28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4 MAYIS 2014 PAZAR kultur@cumhuriyet.com.tr 16 ‘Artık senaryo yazmak istemiyorum’ Theo Angelopoulos’la 40 yıl boyunca birlikte çalışan Markaris Yunanistan ile ilgili hislerini anlayabiliyorum, ama aynı hisleri kendimde bulamıyorum. Yaşadığınız yeri anadiliniz üzerinden belirlediniz öyle mi? 60 yılında iktisat okumak için Viyana’ya gittim. İktisat okumak babamın arzusuydu. Zaten bitirmedim de okulu. Ama bu Avrupa’yı görmem için fırsattı. Orada anadilimde yazma kararı aldım. Anadilim Rumca. Kararı aldığım zaman Atina’ya gittim. Eğer Almanca yazma kararı alsaydım, Avusturya’da kalacaktım. Neden Rumca diye soracak olursanız. Avrupa’daki yabancılar için yalnızlık çok korkunçtu. Avusturyalılar çok nazik insanlardı, ama bu güleryüzlülük kapı eşiğinde bitiyor. O yalnızlık insanı anne kucağına geri gönderiyor. Ve anne kucağının bir niteliği de dildir. Kızım ise üç yıldır İstanbul’da yaşıyor. Ben İstanbulluyum Atina’da yaşıyorum, kızım Atinalı İstanbul’da yaşıyor. Çok ilginç değil mi? Böyle de ters bir aileyiz. Theo Angelopoulos hayatını kaybedeli iki yıl oldu. Sadece iş birlikteliği KÜLTÜR Basın Özgürlüğü mü?.. İster inanın ister inanmayın, Ahmet Davutoğlu’nun “Dünyanın en özgür basını Türkiye’de” açıklaması Paris’teki gazeteciler arasında da günün şakası olarak kabul edildi ve bol bol kahkahalara neden oldu. Üç gün önce “vertigo” hastalığımı sırtlanıp Paris’e geldim. (“1 Mayıs ve Vertigo” başlıklı yazım üzerine, okurlardan gelen birbirinden değerli öneriler, ilaç doktor tavsiyeleri, empati ve dayanışma mektuplarına sonsuz teşekkür ediyorum. Hepsi benim için çok kıymetli ve hepsinden çok yararlandım.) Bambaşka nedenlerle gelmiştim Paris’e, ama kendimi bir anda UNESCO merkezinde, Ahmet Şık’a verilen “UNESCO/ Guillermo Cano Dünya Basın Özgürlüğü” ödül töreninde buldum. Kolombiya’da yolsuzluklar ve uyuşturucu çeteleriyle mücadele ederken öldürülen insan hakları savunucusu gazeteci Guillermo Cano’nun adını taşıyan ödül 1997’den beri veriliyor. Dünyanın çeşitli sivil toplum kuruluşlarının gösterdiği adaylar içinden 14 gazeteciden oluşan uluslararası jüri seçimi yapıp bir gazeteciyi ödüllendiriyor. Ahmet Şık ödülünü alırken yaptığı konuşmada salonu dolduran herkesin yüreğine dokunuyor. Ona verilen onuru hiç ama hiç kişileştirmeden, bir tek kez “Ben” sözcüğünü kullanmadan müthiş bir konuşma yapıyor. Açık, net ve kesin. Salonda tüm dinleyicilerde, dünyanın her yerinden gelmiş gazetecilerde şimşekler çakıyor. Hapiste, poliste hayatını kaybeden, hâlâ hapis yatan meslektaşlarına saygısı, mesleğe saygısı içimize işliyor… “Kendileri gibi düşünmeyen herkesi düşman belleyerek hukuksuz biçimde susturmaya çalışan iktidar sahipleri, hoşlarına gitmeyen fikirlerin ifade edilmesini dahi istemiyorlar. Yaptıkları haksızlıklar karşısında herkes sussun istiyorlar” diyerek içinde yaşadığımız ortamı tanımlıyor. Ve sonra ülkemizde “gazeteci olup da bu baskı rejimini meşrulaştırma görevi üstlenenlere” dikkati çekiyor: Zulme ortak olan gazetecileri gündeme getiriyor. “Türkiye’de yazılı, görsel, işitsel medyanın çok büyük bir bölümünde, hâkim güç konumunda olan zulüm ortakları, insanlıklarını, ahlaki ve mesleki tüm değerlerini, vicdanlarını çıkarları için satıp, zalimlerle işbirliği yapıyorlar. “Hakiki gerçek ile medyatik gerçek arasındaki uçurumu derinleştiriyorlar. Her türlü baskı ve şiddeti, sansür ve otosansürü haklı göstermeye gayret ediyorlar. İktidara ve zulmüne muhalif herkesi kurdukları medya mahkemelerinde suçluyor, yargılıyor ve cellatlığını üstleniyorlar. Meslektaşları iktidar baskısıyla işsiz bırakıldığında karşı çıkmak yerine sesiz kalmayı ve hatta sevinmeyi görev biliyorlar. Tutuklanan her gazetecinin ardından, her diktatörlüğün klişesi olan ‘terörist’ gerekçesinin doğruluğunu kanıtlamak için çabalıyorlar. Her şeyi aklamanın, sözüm ona meşrulaştırmanın en kolay yolu olarak, katıksız bir imanla esiri oldukları zalime sığınıyorlar. Utanç verici ama onlara da bana da gazeteci deniliyor. Oysa ki onlar sadece zalim bir iktidarın propagandasını yapıyor.” Ve konuşmasını şöyle bağlıyor: “Geride bıraktıkları her cansız bedenle, esir aldıkları her yeni tutsakla ve medyadaki işbirlikçileriyle birlikte korku cumhuriyetinin devam edeceğini sananları, bunu başardıklarını düşünenleri uyarmak gerek. Tıpkı kendilerinden önceki zalimler ve işbirlikçileri gibi yanılıyorlar. Çünkü dünya tarihi sayısız diktatörle ve yarattıkları korku rejimlerinin çöküş hikâyeleriyle dolu. Bu kaçınılmaz son elbette, ülkemi bir baskı ortamının karanlığına hapsetmeye çalışan lideri, iktidarı ve elbette işbirlikçileri için de gerçekleşecek. Çünkü sınırı olmayan kötülük günü geldiğinde, bu sınırsızlığın yarattığı gücü elinde tuttuğunu düşünen ve kendi kötülüğüyle de baş edemeyenleri de içine alacak. Ve herkesi hak ettiği sıfatla kaydeden tarih, Türkiye’nin diktatör heveslisi liderinin de, zulmün ortağı olmayı tercih edenlerin de adını koyacak. Bu nedenle bizlerin bugünkü sorusu zulmü bize kimin dayattığı değil, onunla nasıl mücadele edeceğimiz ve nasıl yenebileceğimizdir.” Dün Gazetecilerin Bayramıydı! Teşekkürler Ahmet Şık. AYŞEGÜL ÖZBEK İki yıl önce talihsiz bir kaza sonucunda hayatını kaybeden Yunan sinemasının önemli yönetmenlerinden Theo Angelopoulos’un Altın Palmiye ödüllü filmi “Sonsuzluk ve Bir Gün”ün, bir fikirden bir filme dönüştüğü süreci filmin ortak senaristi Petros Markaris bir günlükte topladı. İstos Yayınları’ndan çıkan “Sonsuzluk ve Bir Günlük” Anna Maria Aslanoğlu ’nun çevirisiyle Türkçede. Senarist ve romancı Markaris’in filmin yapımı sırasında tuttuğu günlükten oluşan kitap, yalnızca bir filmin yapım sürecine değil, Angelopoulos ve Markaris’in 40 yıllık dostluğunun da izlerini taşıyor. “Yalnız iş birlikteliği değildi bizimkisi. Aile dostluğumuz da vardı. Birbirimizi çok severdik. Ölümü çok ağır geldi bana.” 1971 yılından beri Angelopoulos’la birlikte çalışan Markaris geçen hafta ünlü yönetmenin doğum günü olduğunu hatırlatıyor. “Her zaman davet ederdi doğum gününe. Bir hafta önce arayıp ‘Benim doğum günümü unutma’ diyordu. Çok zor. Yani alışamadım, inanın bana. İki yıldan fazla geçti alışamadım...” İstanbul doğumlu bir Rumsunuz. Uzun yıllar Avusturya’da yaşadınız ve daha sonra Atina’ya taşındınız. Siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Benim “yurt” sözcüğüyle aram iyi değildir. Yani yurt dedikleri anda ben hangi yurda ait olduğumu kestiremiyorum. Çünkü ben İstanbulluyum. Yani Türk değilim, Yunan da değilim... Dil üzerinden Yunanistanlılarla, Yunanistan’la haşır neşir olabildim. Benim kentim var: İstanbul. Yani bir Yunanlının değil, 40 yıllık bir dostluk sizinkisi. Neler değişti hayatınızda? Angelopoulos vefat ettikten sonra artık senaryo yazmak istemiyorum. Senaryolar için danışmanlık yapıyorum, konuşuyorum ama kendim yazmak istemiyorum. Angelopoulos’un vefatı benim hayatımda bir dönüm noktası gibi. Artık senaryo faslını kapattım. Bitiremediği filmi, “Öteki Deniz” çok iyi bir senaryoydu ve çok mutluydu çekimlerde. Sadece 12 dakikalık çekim yapabildi. Filmin senaryosunu yazarken ve çekimleri sırasında tuttuğunuz günlüğü ilk okuduğunda Angelopoulos’un tepkisi neydi? Aranızdaki tatlısert atışmaları da bırakmışsınız... Tedirgindim başta. Çünkü atışmalarımız, tartışmalarımız da vardı içinde. Ama kitap çıkmadan önce okudu ve çok beğendi. Mutlaka çıkmasını istedi. İkimizin de karakteri birbirinden çok farklıydı. Bu farklılık işimizde çok faydalı oluyordu. Aslında Avrupa sinemasında yönetmenin hikâyesini anlatırsınız. Senaryo yazarının hikâyesini değil. Her zaman Angelopoulos un filmi u Angelopoulos’ ’ün, Gün ‘Sonsuzluk ve Bir e bir fikirden bir film tak filmin or dönüştüğü süreci arkaris bir senaristi Petros M karis, Mar günlükte topladı. t ettikten ‘Angelopoulos vefa zmak o ya sonra artık senary r. istemiyorum’ diyo Markaris ve Angelopoulos, 1977 bana “Benim bir hikâyem var, konuşalım” der ve öyle başlardık çalışmaya. Benim işim Angelopoulos’a hikâyeyi anlatması için yardımcı olmaktı. Ona hayran olduğum bir noktası vardı. Uzun tartışmalarımız sonunda, bir hafta buluşmuyorduk, sonra bir gün sabah 8’de arıyordu. “Hâlâ seninle aynı fikirde değilim, ama yeni bir fikrim var.” Ben buna hayrandım. Bütün problemleri yeni bir fikirle aşabiliyordu, unutuyorduk gerisini. Romanlarınızdaki her bölümün tek plan çekilmiş bir sahne olduğunu söylüyorsunuz. Senaryo yazımı romancılığınıza nasıl yansıdı? Ben senaryo yazmaya dair Angelopoulos’tan çok şey öğrendim. Yeni bir romana başlarken aklımda tam oluşmuş bir hikâye olmaz. Ama başlamadan önce benim bir imgeye ihtiyacım olur. Eğer bütün romanlarımı okursanız başlangıcın bir anlatı değil, bir imge olduğunu anlarsınız. Bunu sinemadan aldım ben. Kitapta senaryo yazımı, hikâye oluşturma üzerine yaptığınız uzun konuşmalar var. Biraz da yazım sırlarınız açığa çıkıyor... Senaryo yazana kadar aylarca konuşup tartışırdık. Politika, Yunan solu, aile üzerine... Bütün bu görüşme ve tartışmalardan sonra hikâyeyi yazmaya başlayalım artık diyorduk. Bir de üçüncü bir kişi vardı aramızda. Tonino Guerra. Üçümüz bir arada hiç çalışmadık. Benimle başlar sonra Tonino ile görüşürdü. Öyle sanıyorum ki her ikimize de çok ihtiyacı vardı. Tonino filmin şiirsel tarafından, bense daha gerçekçi tarafından bakıyordum. Theo bu iki unsuru çok iyi barındırıyordu filmlerinde. ‘Ben’ demeden Gazeteci var, gazeteci var ‘Sait Faik Hikâye Armağanı’ ödül töreni 10 Mayıs’ta ‘Medarı Maişet Motoru’ kalkıyor! Kültür Servisi Sait Faik Abasıyanık anısına her yıl bir öykü yazarına verilen “Sait Faik Hikâye Armağanı” yeni sahibini buluyor. Ödül, 10 Mayıs’ta yazarın yaşamının bir bölümünü geçirdiği Burgazada’daki müze evinde gerçekleştirilecek törende açıklanacak. Tören için, Kabataş ve Kadıköy’den “Medarı Maişet Motoru” kaldırılacak. Seferler, tören günü saat 12.30’da Kabataş Turizm Tekneleri İskelesi ile 13.00’te de Kadıköy’deki Şehir Hatları Beşiktaş İskelesi’nden gerçekleştirilecek. Bu yıl 60.’sı verilecek ödülün seçici kurulu Doğan Hızlan’ın başkanlığında, Hilmi Yavuz, Nursel Duruel, Jale Parla, Metin Celal, Murat Gülsoy ve Beşir Özmen’den oluşuyor. Gogol Bordello İTÜ ve Koç Üniversitesi Baharda müzik şenliği Kültür Servisi İstanbul Teknik Üniversitesi ve Koç Üniversitesi’nin bu yılki bahar şenliklerinin programları açıklandı. İTÜFEST adıyla 69 Mayıs tarihlerinde üniversitenin Ayazağa Yerleşkesi’nde gerçekleşecek festival, 4 gecede 6 ana konsere evsahipliği yapacak. Açılış gecesinde Bülent Ortaçgil’in konser vereceği festival, 7 Mayıs akşamında MFÖ ve Teoman’ı ağırlayacak. Kenan Doğulu ve Mirkelam’ın 8 Mayıs’ta gençlerle buluşacağı gecenin ardından son gün 9 Mayıs’ta Tarkan konseri gerçekleşecek. Festival süresince, yemek yarışmasından perküsyon gösterisine kadar sayısız etkinliğinin yapılacağı Kulüpler Adası kurulacak. Alternatif Sahne ise amatör gruplar ve İTÜ’lü müzisyenleri ağırlayacak. Koç Üniversitesi Bahar Şenliği 14 ise 10 Mayıs’ta üniversitenin Rumeli Feneri Kampusu’nda gerçekleşecek. Festival kapsamında iki sahnede 9 sanatçı ve grup konser verecek. Festival boyunca çeşitli etkinlikler ve yarışmalar düzenlenecek. Meydan Sahnesi’nde Jehan Barbur, Büyük Ev Ablukada, Duman, Shantel ve Dearhead; Ana Sahne’de ise Mabel Matiz, Triggerfinger, Sıla, Gogol Bordello canlı performanslarıyla sahnede olacak. Zulmü yenebilmek Kültür Servisi Aylık sinema dergisi Altyazı’nın mayıs ayı sayısı çıktı. Dergi, İstanbul Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ve En İyi Erkek Oyuncu ödüllerini alan İtirazım Var’ı kapağına taşıdı. Onur Ünlü’nün 18+ yaş sınırlamasıyla vizyona giren ve ardından yapılan itiraz sonucu yaş sınırı 15+’ya çekilen filmi dergide bir değerlendirme yazısıyla ele alınıyor. Altyazı’nın mayıs sayısı çıktı
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle