22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 Av. HALİL SEVİNÇ * Bir pazar günüydü, dışarıdan eve yeni gelmiştim. Telefon çaldı, arayan arkadaşın sesi oldukça hüzünlü ve boğuktu. Sadece “Uğur’u öldürdüler” diyebildi. “Nerede” soruma, “Evinin önünde bombayla” yanıtını aldım. Karlı Sokak’a vardığımda evin önü emniyet şeridi ile çevrilmiş, sevenleri toplanmaya yeni başlamıştı. Emniyet şeridinden atladığım zaman “Nereye gidiyorsun? Niye girdin” diye soran olmadı. Cumhuriyet çalışanları, gazeteci arkadaşları önce gelmişler. Hatır sormadan, olay yerinin tüm ayrıntılı olarak fotoğraflanmasını söyledim. Israrla gazete haberi fotoğrafı değil, her şeyin ayrıntılı fotoğrafını istedim. Sonuçta, çekilen fotoğraflar gazeteci fotoğrafıydı. Yargılama aşamasında hiç de işimize yaramadı. Biraz sonra emniyet yetkilileri de ortalığı çalı süpürgesiyle temizlediler. Güya delil topladılar. Devlet görevlileri art arda demeçler verdiler. Cinayetin aydınlatılmasının “namus borcu” olduğunu söylediler. Bu arada televizyoncularımız boş durmadı, buldukları kişileri televizyona çıkarıp öldürme fiilini işleyip işlemediği konusunda yemin bile ettirdiler. Birileri çıktı, öldürenlere Uğur’u nasıl öldüreceklerini öğrettiğini söyledi. Ciddiye aldılar, Meclis Soruşturma Komisyonu’nda ve televizyonlarda dinlediler. Hatta asıl failler ortada yokken bu kişi hakkında Ankara 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde dava bile açtılar. kapanmaz cezalarını 12 yıl 6’şar ay olarak belirledi. Sanıklar Abdulhamit Çelik, Fatih Aydın, Yusuf Karakuş, Mehmet Şahin ve Recep Aydın da “silahlı suç örgütü üyesi olmak” suçundan 7 yıl 6’şar ay hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme, bu sanıkların yargılama aşamasındaki iyi hallerini dikkate alarak cezalarını 6 yıl 3’er ay olarak belirledi. Firari sanık Oğuz Demir hakkında açılan dava devam etmektedir. Yine dosya sanıklarının İran’da eğitilmeleri ve İran yetkilileri ile ilişkilerini sağladığı iddia edilen Ahmet Cansız, Selahattin Eş, Ali Akbulut ve Aydın Koral hakkında Yasadışı TevhidSelam Kudüs Ordusu örgütü üyesi olmak, örgüte ait Kalâşnikof tüfeği bulundurmak suçlarından Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’ne, özel görevli savcılık tarafından ek dava açılmıştır. İstemimiz üzerine bu dosya Oğuz Demir dosyası ile birleştirilmiştir. Sanıklardan ilk üç sanığın ikametgâhı Tahran/İran olarak gösterilmiştir. Ancak iddianamede açıkça; “Askeri yönden İran’da eğitilmişler ve doğrudan gizli olarak bağlantı kurulan bu tip elemanlara ayrıca bomba ve silah eğitimi verilerek örgütsel gruplarla bağlantıları kesilmiştir” denmesine karşın, bugüne kadar Adalet Bakanlığı aracılığı ile konunun Dışişleri Bakanlığı’na aktarılıp İran makamlarından gerekli bir açıklama istenip istenmediği tarafımızdan bilinmemektedir. Bu sanıklar yönünden zamanaşımı süresi, haklarında dava açıldığı için 24 Ocak 1993 tarihinden itibaren 30 yıla çıkmıştır. Yasaya göre böyle durumlarda, yani yeniden dava açılması, dava tefriki durumlarında, zamanaşımı süresi, normal sürenin yarısı olarak artırılıyor. 24 Ocak 2011’de, öldürme olayının asli failleri kabul edip cezalandırılan Ferhan Özmen, Nejdet Yüksel ve Rüştü Aytufan’ın cezalarının Yargıtay’ca onanıp kesinleşmesinden sonra, tarafımızdan diğer failler yönünden soruşturmanın savsaklandığı gerekçesi ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na tarafımızdan suç duyurusunda bulunulmuştur. Dolayısıyla, bu sanıklar yönünden zamanaşımı söz konusu olamaz. Yine haklarında ayrı dava açılan Selahattin Eş ve dört arkadaşı ile dosyası ana davadan ayrılmış olan firari sanık Oğuz Demir hakkında zamanaşımı süreci 30 yıla çıkmıştır. Ancak zamanaşımı, bugüne kadar ismi belirlenemeyen olayın aslı ya da fer’i failleri hakkında 24 Ocak 2013’te dolmaktadır. Kalpaksız Kuvayı Milliyeci Uğur Mumcu’nun katilleri cezalandırılan bu üç kişi ve halen firardaki dördüncü kişi ise; bunları eyleme yönlendirenler kim ya da kimlerdir. Onlar bulunup yargı önüne çıkarılmadığı sürece bu dava birilerinin hiç de sevmediği ulusalcılar yönünden kapanmayacaktır. * Mumcu ailesinin avukatı Bu dava GÖZLEM UĞUR MUMCU Türk ve Kürt... ? Baştarafı 1. Sayfada Namus sözleri Derken İstanbul Beykoz’da Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu’nun kaldığı eve emniyet güçlerince yapılan baskında bir kısım bilgisayar kayıtları ele geçti. Bu kayıtlar içerisinde örgüte özgeçmiş veren birisinin Uğur Mumcu cinayetinden de söz ettiği ortaya çıktı. Ele geçen belge ve bilgilerden hareket eden Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığı TevhitSelam Örgütü/Kudüs Ordusu diye bir yapılanmaya ulaştı. Bu yapılanmanın liderlerinden birisinin Uğur’un katline yönelik sorgusunda “Ankara’dan Tekin ve grubuna bakın” demesi üzerine, savcılık Ferhan Özmen ve arkadaşlarına ulaşır. Verilen namus sözlerine rağmen Uğur’un katlinden yaklaşık 7.5 yıl sonra 11.07.2000 tarihli iddianameyle Ankara 2. No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne 2000/102 esas numarasıyla ilk dava açılır. Dosya sanıklarının anlatımlarının ortak yanı, hepsi de değişik tarihlerde eğitim için İran’a gitmiş olmalarıdır. Yine sanık anlatımlarına göre eylemlerde kullanılan silah ve patlayıcılar değişik zamanlarda İranlı kişilerce Türkiye’de sanıklara teslim edilmiştir. Yargılama sonunda Uğur’un katline bilfiil katıldığı belirlenen Ferhan Özmen, Nejdet Yüksel ve Rüştü Aytufan’ın, “idam cezası” ile cezalandırılmalarına karar verildi. Uğur’un arabasına bizzat bombayı koyduğu iddia edilen firari sanık Oğuz Demir’in dosyası ise ayrıldı. Yargıtay incelemesinde, Ferhan Özmen yönünden karar bozuldu, diğer iki sanık hakkındaki kararı onadı. Tabii bu incelemede Kudüs Ordusu, Selam ve Tevhit Örgütü sanıklarına ilişkin karar da bozuldu. Dosya yeniden yerel mahkemeye döndü, bu sırada yasada yapılan değişiklikle, DGM’ler kaldırıldı. Yerlerine Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri kuruldu, idam cezası da kaldırılarak hükmedilmiş idam cezaları “ağırlaştırılmış müebbet hapse” dönüştürüldü. İran bağlantısı Yargılama Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2004/216 esasından yürütüldü. Sonuçta bozma kararında gösterilen eksiklikler giderilerek tekrar karar oluşturuldu. Bu kararla Ferhan Özmen ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edildi. Karar Yargıtay tarafından onandı. Ancak örgütsel yapılanmada yer alan sanıklar yönünden bozuldu. İkinci bozmadan sonra Yargıtay’ın yanlış bir değerlendirmesi sonucu Uğur’u katledenlerin cezaları kesinleştiği için dosyada bizim müdahillik sıfatımız kalmadı. Yanlış değerlendirme diyoruz, çünkü öldürme ve bombalama olayları davada yargılanan örgütün kuruluş amaçlarını gerçekleştirmek için yapılmış eylemler olduğu zaten kararda kabul edilmektedir. Sadece öldürenlerin yargılanmasına değil öldürme eylemini örgütsel amaç için gerçekleştirenlerin mensubu olduğu örgüt elamanlarının yargılanmasına da katledilen kişinin yakınlarının müdahil olması gerekir. Örgüt mensuplarına yönelik ikinci bozma kararı üzerine Ankara 11 Ağır Ceza Mahkemesi Selam ve Tevhit Kudüs Ordusu Örgütü sanıklarından Mehmet Ali Tekin, Hasan Kılıç ve Ekrem Baytap, “silahlı suç örgütü kurma ve yönetme” eylemlerinden 15’er yıl hapis cezasına mahkum etti. Sanıkların yargılama aşamasındaki iyi halleri nedeniyle takdiri indirim uygulayan mahkeme, Türk adaleti şaşırtmadı 20 yıldır ortaya çıkarılmayan asıl failler zamanaşımı yüzünden kurtuluyor ALİCAN ULUDAĞ ANKARA 24 Ocak 1993’te bombalı saldırı sonucu katledilen yazarımız Uğur Mumcu’nun ölümünün üzerinden 20 yıl geçmesi “zamanaşımı” tartışmasını doğurdu. Bazı hukukçular, “henüz tespit edilmeyen yeni şüpheliler” açısından zamanaşımının 20 yıl olduğunu ve bu sürenin bugün itibarıyla dolduğunu ifade etti. Sivas davasında mahkeme, insanlığa karşı suçlarda sadece kamu görevlileri açısından zamanaşımının işlemeyeceğine hükmetmişti. Uğur Mumcu’nun katledildiği 1993 yılında yürürlükte olan 765 sayılı Türk Ceza Yasası’nın 102. maddesine göre ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarında zamanaşımı süresi 20 yıl olarak belirlenmişti. Gazetemiz yazarları Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Muammer Aksoy ve Bahriye Üçok’un öldürülmesi olaylarını kapsayan UMUT Davası’nda yargılanan 8 sanık ile firari şüpheli Oğuz Demir açısından zamanaşımı süresi halen dolmadı. Yasaya göre, bir şüpheli veya sanıklardan birinin ifadesinin alınması, tutuklanması, iddianame düzenlenmesi, mahkumiyet kararı verilmesi halinde dava zamanaşımı kesiliyor. 1993’te yürürlükte olan TCK’ye göre ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilen “anayasal düzeni İlk tören Mumcu Parkı’nda ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Gazetemiz yazarı Uğur Mumcu için ilk tören bugün saat 10.30’da, Ankara Batıkent Uğur Mumcu Parkı’nda. Ardından sevenleri ve ailesi Mumcu’nun sokağında bir araya gelecek. Mumcu’nun sokağında, saat 12.00’de, “Uğur Mumcu Sesleniyor” adlı sunum gerçekleştirilecek. Sevenleri burada Mumcu’yu karanfiller ve mumlarla da anacak. Ayrıca Uğur Mumcu Parkı’nda düzenlenecek, anma törenine katılanlara Mumcu’nun “Sakıncalı Piyade” isimli kitabı armağan edilecek. Taner Barlas ve Rutkay Aziz’in rol aldığı “Adalet, Sizsiniz” adlı oyun, Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde ücretsiz sahnelenecek. “20. Adalet ve Demokrasi Haftası” etkinlikleri kapsamında, yazarımız Işık Kansu, Çanakkale Küçükkuyu’da bugün, “Uğur Mumcu’nun İzinde Rabıta’nın Zabıtası” konulu söyleşi yapacak. zorla değiştirmeye teşebbüs” suçuna yönelik 20 yıllık zamanaşımı süresi bugün doldu ancak burada Uğur Mumcu cinayetinin perde arkasında olanlar, yani henüz kimlikleri tespit edilmeyen asıl failler açısından zamanaşımı belirsizliği yaşanıyor. UMUT Davası’nı açan Ankara Başsavcılığı kaynakları, Uğur Mumcu cinayetinde 20 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu görüşünde. Hukukçu Turgut Kazan ise zamanaşımı tartışmasının anlamsız olduğunu ifade etti. Kazan, “Tetiği çektiren, olayın perde arakasındakiler kim ki zamanaşımını tartışıyoruz. Böyle bir emare var mı ki? Zamanaşımı tartışması yapmamız için tetiği çektirene ilişkin bulgu olması gerekiyor. Öyle anlaşılıyor ki böyle bir bulgu olmayacak. Şu kadar yılda bulunmadıysa ve bugüne kadar bulunması için hiçbir şey yapılmadıysa zamanaşımı tartışmasını ciddiye almıyorum” dedi. Öte yandan Sivas katliamı davasında mahkeme, “sivil” olan sanıklar yönünden davayı zamanaşımı süresi dolduğu için düşürmüştü. Mahkeme gerekçeli kararında, AİHM’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesinde yer alan yaşama hakkına yönelik kararlarında, “yaşama hakkını ihlal ettiği iddia olunan, işkence ve kötü muamele iddialarıyla suçlanan kamu görevlilerinin af ve zamanaşımından faydalandırılmaması” gerektiği yönündeki görüşüne işaret etmişti. “Kürt sorunu, bizim, yani Türklerin çıkarları için kesinlikle söz konusu olmaz. Çünkü, bizim ulusal sınırlarımız içinde Kürt unsurları öylesine yerleşmişlerdir ki pek sınırlı yerlerde yoğun olarak yaşarlar. Bu yoğunluklarını da kaybede ede ve Türklerin içine gire gire öyle bir sınır oluşmuştur ki, Kürtlük adına bir sınır çizmek istesek, Türkiye’yi mahvetmek gerekir. Örneğin, Erzurum’a giden, Erzincan’a, Sivas’a giden, Harput’a kadar giden bir sınır aramak gerekir. Ve hatta Konya çöllerindeki Kürtleri de göz önünde tutmak gerekir.” Atatürk, bu gerçekçi gözlemi yaptıktan sonra şu çözümü de öngörüyor: “Bu nedenle başlı başına bir Kürtlük düşünmekten çok, anayasamız gereğince zaten bir çeşit yerel özerklik oluşacaktır. O halde hangi bölgenin halkı Kürt ise onlar kendi kendilerini özerk olarak yöneteceklerdir.” Atatürk’ün bu sözlerini 1921 Anayasası’nın getirdiği sisteme bakarak değerlendirmek gerekir. 1921 Anayasası’nın 21. maddesi, illerin “manevi kişiliğe ve özerkliğe” sahip olduklarını belirtiyordu. Bu “yerel özerklik” bugünkü bir çeşit belediye yönetimi gibiydi. İç ve dış siyaset, adliye ve askerlik ve ekonomik ilişkiler ile ilgili yetkiler tümüyle hükümetin elindeydi. Özerklik, “vilayet şuraları” eliyle illerin günlük işlerinin yönetimini kapsamaktaydı. Atatürk’ün bu sözlerinden “Kürtler ayrı devlet kursunlar” gibi bir anlam çıkmıyordu. 1921 Anayasası da böyle bir sistem öngörmemişti. Atatürk, Kürtler için “bir nevi mahalli muhtariyet”ten söz ederken, “üniter devlet” dışında bir çözüm de öngörmüş değildi. Öngörülen; Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları il ve ilçelerde yerel yöneticilerini seçme haklarıydı. Atatürk, daha sonra görüşlerini şöyle açıklamıştı: “Bundan başka Türkiye’nin halkı söz konusu olurken onları da beraber ifade etmek gerekir. İfade olunmadıkları zaman bundan kendileri için sorun çıkarabilirler. Şimdi TBMM hem Kürtlerin hem Türklerin yetkili temsilcilerinden oluşmuştur. Ve bu iki unsur, bütün çıkarlarını ve yazgılarını birleştirmiştir. Yani onlar bilirler ki bu ortak bir şeydir. Ayrı bir sınır çizmek doğru olmaz.” Bugün Türkiye’de Kürt kökenli milletvekilleri var, Kürt kökenli bakanlar var, belediye başkanları var, genel müdürler var, generaller, öğretim üyeleri ve işadamları var. Kürtler ve Türkler, Türkiye içinde öylesine birbirlerine karışmışlardır ki Türkler ile Kürtler arasında bir sınır çizmek, o gün olduğu gibi bugün de olanaksızdır. Bugün İstanbul, İzmir ve Ankara gibi büyük kentlerde yaşayan Kürt kökenli yurttaş sayısı, Diyarbakır, Malatya, Tunceli’de yaşayan Kürt kökenli yurttaşlarımızdan daha çoktur. Bu açıdan Atatürk’ün 1923 yılındaki görüşleri bugün de geçerliğini koruyor. Öyleyse sorun nedir? Sorun, Kürt sorunu konusunda izlenen emperyalist siyasetlerdir. Atatürk’ün 1923 yılındaki bu basın toplantısının üzerinden iki yıl geçmeden Doğu’da Şeyh Sait İsyanı patlak vermiştir. O günler, genç Cumhuriyet için çok önemli günlerdi. Lozan Antlaşması, Musul petrolleri konusunu çözüme bağlamamıştı. Sorun, İngiltere ve Türkiye arasında çözülecekti. Bu isyan “padişahlık, hilafet, şeriat ve Abdülhamid oğullarından birinin saltanatını sağlamak” gibi din sömürüsü ile perdelenmişti. (TBMM tutanakları, I; 64, 25.2.1341, C:2, S:309). İsyanın sonunda Musul petrolleri Türkiye’nin elinden kaçtı. Şeyh Sait İsyanı’nın Türkiye’ye faturası Musul petrolleriydi! Bugün Kürt sorunu, azınlık şovenizmi, ayrımcılık ve terör ile değil; demokrasinin yerleştirilmesi ve insan haklarının, Edirne’den Ardahan’a kadar, her yerde uygulanması ile çözülür. ABD ve öteki Batılı ülkeler, niçin birdenbire bu kadar Kürt yanlısı oldular? Bu soruya yanıt aramak zorundayız. ABD için sorun, İran, Irak ve Türkiye’nin birer bölümünü kapsayacak bir Kürt devleti üzerinde şimdiden egemen olmak ve olası petrol yataklarını bu Kürt devleti aracılığı ile elinde tutmaktır. Kürtler üzerindeki “Amerikan mandacılığı” hazırlığına kimse “sosyalizm”, “Marksistlik” ya da “devrimcilik” etiketi yapıştırmamalıdır. ABD emperyalizmi, gerçekten “emperyalizm” ise Kürt sorununun bu kadar canlı tutulmasında bu emperyalist siyasetin güttüğü amaç niçin göz ardı ediliyor? Cumhuriyet, 5 Aralık 1989
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle