Titanic'e binen yolculardan biri. Bacon'un "Essays"i okyanusun dibindeki bir hayalet kütüphanede sahibiyle başbaşa, mutlu bir öteki hayat'a hak kazanmıştır: Öteden beri, koleksiyoncunun seçtiği parçaların biribirilehyle çekemezlik ilişkileri içinde yaşadıklarını kurar dururum oysa asıl köklü kıskançlığm koleksiyoncunun ruhunda büyüdüğü yaygın (ve haklı) bir kanıdır. Müze yöneticisi bir tanıdığım, olanca safdilliğiyle, dehşetengiz bir koleksiyoncu anekdotu aktarmıştı bana bir vakitler. Müzesinde açmayı öngördüğü bir 'temalı sergi' için farklı koleksiyonlan buluşturmak zorunda kaldığında, koleksiyonculardan birini sergiye parçalar vermesi konusunda ikna etmekte büyük güçlükler çekmiş. Öykünün burasında şaşılası bir yan yok gerçekte: Koleksiyoncuların çoğu için geçerlidir bu durum, yıllar yılı özveri, sabır, emek ve yatırım akıtarak oluşturdukları bir koleksiyondan tek parça bile isteseniz haklı olarak uykuları kaçar, dipsiz bir tedirginlik kuyusuna düşerler. Koleksiyoncu toplamak, almak, biriktirmek fiilleriyle mutlu olur; vermek, ödünç vermek fiilleri karanlığa boğar dünyalarını. Koleksiyonunu göstermekten, böylece onu paylaşıyor olmaktan kaçmanlara da rastlanır, bırakın ki bambaşka bir mekânda, kapıdan girebilecek her tür ilgili ya da meraklıya onları görme olanağı doğurmayı kabullenmeleri sözkonusu olabilsin. Ruhçözümcü Daniel Sibony, "Koleksiyoncunun Psikanalizi" başlıklı yeni bir denemesinde, bu uğraş alanmda varolmak ile malik olmak arasındaki ozdeşleşme denklemine dikkat çekiyor: Malikoluş, koleksiyoncunun oluşuna akıyor bir anlamda, topladıklarıyla nasıl Flaubert "Emma Bonary benim" demişse "onlar, benim" deme noktasına varıyor. Sibony, kolleksiyoncunun tekvin noktasındaki bir hayalkırıklığını bertaraf etmek için toplamaya koyulduğunu düşünüyor anneye bağlanabilecek bir sigorta duygusu, yitirilen ilk oyuncaklara bağlı bir yitim acısı, insanlar dünyasında buharlaşıp gitmiş yanılsamalar... "Sevilen gövdeyi tamamlamak amacıyla toplanan parçalar" sahici bir kolleksiyoncunun gözünde onun yapıtı'dır diyor Sibony. Müze yöneticisi tanıdığım, uzun görüşmeler sonucu, inanılması güç ödünler vererek bir türlü ikna olmayan koleksiyoncuyu dize getirmiş sonunda. Sergi hazırlıkları sırasında Müze'ye gelecek parçaları birlikte, büyük özenle paketlemişler. Sergi açılışını önceleyen son hafta içinde koleksiyoncu her gün erkenden geliyormuş Müze'ye, kapanış saatine dek ses çıkarmadan gözcülük yapıyormuş. Açılış gecesine damatlık giysileriyle katılmış, bir köşede tek başına duruyormuş, salonu en son o terketmiş. Bütün bunlar, anlamlandırmakta, anlayışla değerlendirmekte zorluk çekmeyeceğimiz davranışlar olarak görülebilir: Koleksiyoncunun koleksiyonuna gösterdiği aşırı dozda bağlılığm, bağımlılığın benzeriyle başka ilişki zeminlerinde de karşılaştığımız olur sözgelimi kızı evlendiğinde kimi babalarm kopmakta ciddi güçlükler çektikleri öteden beri gözlemlenmiş bir olgudur. Mahut koleksiyoncumuz, gelgelelim, bu aşamalan zorlamış: Sergi dönemi boyunca, hiç aksatmadan, her gün Müze'ye geliyor, kendi parçalannm sergilendiği vitrinlerin yanıbaşında bir yer seçip saatlerce, suskun, duruyormuş. Müzede çalışan görevlilerin sinirleri bozulmuş bir süre sonra, gene de bu zarif, sessiz adama söyleyecek söz bulamamış, yavaş yavaş onu serginin bir parçası olarak algılamanm tek çıkar yol olacağına varmışlar. Sergi bittiğinde büyük bir yük kalkmış Müze çalışanlarınm üstünden; yönetici tanıdığım, özellikle mahut koleksiyoncunun mallarını kazasız belâsız evine götürüp teslim ettiğinde yaşadığı hafiflemeyi tanımlamakta güçlük çekiyordu. Bir hafta geçmiş aradan. Müze yöneticisi, çalıştığı binanın bulunduğu sokağa gelip de anakapıya yaklaştığmda, karşı kaldırımda 'birşey' hissetmiş, dönüp bakmış: Koleksiyoncu orada duruyormuş. Hayır, yönetici tanıdığım, Poe'nun, Borges'in öykülerine merak duyacak türden zengin imgelemli, zihni düşlemlerle dolu biri kesinkes sayılmazdı tam tersine, yaşadığı olay onu korkutmuş, başına gelenleri bir tür "meslek riski" kapsamında görüp değerlendirmişti. \ Şüphesiz, koleksiyoncunun davranışlan ve sergilediği uç bağlılık, aşırılığı nedeniyle insanda ürperti uyandırmakla birlikte, öteki'ne karşı herhangi bir tehdit barındırmıyor bana kalırsa. Onun, sözkonusu Müze'yi, koleksiyonuyla doğrudan ilgili bir "fantom" mekân olarak bir süre daha algılamayı sürdürmesi, sözgelimi benim Rue de Rome'da Mallarme'nin oturduğu apartmana gidip dışarıdan pencerelere bakmamdan farklı bir güdüye dayanmıyor, diye düşünüyorum. Malik olduğum dünyaya bakıyorum sonra: Insan, nesne ve ötesi suskun, kalakalıyorum. ENİS BATUR