08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
SAYFA CUMHURİYET 6 OCAK 2011 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Ülke Sınırlarından İnciler... Krakow KültürSanat Festivali (90’lar). Kuzeyli bir genç tarihçi Türk olduğumu öğrenince hayretle sordu: “Burada ne işiniz var? Avrupa’ya ne verdiniz ki?” Sizin gibi biz de davetliyiz; nedenini ev sahibine sorun, deyip ekledim: “Bizi operaya götüren bu modern otobüsü, sarı renkli dijital telefonları Türkler vermiş. Ailenizi direkt arayabilirsiniz.” ONUNCU KÖY BEKİR COŞKUN Belki Yarınlarda! Zaman zaman eski defterleri, dosyaları karıştırmak gerekiyor. Neler olmuş, neler bitmiş ya da başlamış... Başlamış, ama sonu gelmemiş, bir yerde tıkanmış kalmış!.. Solun iktidara gelmesi istenmiş, partiler kurulmuş, seçimlere girilmiş, milletvekilleri çıkarılmış, gerçek bir demokrasiye doğru bir atılım yaşanmış... Umutlar, coşkular, yürüyüşler, söylevler, sonra da tutukluluklar, cezaevleri!.. Derken derken, bu işin kimi öncüleri bakmışlar ki işler iyi değil, vazgeçmişler; iktidarda şeriatçı kafaya yakın birileri mi var, onun yanında, hiç değilse de karşısında olmamak daha iyi demişler, dönek olmuşlar! İyi ki çekmecelerde saklamışım... Türkiye İşçi Partisi’nin 1965 seçimlerindeki milletvekili aday listesi... Önce TİP adaylarının kimlikleri: 101 işçi, ırgat, rençper, 27 sendikacı, 24 küçük esnaf, şoför, 6 ev kadını, 20 gazeteci, yazar, 18 öğretmen, 10 emekli öğretmen, 10 memur, 14 teknisyen, 4 profesör, 15 emekli subay, 15 mühendis, 36 avukat, 36 serbest meslek sahibi, 10 tüccar ve müteahhit... Seçimler o günkü yasalara göre yapılınca Türkiye İşçi Partisi on dört milletvekili çıkarmış... Bağımsızlar da eklenince TBMM’de 15 sosyalist milletvekili olmuş... Tam dört yıl sürmüş üyelikleri... O dört yılda demokrasimiz adım adım ilerleme, bugünkü deyişle “ileri bir demokrasi” olma yoluna girmiş... Ama ertesi seçimde yasa değiştirilince TİP’in milletvekilleri 2’ye, sonra da bire inmiş. Mehmet Ali Aybar uzun süre tek başına sosyalizmi savunmuş. Hem de türlü saldırılara karşı direnerek... Şimdi 1965 seçiminde aday olan birkaç adı saysam ne dersiniz! Adana’dan Müşir Kaya Canpolat, Ali Karcı, Ağrı’dan Naci Kutlay, Ankara’dan Rıza Kuas, Behice Boran, Muzaffer Karan, Cahit Tanör, Halit Çelenk, Sina Pamukçu, Hüseyin Korkmazgil, Bursa’dan Adnan Cemgil, Diyarbakır’dan Tarık Ziya Ekinci, İzmir’den Cemal Hakkı Selek, Nihat Sargın, Konya’dan Yunus Koçak, Hatay’dan Yahya Kanbolat, Kayseri’den Kemal İncesu, Yozgat’dan Ziya Bahadınlı... Ya İstanbul; bakın kimler var, sıra mıra istemeden aday olanlar öyle çok ki: Aybar, Ç. Altan, Sadun Eren, Yaşar Kemal, Kemal Nebioğlu, Mahmut Makal, Müşerref Hekimoğlu, Rasih Nuri İleri, Metin Erksan, Selahattin Hilav, Müzehher Vânu ve daha kimler kimler!.. Bunlar adı bilinenler, TİP’e inanan, sosyalist bir partinin TBMM’de yer almasından yana olanlar o kadar çok ki!.. Öyle bir liste ki, bir kez daha görülemedi, yaşanamadı! Durup dururken neden anımsattım ki? Bir işe yarar mı geçmişi özlemek? Belki, yarınların yaratılmasında bir katkısı olur diye... Bozkurt GÜVENÇ azı Avrupa ülkelerinin sınır polisleriyle yaşadığım ilginç olaylardan örnekler sunuyorum. TürkiyeAB üyelik sürecinde açılmış dosyaların sonuçlanmasına ne denli katkısı olur bilemem; ama, onlar açmıyorlarsa biz açalım. Süregelen kimlik ve imaj sorunlarımız boyutları ve yaygınlığı konusunda bir fikir edinmiş oluruz. Belçika’dan Almanya’ya geçen bir ekspres trenindeyim. Ortak Pazar’a üye olmak istediğimiz 1960’lı yıllar. Kompartıman kapısında beliren üniformalı Alman sınır polisi, gösterilen pasaportlara şöyle bir göz attı. Türk yolcuya sordu, “Haşiş var mı?” “Evet” cevabını alınca, el çantasını araştırdı, bulamadı. Yolcu açıkladı, “Ah, affedersiniz, galiba yanılmışım bu çantada değildi”. Yabancılar Türk yolcuyu dostça uyardılar: “Aman dikkat. Hiç şakaya gelmez, polis sizi trenden indirebilirdi.” 1990’lı yıllar. Strasburg Havalimanı. Görevli, Türk yolcunun pasaportunda ‘giriş mührü’ bulunmadığını şefine anlatmaya çalışıyor. Deneyimli şef, sorunu anında çözdü: “Giriş yapmadığına göre çıkmasında sakınca yok, bırakınız gitsin!” 1990’lı yıllar. Stutgart Havalimanı. Sınır polisi, Tübingen’de bir konferansa davetli beyaz saçlı yolcunun yeşil pasaportunu açmadan sordu: “Haşiş var mı?” Deneyimli yolcu dikkatli konuştu: “Hazır mal yok ama ge B lecek sefer getireyim.” Öfkesinden kızaran görevli hiddetle çıkıştı: “Geçiniz.” Paris Charles de Gaule Havalimanı. AB üyesi olmayan ülke vatandaşları, pasaport kapağını gösterip geçiyor. Polis, Türk yolcunun pasaportunu aldı, eliyle “bekleyin” dedi. Herkes geçtikten sonra pasaportu uzattı, “Şimdi siz!” dedi. Yolcunun yakınmasına mealen şöyle resmi bir özür geldi: “Soykırımda dedesini kaybetmiş olabilir. Hoş görünüz.” Schengen uygulamasının başladığı gün, Belgrad yolcusuyuz. Viyana Havalimanı sınır polisi, transit salonuna geçmemize izin vermedi. Ayakta bekliyoruz. Yanımızdan geçen bir görevliye yaşlı hocamızı gösterip tuvaleti sordum. İki iskemle getiren görevli koridorun sonundaki WC’yi işaret etti. PolonyaSlovakya sınır polisi Türk pasaportumu görünce keskin bir düdük çaldı, vagonumuzu silahlı korumalar sardı. Polonya vizesiyle Viyana’ya gittiğimi anlayınca ağır ağır dağıldılar. Bana yolda refakatle görevli memur İngilizce açıklamaya çalıştı: “Türkleri güneyden bekliyorduk, siz kuzeyden gelince şaşırdık.” Ne diyeyim? “İki gün sonra güneyden döneceğim aman telaş etmeyin.” On yıllar sonra Nagoya (Japonya) Havalimanı. Pasaportumu inceleyen sınır polisi, Schengen vizemin olmadığını fark etti, amirini aradı, ardından özür diledi, yeşil renkli (özel) pasaportların Schengen’e tabi olmadı ğını bilmiyormuş. Frankfurt Havalimanı sınır polisi, pasaportumun sayfalarını baştan sona iki kez inceledi, yüzüme ve fotoğrafıma baktı ve sordu: “Japonya’da bir hafta mı kaldınız?” “Evet” dedim, “Almanya’dan transit geçiyorum.” 16 Aralık saat 02.00; vizeler, mühürler, damgalar Esenboğa sınır polisini de şaşırttı. Vatandaşlık numaramı gösteren TC kimliğimi istedi. Galiba pasaportumu yenilemek zamanı geldi. Durum İyi, Vaziyet Kötü... İhracat arttı diyorlar… Ne var da, neyi üretip ihraç ediyorlar bilmiyorum. Ben ne alsam Çin malı… Çinliler acaba sıra gecesi yapıyorlar mı, çiğköfte leğeni yapıp gönderdiklerine göre… Nargile marpucu… İslami usule göre denize girenlere haşema… Vakti gelince ezan okuyan tespih ile kıbleyi gösteren namazlık da Çinlilerden… İhracatımız arttı, tamam da niye ithalatın artıp artmadığı açıklanmıyor? Ben size söyleyeyim; ihracat artışı yüzde 11.3 olarak açıklandı. Açıklanmayan ithalat artışı kasımda yüzde 35.7, aralıkta yüzde 54… Kaldırım taşı da Çin’den… İkinci iyi haber; enflasyon, tahminlere göre eksi çıktı… TÜFE eksi… ÜFE eksi… En iyisi siz enflasyonun durumunu BÜFE’ye sorun. Çünkü bu rakamları veren TÜİK, insanları evlere kapattı da Türkiye’nin nüfusunu yine de sayamadı… Önce 73 milyon kişi çıktı, ardından 68 milyona indirdiler… Bir ara 71 milyon denildi... Ve şu anda Türkiye’nin nüfusu belli değildir, evlere kapatıp kapatıp insanları saydıkları için… Peki nüfus azalırken ne oldu?.. Seçmen sayısı 6 milyon arttı… Yok eğer Başbakan’ı dinlediyseniz, tekrarladığı, açıkladığı rakamlara “Belki de doğrudur” diyorsanız, o zaman işte size kendi dillerinden asıl “ekonominin durumunu” gösteren rakamlar: Gıda yardımı yapılan (yani gıda yardımına muhtaç) aile sayısı: 2004’te 1 milyon 100 bin… 2006’da 2 milyon 300 bin… 2009’da 3 milyon… Artış oranı kaç?... O zaman demek ki ekonomide durum iyi, vaziyet kötü... [email protected] Hoş olanlar da var... Krakow KültürSanat Festivali (90’lar). Kuzeyli bir genç tarihçi Türk olduğumu öğrenince hayretle sordu: “Burada ne işiniz var? Avrupa’ya ne verdiniz ki?” Sizin gibi biz de davetliyiz; nedenini ev sahibine sorun, deyip ekledim: “Bizi operaya götüren bu modern otobüsü, sarı renkli dijital telefonları Türkler vermiş. Ailenizi direkt arayabilirsiniz.” İnanmadı. Ertesi sabah kahve molasında geldi özür diledi: “Otobüs Türk malıymış; ayrıca, eşim de telefon için size teşekkür ediyor.” Oturmasını rica ettim. “Teknoloji evrenseldir, İstanbul’da sizin deniz otobüslerinizi kullanıyoruz. Dün akşam düşündüm de belki daha değerli bir şeyler verdik sizlere. Sanırım, Vikinglerin torunları buralarda pek Avrupalı sayılmıyor; ama anımsayın, beni görünce kendinizi Avrupalı hissettiniz. İşte bunu verdik Avrupa’ya.” Yüzü hafifçe kızarmıştı. Kalktı gidiyordu. Döndü, omzuma sarılıp “Bizde pek âdet olmasa da!..” diyebildi. Festival boyunca uzaktan uzağa dostça selamlaştık. Üyelik sürecinin / dosyaların yakın gelecekte sonuçlanmayacağını kabul etsek; galiba, kuşkulu ve uykulu sınır polisleri dahil, hemen herkes şöyle rahat bir nefes alacak. İnancın Huzuru mu, Yaratıcılığın Coşkusu mu? Coşkun TECİMER nanmak ne kadar kolaydır bazılarımız için. Yalnızca dinsel anlamda değil, hayatın her alanı için anlatmak istediğim. İnanmak, bağlanmak, bırakmak kendini sevdiklerine; huzurla girmek emin, güvenli dünyaların rahatlığına. Arkadaşlıklar, dostluklar, sırdaşlıklar… Hep inançla, sevgiyle birlikte giden. Anne, babanın çocukları için verdikleri, yaptıkları; çocuğun güvenle yaslanması annesine, babasına. Öğretmenine inanmak, tutkuyla dinlemek anlattıklarını, etrafına şevkle aktarmak öğrendiklerini. Çocukluğumuzun o saf, hiç değişmeyecek gibi algılanan renkli hayaller dünyası. Ama heyhat! Hayatın girdapları, gençliğimizin ilk zorlukları, sorgulamalar, güvenin yitirilişinin ilk ipuçları. Bilincin ilk gelgitleri. Neler olup bitiyor diye bakmalar, arayışlar. Zorluklar karşısında isyanlar. İ Sonra gelsin çözüm arayışları. Bir yanda inanmak, bağlanmak, güvenmek; öbür yanda değişen biz ve değişen dünya. İnanma ve güvenmenin huzuru; sonra bazen uzunca süren bir tedirginlik hali ve huzurun yitirilişi… Alışkanlıklara, süregelen sisteme, kurulu düzene karşı çıkış; yılmadan, hayatı bırakmadan… Sorunlar için çare arayışları… Daha sahici bir yaşam için yaratıcılığa duyulan ihtiyaç… Çözümün getirdiği rahatlık ve huzur; mutluluğun tekrar elde edilmesi. Bu evrensel bir döngü bence. Keşke sorunlar olmasaydı, hep inanarak, güvenerek, hep huzurla yaşayabilseydik bu dünyada. Ama o zaman sözünü ettiğimiz, dünya değil, cennet olurdu. Öyleyse hem inanacağız ama şüpheyi elden bırakmadan, hem yaratıcı çözümler bulacağız, ama bunun bir araç olduğunu düşünerek, coşkusunu yaşayarak. İnanma, aşk, güven ile karşı çıkış, isyan, çare arayışı ve yaratıcılık hep birlikte giden, birlikte gitmesi gereken insanlık döngüsü aslında. Cemaatler, tarikatlar, dostluklar kişinin kendisini rahat ve güvende hissetmesi, mutlu olması için oluşturulmuş gruplar, kurumlar. İnanma ve güvenme ihtiyacına karşılık geliyorlar. Ancak kişilerin bir ömür boyu cemaatlerde, tarikatlarda bir hocanın, gurunun etrafında sesini çıkarmadan yaşaması mümkün mü? İnsan beynine ve değişen dünyanın doğasına aykırı bu. Bunun yanı sıra sürekli bir isyan içinde olma, bunun araç değil de amaç olması da patolojik; bir yanılgı. Dostlar, arkadaşlar arası ilişkilerde de inişler, çıkışlar kaçınılmaz. Her iki yaklaşımın birlikte olması bir insanlık hali. İnsanı bu haliyle kabul etmeli, yargılamamalı. Toplumsal organizasyon; tabuları, yasakları azaltıcı, bunların kişiler için ayak bağı olmasını engelleyici, bireyi tutsaklıkların, baskıların kıskacından kurtarıcı biçimde oluşturulmalı. İnsanoğlunun isyanını azaltıcı düzenlemelerin bunlar ekonomik olur, kültürel ya da sosyal olur hayata geçirilerek, maddi ve manevi desteklerin oluşturulması cemaatlere, tarikatlara duyulan ihtiyacı da ortadan kaldırır. İnsan beyninin ürettiklerine saygılı olan, anlayışla yaklaşan toplumlar kişiye yalnız olmadığını hissettirir, güven ve mutluluk verir. Beyin fırtınalarına izin veren, yaratıcı çözümleri destekleyen yüksek düzeyde bir toplumsal uzlaşı şemsiyesi, uzun vadede toplum yapısını kalıcı kılar. Böyle bir toplum, hatta böyle bir dünyadır arzuladığımız. Bu düşünceler, duygular naif gelebilir bazılarımıza. Bu özellikte bir dünya ne zaman gerçekleşir bilinmez. Bilmesek de hayata anlam verebilmek için bu umutla çalışmaktır amacımız. Doğu ve Güneydoğu’da Anne Ölümleri ve Nedenleri Yrd. Doç. Dr. Yaprak CİVELEK Yeditepe Üni. Antropoloji Böl. T ürkiye’de bebek ölüm hızlarındaki yükseklikle birlikte dikkat çeken bir başka değer anne ölüm oranındaki yüksekliktir. Her iki değer de Avrupa ülkeleri ile karşılaştırıldığında birer kalkınma göstergesi olarak da değerlendirilebildiklerinden Türkiye için sağlık hizmetlerinin, hijyenik ve sağlıklı koşulların yaratılması açısından insana verdiği değeri olumsuz bir algıya dönüştürmektedir. Bu algıya mahal veren unsurları anlamak üzere ülkemizde Ulusal Anne Ölümleri Araştırması (UAÖÇ) yapılmıştır. UAÖÇ, 2005 yılında, Sağlık Bakanlığı, Türkiye Üreme Sağlığı Programı ve Avrupa Birliği’nin destekleri ile Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü (HÜNEE) tarafından gerçekleştirildi. Araştırmanın örneklemi, AB kıstaslarına uygun olarak NUTS2 sistemine karşılık gelen 12 bölgeye ayrılmış, bölgesel sonuçlar açıklanmıştır. Türkiye genelinde gebeliğe bağlı ölüm oranı yüz bin canlı doğumda 38, anne ölüm oranı ise yaklaşık 29’dur. Çalışma da Güneydoğu Anadolu Bölgesi kapsamına giren iller Diyarbakır, Gaziantep ve Batman’dır. Van ve Malatya Ortadoğu Anadolu, Ağrı ve Erzurum ise Kuzeydoğu Anadolu kapsamındadırlar. Gebeliğin fizyolojik etkileri Gebeliğe bağlı ölümler, ölüm nedenine bakılmaksızın gebelik sırasında veya lohusalık döneminde meydana gelen ölümlerdir. Anne ölümleri ise yine bu süreler içinde gebelik durumuna bağlı (doğrudan) ya da bunların şiddetlendirdiği (dolaylı) nedenlere dayanan ölümlerdir. Tesadüfi nedenler gebeliğe bağlı ölümler tanımına dahil, anne ölümleri tanımına dahil değildir. Dolaylı nedenlere bağlı anne ölümleri, daha önceden var olan bir(kaç) hastalığın gebelik sırasında gelişen, gebeliğin fizyolojik etkilerinin geliştirdiği ölümlerdir. Doğrudan nedenlere bağlı anne ölümleri, belirtilen süreçlerde yaşanan obstetrik komplikasyonların yol açtığı ölümlerdir. Tesadüfi nedenli anne ölümleri ise trafik kazası, intihar, düşme gibi olayların sonucu olan ölümlerdir. Yüksek doğurganlık, gebeliğe bağlı ve anne ölümlerindeki yüksekliğin başlangıç noktalarından biridir. Güneydoğu Anadolu YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ TEKNOPARKI DAVUTPAŞA YERLEŞKESİNDE AÇILDI İstanbul’un ortasındaki YTÜ Davutpaşa Yerleşkesinde 103.000 m2 alanda 40.000 m2 inşaat alanı olan Teknopark 1.Fazı Ocak 2010’da açıldı. 2. Faz 9.500 m2’lik bölüm 2011 Şubat ayında, 3. Faz 9.500 m2’lik bölüm 2011 Ekim ayında açılacaktır. YTÜ 100.Yılını kutlarken, Şirketleri ve Yazılımcıları Üniversite ve İnovasyon ortamında ARGE yapmaya davet ediyor... YILDIZ TEKNOLOJİ GELİŞTİRME BÖLGESİ TEKNOPARK A.Ş. Güngören ve Esenler arası, İSTANBUL www.teknopark.yildiz.edu.tr YTÜ KAMPÜSÜTEL: 0212.483 70 00 FAX: 0212.483 70 02 Bölgesi’nde Toplam Doğurganlık Hızı (TDHüreme çağındaki bir kadının sahip olabileceği ortalama çocuk sayısı) 4.2, Ortadoğu Anadolu’da ise 3.1’dir. Atayanlı aile yapısı, düşük eğitim düzeyleri, erkek çocuk isteği, aile büyüklerinin ve çevrenin çocuk sayısına değer yükleyici müdahaleleri, kadın doğurganlığının “mesele” haline getirilmiş olması ve doğum kontrol yöntemlerinin yeterli düzeyde kullanılmaması Güneydoğu Anadolu’da ve “doğu” formuna giren illerde yüksek doğurganlığın ana nedenleridir. Gebeliğe bağlı ölüm oranı, Güneydoğu Anadolu’da yüz bin canlı doğumda 45’tir. Ortadoğu Anadolu’da yüz binde 56’dır. Biraz Kuzeydoğu Anadolu’ya (Ağrı ve Erzurum’a doğru) çıkıldığında ise yüz binde 93’e yükselmektedir. Anne ölümleri ise Güneydoğu Anadolu’da yüz binde 39, Ortadoğu Anadolu’da yüz binde 37, Kuzeydoğu Anadolu’da ise yüz binde 68’e yükselmektedir. Gerçekte Doğu Karadeniz’e doğru çıkıldıkça da bu değer değişmemektedir. Araştırma sırasında bir yıllık veri toplama sürecinde Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde toplam 57 gebeliğe bağlı ölüm, 49 anne ölümü tespit edilmiştir. Tüm bu bölgeler gerek sağlık politikalarının geliştirilmesi gerekse niceliksel ve niteliksel çalışmaların yinelenmesi konusunda anlamlı bir çağrıda bulunmaktadırlar. Türkiye genelinde doğrudan nedenlere bağlı gebelikle ilişkili ölümlerin yüzdesi 59, dolaylı nedenlere dayalı ölümlerin yüzdesi 16’dır. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde gebeliğe bağlı ölümlerin yüzde 56’sı doğrudan gelişen obstetrik komplikasyonlara bağlı ölümlerdir. Anne ölüm nedenleri olarak bakıldığında, doğrudan ve dolaylı nedenler toplamında yüzde 86’ya varan bir ölüm oranı mevcuttur. Güneydoğu Anadolu’da anne ölümlerinin yaşa göre dağılımlarına bakıldığında, özellikle doğumda riskin az olduğu yirmili yaşların ortasında (24 ila 28) yüzde 35, otuzlu yaşların başlarında ise yüzde 30 civarındadır. Bu durum oldukça tartışmalı bir tıbbi durumdur. Gebeliğe bağlı ölümlerin ve anne ölümlerinin nedenleri iki grupta verilebilir: Medikal nedenler ve sosyokültürel nedenler. ‘Tartışılır işlemler’ C MY B Medikal nedenlere bağlı ölümlerin başında, obstetrik kanama ve eklamsi gelişmesinde gecikmelerin yaşanmasıyla gerçekleşen ölümler gelmektedir. Arkası 14. Sayfada C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle