25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1 EK M 2011 CUMARTES CUMHUR YET SAYFA 13 ortaya çıkan, 29 Ocak 2010’da dönemin ABD Ankara Büyükelçisi James Jeffrey ile görüşmesini “iadei ziyaret” diye tanımlamış. Meslektaşımız Fikret Bila’ya konuşan Haşim Kılıç’a göre, Jeffrey kendisini 19 Haziran 2009’da “makamında” yani Anayasa Mahkemesi’nde ziyaret etmiş, o da tam 7 ay sonra kendisine “iadei ziyaret”te bulunmuş. Oysa, Jeffrey’in konuya ilişkin Washington’a gönderdiği kriptoya göre, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, ABD Büyükelçisi’ni 29 Ocak 2010’da ikametgâhında (yani makamı olan büyükelçilikte değil, evi sayılacak yerde) ziyaret etmiş. Pek protokole uymayan, samimi bir görüşme yani... Haşim Kılıç diyor ki: “Ben büyükelçiyi ziyaret ettiğimde kapatma davası neticelenmemişti. Bu nedenle de konu olmadı.” Oysa Jeffrey’in kriptosu öyle demiyor. Jeffrey’in görüşmeye ilişkin bizzat aldığı notlar şöyle: “Kılıç, mahkemenin oybirliğiyle aldığı Kürt milliyetçi DTP’nin kapatma kararını ‘Anayasa Mahkemesi tarafından alınmış en haklı karar’ olarak niteledi. Kendisinin parti kapatma anlayışına baştan beri karşı olmasına karşın, DTP’nin hareketlerinin anayasadaki kapatma koşulları dikkate alındığında yoruma mahal bırakmadığını söyledi.” Görüşmede yalnızca DTP de görüşülmemiş, askerlerin sivil yargıda yargılanması gibi, anayasa değişiklikleri gibi konulara da girilmiş. Kriptoya dönelim ve okuyalım: “Kılıç, mahkemenin askeri yetkililerin sivil mahkemelerde yargılanmasına ilişkin Mahkemesi Anayasa belgeleriKılıç, Başkanı Haşim WikiLeaks sayesinde Kılıç kararlarını dayandırdığı anayasayı antidemokratik olarak niteleyip serbestçe eleştirerek, anayasanın pek çok maddesinin artık Türkiye’nin yaşamakta olduğu demokrasiyi karşılamadığını söyledi. Her ne kadar 1982’de bir referandumla kabul edilmiş olsa da bu anayasanın artık politik ortamın ve insanların isteklerinin anayasanın değiştirilmesi gerektiğine ihtiyaç duyulacak kadar değiştiğini söyledi. Bugüne kadar anayasanın 83. maddesinin değiştirildiğini vurgulayarak birkaç değişiklik paketinin anayasanın bugünkü standartlarla uyarlanmasına yeterli olacağını, ancak bu değişiklikleri yapmanın zor olduğunu ileri sürdü. Politik çıkarların aşırı değişikliklerin önüne geçtiğini, bu yüzden anayasanın değiştirilmesi gibi zor projelerin rafa kaldırıldığını söyledi.” Jeffrey’in kriptosunda, görüşmeye ilişkin yaptığı yorumda, Anayasa Mahkemesi’nin Kürtlerin zararına, ordu yararına kararlarını bir baskı sonucu alıp almadığı konusunda Haşim Kılıç’ı adeta sorguladığı da ortaya çıkıyor. Jeffrey’in yorumu şöyle: “Basında çıkan haberlerin ve hükümetteki bazı bağlantılarımızın yorumlarının aksine, Kılıç, mahkemesinde, ordu lehine değişiklik yapma yönünde baskı olduğuna dair bir ipucu ifşa etmedi. Hatta açıklamaları, bunun dışında alacakları herhangi bir kararın siyasi olacağını ve mahkemenin zaten parti kapatma kararlarını olabildiğince müsamahakâr şekilde değerlendirdiğini iddia etti. Buna karşılık AKP hükümetinin, yasanın bu yanlarını serbestleştirmek için anayasayı değiştirmeye çalışmaktan başka yolu kalmadığı gözüküyor. Sonuçta, Kılıç’ın, kişisel görüşlerinin bir hâkim olarak kararlarını etkilemesine olanak vermeyen son derece dürüst bir karaktere sahip olduğu anlaşılıyor.” Haşim Kılıç, büyükelçiye “bilgi sunmadığı”nı söylüyor, ama Jeffrey’in kriptosu tam tersi bir içeriğe sahip! NE ARIYORLAR ORADA? Evdeki adei Ziyaret! yasanın iptaline ilişkin kararını değerlendirirken de aynı derecede açık sözlüydü. Söz konusu kanunun iptaline gerekçe olarak, askeri mahkemelerin askeri suçlarda, askeri personele karşı işlenen suçlarda, askerin yönetimindeki yerlerde işlenen suçlarda ve askeri hizmet ve görevle bağlantılı suçlarda askeri personel hakkında yargı yetkisi olduğuna dair anayasanın 145. maddesine dikkat çekti. Anayasa Mahkemesi üyelerinin çoğunluğunun anayasanın 145. maddesinin antidemokratik olduğu görüşünde olduğunu, mahkemenin görevinin anayasayı değiştirmek olmadığı için, bu konuda da mahkemenin bir seçeneği olmadığını vurguladı. tartışılmamış bir belgeye göre, Türk polisinin 24 Kasım 2008’de ABD Büyükelçiliği’ne Ergenekon soruşturmasıyla ilgili bilgi verdiğini, soruşturmanın generallerin yanı sıra Anayasa Mahkemesi üyelerine değin uzanabileceğini aktardıklarını bu köşeden dile getirmiştik. Konu, TBMM’de de yankı buldu. CHP Milletvekili Atilla Kart, Türkiye Cumhuriyeti’nin organlarını, anayasal kurumlarını başka ülkelere istihbar eden bir emniyet yapılanmasıyla karşı karşıya olunduğunu belirterek Başbakan’ın yanıtlaması istemiyle verdiği önergede şu sorulara karşılık beklediğini bildirdi: “Polisin yaptığı bu bilgilendirme için, siyasi iktidardan talimat mı alınmıştır? Bu nitelikte hangi elçiliklere hangi konularda bilgilendirme yapılmıştır? Siyasi iktidarın talimatı yoksa, bu bilgilendirmeyi yapan birimleri neden himaye ediyorsunuz? Bu bilgilendirme, emniyet istihbaratı içindeki cemaatçı yapılanmanın inisiyatifi ve karar alma gücüyle mi yapılmıştır?” Bakarsınız, ABD Büyükelçiliği’ne bilgi veren polisler de “Başbakan’ın özel temsilcileri” çıkarlar... WikiLeaks belgeleri vehiç arasında yer alan kamuoyunda neredeyse Bağdat Caddesi... Cumartesi fıkrası Facebook’taki bir videodan: Temel arkadaşları ile kahvenin önünde otururken biri gelir adres sorar. Temel de az ilerde ayakta sohbet eden gençleri göstererek: “Aha ordaki adami göri misin?” der. Adres soran kişi şaşırır: “Orda ayakta bir sürü adam var, hangisi?” Temel derhal belindeki tabancayı çıkarır ve ayaktakilerden birini vurur. “Aha yere düşen adami göri misin, hah ordan sola dönisin, dümdüz burnunun dikine gidisin” der. “Ne yaptın sen!” diyenlere de kızar Temel, “Yardım etmek suç mu? İnsanlık öldi mi” yanıtını verir. İşte bizim halimiz... Kürt meselesinden Ergenekon’a, şike soruşturmasından Dink davasına ve saymakla bitmeyecek sorunlarımıza fıkradaki gibi çözüm aranıyor. Sizi Ankara’nın ciddi meseleleri ile baş başa bırakıp objektifi Bağdat Caddesi’ne çeviriyorum. Burası Türkiye’nin en gelişmiş, kitap okuyan, kadınları özgür, reklamcı diliyle A ve A+ grubu insanlarının yaşadığı, yaşam kalitesinin en yüksek olduğu yerlerinden biri. Caddeye çıktığınızda özellikle bir bölümünü tanınmış markaların vitrinleri süsler. Ama en önemlisi Bağdat Caddesi’ni sağlı sollu yiyecek mekânları sarmıştır, arkadan da sırayı cep telefoncuları alır. Bir yabancı burayı gördüğünde kuşkusuz kafasında canlandırdığı Türkiye’den farklı bir imajla karşılaşır. Bu imajın ne kadarı gerçektir, algıda hiç mi yanılsama payı yoktur? Örneğin Cadde kadınlarının kaçta kaçı herhangi bir sivil toplum örgütüne üyedir? Bağdat Caddesi’nde para vardır, ama parayı çektiğinizde geriye kalan “değerler” nedir? Siz bunları düşünüp kahvede gazetenizi okurken komşu masadan bir Alman hanım sevinç içinde laf atar: “İlk defa bir kadını elinde Cumhuriyet’le görüyorum!” Tam o sırada iğrenç bir motosiklet gürültüsü lafı böler. Sonra, kolay kazanılmış baba parasıyla alındığı belli egzosu patırtılı lüks bir otomobil tehlike saçarak tam gaz önünüzden geçer. Bağdat Caddesi’nin kültürel audit’i (denetim) yapılsa karşımıza nasıl bir tablo çıkar? Dünya bugün bir zamanlar muhasebe audit’ini tartıştığı gibi kültürel audit standartlarını oturtmaya çalışıyor, ama yine de belli ölçütler var. Festivallerin, müzelerin, konserlerin, tasarımcıların sayısı, kaldırımdaki heykeller gibi... Çöp tenekelerinin tasarımından sokak lambalarına, restoranlardaki hizmetin kalitesine kadar her şey bir caddenin ve giderek de bir kentin yaratıcılık endeksine ışık tutuyor. Bugün “marka şehir” olma kavramı eskide kaldı. Kentlerin değeri “kültür sermayesi” ile ölçülüyor. İster Bağdat Caddeli olalım, ister Kasımpaşalı... Edirne’den Ardahan’a hepimiz vatanımızı, kentimizi, mahallemizi çok seviyoruz... Ama yeterli mi? Kültür sermayesi endeksimiz ne durumda? Kapanışı da bu bağlamda bir Temel fıkrası ile yapalım. Temel çok âşık olmuş ve sevdalanan her Türk erkeği gibi şiir yazmış: Sabah uyanıyorum, yemek yiyemiyorum, çünkü seni seviyorum... Öğlen oluyor, yemek yiyemiyorum, çünkü seni seviyorum... Akşam oluyor, yemek yiyemiyorum, çünkü seni seviyorum. Gece oluyor, uyuyamıyorum, çünkü açım... htiyar Gençler SADIK ÇEL K K M K ME DUM DUMA BEH Ç AK ve fütursuzca kullandığımız yeni teknolojik icatların ve birbirinden sağlıksız gıdaların bize hediye ettiği bu hastalıklar sadece Avrupa’da 165 milyon kişiyi esir almış durumda. Bu konuda ülkemizdeki istatistikler de Avrupa’yla uyum içinde. Geçen ay Sağlık Bakanlığı’nın hazırladığı Ruh Sağlığı Eylem Planı’na göre ülke nüfusumuzun yüzde 20’si “sorunlu” sınıfına layık görülmüş. Ve sonuçta 2000’li yılların bilfiil gelişen dünyasında son sürat değişen toplum yapılarına ayak uyduramayan ve buna bağlı olarak bozulan sağlıklarıyla mücadele eden insanoğlu, geride bıraktığı ömürle değil geçirdiği hastalıklarla doğru orantılı olarak yaşlanıyor. Halsiz, uyuşuk, tembel ve yaşlı yeni nesiller, yeni dünyanın genç nüfusunun yaşlı bireyleri olarak beliriyor... Dünyayla birlikte insanoğlu da yediden yetmişe ihtiyarlıyor. O zaman 1 Ekim aslında hepimizin günü. Yaşlılar günümüz kutlu olsun. [email protected] 1 Ekim; Uluslararası Yaşlılar Günü. Yaşlılık bugün ülkemizde beş milyon kadar insanın görebildiği bir yaşam evresi. Aslında yaşlanma, “ayrıcalıksız her canlıda görülen, tüm işlevlerde azalmaya neden olan, süreğen ve evrensel bir süreç” olarak tanımlanır ve organizmada zaman içerisinde her düzeyde ortaya çıkan geri dönüşsüz yapısal ve işlevsel değişikliklerin tümüne verilen isimdir. Ancak bu sözcük içinde bulunduğumuz çağın getirdiklerine, yaşamlarımız üzerindeki etkisine bağlı olarak biraz anlam değişikliğine uğramıştır. Örneğin artık insanların sağlık durumunun genç yaşta bozulması birçoğumuz tarafından yaşlanmanın bir parçası olarak kabul ediliyor. Dünyada son 10 yılda kanser vakaları yüzde 20 artmış. Cep telefonları, bilgisayarlar, nükleer enerji, GDO, NBŞ, sağlıksız beslenme, niteliksiz gıdalar... Son hızla sözcük dağarcığımızı ve yaşamlarımızı istila eden bu yeni terimler sağlığımızı sinsice elimizden alarak bizi yepyeni ve tıp dünyasının baş etmekte güçlük çektiği çok sayıda virüs ve hastalıkla tanıştırıyor. Öyle ki bir süre öncesine kadar fısıldayarak telaffuz ettiğimiz kanser bile artık soğuk algınlığı kadar kolay bir kelime halinde çıkar oldu ağzımızdan. Düne kadar anlamını bile bilmediğimiz obezite ve depresyon da aynı şekilde. Türkiye’de erkeklerin yüzde 20’si, kadınların yüzde 40’ı obez. Çocuklarımızın obezite oranı son 20 yılda yüzde 5’ten 15’e fırladı. Diğer tarafta nörolojik hastalıklar… Bugün Avrupa kıtasının yüzde 40’ı ruhsal ve nörolojik hastalıklarla mücadele ediyor. Nedir bu nörolojik hastalıklar? Depresyon, anksiyete, Alzheimer, uykusuzluk, bağımlılık... Modern zamanların, kaotik ve buhranlı kent yaşamlarının, insan sağlığını hiçe sayarcasına bir açlıkla Ç ZG L K KÂM L MASARACI [email protected] ‘3. sayfa’da üçüncüyüz Avrupa İstatistik Ofisi Eurostat’ın yaptığı araştırma sonuçlarına göre Litvanya ve Estonya’dan sonra üçüncü sırayı kapmışız. Fransa bizden sonra geliyor. Litvanya yüz binde 8.76 ile birinci, Estonya yüz binde 6.60 ile ikinci, Türkiye yüz binde 4.96 ile üçüncü. 4’üncü sırada yüz binde 1.37 ile Fransa var. Avrupa ortalaması ise yüz binde 2. Konu; cinayet oranları. Ülkemizde son 10 yılda iki kat artan cinayet olaylarının çoğu aile içi şiddet vakalarını kapsıyor ve kurbanlar açık ara kadınlardan oluşuyor... Son yıllarda her sabah yeni bir Ayşe Paşalı vakasıyla güne merhaba dediğimizi unutmayalım… Bu haberlerin uluslararası platformda da elbette bir mükâfatı olacaktı. Yeni derecemiz uğurlu olsun. [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARB SEM H POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇEL K [email protected] TÜRK KALP VAKFI Çocuk Kardiyolojisi Türk Kalp Vakfı Kalitesi ve Titizliğiyle Hizmetinizde 19 Mayıs Cad. No:8 Şişli / İSTANBUL Tel: (212) 212 07 07 (pbx) http://www.tkv.org.tr 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Tartışmalı 1 bir konuda uzlaşılarak ulaşı 2 lan görüş birli 3 ği. 2/ Bir nota... 4 Uğursuzluk. 3/ 5 Asya’da bir ırmak... Dondu 6 rulmuş krema. 7 4/ Bir zekâ 8 oyunu... Minare, kubbe, san 9 cak direği gibi yüksek 1 2 3 4 5 6 7 8 9 şeylerin tepesinde bu 1 Y A N A ŞMA K lunan, ay yıldız ya 2 ONU R İ Y A R da lale biçiminde süs. 3Ğ B A Ğ D A D İ 5/ Bir yerde oturma... 4U Ç U N A Ğ Z Eski dilde su. 6/ İç5Ş I K A S A B A yüz... “Ölür ise A R N U N ölür/Canlar ölesi de 6 M R 7 A Ç A R A Y A T ğil” (Yunus Emre). 8 I S I K E R T E 7/ Ermenistan’ın başM kenti. 8/ Nevşehir’in 9 İ R İ K A R A bir ilçesi. 9/ Kır ya da köy yaşamını anlatan kısa şiir... Çanakkale Boğazı’nda, pek çok deniz kazasının meydana geldiği burun. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Yılan zehirlenmesi. 2/ Dalkavuk... Peygamberleri Hud’u dinlemedikleri için Tanrı tarafından yok edilen kavim. 3/ Kadın hapishanesi. 4/ Yemek... Deniz Kuvvetleri’nde bir rütbe. 5/ Önder... Döl verme yetkinliğine eren. 6/ Fransız Devrimi’nin en ünlü adlarından biri... Her iki Kore’nin de para birimi. 7/ Faktör... Üzüntülü düşünce durumu. 8/ Sözünü geçiren, üstünlük sağlayan. 9/ Osmanlılara Avrupalıların verdiği ad... Anadolu halklarının en eski ana tanrıçası. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle