28 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 24 OCAK 2013 PERŞEMBE 10 Türkiye’nin 1961 Anayasası sonrasında gelen özgürlük ortamının etkisi ile uygarlaşma, sivilleşme yolunda girdiği sürecin önünün kesilmesi hedefleriydi DİZİ P kökünü kazımaktı alan Mustafa Kutsan, “Müsaade eder misiniz, botumun fermuarını açabilir miyim?” dedi. “Niye?” dedim. “10 gündür ayaklarımı botlarımdan çıkaramadım, olayı aydınlatmak için” dedi. O ekibin aydınlattığı olay, gazeteci Abdi İpekçi’nin öldürülmesiydi. İpekçi cinayeti, o dönemde işlenen ve toplumda büyük sarsıntı yaratan olaylardan biriydi. Milliyet gazetesi ve ailesi İpekçi cinayetinin aydınlatılmasına yardım edecekler için bir ödül koydu. Bu ödüller bizim işimizi zorlaştırdı. Çok cazip o ödüle özenen insanlar, şüphelendikleri herkesi “Şu olabilir” diye ihbar etti, ya tutarsa diye. Abdi İpekçi cinayeti işlendiği sırada hemen orada araçların park edildiği köşede geri manevra yapıp yola çıkmaya çalışan bir mimar tanığımız vardı elimizde. Cinayet onun farlarının içine düşmüş, cinayeti ve sanığı da görmüştü. Onun tanımıyla bir robot resim çizdiler ve yayımlandı. O robot resime benzer birini görenler ihbarda bulunmaya başladılar. Amaç solun Yolu kaybettiler Özel ekibin yaptığı çalışmaya göre İpekçi’yi vuran kişi aşağı doğru kaçmıştı, oradaki bir gece kulübünün önünde park etmiş bir Anadol marka arabaya bindi. Gece kulübünün kâhyasının, “Buraya park etme” diye birkaç kez uyardığı arabanın şoförü, biraz ileri, biraz geri giderek oyalandı. Cinayetten sonra eylemci onun arabasına bindi ve kaçtılar. Beyazıt’ta bir kahvede buluşacaklardı ve kendilerine cinayet emrini veren kişiye silahı teslim edecekler AKMAN VE KARAMAN SAVUNMA YAPTI Deniz Feneri Almanya’nın oyunuymuş! HİLAL KÖSE anlatıyor IŞIK KANSU 2 Hasan Fehmi Güneş kaçmadı kaçırıldı B Agca olisin yeni tekniklerle yeniden örgütlenmesi ve başarıları üzerine, eylemci kafatasçılar bizden ürkmeye başladılar. “Dikkat edelim, üzerimize geliyorlar, tespit ediyorlar, bizi buluyorlar, ortaya çıkarıyorlar” demeye başladılar. Onları o eylemlere iteleyen büyükleri bize saldırmaya başladı. Eğer hükümet kararlı olarak bu eylemlerin üzerine gidebilseydi, faili meçhullerin işlenmeyeceği, azalacağı ya da cinayet işleyen katillerin heveslerinin kırılacağı bir noktaya doğru gidiyordu iş. Emniyet güçleri öyle bir çizgiye girmişti. Yeni cinayet masası ekipleri oluşturduk. Birkaç ekip vardı. Canlarını dişlerine taktılar. Ölüm pahasına çalıştılar. Bazıları 1015 gün evlerine gidemedi. Bir soruşturma sırasında, bu ekiplerde yer di. Kasımpaşa’dan geçerken Beyazıt’a doğru yollarını kaybettiler, telaştan olabilir, o arada silahı attılar. Biz de silahı bulamadık. Birine sordular, “Buradan Beyazıt’a nasıl çıkarız” diye. “Ben de o tarafa gidiyorum” diyen o kişiyi de arabaya aldılar, öyle çıktılar oraya. Ekibin elinde, tanık olarak mimar vardı, kâhya ve arabaya alınan kişi vardı. Bir de olayı gördüğünü söyleyerek kendiliğinden başvuran bir kadın. Ayrıca İpekçi’nin bütün yaşantısını inceledi özel ekip. Ekip, Anadol arabaya ve onu kullanana ulaştı. Adana’dan gelmişti. Adı Yavuz Çaylan’dı. Adana’ya gittiler, bu kişiyi aldılar. Uçakta, İstanbul’a getirilirken cinayetin işlenişini itiraf etti aşağı yukarı. Ağca’nın Beyazıt’taki Küllük kahvesine gelip gittiğini öğrendiler. Abdi İpekçi, aracında uğradığı silahlı saldırıda öldürülmüştü. ‘İçişleri Bakanı’nı vururum’ ütün olanakları kullandılar. Mahkeme kararları ile telefon da dinlediler. Eylemcilere ulaşılması, emniyet güçlerinin ve istihbaratçıların başarısıydı. Çeşitli dedektif yöntemleri kullanıldı. Örneğin, eylemcinin kaldığı evde İstanbul telefon defterinin arka sayfasında her semtin krokileri vardı. Teşvikiye civarında Abdi İpekçi’nin evinin de bulunduğu bölgenin krokisi yırtılıp alınmıştı. Tespitlere göre, uzunca bir süre Abdi İpekçi takip edilmiş, arabasının plakası tespit edilmişti. O gün sokağın başından girdiğinde sokağın başındaki bir kişi “İmparator, tamam” diye seslendi eylemciye. Örgüt içinde adı imparatordu Mehmet Ali Ağca’nın... Ağca yakalandığında İstanbul’a gittim. Sorguda tekrarında bulundum. Sanık beni görmüyordu, ben onu görüyordum. Sorulması gereken bir şey olursa bir kâğıda yazıp uzatıyordum, onlar soruyordu. Anlatıyor, hareketleri ile olayı dramatize ediyordu adeta. “Silahımı çektim” diyor, elini kolunu silah çeker gibi yapıyor. Böyle anlatıyor. İnandırıcı bir biçimde. “Nasıl bu kadar rahat anlatıyorsun, eziyet mi ettiler sana, dövdüler sövdüler, işkence mi ettiler” diye sordular. “Hayır beni kimse dövemez, hesabını sorarım” dedi Ağca. “Ne yaparsın” diye sordu sorgucu. “Daha büyük birini vururum” dedi. “Kimi vurursun” diye sordular. “İçişleri Bakanı’nı vururum” dedi. Çocuklar dönüp bana doğru baktılar. Megalomanisi olan bir tipti. Ağca’nın itirafı tek başına yetmeyebilirdi. Arabasına aldıkları kişi, mimar, kâhya ve tanık kadın ile de yüzleştirmek gerekiyordu, yüzleştirmeler henüz yapılmamıştı. Bütün işlemler tamamlandıktan sonra Ağca’nın yakalandığı kamuoyuna açıklanacaktı. Ecevit Antalya’da Jivkov ile bir görüşme yapıyordu. Uçakla İstanbul’dan Antalya’ya geçtim. Merak içindeydi, gözümün içine bakarak “Bir şey mi var?” dedi. “İpekçi’nin katili elimizde” dedim. Sevindi. “Açıkladınız mı” dedi. “Açıklamadık, sizden de açıklamamanızı rica ediyorum” dedim. Böyle sevinilecek bir şey söylediğimizde onu toplumu ile paylaşmak ister ve açıklardı. Öyle yaptığı iki açıklama beni zora sokmuştu. Ankara’ya döndüm. Operasyonu genişletecektik. İki gün sonra İstanbul Emniyet Müdürü Hayri Kozakçıoğlu aradı. 15 günlük gözaltı süresi dolmuştu. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı yeni süre vermedi. Elimizdeki sanık ve evrakları kendilerine teslim etmemizi söylediler. Ek süre verilmeyip, operasyon genişletilmezse olacağı belliydi. Ağca itiraflarını reddedecek “Bunları baskıyla, tehditle, işkence ile imzalattılar. Ben bu işlere karışmadım” diyecek, iş bitecekti. Bir cinayet göz göre göre aydınlanması mümkün bir noktaya gelmişken, karanlıklarda kaybolacaktı... ıkıyönetim ne zaman ilan edildi? Kahramanmaraş olayları üzerine. Zaten o olayların temel gerekçesi, bir katliam yaparak sıkıyönetimi ilan ettirmekti. Türkiye’de sol gelişmeye başlamış, emek hareketleri, toplumcu hareketler gelişmeye başlamış. CHP iktidara gelmiş, her seçimde oy oranını artırarak yükseliyor. Birilerine göre Türkiye elden gidiyor yani. Öyleyse orayı askerlerle yönetmeliyim. “Our Boys” yönetmeli bütün Türkiye’yi. Nasıl yapılacak? Bir askeri harekete ortam hazırlayacağız. Abdi İpekçi cinayeti budur. Abdi İpekçi büyük bir isim. Toplumun bildiği bir isim. Onun öldürülmesi toplumu sarsabilir. Amaç, “Olmuyor artık, askerler gelsin” dedirtmek. Olay bu, gerekçe bu. Onun için olayın aydınlanmaması lazım. Emniyete ek süre vermemeliyim. O yeter mi yetmez, ne yapmalıyım, kaçırmalıyım... Ağca kaçtı mı? Kaçtı... Kaçtığı hapishaneye siz ziyarete gitseniz bile, biri size yardım etmeden, yol göstermeden çıkamazsınız dışarıya. Ağca oradan çıktı, kaçtı. Birileri yol gösterdi. Kaçmadı, kaçırıldı. Neyse... Yine geriye dönelim. Sıkıyönetim ek süre vermeyince çok şaşırdım. O anda aklıma geldi, “Bir basın toplantısı düzenleyin. Eylemci basının karşısına geçsin. Kelepçesiz, serbest, etrafında üniformalı kimse olmasın. Basın mensupları sorsunlar o cevap versin. Kimse müdahale etmesin” dedim. Böyle bir basın toplantısı yapıldı. Türkiye’de ilk ve son kezdir. Orada Mehmet Ali Ağca, “Evet ben vurdum. Ben bağımsızım” dedi. Örgüt kendisini nasıl olsa kaçıracak, ona inandığı için örgütünü sakladı. Kovuşturma usulünde sanığı basının önüne çıkarma gibi bir yöntem yok. Ama buradaki itiraf görmemezlikten gelinemezdi. Görmemezlikten gelemeyecekleri bir delil elde etmemiz gerekiyordu. Onu da böyle elde ettik. Cinayetin arka planındaki örgüt de zaten bunun için kaçırdı Ağca’yı. Başka çareleri yok, kurtarmaları lazımdı. Askeri cezaevinden kaçır S ‘Our Boys’ yönetmeli! dılar. Abdi İpekçi olayında sıkıyönetimin elimizi kolumuzu bağlaması üzerine konunun üstüne üstüne gitmeye karar verdim. Aralık 1978’de 13 ilde sıkıyönetim ilan edildiğinde Turan Güneş, TBMM’de çok önemli bir konuşma yaptı ve özetle “Yanlış bir şey yapıyorsunuz, sivil siyasetin aczinin itirafıdır, biz yönetemiyoruz devleti demektir bu. Tekrar biz yönetebilirizi söyleyebilmek için çok zorluklar yaşayabiliriz. Çok üzgünüm” dedi. Sesi titriyordu. Çok doğruydu bu söyledikleri. Cumhuriyet kuşakları bilmelidir ki, devleti yönetecek birikimde olmalıdırlar, demokrasi içinde, özgürlükler içinde, toplumcu ihtiyaçları karşılayacak duyarlılık içinde yönetmeliler. Deniz Feneri e.V. davasının tutuksuz sanığı eski RTÜK Başkanı, Kanal 7 Genel Yayın Yönetmeni Zahid Akman, “Bu dava Almanya’nın Türkiye’nin siyasi hayatına müdahale eden operasyonudur. Başbakan’ın bürokratı olmam, Zekeriya Karaman’ın Başbakan’ın yakını olması nedeniyle maruz bırakıldık. Büyük bir oyunla karşı karşıyayız” dedi. Almanya bağlantılı Deniz Feneri e.V. davasının 4. oturumu İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dün yapıldı. CHP Milletvekili Mahmut Tanal’ın da izlediği davada sanıkların savunmalarına başlandı. 10 yıla kadar hapisle cezalandırılması istenen Zahid Akman Almanya’yı suçladı. “Deniz Feneri sadece Almanya’da yok. Niye Almanya’da böyle bir şey yapayım ki. Türkiye’de çok daha büyük para var” diyen Akman “İddiaların hepsi belli bir plan program çerçevesinde, teknolojinin getirdiği imkânlar sayesinde ortaya çıkarılmıştır” diye konuştu. Akman, Deniz Feneri e.V’nin paralarını Türkiye’ye getirdiği iddialarını yalanlayarak “Böyle büyük bir parayı nasıl getireyim? Bana para verildiğini gören veya benden aldığını gören bir kişi yok” dedi. Tutuksuz sanık 18 yıla kadar hapsi istenen Kanal 7 Yönetim Kurulu Başkanı Karaman ise Almanya’da hazırlanan iddianamenin, yargılanan Mehmet Gülhan, Mehmet Taşkan ve Firdevsİ Ermiş’in hapiste olmaları nedeniyle kendilerini kurtarmak amacıyla verdikleri ifadelerden oluştuğunu söyledi. Karaman, “Pazarlık yapılmıştır. Söylendiği gibi cezalar alınmıştır. Sürekli Türkiye’deki siyasilerin ve şirket yöneticilerinin suçlaması için telkinler yapılmıştır” diye konuştu. Almanya’daki davada yargıcın “asıl failler Türkiye’dedir” diyerek kendilerini suçlu ilan ettiğini belirten Karaman, bu nedenle AİHM’ye başvurduklarını söyledi. Deniz Feneri programını sosyal sorumluluk anlayışıyla yayımladıklarını belirten Karaman “600 program yapıldı. Kötü niyetli olsaydık, yapım, prodüksiyon bedelini alırdık. Program başına 18 milyon lira. Kimsenin bir şey deme hakkı olmazdı” dedi. ‘ONLARI ALLAH’A HAVALE ETTİK’ Şikâyeti çekti tatile çıktı ALİCAN ULUDAĞ Sıkıyönetimin gerekçesi İki ayda bir sıkıyönetim eşgüdüm toplantısı yapılıyor ve sıkıyönetimin devam edip etmemesini ve kapsamını tartışıyorduk. Daha sonra konu Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK) ele alınıyordu. Bir eşgüdüm toplantısına girmeden önce sıkıyönetim ilan edilmiş iki ilde sıkıyönetim kapsamına giren hiçbir suç işlenmediğini belirledim. Oralarda sıkıyönetime gerek yok. İnsanların günlük yaşamını, özgürlükleri etkileyen sıkıyönetimin bu iki ilde kaldırılması ile sıkıyönetim kalkıyor umudu, bekletisi yükselsin istedim. Bu görüşümü Sayın Başbakan Bülent Ecevit’e ilettim. Çok sevindi ve destekledi, “Yalnız bu görüşünü Cumhurbaşkanı’na da söyle” dedi. Dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ten randevu aldım. O da memnuniyetle karşıladı. “Çok iyi olur, bir hazırlık yapın” dedi. MGK toplantısı öncesinde de MGK üyesi olan bakan arkadaşlarımın hep sine böyle bir önerimin olacağını, Başbakan’ın da olurunu aldığımı, gerekirse beni desteklemelerini rica ettim. İtiraz eden olmadı. MGK’da söz aldım ve iki ilde sıkıyönetimin kaldırılmasını teklif ettim. Gerekçelerini de anlattım. Benden sonra Silahlı Kuvvetler adına Kara Kuvvetleri Komutanı Nurettin Ersin söz aldı. Önündeki kalınca defterden okuyordu konuşmasını. Önceden yazılmıştı söylenecekler. Bana göre kuvvet komutanları ile Genelkurmay birlikte hazırlamışlardı o söylenecekleri. Orada söylenen özetle şu idi: “Türkiye’de sadece 13 ilde sıkıyönetim ilan edilmiş olması yanlıştır. Bu illerde suç işleyenler sıkıyönetim olmayan illere kaçmaktadırlar. Orada da sıkıyönetim komutanlıklarınca takip edilememekte, olaylar aydınlatılamamaktadır. O nedenle tüm Türkiye’de sıkıyönetim ilan edilmelidir. TSK’nin istemi budur.” Bu söylem beni çok sarstı. Cumhurbaşkanı “Zor bir durumla karşı karşıyayız. İçişleri Bakanı sıkıyönetim ilan edilmiş illerin azaltılmasını istiyor, asker kanadı da yaygınlaştırılmasını istiyor. Ne yapalım şimdi?” dedi. Onun üzerine ben tepkimi de ortaya koymak için bir vesile bulmuş oldum. “Oylayın efendim” dedim. Başbakan Bülent Ecevit söze girdi hemen, müdahale etti, “Lütfen oylamayın” dedi, “MGK’de hiçbir zaman oylama yapmıyoruz, buradan oybirliği ile çıkarıyoruz kararları. Siz iki tarafı da dinlediniz, siz karar verin” dedi Cumhurbaşkanı’na. Bu Ecevit’in, devlet adamlığının bir göstergesiydi. Benimkisi ise militan, radikal bir tavırdı. Cumhurbaşkanı “Ne artıralım ne eksiltelim, aynen devam etsin” dedi. Bu anımı anlatmamın önemi şurada: Bir proje ile karşı karşıyaydık. ANKARA Deniz Feneri e.V. tarafından “dolandırılan” ve bu nedenle sanıklardan şikâyetçi olan Sadık Deniz, şikâyetini geri çektiğinin anlaşılması üzerine ortadan kayboldu. Deniz Feneri’nin yanı sıra Yimpaş’a da para kaptıran ve bu nedenle Cumhuriyet’e geçen hafta “Dini duygularımla oynadılar. Bunlar çok vicdansız adamlarmış. Hakkımı helal etmiyorum” diyen Deniz, mahkemeye şikâyetini geri çektiğine ilişkin dilekçe gönderdiğinden bu yana telefonlara çıkmıyor. Telefonda dün kendisini eşi olarak tanıtan kişi, Sadık Deniz ile görüşmek istediğimizi söylememiz üzerine “Kocam tatile gitti. Bir süre yok” dedi. Aynı kişi, “Sadık Deniz neden şikâyetini geri çekti” sorusu üzerine ise “Ben erkek işlerinden anlamam. Ama eşim, onları Allah’a havale etti. Sanıklardan para aldığımız iddiası yalan” diye konuştu. TANRIKULU’DAN BAKAN’A SORU Deniz Feneri denetlendi mi? ANKARA (ANKA) CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) ve Deniz Feneri Derneği’nin kaç kez denetlendiğini sordu. Tanrıkulu, Şimşek’in yanıtlaması istemiyle TBMM Başkanlığı’na sunduğu soru önergesinde şu soruları yöneltti: 20022012 yılları arasında ÇYDD, Maliye Bakanlığı tarafından kaç denetleme ve inceleme geçirmiştir? 20022012 yılları arasında ÇYDD’ye kesilen cezaların sayısı, kesilme sebebi ve ceza tutarı nedir? Deniz Feneri Derneği ve Kimse Yok mu dernekleri Maliye Bakanlığı tarafından denetlenmiş midir? Denetleme ve inceleme yapılmışsa ceza almışlar mıdır ve verilen cezaların tutarı nedir? Maliye Bakanlığı’ndan ya da başka kamu kuruluşlarından maddi yardım alan dernek var mıdır? P E NA ZİL ER SA HİP ÇIK IYO RD U LER CÜ KÜ ÜL TIK TIŞ TAR İ SİN ME DİL HE YA RIN : Mİ T’İ N FES ürlük ortamının etkisi ile uygarlaşma, özg en gel a ınd ras son ı sas aya An 1 roje, Türkiye’nin 196 . Bunun için de sağlam bir karşı çıkış ydi esi ilm kes n nü önü n eci sür i diğ gir sivilleşme yolunda mişti. Silah kullanmalarına, şiddet me yet di, ler miş me ere bec u bun r tile gerekiyordu. Sağ par a güvenilir bir yönetim başa gelmedah e gör ara onl se ley Öy ti. miş me yet örgütlenmelerine rağmen ınmalıydı. Bu, bir askeri yönetimle kaz ü kök nin asi okr dem , un sol an ınd liydi ve Anadolu topraklar kçi’yi ve diğer insanlarımızı bu neİpe di Ab du. buy acı am n ını liam kat ş olabilirdi. Kahramanmara endirmemde bir eksiklik olmadı. erl değ bu n me rağ yıla 30 en geç dan denle kaybettik. Ara
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle