22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 24 OCAK 2013 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ‘Faili Meçhul’ Utanç… Dışardakiler İçerdekileri yazdım; ülkemizde içler acısı bir gerçek. Binlerce insan içerdeyken başka ne söylenebilir. Ama bir de dışardakiler var. Dışarda sıralarını bekleyenler, sana da bana da sıra gelecek diyenler. Bir gün başlarına ne geleceğini az çok tahmin edenler. Sayıları sayısız bir topluluk. Her an başına inecek bir darbeyi bekliyor. Bizler de bunun edebiyatını yapıyoruz. İçerde işler böyle! Ya dışardakiler... Savaşımı sürdürenler. Başta her şeyi göze alarak hâlâ düşüncelerini açık açık yazabilenler. Ama bir gün umulmadık bir anda yaşayacaklarını düşünerek yine de kalemlerini satmayanlar. Dışardakiler boş mu duruyor? Durabiliyor mu? Güçleri yettiğince yazıyorlar, konuşuyorlar, derneklerde buluşuyorlar, sokak etkinliklerinde, toplantı salonlarında, sürüp giden davalarda, hep iyiyi, doğruyu, güzeli arayanlar, hukuku savunuyorlar. Bezginlikleri ortadan kaldırmak, yetişen gençliğe Mustafa Kemal devrimleri çizgisinde yön vermek en büyük umudumuz. İktidarda kim olursa olsun vazgeçmemek yolumuzdan. İktidar bugün var yarın yoktur. Halkın gerçek iktidarı elbet bir gün kurulacaktır. Sanatçılar var, mahkumların eşleri var, Atatürkçü dernekler, CUMOK, ÇYDD, Ulusal Kanal, Simgesel Eylem Grubu gibi içerdekileri yalnız bırakmayan duyarlı kişiler... Evet dışardakiler boş durmuyor. Ama çabaları niye boşa gidiyor. Kemalist düşünceleri içtenlikle savunan bir siyasal parti yok mu ortada? Olmayacak mı? Devrimci, çağdaş, ilerici, uygarlıktan yana bir parti bir türlü kurulmadı mı? İşte İşçi Partisi diyeceksiniz. Evet bir o var. Ama yöneticileri, yandaşları içerde olan bir parti. Ancak yine de elden geldiğince devrimci Mustafa Kemal’in yolunda daha hızlı daha canlı çalışmak gerek. İçerdekileri kurtarmanın bir tek yolu bu, güven veren bir partide buluşmak. İlk genel seçimde halkın varlığını oylarla kanıtlamak. Dışardakiler kendilerini korku çemberinden sıyırarak savaşım vermeli. Bugün her zamankinden daha çok, daha yoğun çalışmalı. İçerde kimse kalmayıncaya kadar. Bizlerin görevi bu. Gerilikleri önlemek... Mustafa Kemal bayrağını dik tutarak... İlerici ve toplumcu düşünce sahiplerini hedefleyen eylemlerin temelinde, ulusal aydınlanmanın yolunu kesmek vardır. Çünkü aydınlanma, halkçılığa dayalı devrimci ve bilimsel bir anlayıştır. Saydamlığı kurabilen ‘Kemalist’ devlet dönemindeki işleyişe göz atınız. Faili meçhul bir hal, tek gizlide kalmış cinayet var mıdır? Ertuğrul KAZANCI Eğitimci/Hukukçu yandaşı olmalıdır. Çünkü böylesi ülkelerde toplum artık zavallı bir yığın ve içinden çıkan aydınlar da saldırı tahtasıdırlar. Kontak... Bütün yangınları “kontak” çıkartıyor... 300 konak yaktı şimdiye kadar... 2000 antik bina... 130 yalı... 3 saray... Tümü “kontak” işi... H İstanbul gitti... H Eski konakların, köşklerin, antik binaların, ahşap sarayların yerine yapılan tüm o çirkin aynalı binalar “kontak” sonucudur... “Kontak” yapı malzemesidir bir bakıma... “Kontak” sonucu aynalı bir bina yükselir tarihin yerinde... H Yani yeryüzünün en güzel şehri İstanbul’u yakıp, yerine bir aynalı şehir kurmak için bir “kontak” gereklidir sadece... Belediye, müteahhit, işadamı, kundakçı arasında “kontak” kurulduktan sonra, büyük yangınların peşinden itfaiye raporuna yazılır zaten: “Kontaktan...” H Gerçi dünyanın en deneyimli itfaiyecileri İstanbul’da bulunur... Koca İstanbul’u yaka söndüre, yaka söndüre yetiştiler ne de olsa... Ama kontak?.. Başa çıkamadılar... Çünkü “kontak” itfaiyeden daha deneyimlidir... Türkiye’yi yakıp sattı, belli etmedi... H En çok da otele uygun tarihi kamu binalarında “kontak” görüldü... Yerinde şimdi görkemli bir otel olan Çırağan Sarayı yangını (1910) dahil... Son zamanlarda Hünkâr Kasrı, Haydarpaşa Garı, Milli Eğitim Binası... Vali hepsinde aynı açıklama yaptı zaten: “Kontaktan...” H Bu kez de öyle... Galatasaray Üniversitesi kül oldu... Yangından önce itfaiye oradaydı... Baktılar sağa sola... “Yangın yok” diye zabıt tuttular güzelce... “Allah muhafaza, bir şey olmasın” deyip raporu katlarken yandı zaten... Yani çatı yanarken hakkında “Yangın yok” raporu olan, yeryüzünün ilk yangını... Galatasaray Üniversitesi kül oldu... Sebep: “Kontak...” H İçi yandı memleketin... Orayı da otel yaparsınız... Bu kadar “kontağı” olan bir ülke... Türkiye yanmaya devam eder nasılsa... Acılar ve devlet Ülkemizde; İpekçi, Mumcu, Kışlalı, Aksoy, Üçok, Hablemitoğlu, Türkler, Dursun, Köksal, Bedri Karafakioğlu, Gaffar Okkan, Ümit Doğanay, Çetin Emeç, Doğan Öz, Bedrettin Cömert, Ahmet Özkan ve nicelerine ilişkin faili meçhuller aydınlanabildi mi? Eşref Bitlis konusu ne oldu? Cavit Orhan Tütengil’in yargıdaki dosyası yitirilmedi mi? Devlet; halk organizasyonudur. Eğer “ideal bir devlet” varsa, ilerici ve toplumcu ölçütlerde olması gereken kamu düzenine kastedenlerin yakasından tutar, ortaya çıkararak cezalandırır. İnsani ölçütlere dikkatli yönetimler için bile en çarpıcı olumsuzluk, ülkesindeki faili meçhulleri çözememektir. Hele devletlerin siyasal erkleri, güven vermeyen hükümetlere geçerse meçhullüklere gizemli şallar da atılabilir. Devletin “ceberut” bir yönetsel eğilime düşmesi sonucunda “hukuk dışılıkla” birlikte anılması olağanlaşabilir. Felaket de budur. Faili meçhul haller, emperyalizmin bu ülke ve halkın işlerine karıştırılmaya başlandığı dönemlerden bu tarafa doğru gelmiştir. Suç sınırlarını aşmış özel merkezlerin, 1955’lerden sonra Türkiye’de belirmeye başlaması savları da hep gündemde değil midir? B ir devlet için en büyük umarsızlık, yurttaşların; genel kolluk gücüne ve adalet cihazına ait inancı tartışmasıdır. İster; çıkar amaçlı veya tepkisel ya da töre ve husumet gibi öznel dürtülerden kaynaklansın, isterse de siyasal, sosyoekonomik ve kültürel alanlarda halktan yana yer alanlara yönelik toplumsal yankılı saldırılar olsun, mutlaka açığa çıkarılmalıdır. İzleme, inceleme ve soruşturmalarla yargılamalar, kamuoyuna mutlaka güven vermelidir. İnsanların üzüldüğü, kınadığı ve çözümünü istediği “faili meçhul” olaylar, Türkiye’de aşılamamıştır. Kimliği bilinmeyen kişi veya örgütlerce işlenilen suçlar ve özellikle de cinayetler, kamuoyu vicdanında onulmaz yaralar açmıştır. Öbür yandan; yeterli deliller elde edilememesine dayalı ve cezai sorumsuzluk doğuran “takipsizlik” kararları ve “zamanaşımı” öğeleri de kimi kez olumsuz yasal zeminler sağlamıştır. Öznel nitelikli olanların ötesindeki faili meçhul saldırıların, ilerici dünya görüşüne sahip Cumhuriyetçi ve devrimci kişilere ağırlıkla yöneltildiği gerçektir. Toplumcu düşünce ve davranışlar, aydınlanma karşıtlarında kuşkular uyandırmaktadır. Çünkü bireysel kaygıların dışlandığı kamusal yararlı amaçlar, kendilerinin yaşam alanlarında yoktur. Onların kavlince toplumcu bir çırpınma İrdeleme içindekilere biçilen gelecek canlarını almaktır!.. İnsanlık tarihine atılan nesnel bir bakış; sömürüye dayalı, ezici, bireyci veya zümreci tavırlı totaliterliği, halkçılığın can düşmanı olarak saptar. Hurafe ve safsataların eşlik ettiği ve fantastik motiflerin hüküm sürdüğü koşullarda, insani dirlik olamaz. Aydınlanma, karşıt eksenli egemen güçlerin yadsıdığı asli gerçektir. Çünkü aydın bir kitleyle uğraşmak zordur. Baskıcı yöntem ve karartmalar sökmez. Bağnazlığın desteğinde yol almaksa kolaydır. Demokratik rejimin doğal yanı, düşüncelerin kayıtsızca savunulmasıdır. “Hoşa giden veya gitmeyen” ayrımı yapılmadan ve körlemesine “aykırılık” karşıtlığına girilmeden zıtlıklara dayanıklılık gösteriliyorsa, orada demokratik olgunluk var demektir. Yoksa, insanlık onurunu hiçe sayan despot siyasetlerin dünyalarındaki yöntemlerle özgür düşünce kaynakları kurutulmaya kalkılıyorsa, çekilecek çileler çoktur. Faili meçhul utancın bir ülkenin başına gülle gibi düşmesindeki sorumluluk, halk düşmanlarına aittir. Onlar; ayrımcı, çıkarcı ve sömürgeci odaklara bağımlıdır. Emperyalizme yaslanmış kulvarlarda, iç ve dış bağdaşıkların birlikte kotarılacak işleri arasında, faili meçhul planlamalar da önemli yer tutmaktadır. Bu nedenle devlet; ne emperyalist ve ne de onun buyruklar alan antidemokratik Sonuç Halkçıdevrimci özgüvenle yoğrulmuş saydamlığı kurabilen “Kemalist” devlet işleyişine göz atınız. Faili meçhul bir hal, tek gizlide kalmış cinayet var mıdır? Aydın ve demokrat bir Türkiye ancak; Atatürk ilke ve esaslarına bağlılıktan esinlenen kamu anlayışıyla özdeştir. Düş, Yaşamı Aşıyor… Nusret ERTÜRK D üş, insana hep sıcak gelmiştir. Gerçeğin yüzü ise soğuktur. İlk insandan beri bu böyle sürüyor. Düşlere sarılmanın insanı rahatlattığı kesin. Bunda da “Azı karar, çoğu zarar” diyebiliriz. Akla önem verenlerin sözüdür: “Eldeki bir kuş, daldaki iki kuştan iyidir.” İş, seçmeye gelince, çoğunluk daldaki kuşun peşine takılıyor. “Çılgın projeleri” duyan bazılarının ağzının suyu akıyor. Kimisi kendinden geçiyor. Şans oyunları, piyango biletleri çekiciliğin doruğunda. Milli Piyango’nun büyük ikramiyesi, nerdeyse herkesin dilinde. Düş satımı hızla sürüyor… Emeğin adı bile anılmıyor. Anadolu halkının sözcüsü olan halk ozanı, bu konuda kararsızdır: “Hayal dünyasına ben bazı bazı / Dalmasam bir türlü dalsam bir türlü.” Bu ülkede, “Düş Hekimi” adlı kitap bile yazılmıştır, ilgi görmüştür. Tarihte, toplumu uyuşturmada afyonun kullanıldığını biliyoruz. Düşlerin en renklisi, en etkilisi o anda yaşanırmış. Günümüzde ise afyon çeşitlenmiştir. Basını, televizyonları ele geçirmenin bir anlamı yok mu? Bu yolla da topluma biçim veriliyor. Dizilere sarılmanın gizi ne ola? Birilerinin de halkın dizilerine karışması, şöyle olsun, böyle olsun demesi neyin nesi? Herkes kendi düş dünyasını genişletme peşinde. 1970’lerin başında Fransa, ABD’den yılda yüz film alma sınırı koyar. ABD, anında nota verir Fransa’ya: “Sınırlamayı kaldırın!” Bu da bir tür düş alımına engel. İlerisi afyon… Olay, bir zamanların Ankara’daki meşhur “Kürt’ün Meyhanesi”nde geçer. 1940’lı yılların sonu. Yazar Fahir Aksoy, “Kürt’ün Meyhanesi” adlı yapıtında yazıyor. Orhan Veli’yi tanımayan Ayaşlı bir şair, “Orhan’a dönüp Orhan Veli”yi uzun uzun övdü. Orhan’la Orhan Veli üzerine hayli tartıştı. Derken, Suphi dayanamadı, (Ayaşlı) şaire dönüp “Sizin konuştuğunuz bu zat Orhan Veli’nin ta kendisidir” dedi. Demesiyle birlikte adamın nevrinin dönmesi bir oldu. Yüzüne bir delilik gelmişti; büyümüş gözlerle bir Orhan’a, bir Suphi’ye bakıyordu. Yavaşça ayağa kalktı ve Suphi’ye dönerek. “Benzete benzete bu serseriyi mi Orhan Veli’ye benzettin?” dedi. Ne demek istemiş vatandaş? Bari kendi yarattığım yalın düşüme dokunma! Günümüzde benzeri çıkışları duymak bile insanı rahatlatıyor. Başkalarının bolca boca ettiği düşler denizinde yüzüyoruz. Düşlerden uyanma zamanı gelmedi mi? 2013 yılının böyle bir yıl olması elimizde…
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle