28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
D debiyatın geniş açılımı içinde belli bir alanda yoğunlaşmak bile önemli bir birikimi gerektirir. Örnekse şiir alanında derinleşmek isteyen kişi, şiir geleneğimizi, günümüze doğru şiirimizin hangi değişimlerden geçtiğini, dil özelliklerinin nasıl yeni imgelere yol açtığını bilmelidir. Ama şiir beğenisi olmayan yazar için bütün bunlar kuru bilgi sayılır. Bunları bilmek, şiirden anlamak anlamına gelmez. Şiir dilindeki büyülü düzenin ayrımına varmak, “beğeni” dediğimiz o özel birikime ermek işidir. Şiir dilini değerlendirmek kolay değildir. Ama edebiyatta ayrıntıya inmek yalnız şiir işi sayılmaz. Her alanın kendine göre bir özel durumu vardır. Önce anlamak, sonra yorumlamak, belli bir yargıya varmak gerekecektir. Kuşkusuz önemli olan önce dil örgüsüdür. Sağlam bir kurguda dilin anlamına varılır. Böyle bir bütünü oluşturmak edebiyatın her dalı için geçerli olan yöntemdir. Bu nedenle, “Ne yazdığı önemlidir ama, nasıl yazdığı daha önemlidir” anlayışı benimsenmiştir. Bir yazar ya da ozan kendi önemini bir eleştirmenin aynasında görmek ister. Yılların deneyimi eleştirmene “bakış açısı” kazandırır. Artık o anlayış içinde bir eseri değerlendirmek gerekecektir. Uzun yıllar kendini böyle bir çalışmaya adayan Doğan Hızlan’ın önemi üzerinde durmak, edebiyatı daha iyi anlamayı kolaylaştıracaktır. SAYFA 28 eğinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN Doğan Hızlan’ın önemi taplar adına “Yeni Edebiyat” dergisini çıkarıyordu. Cemal Süreya’nın bana anlattığı bir olay var: Bir gün dergi yönetim yerinde Doğan Hızlan’ı görmeye gider. Masasının yanında bir koltuğa oturur. Doğan, bir başka konuğuyla konuşmaktadır. Öylesine kapılmıştır ki konuşmaya, orada Cemal’in varlığını unutmuş gibidir. Cemal Süreya, yavaşça kalkar, sessizce odadan çıkar. Durumun ayırdına varan Doğan Hızlan ertesi gün Cemal Süreya’yı evinde arayacaktır. Doğan Hızlan bu durumu şöyle anlatır: “Cemal için Beykoz’da, bir karlı günde tepeye tırmandığımı unatamam, Cemal’in o güleç yüzüyle karşılaştığımda uzun, karlı yolun eziyetini unutmuştum” (EDEBİYATIMIZA DİPNOTLAR, Tanıdığım Okuduğum Cemal Süreya, Yapı Kredi Yayınları, 2010). Doğan Hızlan’ın Cemal Süreya yorumu gerçek bir üzgünlük içerir: “Alınganlıklarını söylemez, içine atar, bir de şiirine.” KUŞAK ANLAYIŞI Edebiyatın on yılda bir kuşak oluşturduğu anlayışının yanlışlığını Doğan Hızlan da bilir. Gene de kendini “1950 Kuşağı” yazarlarından sayar. Ama bu kuşağın bir bütün oluşturacak ortak özellikleri yoktur. Aynı edebiyat anlayışını paylaşmayan, değişik kaynaklardan beslenen bir kuşak olmasına karşın, birbiriyle bütünleşen, başka kuşaklara izdüşümü düşen bir kuşak. Birbirini besleyen, birbirinin eksiklerini tamamlayan bir kuşak. “1950 Kuşağı”nı bir araya getiren özellikleri Doğan Hızlan şöyle yorumluyor: “Zaman aşımına uğramayacak, havı dökülmeyecek bir tutku... Hepimiz edebiyat tutkunuyduk, hayatımızı ona adamıştık. Edebiyat beğenilerimiz farklılaşabilirdi. Müzik konusunda farklı kulaklarımız olabilirdi; ama edebiyatı sevmede, ona olağanüstü, taparcasına saygı göstermede, birbirimize tekrarlamadığımız, yazıya geçiremediğimiz bir kutsal yemine sadık kalmıştık.” Bu duygulu sözler bir kuşağın edebiyat anlayışının özellikleri sayılmaz. Aynı dönemde edebiyata başlayan arkadaşların dayanışması olarak nitelendirilebilir. Doğan Hızlan gelenekten yararlanmayı şöyle yorumluyor: “Geleneğin eskiyen yanlarını tıraşlayıp içinden çıkardığımız yeniyi yeniden yarattık.” Ama bu işi, geleneği kendi şiir anlayışıyla yorumlayarak dönüştüren, “Kırk Kuşağı” ozanlarından Cahit Külebi yapmamış mıydı? “1950 kuşağı” bunu aşan ne gibi yenilikler getirdi? Dayanışma bir kuşağın özelliği sayılabilir mi? Bu bakımdan Erdal Öz’ün söyledikleri anlamlıdır: “Bizi bir kuşak olarak gördüler. Kendimi böyle bir kuşak değerlendirmesi içinde görmek, hoşuma gitmiyor değil.” Yazarlık onuru açısından “1950 Kuşağı” yazarlarının hiçbirinin adı siyasal çıkarlarla bir arada anılmadı. Ama bir Onat Kutlar baskı dönemlerinin kargaşası içinde öldürüldü. Erdal Öz 12 Mart döneminde tutuklandı. Baskı dönemlerinden taşıdığı kanseri yenemedi. O dönem öykücüleri tek tek kişilikli yazarlardı. Gene de benim gözdem Ferit Edgü’dür. ANILARDA YAŞAMAK Doğan Hızlan “Edebiyatımıza Dipnotlar” düşerken kendinin gerisinde durur gibidir. Oysa geçmişle geleceği barıştıran yazılardır bunlar. Edebiyata bir bütün olarak bakmamızı kolaylaştıran yazılar. Doğan Hızlan’ın bu yazılarına eleştirel deneme gözüyle bakmamız gerekir. Bir edebiyat eserine Doğan Hızlan’ın aynasından baktığınız zaman daha iyi görürsünüz. Asıl önemlisi, böyle bir aynada görünen edebiyatçı, kendini anlamaya başlar. Doğan Hızlan’ın “Anılarımda Yaşayanlar” dediği öyle kültür insanları var ki, onları anmak, yalnızca bir gönül bağını canlı tutmak değildir. Onları yaşatan özgün yorumlarla anmasını bilir. Nurullah Ataç derdi ki: “Ölümden korkmuyorum ama, ölünce Nurettin Artam benim için de yazacak diye korkuyorum.” Aynı sözlerin yinelendiği, ısmarlama yazılar yerine, özgün yorumlar getirerek ölen bir kültür insanını anmak gerekir. Doğan Hızlan, 150’yi aşan kültür insanını, edebiyatçıyı öyle ayrıntılı özellikleriye anıyor ki “beni de ansın” diye insanın öleceği geliyor. Doğan Hızlan, ölümü üzerine, ağabeyim Alim Şerif Onaran’ı da anıyor. Onun tango merakını, sinemayı bilimsel temele oturtuşunu, “Binbir Gece Masalları” gibi kapsamlı bir eseri dilimize kazandırmasını da anlatıyor (ANILARDA YAŞAYANLAR, Yapı Kredi Yayıncılık, 2010). Anılarda yaşayanlar arasında Zeki Müren, Cem Karaca, Barış Manço gibi müzikçiler, Kemal Sunal gibi sinema, Şükran Güngör gibi tiyatro oyuncuları, Hikmet Şimşek gibi bir müzik insanı, Avni Arbaş, Mehmet Günsür gibi ressamlar, Oğuz Aral gibi bir karikatür ustası, Yaşar Kemal’in Tilda’sı, Nâzım Hikmet’in Vera’sı gibi sevgililer de var... Anılarda yaşayanlar arasında daha nice kültür insanı, nice edebiyatçı yer alıyor. Bu bir uçsuz bucaksız ölü insanlar ormanıdır. Gönül insanı olan Doğan Hızlan onları tek tek tanımış, bilinmeyen özellikleriyle anılarımızda canlandırmasını kolaylaştırmıştır. Doğan Hızlan, kendi beğenisi içinde önem verdiği yazarları ele alır. Onun için; sevemediği, acımasız bir eleştiriyle bir yazarı hırpalamaya gerek yoktur. Sevilecek, gün ışığına çıkarılacak eserlere, onların yazarlarına öncelik tanır. Kötü bir eseri övmesini de ondan beklemeyin. Yeni yıl yazılarına, Doğan Hızlan gibi usta bir yazarın önemini anlatarak başlamak iyidir. Yazıya özenenlerin ondan alacağı dersler olmalı. Kendini beğenmiş, kendinde üstün nitelikler gördüğünü sanan yazarların küçümseyen bakışlarına aldırmayın. Haksız üne kavuşan yazarlara övgüler düzen eleştirmenler olabilir. Hakkı yenmişlerin yanında olmak gerekir. Geniş bir kültür ortamını kollarken hakkı yenmişlere de yer vermek gerekiyor. Doğan Hızlan’ın önemi böyle bir gönül insanı olmasından kaynaklanıyor. Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: E ÇOK YÖNLÜ BİR YAZAR Belli bir edebiyat alanının ayrıntısına yetişmek bile kolay değilken, Doğan Hızlan, geniş ölçüde edebiyatı denetleyen bir değerlendirme ustası olduğunu kanıtlamıştır. Yalnız edebiyat mı? Sanatın değişik alanlarında sözü dinlenen bir yazardır. Alaturkadan tat alan bir yazar olmasına karşın, çağdaş müziğin değişik alanlarını, çok sesli müziğin inceliklerini anlamanın da ustasıdır. Resimden mimariye ilgi duymadığı alan yoktur. Üstelik damak tadı olan bir yazardır. İstanbul doğumlu olsa da, Girit kökenlidir. Zeytinyağlılara yakın ilgisiyle bilinir. “Hürriyet” yazarlarının bir özel toplantısını anlatan Ertuğrul Özkök diyor ki: “Doğan Hızlan yemek konusunda her zamanki gibi huysuzdu. Terör estirdi. Neyse bir yerlerden zeytinyağlı kereviz buldular ve skandal önlendi. Bu arada Doğan Bey’i ilk defa külbastı yerken gördüm” (Hürriyet, Geyik Gecesinin Kehaneti, 24 Aralık 2010, Cuma). Doğan Hızlan başka çalışmalara da yetişmelidir. “Seçici Kurul”larda görev alır. Toplugörüşmelerde yeri vardır. Televizyon izlencelerine yetişmesi gerekir. Bütün bunlar çalışmalarının görünen yüzüdür. Bir de görünmeyen yüzü vardır. Özellikle kapsamlı bir inceleme yapmak gerektiği zaman değişik bir Doğan Hızlan’la karşılaşırsınız. O zaman ayrıntıların yazarı vardır karşınızda. Dr. Leziz Onaran ona “Yaşamak Sorumluluktur” adlı anılarını imzaladığı zaman, Hızlan soyadından yola çıkarak; “Hızınıza yetişmek olanağı yok” gibi bir söz yazmıştı. Takım çalışması oluşturmadan böyle etkinliklerin üstesinden gelmek olanaksızdır. Takım arkadaşlarını nasıl bir konuda yoğunlaştıracağını bilmek de kültür işidir. Siyaset yazısı yazmak kolaydır. Bütün gazeteleri “ahkâm kesme”yi seven köşe yazarları sarmıştır. Deneme tadındaki kültür yazısı özel bir birikim işidir. Doğan Hızlan bu birikimi kitaba dönüştürürken yılın edebiyat insanı olduğunu bir kez daha kanıtlamış oldu. BİR KÜLTÜR İNSANI Doğan Hızlan’ın yazılarından derlenen iki kitap Yapı Kredi Yayınları olarak yeni yılı karşıladı. Bu kitaplardaki kimi özelliklere değinerek Doğan Hızlan’ı yılın edebiyatçısı olarak benimsemek istiyorum. Özgün eserler yazarak edebiyatta yer edinmek elbette önemlidir. Ama o eserleri tanıtarak okurlara görmeyi öğretmek de anlamlıdır. Bu bakımdan Doğan Hızlan’ın emekleri göz ardı edilmemelidir. Yeni “Papirüs” nedeniyle Cemal Süreya’yı andığım bir yazıda onu tam edebiyat insanı olarak nitelendirmiştim (Cumhuriyet KİTAP, Papirüs Yeniden, 23 Aralık 2010). Aslında “tam edebiyat insanı” yakıştırması en çok Doğan Hızlan için düşünülmeli. Peki o, Cemal Süreya için ne düşünmüştü? “Şiiri öğrenmek için Cemal Süreya’yı okumalı” diyordu. “Papirüs”ün önemini şöyle belirtiyordu: “Papirüs şiirin, edebiyatın sınırları kaldırılmış ülkeler haritasıydı.” Doğan Hızlan, 60’lı yıllar sonlarında, Altın Ki Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1090
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle