Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Parkta oynayan çocuklara
av tüfeğiyle ateş etti
KARAMAN (AA) - Karaman’da parkta
oyun oynayan bir çocuk, yaşlõ bir vatandaşõn aç-
tõğõ ateş sonucu yaralandõ. Edinilen bilgiye göre,
Yunus Kent Mahallesi’nde oturan Mehmet T.
(71), evlerinin yanõndaki parkta oynayan çocuk-
lara gürültü yaptõklarõ gerekçesiyle sinirlenerek,
av tüfeğiyle evinden dõşarõ çõktõ. Silahõnõ çocuk-
larõn üzerine çevirip bir el ateş eden Mehmet T,
parkta oyun oynayan çocuklardan Hasan Y.’yi
(15) bacağõndan yaraladõ. Karaman Devlet Has-
tanesi’ne kaldõrõlan Yavuz, burada yapõlan ilk
müdahalenin ardõndan Meram Tõp Fakültesi
Hastanesi’ne sevk edildi. Av tüfeğiyle birlikte
yakalanan Mehmet T. gözaltõna alõndõ.
Maganda kutlaması: 1 yaralı
SAMSUN (AA) - Samsun İlkadõm ilçe-
sinde evinin balkonunda kahvaltõ yaptõğõ sõra-
da kimliği belirsiz bir kişinin rasgele havaya
açtõğõ atõş sonucu seken kurşunlardan biri ko-
luna isabet eden G.A. (35) adlõ kadõn hafif şe-
kilde yaralandõ. Hastaneye kaldõrõlan G.A. te-
davi altõna alõndõ. Kadõköy Mahallesi’nde de
yine kimliği belirsiz bir kişi tarafõndan taban-
cayla rasgele açõlan ateş sonucu C.A.’ya (38)
ait park halindeki 55 SC 805 plakalõ otomobi-
lin arka camõna kurşun isabet etti. Polis bayra-
mõ kutlamak için havaya ateş açtõklarõ sanõlan
magandalarõ yakalamak için çalõşma başlattõ.
Dönercide patlama: 1 ölü
ANTALYA (AA) - Antalya Yeşilbahçe
Mahallesi’nde bulunan Selahattin Akkaşoğlu’na
ait Arzum Döner’de henüz belirlenemeyen bir
nedenle patlama meydana geldi. Patlamada, işye-
rinde usta olarak çalõşan İbrahim Özgün (53) ya-
şamõnõ yitirdi. Patlamanõn ardõndan çõkan yangõn,
itfaiye ekiplerinin müdahalesiyle söndürüldü.
Patlamanõn geniş bir alanda duyulmasõ üzerine
bomba imha uzmanlarõ da işyerinde inceleme
yaptõ. Patlamanõn işyerindeki gaz kaçağõ so-
nucu meydana gelmiş olabileceği belirtildi.
Maganda kutlaması: 1 yaralı
SAMSUN (AA) - Samsun İlkadõm ilçe-
sinde evinin balkonunda kahvaltõ yaptõğõ sõra-
da kimliği belirsiz bir kişinin rasgele havaya
açtõğõ atõş sonucu seken kurşunlardan biri ko-
luna isabet eden G.A. (35) adlõ kadõn hafif şe-
kilde yaralandõ. Hastaneye kaldõrõlan G.A. te-
davi altõna alõndõ. Kadõköy Mahallesi’nde de
yine kimliği belirsiz bir kişi tarafõndan taban-
cayla rasgele açõlan ateş sonucu C.A.’ya (38)
ait park halindeki 55 SC 805 plakalõ otomobi-
lin arka camõna kurşun isabet etti. Polis bayra-
mõ kutlamak için havaya ateş açtõklarõ sanõlan
magandalarõ yakalamak için çalõşma başlattõ.
Uçakta yaşamını yitirdi
İstanbul Haber Servisi - Ramazan Bay-
ramõ dolayõsõyla akraba ziyaretinde bulunmak
amacõyla Onur Air’in tarifeli seferiyle dün saat
15.40’ta Gaziantep’e gitmek üzere yakõnlarõy-
la birlikte uçağa binen Kamile Bildirici (78),
uçakta birden rahatsõzlandõ. Pankreas kanseri
olduğu öğrenilen ve uçak kalkõşa hazõrlandõğõ
sõrada hayatõnõ kaybeden Bildirici’nin cenaze-
si, uçaktan alõnõp Adli Tõp Kurumu morguna
kaldõrõldõ. Uçak yaklaşõk 40 dakikalõk gecik-
meyle Gaziantep’e gitti.
AYLA KUTLU
Adana’dan gelirken, adõnõ İskenderun’dan alan
körfezin doğu ucunda kuzey - güney yönlerine
yerleşmiş, ince bir inci gerdanlõk gibiydi benim
şehrimin görüntüsü. Sekiz dokuz yaşlarõndaydõm. Yõl
1947. Aylardan hazirandõ. Şehri ilk görüşüm, kõyõya
iyice sokulmuş dağlarõn çevrelediği bu deniz
tarafõndan değildi. Antakya yönünden güneyden
geliyorduk. Eşyamõzõn yüklendiği kamyonun
kasasõndaydõk. Amanoslar’õn sõk çam ormanlarõnõ
geçmiş, Romalõlardan kalan Şekere köprüsünü
aştõktan sonra önümüzde açõlan engin deniz ve
elektrik õşõklarõnõn ateş böcekleri gibi par par
parladõğõ aydõnlõk diyar olarak o anda âşõk olmuştum.
Akşamõn büyüsüdür belki… Ama bu hep sürüp
gidecek bir büyüydü.
Şehir, iki bin beş yüz yaşlarõndaydõ. Bu topraklarda
ilk insan yerleşimi kõrk bin yõldan bile önceydi. Sekiz
dokuz yõllõk yaşamõm hep böylesi eski şehirlerde
geçmişti. Körfezin bu doğu ucunun şehir olarak tarihi
Büyük İskender’le başlamõş, onun adõnõn farklõ
dillere yansõyarak uğradõğõ değişiklerle anõlmõştõ.
Birkaç yõl daha önce kurulan İskenderiye’ye
benzediği için, buraya Küçük İskenderiye anlamõna
gelen Alexandrette adõ verilmişti. Tarihlere bu kayõt
M.Ö üçyüzlü yõllarda giriyordu. Küçücük bir
yerleşim yeri vardõ o zamanlar, Myrandos’tu adõ.
Ama şimdiki şehrin neresine düşerdi hâlâ bilmem.
Mutlaka başlangõcõ nefis deniz ürünlerinin farkõna
varan Fenikeli balõkçõlarõn kurduklarõ ilkel balõkçõ
barõnaklarõna dayanõyordu.
Küçük ve tertemizdi
Büyük İskender ile Darius kuvvetleri arasõnda
Misis yakõnlarõnda yapõlan Birinci İssos savaşõnda
yenilen Darius güçleri kurtulmak için güneye denize
doğru kaçmõş, ardõndan gelen İskender ordularõna
daha toparlanamadan yakalanmõştõ. Pers ordusundan
arta kalanlar şehrimin bugün tam ortalarõnda kalan; o
günlerde ve iki bin yõl sonrasõnda da
bataklõk olan mekânda yapõlan
İkinci İssos savaşõyla batağa
gömülmüş, eriyip yitmişti.
1947 yõlõnda geldiğimiz
İskenderun küçük ve tertemiz bir
şehirdi. Cumhuriyet meydanõnda
küçük ama, eşsiz bitkilerle
süslenmiş bir parkõ, çok büyük
çoğunluğu Fransõzlar
döneminde yapõlmõş güzel, görkemli ve yeterli
yapõlarõ vardõ. Kaymakamlõk, Postane, Halkevi,
Sağlõk Ocağõ, ilkokullar, Şehir Kütüphanesi,
orduya ait yapõlar, albenili karakollar(!)
kulüpler, banka binalarõ, o tarihte günlük ve
bazõlarõ haftada üç kez çõkan toplam yedi gazete,
et ve balõk hali, geceleri 23.00’e kadar şõkõr şõkõr
aydõnlatõlan cadde ve sokaklar, şortlu, bisikletli genç
kõzlar ve delikanlõlar, kapõlarõ ardõna kadar açõk evler,
birbirleriyle hemen kaynaşõveren komşular, deniz
kõyõsõ ahbaplõklarõ, komşu hakkõ diye bedelsiz ikram
edilen ürünler, üretimler: Portakal, limon, koruk,
üzüm, pekmez, tahin, nar ekşisi, hatta tadõmlõk
denilerek sunulan bakraç dolusu zeytinyağõ, bahçesiz
evlerin çamaşõrlarõnõ istedikleri komşuda kurutma
hakkõ… Hiçbir kapõ kilitli değildi. Çocukluğumda
kapõsõ çalõnan bir ev hatõrlamõyorum. Kapõ, sokaktan
daha özel bir yaşam yeri olduğunu hatõrlatmak için
itilmesi gereken bir gereçti yalnõzca. Öylesine
anahtarsõz ve kilitsiz yaşanõrdõ ki, bir başka şehre
gidilecekse, anahtar ancak aranõnca bulunan bir nesne
olarak görünürdü.
Çocukların bayram yerleri
Çarşamba günleri ünlü Yenişehir Karakolu’nun
elli, yüz metre kadar ötesindeki yemyeşil çayõrlõkta
verilen bando konserleri… Sekiz, dokuz, on
yaşlarõmõzõn ilk klasik müzikle tanõşmasõ.
Çoğumuzun evinde radyo bile yok... Strauss valsleri,
Mozart, Beethoven, Schubert şarkõ ve marşlarõ…
Herhalde pek iyi icralar sayõlmazdõ ama bir de
çocuklarõn itilip kakõldõğõ resmi törenler dõşõnda oluşu
düşünmeli. Onlarõ dinleyici olarak kabullenen
mantõk… Aynõ yeşilliğe yakõn meydanda sõk sõk
gösteri yapmaya gelen cambazlar… İnsanõn kõvrak
bedenini, güç ve cesaretini alkõşlarla karşõlayõşõmõz…
Bayram yerleri …Bayram yerleri ortadan kalkõnca
çocuklara özgü şenlikli eğlence ortamõ denen şey ve
bayrama duyulan özlem de kaybolup gitti. Halka açõk
çocuk bahçeleri bu sevinci yaratamadõ. Çünkü çocuk
bahçeleri büyüklerin iradesine bağlõ yerlerdir.
Onlarõn istediği kadar süre, onlarõn istediği oyunlar,
ve onlarõn istediği kadar süreyle eğlenmeniz beklenen
yerler.. 1951 yõlõnda Pac meydanõnõn denize yakõn
köşesinde büyük bir bahçede açõlan ilk çocuk
bahçesinin kapõsõnõn önünde yõğõlmõş içeri,
büyük salõncaklara, tahterevalliye, kum
havuzuna bakõyorduk. İçeri çağõran
bekçilere güvenemiyorduk. Para
isterlerse? Bizi salõncağõn tepesinde
yakalayõp, uçlanõn bakalõm bahşişi
derlerse? Çocuklarõn yaşamõndaki
şeyler basitti belki ama, her şey
parasõzdõ. Zaten paralõ olsa,
hayatõn içinde yer alamazdõk,
dünyadan uzak, apartmanlarõn
içine tõkõlõrdõk. On yõl
sonra doğan çocuklar
böyle yaşadõlar.
CMYB
C M Y B
11 EYLÜL 2010 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA
DİZİ 9
HAYAL ve GERÇEK
KÜRŞAT BAŞAR
Ne Değişir?
Anayasa tartışmaları o boyutlarda sürüyor ki
insan, acaba bugüne kadar başımıza gelenler
hep bu anayasa yüzünden miymiş, demek biz
bunu hafife almışız diye düşünüyor.
Ama tabii merak etmeden duramıyorum.
Örneğin anayasamızda, “işkence serbesttir,
işkence yapanlara madalya verilir,” gibi bir
madde var mıydı? Bu maddeye dayanarak mı
yıllarca işkence yapıldı ve Türkiye uluslararası
platformlarda suçlu duruma düştü?
Örneğin anayasada, “devleti yönetenler
kafasına göre istediğini dinleyebilir, birini
potansiyel suçlu ilan edip onu izleyebilir, sonra
da başına her türlü çorabı örebilir,” diye bir
madde mi var?
Ya da, “ülkemizde başbakan, bakan, bürokrat,
belediye başkanı gibi yüksek görevler almış
kişilerin çocukları da yüksek görevli sayılırlar,
bunlara devlet imkânları açılıp bir an önce
zengin edilmelidir,” türünden bir ibare mi vardı
anayasada?
Bu maddeye dayanarak mı yıllardır her
iktidara gelenin etrafı zeki, işbitirici, girişimci
insanlarla doluyor bir anda?
Anayasada, “yolsuzluk yapmak serbesttir ve
yolsuzluk yapan devlet görevlileri, siyasiler,
anayasayla güvence altına alınmıştır,” maddesi
mi var örneğin?
Anayasa, devletin seçilmiş veya atanmış
yöneticilerinin, halkın geri kalanından üstün bir
sınıf olduğunu, bunların halka hizmetle değil
eziyetle görevli olduğunu filan mı yazıyor
yıllardır?
İnsanlar arasında fırsat eşitliği olması gerekir
maddesi var mı bütün anayasalarda? Devletin
kişilik haklarını, özel hayatı güvence altına
alması gibi bir görevi var mı?
Peki, bunlar anayasada vardı da, gerçekte
var mı?
Bu nedenle bütün bu anayasa tartışmalarının
teorik mükemmelliği beni fazla etkilemedi.
Türkiye’de güç, iktidar ve para kimdeyse onun
istediğinin olduğu, devletin en temel
kurumlarının bir anda o iktidarın emir ve
komutasına girdiği sanki bilinmeyen bir şeymiş,
sanki bütün bunlar darbe anayasasıyla yapılmış
gibi konuşulması da beni sadece güldürdü.
Evet’leriniz de hayır’larınız da hayırlı uğurlu
olsun.
[email protected]
Bayram yerleri, bahçeleri,
ormanlarõ betona
dönmüş,
tarõmõna,
yiyeceğine
zehir
karõşmõş
İskenderun’un
Zehirlenip zehirleyerek
büyüyen kent
Bir şark pazarıydı hayat. Herkesin herkese işi
düşebileceğinden yardımlaşma büyük boyutlardaydı.
Örneğin annem hiç aklından geçirmediği bir etkinliğin
uzmanı sayılırdı: Sokağımızdaki hem hoş, hem de en çok
gezip görmüş bir kadın olarak mangalda ısıtılan saç
maşasıyla sokağımızın ve meydanımıza açılan bütün
komşu sokakların kızlarının nişan, düğün ve 23 Nisan
gösterilerindeki küçüklerin başlarını yapardı. Paranın az
olduğu, az kullanıldığı o dönemlerde imecenin boyutları
gereksinmenin karşılanmasında biterdi. Evimizin geniş
salonu yüzünden nişan, mevlüt, düğün, sünnet törenleri
neredeyse haftada bir evimizde yapılırdı. Bunun için,
haber vermek yeterliydi. Bu toplantıların ardında kalan
kirin pasın temizlenmesi işi – zaten yorgun olan – düğün
sahiplerinden beklenmez, her bir komşu görevi paylaşırdı.
Hoşnutsuzluk artıyor...
Bugün, taşıt ve küçük esnafın işyerleriyle dolu olan Pac
meydanı belediye sınırları içindeki son yerdi. Antakya
yolu burada şehre bağlanırdı. Fransızların yaptığı, daha
yapım başlarken çınarlarla ağaçlandırdığı, zakkum
fidanlarıyla doldurdukları yol, çok güzeldi. Hâlâ
anılarımda yaşayan o güzelliğin kalıntıları Topboğazı;
Antakya arasında zaman zaman görünür ve bugünkü
kuşakları bile heyecanlandırır. İskenderun’da bu yoldan
çok kısa bir yer kaldı. Bütün vahşi tahribatımıza karşın
hâlâ çok güzel. Hiçbir yapının olmadığı dümdüz,
bomboş, geniş arazi, daha eskilerde seyran yeri;
şimdilerde yemyeşil zehir akıtan Güzün deresi ise
gümrah bir akarsu imiş. Ben görmedim.
İki-üç saat yürürseniz şehrin dışındaki istasyondan
başlayıp şehrin ortasını geçer, deniz kıyısı boyunca
sıralanmış bütün binaları, lokantaları, plajları ile 13 bin
nüfuslu (bizlere göre büyük bir şehri) tanımış olurdunuz.
Şehir, Amerikalılarla iç içe olmaya başladığımız ellili
yıllarda, geleneksel el sanatlarıyla ve yalnızca kendi
halkının ve çok yakın çevrenin gereksinmelerini
karşılayan üretimiyle; handiyse ortaçağdan kaldığı
söylenebilecek yapısını değiştirmeye başladı. Bu
gelişmeden halk yararlı çıkacaktı ve doğrusu, hoşa giden
bir durumdu. Marshall yardımı başlamıştı. Bunu yan
ardılları izleyecek, zengin toplumdan yoksul toplumlara
aktarılan ürün fazlaları ağız tadımızdan sokaklarımıza,
tarımımıza ve teknolojik hamlelerimize (!) kadar kolaylık
sağlayacaktı. Hoşnut olduğumuzu siyasiler söylüyordu.
Emperyalist ülkelerin bombardıman gibi yağan hazır
haberlerini yayımlayarak yorulmaktan kurtulan basın da
destekliyordu… Bunlar iyiydi de… Yardımın tadında
hoşa gitmeyen şeyler vardı ve hoşnutsuzluğumuzu
giderek arttırıyordu. Ne var ki, ipler elimizden kaçıyor, sel
yatağında çırpınır ama bir şey yapamaz halde, bizi nehir
yatağında sürüklenir gibi vahşi kapitalizm batağında
sürüklüyordu. Bizi ve şehirlerimizi. Dahası, altı ve üstüyle
insanı ve doğasıyla bütün ülkeyi …İpler fark etmediğimiz
biçimde elimizden kaçmıştı. Bu koşullara uyum sağlayan
olur muydu acaba? Olurdu, giderek sayıları çoğalacak,
yerleşimler büyüyecek, her şey onları dışardan alan,
getiren, işbirliği yapan, emirleri yerine getiren tüzel ve
özel kişilerce, kurumlarca yönlendirilecekti.
Güzelim körfezi mahveden lütuf
Öte yandan plansız programsız bir sonuç daha vardı
ki, bunun önünde en güçlüler bile duramıyordu: Bu göç
olgusuydu. Öteden beri küçük işletmeleri, limanı, zengin
doğası yüzünden yoksulları çeken İskenderun’un
kimliğini hoyratça yok eden bir sanayi kompleksi
kuruldu: Demir Çelik… O zamanki Sovyetler Birliğinin ne
anlamlı, ne özgün bir ağır sanayi lütfuydu bu kompleks!
Güzelim körfezi ve onun doğal yaşam döngüsünü, daha
sonraları da İskenderun’un hinterlandı olan kuzey
bölgesindeki çok verimli yerleşim yerlerindeki insanlarını
sağlık yönünden mahveden bir lütuf… Belki de belaların
önlemini almak gibi propagandaya uygun olmayan
önlemlerle hiçbir zaman ilgilenmeyen toplum önderlerinin
suçuydu başımıza gelenler. Bu eski teknolojili fabrika
hem yan sanayi ile, hem vasıfsız insanların şehre akışı
nedeniyle sosyal, kültürel, yaşamsal değer ve
mekânların havaya uçmasına neden oldu.
Değerler havaya uçtu
Şehirde liman yapılmıştı. Yollar yapılıyordu, binalar giderek
yükseliyor, önce hiçbir işe yaramaz denilen bataklık arazilerin
ardından çok verimli tarım arazileri yitip gidiyordu. Deniz
dolduruluyor, o yetmiyor, bir dalga daha dolduruluyordu. Şehrin tek
seyran yeri olan Pınarbaşı, önce kötü barınakları görüyordu. Bu bir
ilkesiz yerleşimdi. Sistemsizlikten doğmuş sistem doğuyordu:
Azgelişmiş ülkelerin politikacı, rantçı ve toplumsal değerleri kişisel
çıkar için kullanabilen fırsatçıları cirit atıyordu. Atıyorlar hâlâ. Onların
paraya çevirdikleri şeyleri biz ancak doğayı, toplum sağlığını, huzuru,
doğanın temizliğini kaybettikten sonra algılayabiliyoruz. Uyaranları
aşağılıyor, gözaltına alıyor, politikacıların alay konusu yapmalarına
alkış tutuyoruz. Her yerdeki gibi, yirmi ve yirmi birinci yüzyılın kent
planlayıcılığıyla ilgisi bulunmayan şehirlerine katlanmak zorundayız.
Bütün şehirlerin sınırları, göçenlerin alelacele çattıkları kulübelerin
çevresine kayıyor. Bu varoşlar on yıl içinde merkez olacaktır.
Nereden, ne üreterek para kazandıkları belli
olmayan rantiyeler o uzak yerleri ele
geçiriyor, toprağı daha büyük, daha
sağlam ve kunt binalarla örtüp şehirleri
rasgele büyütüyorlar. Şimdi artık göz
önüne alınacak tek değer, sahte
ekonomik değerdir… Uzak kıyılar,
bahçeler, bostanlar, tarım alanları,
tepeler, sonra dağlar… Hızla gettolaşıyor.
İskenderun her yere yengeç gibi yandan
bakıyor, Adana’ya, Amanoslar’ın
tepesine, Arsuz’a, Belen’e doğru
denizanası gibi yayılarak; zehirleyip
zehirlenerek büyüyor.
Eski mükemmeldi, demiyorum.
Yoksulluğu, kapalı toplum ve yaşam
düzenini savunmuyorum. Anılarımda
güzel diye hatırladığım birçok yerin yıkık,
yangın artığı sokaklarla, boşluklarda
çevrelendiğinin ayırdındayım.
Değer yargıları yönünden, insan çok
daha ön plandaydı dersem, doğrudur.
İnsanın doğa ile bağlantısı vardı ve bu,
sağlıklı yaşam için büyük bir güçtü.
Ancak, daha güvenli ve rahat yaşaması
için arzulanan teknolojik gelişme
beklentimize cevap vermedi. Teknoloji
hızla kendini “insan için” olmaktan
kopardı. İnsan mutluluğu amaç değildi,
bunu anlıyorduk. Bir şeyi daha
anlıyorduk: Kapitalizm bunu dile getirmiş
ama gerçekte öyle olmasını hiçbir zaman
düşünmemişti. İnsanın kendisi bile, pek
de anlam taşımayan bir araca
dönüştürüldü. Küresel dünyaya zorla
eklendik. O andan başlayarak artık
yerleşim yerlerinde insanların tercih
hakları kalmadı. Ülke özgürlüğü bir yalan.
Yönetime katkı yalan, seçimler yalan.
Toplum önderleri yalan… İnsanların
geleceği üstündeki bütün atraksiyonlar
daha iyi yaşamaları için değil. Güçlü olmak, bu gücü daha da
arttırmak için bir dayanak.
Anlamını ve önemini yitiren sokaktaki insan gitgide Aldous
Huxley’in GÜZEL YENİ DÜNYASI’ndaki İpsilon artık. En alt düzeyde
gereksinmeleri karşılanan, kendilerine verilen basit işleri yapan,
televizyonlarla, cep telefonlarıyla, reklamlarla ve büyükler için
masallarla uyuşturulan; kimlik, sorumluluk, yaratıcılık gibi
özgürleştirici birikim ve güçten nasipsiz, dar, yüksek, kapalı
mekânlarda biriktirilen canlılar…
Şehirlerin hepsi birbirinin aynı. Yol üstünde bir tabelada şehrin adı
yazmıyorsa, bilin ki, birbirinin kopyası diyeceğimiz beton
okyanusları, çevre yolları, anılarda kalmış özgünlüklerle... Tümü de,
hataları şablonla çoğaltılmış yanlış yerleşimlerdir.
Ne yapılabilir? Bayram yerleri, oyun yerleri, meydanları, bahçeleri,
ormanları betona dönmüş; dağları, tepeleri iktidarın çıkarcı
yandaşlarının fare gibi kemirdikleri taşocaklarıyla çalınmış; şehirlerin
en güzel türküsü olan çocuk sesleri dört yanı kapalı duvarlar
arasında boğulmuş; doğası kazılıp kürünmüş, kültürü, ortalarda
görünmeyen kişilerce yok edilip, yerine bedelli bedelsiz Franchaising
zevkleri konulup, beygir torbası gibi önümüze bağlanmış; tarımına,
üretimine, tüketimine, yiyeceğine, giyeceğine zehir karışmış şehir
denilen şu korkunç cangılları adam etmek olanaklı mıdır?
Umudum şu deyişte saklıdır: Keser döner sap döner / Gün gelir
hesap döner…
İnsanın doğayla
bağlantısı vardı
İskenderun
Amerikalılarla
iç içe olmaya
başladığımız
yıllarda kabuk
değiştirdi.
Marshall
yardımının
tadında hoşa
gitmeyen bir
şeyler vardı.
İpler fark
etmediğimiz
biçimde
elimizden
kaçtı.
‘
’
YARIN: AHMET ÖZER - TRABZON