18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
7 OCAK 2011 CUMA CUMHURİYET DİZİ SAYFA 9 Önünde bir harita, elinde bir cetvel komutanlara bir şeyler anlatan bir Cumhurbaşkanı SÖZDEN YAZIYA SÜHEYL BATUM Özal savaşı nasıl izliyor? izim de Hitler gibi, Churchill gibi, Atatürk ve İnönü gibi savaşı harita başında izleyen komutan bir Cumhurbaşkanımız olduğunu öğrendik. “Türkiye, ‘Körfez Savaşı’nın çıktığı gün, televizyonda, Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ı, önünde bir harita, elinde bir cetvel, yanı başında duran Başbakan Yıldırım Akbulut, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş, Dışişleri Bakanı Alptemoçin ve Milli Savunma Bakanı Hüsnü Doğan’a bir ‘komutan edasıyla’ bir şeyler anlatırken görmüştü.” (Günaydın Gazetesi, 22.1.1991) Time yazarı Strobe Talbott işte ‘o anı’ Ankara’dan topladığı bilgiler çerçevesinde dergisinde şöyle anlatıyor: “Özal, derhal bir harita istetti ve bölgeyi gösteren bölümünü önüne açtı. ‘Bakın şu anda neredeyiz ve etrafımızda neler oluyor’ diye söze başladı. Özal ülkesinin kuzeyindeki dev komşusuyla olan sınırını elindeki cetvelle gösterirken, öbür eliyle de cebinden ‘ya sabır’ tespihini çıkartıyordu. Kaygılı değildi. Ona göre Irak’ın yarattığı problem en kısa zamanda çözülecekti. Fakat Sovyetler Birliği’nin dağılma süreci dünya yaşamının çirkin bir yönü olarak uzun sürecekti. Geçen haftanın ana sorunu Baltıklar, bağımsızlık ayaklanmaları ve bunlara karşı sürdürülen baskı politikasıydı. Bu durum Kafkasya ve Orta Asya’yı derinden etkiliyordu ve bu bölgelerde Müslüman, Türkçe konuşan uluslar yaşıyordu. Özal ‘Rus sistemi çöktükçe ve yerine yeni sistemler gelirken, dini akımların buradan (eliyle Arap Yarımadası’nı gösterdi) bölgeye girmesini biz önleyebiliriz’ dedi. Özal, Şevardnadze ile yaptığı son görüşmelerde, Türkiye’nin özellikle Orta Asya ve Kafkasya’nın istikrara kavuşmasında rol alabileceğine Kremlin’i ikna ettiğine inanıyordu. Sonra cetvelini Pakistan’dan Cezayir’e uzanan geniş bir alanda gezdirdi ve ‘Bütün bu insanlar çok az umuda sahip olacak kadar kalabalıklar’ dedi. Bu insanların durumu, Saddam Hüseyin’in İslamcı sloganlarından etkilenmelerine yol açacaktı... Ve Özal, bu insanların ‘zenginin fakiri ezdiği’ görüşüne sahip olmaları halinde, uzun yıllar bu düşünceyle yaşayabileceklerini, krizin sürekli olabileceğini de vurguladı.” ANAP milletvekilleri ile konuşmasında: “Saddam’ın sonu geldi” demiş: “O bölgede harita değişecek. Savaştan sonra sofraya değil, masaya oturacağız.” Bu Denli Beceriksiz Olamazlar Ya İktidar, Türkiye’de hukuku ve adalet anlayışını tamamen bitirme yönünde çok önemli adımlar atıyor. Öyle gelişmeler oluyor ki inanmak mümkün değil. Ve baktığınızda sadece iki seçenek olabileceğini görüyorsunuz. Ya iktidarın hukukçuları “inanılmaz derecede beceriksiz” ya da “özellikle böyle davranıyorlar, hukuka ve adalet mekanizmasına güveni tamamen ortadan kaldırmak istiyorlar”. Bu iki seçenekten sadece biri doğru ve geçerli. Evet iktidar hukukçularının çok becerikli olduklarını söylemek mümkün değil ama bu denli “beceriksiz ve bilgisiz” olabileceklerini düşünmek, yine de mümkün değil. Bu nedenle, her halde “Özellikle böyle yapıyorlardır” diyorum. Örnekler mi istiyorsunuz? 1) 2007’de, biliyorsunuz “bu hukukçular” anayasayı değiştirdiler. Ve TBMM’nin görev süresini 5 yıldan 4 yıla indirdiler. Ama 56 madde ötede “TBMM Başkanı’nın görev süresini unuttular ve Başkan’ın süresi 5 yıl kaldı”. Şimdi bu beceriksizlik olabilir mi? Bunu unutana hukukçu denir mi? Koca Türkiye’nin bakanları, milletvekilleri bu denli “unutkan(!)” olabilir mi? İşte bu nedenle, “Herhalde özellikle yapmışlardır, bir amaçları vardır” diyorum. 2) İkinci olarak, Mehmet Haberal davasına bakan yargıçlar, tutuklama işlemini keyfi bir biçimde, hukuka aykırı olarak uzattıkları gerekçesi ile tazminata mahkum edildiler. Ancak aynı yargıçlar, aynı davaya bakmaya devam ettiler. Oysa bu durum, Haberal’ın, “mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığı” üzerinde şüphe duymasını, objektif olarak haklı gösterecek bir değişiklikti. Ve “İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına” da açıkça aykırıydı. Ama iktidar, bu Yargıtay kararına ve “bu haklı kuşkuya” karşın, yargıçları değiştirmedi. Ve değiştirmeyi reddederken, “Olur mu hiç, bir dava ile görevlendirildikten sonra ne yargıç, ne savcı değişebilir mi” dedi. Ve bunu söyleyen Adalet Bakanlığı, “Balyoz davası” gibi çok önemli bir davanın yargıçlarını hem de davadan iki gün önce değiştirdi. Şimdi bu çifte standartı, bu farklılığı, sadece iktidarın beceriksizliğine bağlamak mümkün müdür? Herhalde değildir! İşte bu nedenle, “Her halde özellikle yapmışlardır” diyorum. 3) Bu iktidar, 2006 yılında Terörle Mücadele Kanunu’nda değişiklik yaptı. Hem de tek başına istediği değişikliği yapma olanağını veren, Meclis çoğunluğunun sayısal desteği ile. Ve bu arada 9. maddeyi de değiştirdi. Hani hatırlayacaksınız, ünlü “taş atan çocuklar” maddesi. Yani “15 yaşın üzerindeki, taş atan, pankart asan çocukların da bu yasaya göre yargılanmaları ve cezalandırılmaları” durumunu getiren değişiklik. Tam 4 yıl sonra, büyük haksızlıklar, büyük tartışmalar sonrasında, 2010 yılında bu maddeyi değiştirdiler. Ve “taş atan çocukları kurtarıyoruz” derken, Hrant Dink’in katil zanlısı Ogün Samast’ı kurtardılar. Şimdi bunu sadece Bakanların, iktidarın beceriksizliğine bağlayabilir misiniz? “Ne yapalım, bunlar bu kadar hukuk biliyorlar, sadece taş atan bir çocukla, bir gazeteciyi hunharca öldürdüğü zannı ile yargılanan kişi arasında, hukuksal bir ayırım yapamıyorlar, hukuk bilgileri buna yetmiyor” diyebilir misiniz? Bakanların hukuku bu kadarcık bildiklerine inanabilir misiniz? İşte bu nedenle, “Herhalde özellikle yapmışlardır, bir bildikleri vardır” diyorum. 4) Bu iktidar 2004 yılında, Ceza Muhakemesi Kanunu yaptı. Sözüm ona AB’ye uyum ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına uygunluk sağlamak için “tutukluluk sürelerini” sınırladı. Bu yönde 102. Maddeye “iki yıllık süre” getirdi. Sonra TBMM Genel Kurulu’nda, bir anda Bekir Bozdağ ve 6 arkadaşının teklifi ile, aynı yasanın 252. maddesinde “bu sürenin belirli suçlar için iki katı olacağı” getirildi. Hani tutukluluk süreleri kısaltılıyordu? Hani uluslar arası hukuka uygunluk sağlanıyordu? Şimdi ise Adalet Bakanı, kendi getirdikleri bu “sınırlı sürenin” esasında “2 artı 3 yani 5 yıl” olduğunu, belirli suçlar için de 10 yıl olması gerektiğini iddia ediyor. Şimdi bu çelişki neden dersiniz? Beceriksizlik mi? Üstelik maddenin yürürlüğe girmesi için geçen 5 yıl içinde, Ergun Poyraz, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Mehmet Haberal ile “6 kişinin katili” ve hatta “insanları domuz bağı ile öldürenler” arasında, hukuksal düzenleme ya da süre yönünden bir ayırım yapılabileceği akıllarına bile gelmedi. Şimdi “Ne yapalım, bunlar bu kadar hukuk biliyorlar” diyebilir misiniz? “İktidar beceriksiz de ondan” diyebilir misiniz? İşte bu nedenle, “Özellikle böyle davranıyorlar, adalete güveni tamamen ortadan kaldırmak istiyorlar” diyorum. B ANAP 1991 SEÇİMLERİNDE ANCAK 3. PARTİ OLABİLİYOR Sabah gazetesi bir anketin sonuçlarını açıklıyor: Özal’ın Türkiye’yi riske soktuğuna inanmayanlar yüzde 34. inananlar yüzde 66. Üslerin ABD ve müttefiklerine açılmasını doğru bulanlar yüzde 30.7, bulmayanlar yüzde 70’e yakın. Özal’ın uyguladığı politikayı destekleyenler yüzde 43, desteklemeyenler yüzde 57. Özal’ın genel seçimi erkene almayı sürekli reddetmesine karşın seçim 1992’den 1991’e alındı. Çok şey değiştirdi erken seçim. Ekim 1991’de ANAP, 1983’te tek başına iktidara gelen, Özal’ı başbakanlıktan cumhurbaşkanlığına taşıyan kudretli ANAP… Ekim 1991 genel seçimlerinde ancak üçüncü parti olabildi. Birinci parti Demirel’in DYP’si, ikinci parti ise İnönü’nün SHP’si! Ve... İleriki bölümlerde göreceğiz: Özal’ın karşısına başbakan olarak hasmı ama eski başbakanı, “ağabeyi” Süleyman Demirel çıkacak! S emra Özal, ANAP İstanbul İl Başkanlığı’na adaylığını koyuyor. Çabalar sonuç vermiyor kara savaşı başlıyor Diplomatik çabalar fayda etmedi. Kara savaşı başladı (2324 Şubat 1991). Bush, “Kuveyt’in kurtarılması son aşamasına girdi” dedi. Müttefik kuvvetler Irak’a karşı yoğun bir kara savaşına giriştiler. Savaşta 40. gün. Ankara, savaşın uzun sürmeyeceği kanısında. Savaşta 41. gün. Demirel “Özal’ın savaşın bitmesini istediğini” söylüyor ve nedenini şöyle açıklıyor: “Kehanetlerinin yanlış çıkması halinde sıkıntıya düşeceğinden rahatsız.” Savaşta 42. gün. Müttefik kuvvetleri Kuveyt başkentinde. ABD, Irak liderinin Kuveyt’ten derhal ve koşulsuz çekilme önerisini ‘yetersiz’ buluyor. Kozlar Washington’un elinde: “Artık Saddam’ın kayıtsız şartsız teslim olmasını istiyor”. Savaşta 43. gün. Bush, ilan ediyor: “Savaş bitti!” ABD, Türkiye saati ile 07.00’den (28 Şubat 1991) itibaren Irak’a saldırıyı askıya alıyor. 04.00’te (tsi) Bush, “Kuveyt’in kurtarıldığını, Irak ordusunun yenildiğini, müttefiklerin askeri hedeflerine ulaştıklarını” söylüyor. Aylarca süren tartışmalar; içimizdeki ikilemler, yalanlar, korkular, büyüklük kompleksinden doğan saldırılar... bir anda sona erdi. Bush kazandı. Ya Özal… Ne kazandı? Ne, ne, ne?.. Bir koydu, hiçbir şey alamadı! Üçün birini bile… ürt sorunu artık gündemde Dalga da geçiyor: “Bir koyup üç alacağımızı söylediğimi yazıyorlar. Öyle demedim. Bire üç hafif kalır. Bir koyup 20 alacağız, diyorum.” Bu sıralarda hukuk düzenimizde önemli bir adım atılıyor. Bir süredir tartışılan bir konuda Özal’ın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, 141, 142 ve 163. maddeleri Ceza Yasası’ndan çıkarmayı ilke olarak kabul ediyor. Kürt sorunu (2 Şubat ) savaşın 17. gününde tartışılmaya devam ediliyor. Özal’ın Kürt sorununu çözüme bakış açısını içeren çeşitli söylentiler dolaşıyor. Daha sonraları gündemden düşmeyecek olanı Kuzey Irak Kürtleriyle bir konfederasyon… Amerika’dan da Kuzey Irak’ta bir Kürt devletini, okşayan, onaylar görünen sesler geliyor. Çevik kuvvetin Kuzey Irak’ta Kürt devletini kurmaya yardımcı olduğu yolunda haberler dolaşıyor. Fakat daha vahimi çevik kuvvetin Kuzey Irak’ta konuşlanan ve oradan sınırı aşarak Türkiye’de terör eylemlerini gerçekleştiren PKK’ye yardım ettiği haberleri geliyor. Parantez içi bir haber: Iraklı Kürt liderleriyle ABD ve İngiltere arasında varılan anlaşmanın öngördüğü TürkKürtArap konfederasyonu planını Özal benimserken, Türkiye’deki Kürt örgütlerinin bu plana karşı çıktıkları belirtiliyor. Bu haber resmen yalanlanmıyor. K Hazine yardımı pazarlığı sanki gece üstündekilerle yatmış gibi buruşuk. Kuveyt işgal edilince telefona sarıldı ve bir daha elinden bırakmadı. Çayını köylüler gibi höpürdeterek içiyor” gibi ifadeler... Sözcü Kaya Toperi, gazeteye bir mektup gönderdi: “Yazıda en az 14 adet temel hata saydım. Ortak dava için çaba gösteren sıradan, namuslu, muhafazakâr eğilimli Türk halkının sadakatine atıfta bulunurken ise, gerçeğe yaklaşmışsınız” diye yazıyor. (Not defterimdeki bir başka nota göre) Londra: Kimi İngiliz milletvekilleri yazıyı “Dost bir ülke hükümetinin başkanını küçültücü bulmuşlar ve Independent gibi ciddi bir gazeteye yakıştıramamışlar”. Hürriyet böyle yazıyor. Ama ‘o yazı’ çoğaltılmış, bürolara, yazarlara gönderiliyor: “İnce, zarif ve sofistike bir asker lider olan Atatürk’ün aksine kısa boylu, tıknaz bir adam olan Özal, dört yıl önce üçlü bir bypass ameliyatı geçirdi ve bu haliyle hiç de Cumhuriyet’in kurucusuna uygun bir lider imajı vermiyor. Kalın camlı, kaba gözlükler takıyor; eski moda, buruşuk takım elbisesi sanki gece üstündekilerle yatmış gibi görünüyor. Kalın ve büyük çiçekli zevksiz kravatlar takıyor. Saçı ve bıyığı özenle tıraş edilip biçim verilecek yerde alelacele kırpılmış gibi duruyor. Yüzü kimi zaman esaslı bir tıraşa ihtiyacı varmış gibi görünüyor. Geçen sene askeri birlikleri tişörtle teftiş ettiğinde, generallerin tepesini arttırmıştı. Çankaya Köşkü’nde iş takip ederken durmadan Türk işi tatlılar atıştırıyor ve köylüler gibi sütsüz ama çok şekerli çayını höpürdete höpürdete içiyor. Sözün kısası, Devlet Başkanı’ndan ziyade, İstanbul’un Kapalıçarşı’sında halı satan tüccarı daha çok andırıyor. Nitekim Özal, 1954’te evlendiği eşi Semra’yla beraber zevksiz bir konfor içinde yaşıyor. Şimdi Türkiye’deki müminler, Özal ve köktendinci Suudi prensleriyle ABD’den yana mı, yoksa İslamın Saddam ve destekçileri tarafından temsil edilen türünden yana mı tavır alacaklarına karar vermek zorundalar. Özal, temiz, sıradan, dürüst ve muhafazakâr zihniyetli Anadolu insanının kendisinden yana çıkacağına inanıyor. Çünkü kendisi de onlardan biri. Şayet haklı ise Özal da Atatürk gibi etkili bir lidere dönüşebilir. Türkiye, muhtemelen Özal’ın iktidardan uzaklaştırılacağı ve yeni bir askeri darbeyle durdurulacak bir istikrarsızlık dönemine girecek demektir.” Hemen aynı gün; dünyaya yayın yapan ve hemen her ülkede izlenen CNN, “Şimdi, dünyanın gözleri Özal’ın üzerinde” diyordu. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Seçim sürecinin en önemli tartışmalarından birisi olan “hazine yardımı” konusunda dün sürpriz bir görüşme gerçekleşti. Dün akşam saatlerinde BDP grup başkanvekilleri Bengi Yıldız ve Ayla Akat Ata, AKP Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ’ı ziyaret etti. BDP, Meclis’te grubu bulunmasına karşın Hazine yardımı alamadığı için AKP’yi uzunca bir süredir ağır bir dille suçluyordu. orkmayın şeriat gelmez Bir yandan 141142 ve 163. maddeler kalkınca ne olacağı tartışılıyor. Köşk’te bir ANAP’lı milletvekili Özal’a şöyle diyor: “Bu üç madde kalkarsa şeriat gelir.” Özal’ın yanıtı: “Korkmayın. Bu maddelerin kalkmasıyla şeriat gelmez.” Başka bir görüş: “Şeriat gelmesine gelmez de o zaman çok sayıda Erbakan çıkar!” Özal haklı. Her yerde, Meclis’te hâlâ Özal konuşuluyor. Demirel DYP grubundaki konuşmasında: “Bülent Ulusu, ‘Özal elinde bir dosya toplantıya geç gelir. Dosyanın içinde hiçbir şey yoktur.’ diye konuşuyordu. Gülüyordum o zaman” diyordu ve “Ya Independent gazetesinin yazdıklarına ne demeli” diye soruyordu. Gazete, Özal’ı “Kapalıçarşı’daki halı tüccarlarına” benzetiyordu. Fakat bu yazı sorunlaştı. Özal’a karşı yoğunlaşan olumsuz yargılar, duygular, Independent’te çıkan yazının elden ele gezmesine, kulislere malzeme olmasına yol açtı. Öyle ifadeler vardı ki yazıda; örneğin “Elbisesi, K İsviçre uçağına da bomba ihbarı İstanbul Haber Servisi Atatürk Havalimanı’nda Swissair’in İstanbul Zürih seferini yapacak olan yolcu uçağı termineldeki tuvaletlerden birinde “LX 1805 uçağında bomba var” yazılı bir kâğıt parçasının bulunması yüzünden havalanamadı. Öte yandan THY’nin Osloİstanbul seferini yapan uçağında, üzerinde bomba olduğunu söyledikten sonra etkisiz hale getirilen Cuma Yaşar, çıkarıldığı mahkemece tutuklandı. Şişli’de okulu su bastı İstanbul Haber Servisi Çağlayan Kavşağı ve Meydan Düzenleme İnşaatı çalışmaları sırasında Şişli Endüstri Meslek Lisesi’nin yanından geçen su borusu, iş makinası tarafından delindi. Su borusunun delinmesi ile okulun kazan dairesini su bastı, okulun bahçesinde mahsur kalan öğrenci ve öğretmenler yola koyulan oturma banklarının üzerinde yürüyerek okuldan çıktı. YARIN: SİVİLLEŞME TARTIŞMALARI C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle