08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
6 OCAK 2011 PERŞEMBE CUMHURİYET DİZİ SAYFA 9 Özal, bazı generallerin temposuna ayak uyduramadığını, stotükocu davrandığını söylüyor HAYAL ve GERÇEK KÜRŞAT BAŞAR ‘Hep benimle uğraşıyorlar’ zal yakınıyor: “Hep benimle uğraşıyorlar. Meclis’te de hep beni konuşuyorlar. Sonra demezler mi bu adam büyük adam. Cumhurbaşkanı ile uğraşacağınıza milletin sorunlarıyla uğraşın. Kin midir, ihtiras mıdır, bilmiyorum.” New York Times’in Özal Körfez’e asker göndermek istiyor haberini yalanladı. “Haber tamamen hayal ürünüdür.” Fakat, Torumtay’ın istifası üzerine haberler, yorumlar dur durak bilmiyor. Bu arada Köşk’te ANAP milletvekilleriyle yaptığı konuşmadaki söylemleri, saptamaları basına yansıyor. Konuşmalarında dikkati çeken saptamaları var Özal’ın: Ordudan şikâyet ediyor; “Olaylar o kadar hızlı gelişiyor ki Türkiye’nin çok çabuk cesaretli kararlar alması gerekiyor. Ülkeyi yönetenlerin tempolu hareket etmesi lazımdır. Ordu da bu hızla temponun içinde yer almalıdır. Ama bazı generaller tempoma ayak uyduramıyorlar. Statükocu hareket ediyorlar. Cesaretli bir adım attığımızda frenleyici rol oynuyorlar. Böyle gitmez. Ordunun da hızla değişen dünyada yerini alması lazımdır. Karar almada nihai merci sivil otoritedir. Bunu da herkesin çok iyi bilmesi lazımdır. Sivil otoritenin üstünlüğünü herkes kabul etmelidir…” diyor. YIL: 1991 Yeni yılın ilk büyük ve önemli olayı işçi hareketi. Dış politikaya egemenlik yetmiyordu Özal’a. Daha, daha istiyordu. İç politikaya bütün gücüyle asıldığını kanıtlayan olaylar 1991’de gerçekleşecekti. Özal’ın her alandaki yön verme ihtirası; kuşkusuz, iş yaşamını etkileyecek ve Türk işçi tarihinde ilk kez büyük bir yürüyüşü, Zonguldak Maden İşçileri Sendikası önderliğinde madenlerde, yeraltında çalışanlar düzenleyecekti. Aralık 1990 sonlarındaki işçi yürüyüşünü başlatacak tohumlar, toplusözleşme görüşmelerinde atıldı. Yönetim, işçilere hak ettikleri zamları vermeye yanaşmayacaktı. İşçi yürüyüşüne olanak sağlayan asıl etken Çankaya’dan geldi. Turgut Özal, öteden beri maden işletmelerinin ‘ekonomik olmadığına’ inanıyor ve ‘kapatılmalarını’ istiyordu. Ona göre bu işletmeler devletin sırtında birer yüktü. Ne ki işletmelerin kapatılmasında direnirken, işsiz kalacak olan yüz binlere geçim kaynağı göstermiyordu. Özal’ın “Ben zengini severim” sözünü anımsıyor musunuz? Sonraki tarihlerde bu sözünü yalanlayacaktı. Öyleyse işçiye karşı neden devleti harekete geçirmesini yadırgıyorsunuz? Toplusözleşme çıkmazı ve Özal’dan kaynaklanan bütün öteki öğeler, binlerce maden işçisinin, kadınlarıyla birlikte Zonguldak’tan Ankara’ya doğru yürüyüşe geçmesine yol açacaktı, açtı. Hava soğuk, dağlar karlıydı. Özal ve buyruğundaki Başbakan Yıldırım Akbulut dışındaki bütün siyasal güçler işçilerin yanında yer aldı. Ama Özal, Çankaya Köşkü’nün kapılarına kadar dayanan daha önceki uyarılardan ders çıkarmamıştı. Hatta işçilerin “Çankaya’nın şişmanı / işçi düşmanı” sloganlarını duymazlıktan gelmişti. Ocak 1991’in ilk günlerinde maden işçisinin azmi karşısında, devletin anlamsız direnişi bütün olanaklarıyla hareket halindeydi. Akbulut, geçit vermez bir inatla işçilerin görüşmelerle kabul edecekleri kimi maddi olanakları geri çeviriyordu. Elbette, kışkırtma Çankaya kaynaklıydı. İlk saatlerde işçilerin, kimi demeç ve uyarılardan sonra Zonguldak’a geri döneceğini hesaplamıştı hükümet. Ne kadar yanıldığını kısa sürede anlayacaktı. Ama, işçileri durdurmak için anlamsız yöntemlere başvuracaktı. ZonguldakAnkara şehirlerarası yolunun Mengen yakınlarındaki tüneli kapatacak, binlerce işçinin başkente yürüyüşüne engel olmayı deneyecekti. Başarısız oldu denilemez. İşçiler durdu. Ama geri dönmedi. Korkuyordu hükümet. Bu türden engellemelere başvurması, korktuğunu gösteriyordu. İşçilerin Ankara’ya vardıktan sonra olayların daha genişlemesi olasılığı ile bu tür hareketlere giriştiği anlaşılıyordu. Bir iç savaş? Türk işçisi bir iç savaşı neden başlatacaktı ki?.. Kime karşı ve kiminle savaşacaktı? Zonguldaklı işçiler haklarını hem yasal, hem de demokratik yollardan almayı düşlüyorlardı. Erdal İnönü, hükümeti sürekli uyarıyor, iktidarın ‘işçilerin üzerine polis gücü göndererek Türkiye’de iç savaşa yol açaca Hukuk Keşmekeşi Herhalde Türkiye son yıllarda olduğu kadar hukuk tartışması yaşamamıştır. Bir yandan anayasa nihayet 12 Eylül vesayetinden kurtuluyor, yargıda reformlar yapılıyor derken bir yandan aslında tam bir hukuk keşmekeşi yaşanıyor. Bir Yargıtay kararı hakkında bile hukukçuların yarısı başka yarısı başka konuşuyor. Avrupa Birliği’ne uyuyoruz derken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden tutukluluk süreleri yüzünden bir sürü aleyhte karar çıkmasına karşın tutukluluk süreleri on yıla çıkıyor. Tutukluluğun artık bir tedbir değil, bir ceza haline geldiğini herkes kabul ettiği halde değişen bir şey yok. Bir yandan hukukta farklılık olmaz diyerek yıllarca askeri yargı tartışılıyor, ama öte yandan devlet güvenlik mahkemeleri, özel mahkemeler olarak görevine devam ediyor. Nedir özel yetkili mahkemeler ya da eski adıyla devlet güvenlik mahkemeleri? Devletin istediğine istediği gibi ceza verebilmesi için kurulmuş mahkemeler değil mi? Özel yetkili yargıçlar ve savcılar olması hukukta bir eşitsizlik değil mi? Eğer bu mahkemeler özelse, karmaşık ve kalabalık davalara bakıyorsa neden mahkeme süreçleri ötekilerden farklı değil? Binlerce sayfalık iddianamelerin, yüzlerce sanığın yargılanmasının yıllar süreceği başından belli olduğu halde bu konuda herhangi bir değişiklik yapılıyor mu? Bu kadar uzun tutukluluk sürelerinin, sonunda verilecek kararlara da etki edeceği, diyelim on yıl tutuklu kalmış bir sanık hakkında beraat kararı vermeyi zorlaştıracağı, aksi halde mahkeme heyetini güç durumda bırakacağı hiç tartışılıyor mu? Adalet Bakanlığı’nın yargı üzerindeki etkisi, iktidarın yargıyla ilgili, hatta sürüp giden davalarla veya verilen kararlarla ilgili konuşmaları ortadayken ve yıllardan beri siyasetin yargıya baskısı en üst düzey hukukçularca dile getirilmişken bu konuda bir değişikliğe gidildi mi? Yargının kendi sorunları, biriken dosyaları, bir hâkimin bakabileceği dava sayısı, çalışma koşulları, maaşları, imkânları, eğitim düzeyi yargı reformu derken hiç akla geliyor mu? O zaman bütün bu tartışmaların fazla bir anlamı da kalmıyor. Tam da bu tartışmaların boşuna olduğunu herkes çoktan anlamış gibi insanların, uğradıkları haksızlıklar karşısındaki sığınağı olan adalet Türkiye’de yıllardan beri halk arasında ilginç bir cümleyle dile getiriliyor: “Seni mahkemelerde süründüreceğim!” [email protected] Ö rdudan şikâyet eden Özal, “Olaylar o kadar hızlı gelişiyor ki Türkiye’nin çok çabuk cesaretli kararlar alması gerekiyor. Ülkeyi yönetenlerin tempolu hareket etmesi lazımdır. Ordu da bu hızla temponun içinde yer almalıdır” diyor. O Muhalefet savaşa karşı Savaşın üçüncü günü Özal: “Tek başına olsaydım Körfez’e asker gönderebilirdim” diyor. Ama anayasa engelliyor Özal’ı. Meclis’ten yetki almak zorunda hükümet (Özal). Zaten Türkiye savaşan müttefiklerin yanında değil mi? Bir gecede İncirlik’ten Irak’a doğru 35 jet, 4 tanker uçağı kalkıyor. Muhalefet savaşa karşı! 17 Ocak 1991. Hükümet Meclis’ten: Sayı: K.K. Gn. Md. 07/6516524/ 02051 yazı ile: “…..lüzum, hudut, şümul ve zamanı hükümetçe takdir ve tayin olunacak şekilde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yabancı ülkelere gönderilmesine ve yabancı Silahlı Kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına, bu kuvvetlerin kullanılmasına anayasanın 92. maddesi uyarınca izin (yetki) verilmesini” istiyor. Demirel: “Özal’a bakarsan aktif politika takip ediyor. Hemen Akdeniz Birliği yapıyor. Karadeniz Birliği yapıyor. Ticaret, kalkınma, ekonomi yapıyor. Güvenlik meselelerini böyle çözüyor. Özal’a bıraksan konuşulacak, çözülecek hiçbir şey kalmıyor orta yerde. Yetkiyi istiyor, nedenlerini Meclis’e açıklamıyor.” Üslerin ABD tarafından kullanılmasına askerler bozuk! İnönü bu durumu doğruluyor. Askerler üslerin ABD’li komutanın emrinde olamayacağını söylüyorlar. Suudi Arabistan’daki General Schwartkopf emir verecek, uçaklar kalkacak! Üsleri Irak’a karşı kullandırdığımıza göre, “Biz savaşa girdik sayılır” diyor İnönü. ğından’ kaygılanıyordu. Ana muhalefet; işçilerin değil, hükümetin güvenlik güçleriyle bir iç savaş başlatmasından kaygılanıyordu. Sosyal bir sorunda, iktidarla muhalefette birbirine zıt bakış açıları egemendi. Egemendi, zira hükümet işçi yürüyüşünü ‘politik’ nedenlere bağlıyordu. Hükümete göre: İşçiler; muhalefetin, tabii özellikle sosyal demokrat bir parti olduğundan SHP’nin kışkırtmalarıyla sokağa çıkmıştı. İktidar, inanılması zor kimi yargılar içinde bocalıyordu. İşçi yürüyüşü siyasaldı, ama daha öteye bir yorumla, bakanlarımızdan İmren Aykut’a göre, o sırada Körfez’de başı belada olan Saddam, “işçi hareketinin ‘arkasında’ idi ve işçileri kışkırtıyordu!” Sert tartışmalar izleniyordu iktidarla ana muhalefet arasında. İktidarın işçi yürüyüşüne gerçekçi bir ‘teşhis’ koymasına henüz zaman vardı. Akbulut, SHP liderine işçi hareketinin siyasal amaçlı olduğunu bir kez daha anımsatırken “Yürüyüşe katılan SHP milletvekillerini çekin” diye konuştu. Böyle konuşması doğaldı. Akbulut’a göre, işçiler haklarını istemiyorlardı, SHP’nin kışkırtıcı önderliğinde sokağa dökülmüşlerdi! Bu denli anlamsız bir siyasal mantık hü kümete egemendi. Oysa İnönü, Başbakan Akbulut’a hem uyaran hem de gerçeği anımsatan bir yanıt veriyordu: “Gerçeği görün. Burada en önemli mesele ücrettir. Size bir görev hatırlatıyorum.” Akbulut: “Kanunsuz hareketin karşısına çıkarız. Kimse ‘Ben kanunlara bağlı değilim’ diyebilir mi?” İnönü: “Ama Türkiye’de böyle diyen var.” Özal’ı gösteriyordu. Akbulut: “Dememelidir efendim!” İnönü: “O zaman bunu beraberce gidip (Çankaya’ya) söyleyelim o insana!” Bu sert diyalog iktidarın aleyhine olan havayı daha da yoğunlaştırıyordu. Ama Çankaya, işçi yürüyüşüyle verilecek olan hakların öteki sendikalara ‘örnek olacağını’ telkin ediyordu. Hayır, hükümetin isteğine uyulmalı, işçiler Zonguldak’a dönmeli ve toplusözleşme, yönetimin istediği yönde bir çözüme bağlanmalıydı. İki zıt karakterin, iki zıt dünyanın çatışması nereye varacaktı? İşçiye hak tanımayan, ne verilirse kabullenip sesini çıkarmamasını isteyen ‘otorite’ mi, yoksa alnının teriyle yaşayanlar mı kazanacaktı? İktidarın direnci Çankaya’ya karşın ya vaş yavaş kırıldı. Hükümet, işçilerin her ne olursa olsun demokratik bir hak olan yürüyüşten vazgeçmeyeceklerini ve sonuna kadar savaşım vereceklerini nihayet anladı. Başbakan Yıldırım Akbulut, işçi temsilcileriyle konuşup ‘anlaşmak’ amacıyla Bolu’ya geldi. Evet, Başbakan, Maden İşçileri Sendikası Başkanı Şemsi Denizer ile masaya oturdu. Çankaya, görüşmeleri kesmek, işçiye karşı hükümet direncini tazelemek için Akbulut’u birkaç kez telefonla aradı ve.. kendine özgü görüşler doğrultusunda ‘telkinlerde bulundu’. Oysa Akbulut, devletin uzlaştırıcı rolünü yadsıyacak yaşı çoktan aşmıştı. Belki sendikadan önerilen ücretlerde ve sosyal olanaklarda ‘indirim’ sağlayabilirdi; ama kuşku yok, bir uzlaşmayla Ankara’ya dönmeyi yeğliyordu. Nitekim öyle oldu. Hükümetle işçiler arasında uzlaşma sağlandıktan sonra, Denizer; “Dönüyoruz” dedi binlerce işçiye... Şarkılar, türkülerle çıkmışlardı yola. Şarkılar, türküler söyleyerek evlerine, maden ocaklarına döndüler. O yürüyüşten sonra maden ocaklarını kapatmak gereğini söyleyene rastlanmadı. (Fotoğraf: SERKAN YILDIZ) Erdal İnönü Arama izni veren hâkimi şikâyet İstanbul Haber Servisi Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şubesi, polisin ve özel güvenlik birimlerinin üniversiteli öğrencileri arama izni veren hâkim Cavit Marancı’nın görevden alınması istemiyle Hâkimler ve Savcılar Kurulu’na (HSYK) şikâyet etti. Sultanahmet’teki İstanbul Adliyesi önünde toplanan grup adına konuşan ÇHD İstanbul Şubesi Öğrenci Hakları Komisyonu sözcüsü Bilgin Arslan, “Üniversiteli gençliğe yönelik saldırılar aynı pervasızlıkta, alenen, bu kez polisidareyargı üçgeninden oluşan bir iştirakle gerçekleşiyor” diye konuştu. ‘Çingene’ sözü yasadan çıkarıldı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) AKP iktidarının “Roman açılımı” çerçevesinde getirilen ve “Çingene” sözünün yabancıların ikamet ve seyahatiyle ilgili yasadan çıkarılmasını öngören yasa önerisi dün TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “Bu vatandaşların ayrımcılıktan kurtarılması için sembolik ve psikolojik bir çalışma yapıldığını” söyledi. Görüşmeler sırasında konuşan CHP Edirne Milletvekili Rasim Çakır, “Romanlar için konut yapıldığının söylendiğini, ancak bitirilen konut olmadığını, iktidarın Romanları oy deposu olarak gördüğünü” söyledi. Savaş canlı olarak izleniyor 1516 Ocak 1991. Gece yarısı. Savaş başlıyor. CNN’de savaş canlı olarak izleniyor. 16 Ocak 1991. Saat 04.30. Köşk’te 00.50’den beri Özal başkanlığındaki toplantı sona eriyor. Hükümet, “Türkiye’ye herhangi bir saldırı olmaması halinde de Türkiye’de bulunan ABD uçaklarının üslerimizden (tabii başta İncirlik’ten) yararlanma imkânı tanındığını” açıklıyor. 17 Ocak sabahı gazeteler İncirlik’ten kalkan ABD uçaklarının Irak’a yöneldiğini duyuruyor. İkinci cephe açılıyor mu? Hayır! Amerikan CNN haber TV’si Özal’la konuşuyor: Menderes’li yıllara damgasını vuran ve 2010 yılında Recep Tayyip’in kullandığı ünlü sözünü bu konuşmada yineliyor: CNN “Kellesi koltukta birkaç kişiden birisiniz. İşler kötü giderse sonunuz olur mu? Yani sıkıntıya düşer misiniz?” Özal “Siyasete girerken ipimi yanımda taşımayı bildim… BM’nin kaybeden taraf olacağını sanmıyorum…” CNN “Muhalefet sizin kumarbaz olduğunuzu söylüyor.” Özal “Ben kumarbaz değilim. Her şeyi hesaplarım. Kaybedeceğimi sanmıyorum.” CNN “Saddam’ın ayakta kalması olasılığı?” Özal “Ben artık onun ayakta kalacağına inanmıyorum.” Fakatttt… Bush seçimi kaybediyor. Özal ölüyor. Pek çok lider gelip geçiyor. Saddam ayakta! 1997’de ABD’ye yine kafa tutuyor! Mühimmat açıklaması ANKARA (AA) Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinde yer alan açıklamada, zaman zaman basın yayın organlarında yer alan haberlerde, yurdun çeşitli yerlerinde bulunan veya ele geçirilen mühimmatın diğer bir olayda bulunan veya ele geçirilen mühimmat ile ilişkilendirildiğinin görüldüğü belirtildi. Açıklamada, “Mühimmatın cinsine ve/veya kafile numarasına bakılarak yapılan değerlendirmelerde gerekli bilgiye sahip olunmadığında yanılgıya düşülebilmesi ya da maksatlı kişilerce kitlelerin yanıltılması söz konusu olmaktadır” denildi. 3 kişiye 197 biner lira Haber Merkezi Şans Topu’nda numaralar; 4, 7, 18, 19, 30 +11 olarak belirlendi. 5 +1 bilen 3 kişi 197 bin 107 lira kazandı. Çekiliş sonucunda 1 +1 bilenler 1 lira 45’er kuruş, 2 +1 bilenler 2 lira 85’er kuruş, 3 bilenler 1 lira 95’er kuruş, 3 +1 bilenler 9 lira 65’er kuruş, 4 bilenler 16 lira 80’er kuruş, 4 +1 bilenler 175 lira, 5 bilenler 1734 lira kazandı. YARIN: ÖZAL SAVAŞI NASIL İZLİYOR? C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle