19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 1 EK M 2011 CUMARTES [email protected] 14 KÜLTÜR Sophie Calle’in sofistike sergisi ‘Son Kez, lk Kez’ Sakıp Sabancı Müzesi’nde sergileniyor Sessizliğin şiirselliği EVR M ALTUĞ Şiir Üstüne Dağınık Düşünceler 3 Bugün de kalan soruları harmanlayıp düşüncelerimi, yaşadıklarımı aktarayım, konuyu kapatayım. Bizde genellikle çocuk yayınları küçümsenir. Kitaplarda da, süreli yayınlarda da böyledir bu. “Çocuk işte” denilip geçilir. Büyükler için yapılan yayınlara gösterilen özen onlara gösterilmez. Elbette bütün yayıncılar için geçerli değil bu. “Genellikle” diyorum. Bunu yaşadım. Buna çok tanık oldum. Oysa çocuklar için belki daha fazla özen göstermek gerekiyor. İleride okur olacaklar. Onlara okuma sevgisini aşılamak yetmez. İyi okur olmalarını da sağlamak zorundayız. Çocukların nasıl kolay etkilendiğini, ne kadar çabuk değiştiğini yakından biliyorum. Öğretmenlik dönemimden sayısız örnek verebilirim. Benim ilkokula gittiğim yıllarda çocuklar için yazmak daha kolaydı galiba. Yazarın “rakip”leri sokak oyunlarıydı, soba başında tombalaydı, radyoydu. Şimdi sınav yarışlarıyla, “Tomb Raider”larla, teknolojinin ürettiği bin bir canavarla, köşeyi dönme hırslarıyla da savaşmak gerekiyor. Çeviriyi sanattan çok zanaat olarak görüyorum. Yaratılmış bir yapıtı bir başka dile aktarıyorsunuz. İşin içinde yaratıcılık elbette var, ama asıl işçilik önemli. İşçiliğin ağırlığı, çevirdiğiniz yapıta göre değişiyor. Sözgelimi, James Thurber’dan bir öykü çevirmekle William Faulkner’dan bir öykü çevirmek arasında büyük bir “beyin işçiliği” farkı var. Carl Sandburg’un bir şiirine harcayacağınız emek, sanırım bir Dylan Thomas şiirine harcayacağınız emekten çok daha az olur. Çeviride yaratıcılığı bütün bütüne yadsımıyorum. Ne de olsa bir yapıtı kendi dilinizde yeniden yaratıyorsunuz. İşçiliğin daha ağır bastığını söylüyorum. Düzyazı, özellikle anılar serüvenim Neslihan’dan kaynaklandı. Eşimden. Alleben Anıları’nın başında yazmıştım. Babamı, annemi, Antep’i anlattım ona. “Yazsana bunları,” dedi. Düzyazı yazmadığımı söyledim. “Alleben Öyküleri’ni yazan sen değil misin!” dedi. Ona anlatır gibi yazmaya koyuldum. Yazdıkça yaşam serüvenimi daha iyi, daha doğru değerlendirmeye başladığımı fark ettim. Sonrası kendiliğinden geldi. Her kuşak, edebiyatı biraz daha çağdaşlaştırmıştır. Olağan bir şey. Bugünü dünün edebiyatıyla yaşayamazsınız. Dünün edebiyatı yok olmaz elbette. Has sanatçılarıyla hep varolur. Ama dünya değişirken edebiyat da değişir. Edebiyatçı da değişir. Yakın tarihten en belirgin örnek, Necatigil’in şiirleri. Temelde aynı kişiydi Necatigil. Son şiirlerini yazarken yine evleri anlatıyordu belki, ama Evler kitabındaki gibi anlatmıyordu. Bir kuşağın sanatçıları güçlüyse, o kuşağın yarattığı edebiyat yankılar yaratır; bir edebiyat ortamının oluşmasını sağlar. Bizim kuşakta güçlü sanatçılar vardı: Cemal Süreya, Turgut Uyar, Edip Cansever, Onat Kutlar, Kemal Özer, Ergin Günçe... Birçok ad verebilirim daha. 1940 kuşağına bakın. Necatigil’ler, Cumalı’lar, Dağlarca’lar, Kanık’lar, Anday’lar, Rifat’lar... Bu açıdan bakıldığında, sanırım edebiyat tarihimizin en etkili kuşağıydı. “Varmak istediğim bütünlük” diye bir şey düşünmedim. Bir “bütünlük” düşünüp ona göre tasarılar, planlar, programlar yapmadım. Sadece yazdım. Onlar birleşip bir bütünlük oluşturuyorsa, sorun yok. Oluşturmuyorsa, yine sorun yok. Ne yapayım, ben buyum. Fransız çağdaş sanatçı Sophie Calle’in, hayatı ve dünyayı “son kez” ve “ilk kez” görmemize olanak veren aynı sergisi, Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’nde (SSM) izlenmeye başladı. Sanatçının empatik bir yaklaşım ve dramatik bir atmosfer içinde sunduğu “Son Kez İlk Kez” adlı sergi, Türkiye’de özellikle akademik mecralarda peşin hüküm konusu yapılan “hiç deniz görmemiş insanlar” ile, görme kaybına uğramış Türk vatandaşlarının özyaşamöyküsel anlatılarını edebi bir yalınlık ve minimalist bir tavırla buluşturan video ve fotoğraf temelli eserlerinden oluşuyor. Proje ayrıca Bizans efsanesinde Kadıköy’e atfen tarihe geçen “Körler Şehri” mitine de gönderme yapıyor. 31 Aralık’a kadar sürecek sergisi nedeniyle dün medya karşısına çıkan Calle, projesinin 1980’lerde Paris’te “güzellik” kavramına eğilen, ancak kendisinde “ukde” bırakmış etkileşimli bir eser dizisine, uzun bir aradan sonra olgunluk ve tatmin manasında son noktayı koyduğunu anlattı. Denizi, görmeyi, hatırlamayı ve unutmayı izleyicinin vicdanında şiirsel bir sessizlikle sınayan serginin müzedeki çeşitli odalara serpiştirilen “Son İmge” başlıklı ilk bölümünde Calle, doğuştan ya da sonradan görme yetisini kaybeden Türkiye’den 13 kişinin hatırladıkları son görüntüyü kendi estetik yöntemi ile soruyor. Sergide görme engelli ve daha önce deniz görmemiş insanların anılarıyla imgelerini bir araya getiren Sophie Calle, müzedeki bu sessiz ve mahremiyet dolu görüntüleri için konuşurken, “imgelerin saflığından emin olmak istedik” diyor ve ekliyor: “Sessizlikte daha fazla şiirsellik var.” Şubesi’nin desteğiyle hazırlanan serginin “Son Görüntü” başlıklı beş kişilik bölümü ise, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında Sanat Limanı’nda izleyiciyle buluşmuştu. Calle, sergisinin “Denizi Görmek” isimli 2. bölümünde ise Fransız sinema ustası JeanLuc Godard’la çalışan Cêsar Ödülü sahibi görüntü yönetmeni Caroline Champetier ile işbirliğine gitmiş. Kişinin hayallerinin imgelemini nasıl belirlediği sorusunun peşine düşen sanatçı, serginin bu kısmında denizle hayatlarında ilk defa buluşan çocuklu büyüklü 10 insanın yakın plan görüntülerine yer veriyor. Serginin son bölümü ise, sanatçının denize dair iki yoğun, duyarlı aforizmasıyla biterken, bir anlamda sergiyi gezenlerin belleğinde deniz yeniden başlıyor. Odalarından birinde denize bakan sessiz bir sandalye ile duygusal zirvesine çıkan serginin görme engelli sanatseverlerce tecrübe edilebilmesi için Braille körler alfabesi destekli bir sergi turu ve proje kitabı hazırlamak isteyen Calle, bu konuda gönüllü kişi veya kuruma da açık çağrıda bulunarak, maddi manevi destek beklediğini vurguluyor. Calle, “Denizi Görmek” isimli bölümünü Kilyos’ta hayata geçirdiği ve Esenler Belediyesi Sosyal Yardım Birimi ile işbirliğinde ortaya çıkan bu dramatik, sessiz buluşmanın saygı yüklü ve mahremiyet dolu görüntüleri için konuşurken “imgelerin saflığından emin olmak istedik” diyor ve ekliyor: “Sessizlikte daha fazla şiirsellik var.” odard’ın ‘gözü’nden deniz sesleri Altı Nokta Körler Vakfı ve Altı Nokta Körler Derneği İstanbul G RA F D NÇKÖK KÜLTÜR MERKEZ ’NE ‘REKREASYON YAPILARI’ ÖDÜLÜ EAA’ya Dubai’den büyük ödül Kültür Servisi Emre Arolat Mimarlık (EAA), Yalova’daki Raif Dinçkök Kültür Merkezi yapısı ile 2011 Cityscape Dubai Ödülleri’nde “Rekreasyon Yapıları” kategorisinde büyük ödüle değer görüldü. EAA, yarışmada 3 projesiyle 3 farklı kategoride finale kalarak, Türkiye’den büyük ödülü alan tek mimarlık ofisi oldu. Dubai’deki Madinat Jumeirah’ta gerçekleşen Cityscape Dubai Ödülleri’nde, Emre Arolat Mimarlık’ın finale kalan diğer iki projesinden ASY Mix “Konut Projeleri” kategorisinde, Çukurova Havalimanı ise “Turizm Seyahat Ulaşım Projeleri” kategorisinde yarıştı. 2010’da İpekyol Tekstil Fabrikası’na verilen Ağa Han Mimarlık Ödülü’nün yanı sıra farklı projeleriyle toplam 18 uluslararası ödüle, 2011’de de 5 farklı ödüle değer görülen EAA ayrıca, 2 4 Kasım tarihleri arasında Barselona’da gerçekleştirilecek olan Dünya Mimarlık Festivali (WAF) kapsamında düzenlenen “2011 Dünya Mimarlık Ödülü” finallerinde 2 farklı kategoride toplam 4 projesiyle yarışacak. AYRINTI YAYINCILIK’IN SAH B LE K TABIN ÇEV RMEN NE ‘Ölüm Pornosu’ için 3 yıl hapis istemi Kültür Servisi ABD’li yazar Chuck Palahniuk’un “Ölüm Pornosu” adlı kitabını Türkiye’de yayımlayan Ayrıntı Yayıncılık’ın sabihi Hasan Basri Çıplak ile kitabın çevirmeni Funda Uncu hakkında “müstehcen yayımların yayınlanmasına aracılık ettiği” iddiasıyla 6 aydan 3 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Davanın tarihi ise henüz belli değil. İstanbul Cumhuriyet Savcısı İsmail Onaran’ın hazırladığı iddianamede kitabın, Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu Başkanlığı tarafından incelendiği, kitapta pornografik türden tanım ve anlatımlara yer verildiği, birçok gayri ahlaki ve edebi olmayan anlatımların bulunduğu iddia ediliyor. “Kitabın asıl ağırlığının cinselliğe yöneltilmiş olduğu ve bu nedenle toplumun ahlak yapısı ile bağdaşmadığı, bu hali ile de müstehcen bulunduğu”nun kaydedildiği iddianamede, “kitabın hiçbir uyarı yapılmadan satışa sunulduğu ve çocuklara ulaşmasını engelleyecek hiçbir önlem alınmadığı, dolayısıyla suçun oluşumu için yeterli veri olduğu” ifadeleri yer alıyor. Ayrıntı Yayıncılık’ın sahibi Hasan Basri Çıplak ifadesinde, Palahniuk’un dünyaca ünlü bir kişi olduğunu hatırlatarak, kadının bir meta olarak kullanılmasının eleştirildiğine dikkat çekerken, çevirmen Funda Uncu ise “çevirmen olduğunu, daha önce yazarın sekiz kitabını çevirdiğini, görevinin kendisine teslim edilen eserin aslına sadık kalarak tercüme etmek olduğunu” belirtiyor. Bursa DSO sezonu 4 Ekim’de Kültür Servisi Bursa Devlet Senfoni Orkestrası sezonu 4 Ekim’de ünlü piyanistimiz İdil Biret’in konseriyle açacak. Biret konserde, Bursa Filarmoni Derneği’nin düzenlediği “Senin de Bir Tuşun Olsun” kampanyası kapsamında verdiği yardım konseri sonucu orkestraya kazandırılan piyanoyu kullanacak. Bursa’da 15 yıl önce verdiği yardım konserinin geliri ile de orkestraya bir piyano kazandırılmasını sağlayan Biret, Bursa’nın ardından İzmir, Ankara, Sivas, Malatya, Mardin, Diyarbakır’ın da bulunduğu pek çok kentte resital ve konserler verecek. dil Biret’le açıyor C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle