20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 7 EYLÜL 2010 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Hayır’lı Bayramlar... 12 Eylül 2010 hem bir pazar günü, hem de Şeker Bayramı’nın ertesi... Yetmezmiş gibi, bir de referandum günü!.. Tatsız bir bayram yaşayacağımız gibi, çok, ama çok yanlış, çok çirkin, çok olumsuz bir gün de yaşayacağız! Oy vermeye gideceğiz... İki yoldan birinde yürümeye... Önümüze iki seçenek sunulmuş. Kim sunmuş? Sekiz yıldır Başbakanlık makamında oturan Tayyip Erdoğan Bey! Üstelik zorluyor da zorluyor, elindeki tüm hükümet olanaklarını, gemileri, otobüsleri, trenleri, ne kadar elinde güç varsa, hepsini... İstediği ne? Devleti tümüyle ele geçirmek!.. Seçimlerde bir kez büyük oy almış, ama yerel seçimlerde epey oy yitirmiş... Ama o kendini hâlâ o büyük zafer gününde sanıyor! Oysa işler çok değişmiş, milletin gözü azıcık da olsa açılmış, gerçekleri görmeye başlamış... Yeni bir genel seçim olsa AKP’nin öyle yüzlerce sandalyeyi ele geçirmesi eski bir düş... Birkaç gün kaldı sandıklara gitmeye... Ben 1946’dan, 50’den, 54’ten, 57’den bu yana her zaman seçmen olarak oyumu verdim. Gazete yazarı olarak da her defa kime, niye, niçin oy vereceğimi yazdım. Hangi partiye, hangi kişilere... Yanıldığım da oldu! Ne yapmalı, bu da bir talih işidir. Daha açıkçası seçmenlerin olgunlaşıp olgunlaşmaması sorunudur. Seçmen kendisi için iyi, güzel, yararlı olanı nasıl seçecek, bilgisiyle, görgüsüyle, zekâsıyla... Ama bunlar yoksa, eksikse, o zaman seçimlerde hep halka karşı olanlar üstün çıkacaktır. Sevgili Aziz Nesin “Bizim milletimizin yüzde kırkı aptaldır” derdi. Bu bir çeşit hor görme mi, yoksa gerçeği apaçık görme mi? Daha sonra yüzde kırkı daha da yükseltmişti! Biraz daha yaşasa, Tayyip Bey’lerin azametli günlerini görebilseydi, sanırım milletimiz konusundaki yüzdesini daha da yükseltirdi. 12 Eylül tarihi bir gün oldu. Evren Paşa Anayasası da bugün kabul edilmişti, hem de yüzde 93 çoğunlukla... AKP Anayasası bakalım ne kadar oy alacak?.. Şu işe bakın, ramazanda camilerdeki ‘Hayırlı Ramazanlar’ı bile yasakladılar! Şu HAYIR’dan, Hayır’lardan ne kadar korkuyorlar! 12 Eylül akşamı hep birlikte göreceğiz. Ertesi günden itibaren ülkemiz tam bir karanlığa mı, yoksa çağdaşlığın, uygarlığın aydınlığına mı gidecek! PENCERE Avukatlık Dediğin Ne ki?.. Avukatlık bol sirkeli, sarı zeytinyağlı, kırmızı domatesli, yeşil hıyarlı, gözyaşartan soğanlı, acı biberli bir meslektir; bütün meslekler gibi... Yücelerden yücedir, cücelerden cücedir; bütün meslekler gibi... Avukatın da iyisi, kötüsü, doğrusu, çarpığı bulunur; bütün mesleklerde olduğu gibi... Kendini paraya satan ve de çıkarcıların maşası olanla, namusunu banknota dönüştürmekten kaçınan kişiler bir arada bulunur avukatlık mesleğinde; bütün mesleklerdeki gibi... Kimi avukat vardır; holding danışmanlığında sömürüden payını alıp keyfeder; yasaların boşluklarından yararlanıp üçkâğıt açmak için tek ayak üzerinde kırk düzen kurar. Kimi avukat vardır; yoksulun biri kim vurduya gitmesin diye yemez içmez, adaletin koridorlarında volta atmaktan ayakkabılarını aşındırır ki yeri cennetliktir. Ama öyle de olsa, böyle de olsa adaletin üçgeni, avukat olmadan oluşmaz. Nedir o üçgendeki üç köşe? Birinci köşe: Yargıç. İkinci köşe: Savcı. Üçüncü köşe: Avukat. Yani? Dava bir nokta değildir. Bir düz çizgi değildir. Bir düzeydir. Bir nokta, bir noktadır. Bir düz çizgi iki nokta arasındaki en kısa yoldur. Ama bir üçgen için üç köşe gerekir; üç köşe için de üç nokta... Ya üçüncü nokta olmazsa? Dava, cim karnında bir nokta olur. Çin-i Maçin’den Bohemya’ya, Patagonya’dan Begonya’ya değin bütün dünyada adaletin üç köşesi böylece oluşur. Ama iki köşeli üçgen icat etmek iddiasında birileri varsa, diyeceğimiz yoktur. Böylece avukatın ne denli gerekli bir kişi olduğu ortaya çıkar. Gerçekte keşke davalar noktalı ya da düz çizgili olsaydı da, işler uzamasaydı, adına avukat denen adam baş ağrıtmasaydı... Ne yaparsınız? Dünyanın adaleti böyle kurulmuş. Ruz-i mahşerde nasıl kurulur? Bilemem. Avukatlar cennete mi gidecekler, cehenneme mi? Sanırım şu geçici dünyada yaptıkları işlere göre her iki yana da serpilecekler. Avukatın da her meslekte olduğu gibi ustası vardır, acemisi vardır. Ben de vaktiyle biraz avukatlık yapmıştım. Sonra da otuz yıl boyunca yazar olarak sanık sandalyesine süreksiz oturduğumdan dava nedir, iddianame nedir, yargıç nedir, savcı nedir öğrendim. İster sanık sandalyesinde güngörmüş olsun, ister avukatlık sırasında dirsek çürütmüş bulunsun; bir usta, eline iddianame aldı mı nereye bakar? Bence usta avukat, iddianamenin suçlama bölümüne değil, önce kanıtlar (deliller) bölümüne göz atan kişidir. Eğer bir iddianamede kanıtlar bölümü fasa fisoysa, sen istediğin kadar M asum isteklerin arasõna giz- lenmiş Truva atlarõ görü- nüyor. Referandumda oyum “hayır” olacak. Eğer tasla- ğõ okumasaydõm oyum yi- ne tereddütsüz “hayır” olurdu. Toplumun genelini ilgilendiren böyle önemli bir konuda hiçbir kesimin fikrini al- mayan, uyarõlara kulak tõkayan bir parti ana- yasasõna hayõr’dan başka bir tercih benim açõmdan mümkün değildir. Türkiye özellikle son 10 yõlda öylesine bir doku değişikliği ile karanlõk boşluklara sürüklendi ki, egemen- lerden ajandasõz, şeffaf bir metin beklene- meyeceğine olan inancõm önyargõ değil, ka- naattir. Maalesef artõk Türkiye’de uzlaşmasõ çok zor iki uç var. Bu bakõmdan “Üçüncü Yol” söylemi önemlidir. Türk halkõ referandum- da “hayır” derse ve sonrasõnda alõşõk ol- madõğõ yeni bir siyaset tarzõnõ güçlendire- bilirse, üzerine yapõşmõş boğucu havadan ve moral törpüleyen kõsõr gündemden kurtula- bilir. Evet diyenlerin agresif telaşõ ve kontrol- den çõkmõş reklam kampanyalarõ aslõnda ko- nuyu özetliyor. İki cephenin profili ayrõ ay- rõ incelenince, hesaplarõ, menfaatlarõ ol- mayanlar ve görebilenler için referandum- da neyin oylanacağõ çok açõk; ya sivil dar- benin son hamlelerinden birine evet dene- cek ya da yeniden aydõnlõk ve çağdaş bir ge- leceğe umutlanmak için sandõğa “hayır” oyu atõlacak. Üçlük bir atõş anlamõnõ da taşõyan “hayır” tercihi ile, çok yakõnda birbiri ile hesapla- şõp ayrõşacak olan cemaatler ve bölücülere tek bir kõrmõzõ kartla dur denilecektir. Yalanlar üzerine kurgulanõp sahte de- mokrasi ile perdelenen otoriter zihniyet ta- rafsõz gözler için o kadar somut ki, projenin yüzü õşõksõz bakõşlarõyla değişik kimlikler- de ve rollerde karşõmõzda duruyor. Başõnõn üstünde geleceğe taşõyacak donanõmõ ol- madõğõ için taşa çaldõğõ teslimiyetsiz, kor- kusuz, aydõnlõk ve gerçek hürriyet umutla- rõnõn yerine kendi sultanlõğõnõn Süleymanõ olmak için “evet” mührünü istiyor. Eğer, bu zihniyetin kendi yargõsõnõ oluş- turmak ve yarõn Yüce Divan’dan korunmak için keşfettiği referanduma ilke olarak der- hal “hayır” diyemiyorsanõz, elinize hayali bir terazi alõp düşünün. Geçmişten bugüne küçük düşünce balonları... Bir ikiyüzlülük düşünün. Bir tarafta cihat bağõrtõlarõyla masum insanlarõ hiçbir koruma önlemi almadan gemiye bindirip ölümün ku- cağõna atacak kadar hamaset içinde olunsun. Hiçbiri o gemide olmayan birileri, bir taraf- tan esip gürleyerek mağdurlarõ oynasõnlar. Di- ğer taraftan o ülke ile ortak askeri tatbikat- lar yapõlsõn, o ülkeden uçaklar alõnsõn, o ül- keye mayõnlõ arazileri satmak için çaba gös- terilsin. Bir nobranlõk düşünün. Hiçbir ma- kamõn ve hiçbir başarõnõn sakinleştiremedi- ği, yapay yüce gönüllülük vizyonlarõnõn ar- kasõna gizlenemeyen. Gözlerinde timsah gözyaşlarõndan başka küçük sõcaklõklara ve sevgi yansõmalarõna hiç rastlanmayan, sürekli gerilen ve geren, sonsuz bir histeri hali. Bir narsisizm ve tahammülsüzlük düşünün. Kitleleri tümden kucaklamaya yönelik en kü- çük bir niyet ve yaklaşõmda bulunmayan. Kendi gibi düşünmeyene hiçbir hayat hak- kõ tanõmayan. En küçük eleştirilere dahi da- yanamadõğõ halde, özgürlük ve demokrasi- den dem vuran, fakat gerçek özgürlük ve de- mokrasiden en çok kendi korkan bir kendi- ne tapõnma ritüeli. Bir çifte standart düşünün ki, fikri yakõn- larõnõn çoluk çocuğa cinsel taciz gibi en yüz kõzartõcõ suçlarõnõ bile hasõraltõ etmeye ça- balarken, yol arkadaşlarõnõ özel uçaklarda ta- şõyõp, rakip gördüklerini “ajan” diye hedef göstermekten çekinmeyen, sadece niyete kilitlenmiş, sağduyusuz, ayrõştõrõcõ bir bün- ye. Hesaplõ kitaplõ bir gözü karalõk düşünün. Uzun vadeli planlarla yavaş yavaş yayõlan tehlikeli bir karaltõ. Artõk kör uçuşa dönüşen gidişin varacağõ yer konusunda, aklõselim sa- hibi insanlarda derin endişeler doğuran bir sa- nal cesaret büyüklenmesi. Bir cehalet düşünün ki; büyük bir prog- ramsõzlõk ve tedbirsizlikle, steril ortam ya- ratmadan en tehlikeli yaralarõn kabuklarõnõ kaldõran... Ve bunu özgürlük ve demokrasi dalgasõ olarak vitrinleyen kaygõ verici bir ya- şamasõzlõk. Sapla samanõ bilerek ve isteyerek karõştõ- ran bir fütursuzluk düşünün. Bir yanda suçlu ile suçsuzun birbirine ka- rõştõğõ cadõ kazanõ bir dava peydahlayõp, el- birliğiyle onu sulandõran. Ellerindeki bütün karalarõ kendi askerine süren, asker ocağõnõ nerdeyse terörist yuvasõ ilan edip dağdan inen eşkõyayõ davullarla zurnalarla karşõlayan, per- deleri yõkõp gönülleri viran eden hayal oyun- cularõnõ düşünün. Bir korku imparatorluğu düşünün. Kaçmasõ için hiçbir sebep olmayan, kaçma ihtimali ol- mayan yaşlõ ve saygõn insanlarõn sabaha kar- şõ evlerinden alõndõğõ, buz gibi nezaretha- nelerde günlerce tutulduğu... Suçlarõnõ bile bilmeyen insanlarõn yõllar- ca hapsedildiği... Oralarda hastalanõp öldüğü, intihar ettiği bir karabasan. Düşünün ki, bu tablonun res- samlarõ, Marmaris’teki ressamdan daha ber- bat bir manzara resmi çizmek için şimdi bü- tün boyalarõ istiyorlar. Daha da kapanõk bir otoritenin duvarlarõndan oluşan bir açõlõm dü- şünün.Kendisini göz kamaştõrõcõ bir zihniyet yenilenmesi, karşõ olan her düşünceye, kom- plo, komplocu, statükocu, Ergenekoncu, fa- şist, dinsiz diyen bir Allah selamet versin sen- dromunu düşünün. Düşünün ki, gizli tanõklarõn akla mantõğa sõğmayan suçlamalarõyla yurtsever insanla- rõn dünyasõnõ karartanlar, altõ yüz sayfalõk bir kitap dolusu iddiayõ soruşturacaklarõnõ(!) söylüyorlar. Suçlanan cemaatler veya ken- dileri olduğunda, iddialarõn sahibi devletin görevi başõnda bir emniyet müdürü bile ol- sa mutlaka kanõt soruyorlar ki, bu onlar açõ- sõndan sevindirici bir gelişme olabilir. Böy- le ters köşe bir kitabõn taşõdõğõ evet çağrõla- rõnõ da gözden uzak tutmayõn. Tandansõ ne olursa olsun, içinde haksõz- lõklara ve çifte standartlara karşõ vicdan kõ- rõntõsõ taşõyan herkesin sandõk başõna git- meden önce bunlarõ düşünmesi gerekir. Düşünceler akõp gidiyor… Dünyadaki bütün ezilen, açõ çeken, can ve- ren “masum” insanlarõn acõsõ birdir. Ama bir gözü hep kapalõ duran birini, bi- rilerini düşünün. Gazze için bağõrõp çağõran, yumruğunu sõ- kan… Kendi ülkesinin gencecik asker şe- hitlerinin törenlerindeki derin üzüntüyü ‘ayı- lıp bayılma’ olarak nitelendirip, ‘şov ya- pıldığından’ söz edebilen kronik kalp ağrõ- larõnõ düşünün. O zihniyeti bir başka gün kürsülerde ülkücü gençler için ağlarken, devrimci fidanlar için ağõt yakarken gördüğünüzde, yüzünüzde ekşi bir gülüş belirip belirmediğini düşünün. Zamanaşõmõna uğrayacağõnõ bile bile 12 Eylül ile hesaplaşacağõnõ söyleyerek destek istenmesinin ne anlama geldiğini düşünün. Hõrs ve dogma aklõ kemirmeye başladõğõ zaman, yalan rüzgârlarõ ile siyasetin nerele- re savrulabileceğini düşünün. Eğer birkaç saniyecik cangõlõn dõşõndan ba- kabilirseniz, dünyanõn en güzel coğrafya- sõndaki bu güzelim ülkede niçin küme düş- müş bir yaşam kalitesinin çağdõşõ görüntü- lerinin yaşandõğõnõ düşünün. Osmanlõdan beri içimizdeki piyonlarõn teker teker öne sürüldüğü uluslararasõ sat- rancõn neden en çok bu ülkeyi mat etmek is- tediğini düşünün. Düşünün, Kurtuluş Savaşõ’ndan beri “ha- yır” demeyi unutan bir toplum, hangi kav- şaklarda yanlõş yollara saparak böyle bir köp- rünün başõna geldi. Birileri köprüden önce son çõkõşta ülkenin varacağõ karşõ kõyõlarõn karanlõğõnõ anlatõyor. Normalleşme masallarõyla hipnotize olmuş diğerleri meçhule koşmanõn dayanõlmaz ha- fifliğini yaşõyor. Türkiye en son 87 sene ön- ce hep bir ağõzdan “hayır” diye haykõrmõş. Dünyanõn emperyalist kodamanlarõna bir tokat aşketmiş onurla. Suskunlar ülkesinde küllenmiş umutlarõ eşeliyor, beklenmeyen bir çõğlõkla sessizliğin yõrtõlmasõnõ bekliyoruz. Işõk ve sevgiyle... Beklenmeyen Çõğlõk! Kaçmasõ için hiçbir sebep olmayan, kaçma ihtimali olmayan yaşlõ ve saygõn insanlarõn sabaha karşõ evlerinden alõndõğõ, buz gibi nezarethanelerde günlerce tutulduğu... Suçlarõnõ bile bilmeyen insanlarõn yõllarca hapsedildiği... Düşünün ki, bu tablonun ressamlarõ, Marmaris’teki ressamdan daha berbat bir manzara resmi çizmek için şimdi bütün boyalarõ istiyorlar. İlhan İREM suçla, eninde sonunda davanın dönüp dolaşıp noktalanacağı yer kanıtlar bölümünün sayfalarıdır. Üçgenin üçüncü köşesi bilir bunu... Çürük kanıt, çürük anıta benzer; ne kadar büyük törenle açılırsa açılsın, çökmeye mahkûmdur. (8 Haziran 1982 tarihli yazısıdır.)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle