20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Parkta oynayan çocuklara av tüfeğiyle ateş etti KARAMAN (AA) - Karaman’da parkta oyun oynayan bir çocuk, yaşlõ bir vatandaşõn aç- tõğõ ateş sonucu yaralandõ. Edinilen bilgiye göre, Yunus Kent Mahallesi’nde oturan Mehmet T. (71), evlerinin yanõndaki parkta oynayan çocuk- lara gürültü yaptõklarõ gerekçesiyle sinirlenerek, av tüfeğiyle evinden dõşarõ çõktõ. Silahõnõ çocuk- larõn üzerine çevirip bir el ateş eden Mehmet T, parkta oyun oynayan çocuklardan Hasan Y.’yi (15) bacağõndan yaraladõ. Karaman Devlet Has- tanesi’ne kaldõrõlan Yavuz, burada yapõlan ilk müdahalenin ardõndan Meram Tõp Fakültesi Hastanesi’ne sevk edildi. Av tüfeğiyle birlikte yakalanan Mehmet T. gözaltõna alõndõ. Maganda kutlaması: 1 yaralı SAMSUN (AA) - Samsun İlkadõm ilçe- sinde evinin balkonunda kahvaltõ yaptõğõ sõra- da kimliği belirsiz bir kişinin rasgele havaya açtõğõ atõş sonucu seken kurşunlardan biri ko- luna isabet eden G.A. (35) adlõ kadõn hafif şe- kilde yaralandõ. Hastaneye kaldõrõlan G.A. te- davi altõna alõndõ. Kadõköy Mahallesi’nde de yine kimliği belirsiz bir kişi tarafõndan taban- cayla rasgele açõlan ateş sonucu C.A.’ya (38) ait park halindeki 55 SC 805 plakalõ otomobi- lin arka camõna kurşun isabet etti. Polis bayra- mõ kutlamak için havaya ateş açtõklarõ sanõlan magandalarõ yakalamak için çalõşma başlattõ. Dönercide patlama: 1 ölü ANTALYA (AA) - Antalya Yeşilbahçe Mahallesi’nde bulunan Selahattin Akkaşoğlu’na ait Arzum Döner’de henüz belirlenemeyen bir nedenle patlama meydana geldi. Patlamada, işye- rinde usta olarak çalõşan İbrahim Özgün (53) ya- şamõnõ yitirdi. Patlamanõn ardõndan çõkan yangõn, itfaiye ekiplerinin müdahalesiyle söndürüldü. Patlamanõn geniş bir alanda duyulmasõ üzerine bomba imha uzmanlarõ da işyerinde inceleme yaptõ. Patlamanõn işyerindeki gaz kaçağõ so- nucu meydana gelmiş olabileceği belirtildi. Maganda kutlaması: 1 yaralı SAMSUN (AA) - Samsun İlkadõm ilçe- sinde evinin balkonunda kahvaltõ yaptõğõ sõra- da kimliği belirsiz bir kişinin rasgele havaya açtõğõ atõş sonucu seken kurşunlardan biri ko- luna isabet eden G.A. (35) adlõ kadõn hafif şe- kilde yaralandõ. Hastaneye kaldõrõlan G.A. te- davi altõna alõndõ. Kadõköy Mahallesi’nde de yine kimliği belirsiz bir kişi tarafõndan taban- cayla rasgele açõlan ateş sonucu C.A.’ya (38) ait park halindeki 55 SC 805 plakalõ otomobi- lin arka camõna kurşun isabet etti. Polis bayra- mõ kutlamak için havaya ateş açtõklarõ sanõlan magandalarõ yakalamak için çalõşma başlattõ. Uçakta yaşamını yitirdi İstanbul Haber Servisi - Ramazan Bay- ramõ dolayõsõyla akraba ziyaretinde bulunmak amacõyla Onur Air’in tarifeli seferiyle dün saat 15.40’ta Gaziantep’e gitmek üzere yakõnlarõy- la birlikte uçağa binen Kamile Bildirici (78), uçakta birden rahatsõzlandõ. Pankreas kanseri olduğu öğrenilen ve uçak kalkõşa hazõrlandõğõ sõrada hayatõnõ kaybeden Bildirici’nin cenaze- si, uçaktan alõnõp Adli Tõp Kurumu morguna kaldõrõldõ. Uçak yaklaşõk 40 dakikalõk gecik- meyle Gaziantep’e gitti. AYLA KUTLU Adana’dan gelirken, adõnõ İskenderun’dan alan körfezin doğu ucunda kuzey - güney yönlerine yerleşmiş, ince bir inci gerdanlõk gibiydi benim şehrimin görüntüsü. Sekiz dokuz yaşlarõndaydõm. Yõl 1947. Aylardan hazirandõ. Şehri ilk görüşüm, kõyõya iyice sokulmuş dağlarõn çevrelediği bu deniz tarafõndan değildi. Antakya yönünden güneyden geliyorduk. Eşyamõzõn yüklendiği kamyonun kasasõndaydõk. Amanoslar’õn sõk çam ormanlarõnõ geçmiş, Romalõlardan kalan Şekere köprüsünü aştõktan sonra önümüzde açõlan engin deniz ve elektrik õşõklarõnõn ateş böcekleri gibi par par parladõğõ aydõnlõk diyar olarak o anda âşõk olmuştum. Akşamõn büyüsüdür belki… Ama bu hep sürüp gidecek bir büyüydü. Şehir, iki bin beş yüz yaşlarõndaydõ. Bu topraklarda ilk insan yerleşimi kõrk bin yõldan bile önceydi. Sekiz dokuz yõllõk yaşamõm hep böylesi eski şehirlerde geçmişti. Körfezin bu doğu ucunun şehir olarak tarihi Büyük İskender’le başlamõş, onun adõnõn farklõ dillere yansõyarak uğradõğõ değişiklerle anõlmõştõ. Birkaç yõl daha önce kurulan İskenderiye’ye benzediği için, buraya Küçük İskenderiye anlamõna gelen Alexandrette adõ verilmişti. Tarihlere bu kayõt M.Ö üçyüzlü yõllarda giriyordu. Küçücük bir yerleşim yeri vardõ o zamanlar, Myrandos’tu adõ. Ama şimdiki şehrin neresine düşerdi hâlâ bilmem. Mutlaka başlangõcõ nefis deniz ürünlerinin farkõna varan Fenikeli balõkçõlarõn kurduklarõ ilkel balõkçõ barõnaklarõna dayanõyordu. Küçük ve tertemizdi Büyük İskender ile Darius kuvvetleri arasõnda Misis yakõnlarõnda yapõlan Birinci İssos savaşõnda yenilen Darius güçleri kurtulmak için güneye denize doğru kaçmõş, ardõndan gelen İskender ordularõna daha toparlanamadan yakalanmõştõ. Pers ordusundan arta kalanlar şehrimin bugün tam ortalarõnda kalan; o günlerde ve iki bin yõl sonrasõnda da bataklõk olan mekânda yapõlan İkinci İssos savaşõyla batağa gömülmüş, eriyip yitmişti. 1947 yõlõnda geldiğimiz İskenderun küçük ve tertemiz bir şehirdi. Cumhuriyet meydanõnda küçük ama, eşsiz bitkilerle süslenmiş bir parkõ, çok büyük çoğunluğu Fransõzlar döneminde yapõlmõş güzel, görkemli ve yeterli yapõlarõ vardõ. Kaymakamlõk, Postane, Halkevi, Sağlõk Ocağõ, ilkokullar, Şehir Kütüphanesi, orduya ait yapõlar, albenili karakollar(!) kulüpler, banka binalarõ, o tarihte günlük ve bazõlarõ haftada üç kez çõkan toplam yedi gazete, et ve balõk hali, geceleri 23.00’e kadar şõkõr şõkõr aydõnlatõlan cadde ve sokaklar, şortlu, bisikletli genç kõzlar ve delikanlõlar, kapõlarõ ardõna kadar açõk evler, birbirleriyle hemen kaynaşõveren komşular, deniz kõyõsõ ahbaplõklarõ, komşu hakkõ diye bedelsiz ikram edilen ürünler, üretimler: Portakal, limon, koruk, üzüm, pekmez, tahin, nar ekşisi, hatta tadõmlõk denilerek sunulan bakraç dolusu zeytinyağõ, bahçesiz evlerin çamaşõrlarõnõ istedikleri komşuda kurutma hakkõ… Hiçbir kapõ kilitli değildi. Çocukluğumda kapõsõ çalõnan bir ev hatõrlamõyorum. Kapõ, sokaktan daha özel bir yaşam yeri olduğunu hatõrlatmak için itilmesi gereken bir gereçti yalnõzca. Öylesine anahtarsõz ve kilitsiz yaşanõrdõ ki, bir başka şehre gidilecekse, anahtar ancak aranõnca bulunan bir nesne olarak görünürdü. Çocukların bayram yerleri Çarşamba günleri ünlü Yenişehir Karakolu’nun elli, yüz metre kadar ötesindeki yemyeşil çayõrlõkta verilen bando konserleri… Sekiz, dokuz, on yaşlarõmõzõn ilk klasik müzikle tanõşmasõ. Çoğumuzun evinde radyo bile yok... Strauss valsleri, Mozart, Beethoven, Schubert şarkõ ve marşlarõ… Herhalde pek iyi icralar sayõlmazdõ ama bir de çocuklarõn itilip kakõldõğõ resmi törenler dõşõnda oluşu düşünmeli. Onlarõ dinleyici olarak kabullenen mantõk… Aynõ yeşilliğe yakõn meydanda sõk sõk gösteri yapmaya gelen cambazlar… İnsanõn kõvrak bedenini, güç ve cesaretini alkõşlarla karşõlayõşõmõz… Bayram yerleri …Bayram yerleri ortadan kalkõnca çocuklara özgü şenlikli eğlence ortamõ denen şey ve bayrama duyulan özlem de kaybolup gitti. Halka açõk çocuk bahçeleri bu sevinci yaratamadõ. Çünkü çocuk bahçeleri büyüklerin iradesine bağlõ yerlerdir. Onlarõn istediği kadar süre, onlarõn istediği oyunlar, ve onlarõn istediği kadar süreyle eğlenmeniz beklenen yerler.. 1951 yõlõnda Pac meydanõnõn denize yakõn köşesinde büyük bir bahçede açõlan ilk çocuk bahçesinin kapõsõnõn önünde yõğõlmõş içeri, büyük salõncaklara, tahterevalliye, kum havuzuna bakõyorduk. İçeri çağõran bekçilere güvenemiyorduk. Para isterlerse? Bizi salõncağõn tepesinde yakalayõp, uçlanõn bakalõm bahşişi derlerse? Çocuklarõn yaşamõndaki şeyler basitti belki ama, her şey parasõzdõ. Zaten paralõ olsa, hayatõn içinde yer alamazdõk, dünyadan uzak, apartmanlarõn içine tõkõlõrdõk. On yõl sonra doğan çocuklar böyle yaşadõlar. CMYB C M Y B 11 EYLÜL 2010 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 HAYAL ve GERÇEK KÜRŞAT BAŞAR Ne Değişir? Anayasa tartışmaları o boyutlarda sürüyor ki insan, acaba bugüne kadar başımıza gelenler hep bu anayasa yüzünden miymiş, demek biz bunu hafife almışız diye düşünüyor. Ama tabii merak etmeden duramıyorum. Örneğin anayasamızda, “işkence serbesttir, işkence yapanlara madalya verilir,” gibi bir madde var mıydı? Bu maddeye dayanarak mı yıllarca işkence yapıldı ve Türkiye uluslararası platformlarda suçlu duruma düştü? Örneğin anayasada, “devleti yönetenler kafasına göre istediğini dinleyebilir, birini potansiyel suçlu ilan edip onu izleyebilir, sonra da başına her türlü çorabı örebilir,” diye bir madde mi var? Ya da, “ülkemizde başbakan, bakan, bürokrat, belediye başkanı gibi yüksek görevler almış kişilerin çocukları da yüksek görevli sayılırlar, bunlara devlet imkânları açılıp bir an önce zengin edilmelidir,” türünden bir ibare mi vardı anayasada? Bu maddeye dayanarak mı yıllardır her iktidara gelenin etrafı zeki, işbitirici, girişimci insanlarla doluyor bir anda? Anayasada, “yolsuzluk yapmak serbesttir ve yolsuzluk yapan devlet görevlileri, siyasiler, anayasayla güvence altına alınmıştır,” maddesi mi var örneğin? Anayasa, devletin seçilmiş veya atanmış yöneticilerinin, halkın geri kalanından üstün bir sınıf olduğunu, bunların halka hizmetle değil eziyetle görevli olduğunu filan mı yazıyor yıllardır? İnsanlar arasında fırsat eşitliği olması gerekir maddesi var mı bütün anayasalarda? Devletin kişilik haklarını, özel hayatı güvence altına alması gibi bir görevi var mı? Peki, bunlar anayasada vardı da, gerçekte var mı? Bu nedenle bütün bu anayasa tartışmalarının teorik mükemmelliği beni fazla etkilemedi. Türkiye’de güç, iktidar ve para kimdeyse onun istediğinin olduğu, devletin en temel kurumlarının bir anda o iktidarın emir ve komutasına girdiği sanki bilinmeyen bir şeymiş, sanki bütün bunlar darbe anayasasıyla yapılmış gibi konuşulması da beni sadece güldürdü. Evet’leriniz de hayır’larınız da hayırlı uğurlu olsun. [email protected] Bayram yerleri, bahçeleri, ormanlarõ betona dönmüş, tarõmõna, yiyeceğine zehir karõşmõş İskenderun’un Zehirlenip zehirleyerek büyüyen kent Bir şark pazarıydı hayat. Herkesin herkese işi düşebileceğinden yardımlaşma büyük boyutlardaydı. Örneğin annem hiç aklından geçirmediği bir etkinliğin uzmanı sayılırdı: Sokağımızdaki hem hoş, hem de en çok gezip görmüş bir kadın olarak mangalda ısıtılan saç maşasıyla sokağımızın ve meydanımıza açılan bütün komşu sokakların kızlarının nişan, düğün ve 23 Nisan gösterilerindeki küçüklerin başlarını yapardı. Paranın az olduğu, az kullanıldığı o dönemlerde imecenin boyutları gereksinmenin karşılanmasında biterdi. Evimizin geniş salonu yüzünden nişan, mevlüt, düğün, sünnet törenleri neredeyse haftada bir evimizde yapılırdı. Bunun için, haber vermek yeterliydi. Bu toplantıların ardında kalan kirin pasın temizlenmesi işi – zaten yorgun olan – düğün sahiplerinden beklenmez, her bir komşu görevi paylaşırdı. Hoşnutsuzluk artıyor... Bugün, taşıt ve küçük esnafın işyerleriyle dolu olan Pac meydanı belediye sınırları içindeki son yerdi. Antakya yolu burada şehre bağlanırdı. Fransızların yaptığı, daha yapım başlarken çınarlarla ağaçlandırdığı, zakkum fidanlarıyla doldurdukları yol, çok güzeldi. Hâlâ anılarımda yaşayan o güzelliğin kalıntıları Topboğazı; Antakya arasında zaman zaman görünür ve bugünkü kuşakları bile heyecanlandırır. İskenderun’da bu yoldan çok kısa bir yer kaldı. Bütün vahşi tahribatımıza karşın hâlâ çok güzel. Hiçbir yapının olmadığı dümdüz, bomboş, geniş arazi, daha eskilerde seyran yeri; şimdilerde yemyeşil zehir akıtan Güzün deresi ise gümrah bir akarsu imiş. Ben görmedim. İki-üç saat yürürseniz şehrin dışındaki istasyondan başlayıp şehrin ortasını geçer, deniz kıyısı boyunca sıralanmış bütün binaları, lokantaları, plajları ile 13 bin nüfuslu (bizlere göre büyük bir şehri) tanımış olurdunuz. Şehir, Amerikalılarla iç içe olmaya başladığımız ellili yıllarda, geleneksel el sanatlarıyla ve yalnızca kendi halkının ve çok yakın çevrenin gereksinmelerini karşılayan üretimiyle; handiyse ortaçağdan kaldığı söylenebilecek yapısını değiştirmeye başladı. Bu gelişmeden halk yararlı çıkacaktı ve doğrusu, hoşa giden bir durumdu. Marshall yardımı başlamıştı. Bunu yan ardılları izleyecek, zengin toplumdan yoksul toplumlara aktarılan ürün fazlaları ağız tadımızdan sokaklarımıza, tarımımıza ve teknolojik hamlelerimize (!) kadar kolaylık sağlayacaktı. Hoşnut olduğumuzu siyasiler söylüyordu. Emperyalist ülkelerin bombardıman gibi yağan hazır haberlerini yayımlayarak yorulmaktan kurtulan basın da destekliyordu… Bunlar iyiydi de… Yardımın tadında hoşa gitmeyen şeyler vardı ve hoşnutsuzluğumuzu giderek arttırıyordu. Ne var ki, ipler elimizden kaçıyor, sel yatağında çırpınır ama bir şey yapamaz halde, bizi nehir yatağında sürüklenir gibi vahşi kapitalizm batağında sürüklüyordu. Bizi ve şehirlerimizi. Dahası, altı ve üstüyle insanı ve doğasıyla bütün ülkeyi …İpler fark etmediğimiz biçimde elimizden kaçmıştı. Bu koşullara uyum sağlayan olur muydu acaba? Olurdu, giderek sayıları çoğalacak, yerleşimler büyüyecek, her şey onları dışardan alan, getiren, işbirliği yapan, emirleri yerine getiren tüzel ve özel kişilerce, kurumlarca yönlendirilecekti. Güzelim körfezi mahveden lütuf Öte yandan plansız programsız bir sonuç daha vardı ki, bunun önünde en güçlüler bile duramıyordu: Bu göç olgusuydu. Öteden beri küçük işletmeleri, limanı, zengin doğası yüzünden yoksulları çeken İskenderun’un kimliğini hoyratça yok eden bir sanayi kompleksi kuruldu: Demir Çelik… O zamanki Sovyetler Birliğinin ne anlamlı, ne özgün bir ağır sanayi lütfuydu bu kompleks! Güzelim körfezi ve onun doğal yaşam döngüsünü, daha sonraları da İskenderun’un hinterlandı olan kuzey bölgesindeki çok verimli yerleşim yerlerindeki insanlarını sağlık yönünden mahveden bir lütuf… Belki de belaların önlemini almak gibi propagandaya uygun olmayan önlemlerle hiçbir zaman ilgilenmeyen toplum önderlerinin suçuydu başımıza gelenler. Bu eski teknolojili fabrika hem yan sanayi ile, hem vasıfsız insanların şehre akışı nedeniyle sosyal, kültürel, yaşamsal değer ve mekânların havaya uçmasına neden oldu. Değerler havaya uçtu Şehirde liman yapılmıştı. Yollar yapılıyordu, binalar giderek yükseliyor, önce hiçbir işe yaramaz denilen bataklık arazilerin ardından çok verimli tarım arazileri yitip gidiyordu. Deniz dolduruluyor, o yetmiyor, bir dalga daha dolduruluyordu. Şehrin tek seyran yeri olan Pınarbaşı, önce kötü barınakları görüyordu. Bu bir ilkesiz yerleşimdi. Sistemsizlikten doğmuş sistem doğuyordu: Azgelişmiş ülkelerin politikacı, rantçı ve toplumsal değerleri kişisel çıkar için kullanabilen fırsatçıları cirit atıyordu. Atıyorlar hâlâ. Onların paraya çevirdikleri şeyleri biz ancak doğayı, toplum sağlığını, huzuru, doğanın temizliğini kaybettikten sonra algılayabiliyoruz. Uyaranları aşağılıyor, gözaltına alıyor, politikacıların alay konusu yapmalarına alkış tutuyoruz. Her yerdeki gibi, yirmi ve yirmi birinci yüzyılın kent planlayıcılığıyla ilgisi bulunmayan şehirlerine katlanmak zorundayız. Bütün şehirlerin sınırları, göçenlerin alelacele çattıkları kulübelerin çevresine kayıyor. Bu varoşlar on yıl içinde merkez olacaktır. Nereden, ne üreterek para kazandıkları belli olmayan rantiyeler o uzak yerleri ele geçiriyor, toprağı daha büyük, daha sağlam ve kunt binalarla örtüp şehirleri rasgele büyütüyorlar. Şimdi artık göz önüne alınacak tek değer, sahte ekonomik değerdir… Uzak kıyılar, bahçeler, bostanlar, tarım alanları, tepeler, sonra dağlar… Hızla gettolaşıyor. İskenderun her yere yengeç gibi yandan bakıyor, Adana’ya, Amanoslar’ın tepesine, Arsuz’a, Belen’e doğru denizanası gibi yayılarak; zehirleyip zehirlenerek büyüyor. Eski mükemmeldi, demiyorum. Yoksulluğu, kapalı toplum ve yaşam düzenini savunmuyorum. Anılarımda güzel diye hatırladığım birçok yerin yıkık, yangın artığı sokaklarla, boşluklarda çevrelendiğinin ayırdındayım. Değer yargıları yönünden, insan çok daha ön plandaydı dersem, doğrudur. İnsanın doğa ile bağlantısı vardı ve bu, sağlıklı yaşam için büyük bir güçtü. Ancak, daha güvenli ve rahat yaşaması için arzulanan teknolojik gelişme beklentimize cevap vermedi. Teknoloji hızla kendini “insan için” olmaktan kopardı. İnsan mutluluğu amaç değildi, bunu anlıyorduk. Bir şeyi daha anlıyorduk: Kapitalizm bunu dile getirmiş ama gerçekte öyle olmasını hiçbir zaman düşünmemişti. İnsanın kendisi bile, pek de anlam taşımayan bir araca dönüştürüldü. Küresel dünyaya zorla eklendik. O andan başlayarak artık yerleşim yerlerinde insanların tercih hakları kalmadı. Ülke özgürlüğü bir yalan. Yönetime katkı yalan, seçimler yalan. Toplum önderleri yalan… İnsanların geleceği üstündeki bütün atraksiyonlar daha iyi yaşamaları için değil. Güçlü olmak, bu gücü daha da arttırmak için bir dayanak. Anlamını ve önemini yitiren sokaktaki insan gitgide Aldous Huxley’in GÜZEL YENİ DÜNYASI’ndaki İpsilon artık. En alt düzeyde gereksinmeleri karşılanan, kendilerine verilen basit işleri yapan, televizyonlarla, cep telefonlarıyla, reklamlarla ve büyükler için masallarla uyuşturulan; kimlik, sorumluluk, yaratıcılık gibi özgürleştirici birikim ve güçten nasipsiz, dar, yüksek, kapalı mekânlarda biriktirilen canlılar… Şehirlerin hepsi birbirinin aynı. Yol üstünde bir tabelada şehrin adı yazmıyorsa, bilin ki, birbirinin kopyası diyeceğimiz beton okyanusları, çevre yolları, anılarda kalmış özgünlüklerle... Tümü de, hataları şablonla çoğaltılmış yanlış yerleşimlerdir. Ne yapılabilir? Bayram yerleri, oyun yerleri, meydanları, bahçeleri, ormanları betona dönmüş; dağları, tepeleri iktidarın çıkarcı yandaşlarının fare gibi kemirdikleri taşocaklarıyla çalınmış; şehirlerin en güzel türküsü olan çocuk sesleri dört yanı kapalı duvarlar arasında boğulmuş; doğası kazılıp kürünmüş, kültürü, ortalarda görünmeyen kişilerce yok edilip, yerine bedelli bedelsiz Franchaising zevkleri konulup, beygir torbası gibi önümüze bağlanmış; tarımına, üretimine, tüketimine, yiyeceğine, giyeceğine zehir karışmış şehir denilen şu korkunç cangılları adam etmek olanaklı mıdır? Umudum şu deyişte saklıdır: Keser döner sap döner / Gün gelir hesap döner… İnsanın doğayla bağlantısı vardı İskenderun Amerikalılarla iç içe olmaya başladığımız yıllarda kabuk değiştirdi. Marshall yardımının tadında hoşa gitmeyen bir şeyler vardı. İpler fark etmediğimiz biçimde elimizden kaçtı. ‘ ’ YARIN: AHMET ÖZER - TRABZON
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle