29 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 7 TEMMUZ 2010 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ÖYLE anlaşılıyor ki, Güneydoğu’daki 150 kilometrelik o sınır daha bir süre hepimizi sinirlendirmeye devam edecek. Şehit haberleri geldikçe, geçersiz çözümler önerildikçe. Sinirlendirici son öneri, Sayın Gül’ün başkanlığında yapılan son toplantının ürünü. Bu başkanlıkla alınan bütün kararlar gibi, sorunun temeline inmeyen, yatıştırıcı önlemler ve boş sözlerle kriz ertelemeye yarayan. Neymiş, o belalı sınırı bundan böyle “beş bin” mevcutlu profesyonel bir “tim” koruyacakmış. Onca kalabalık “tim” ne demekse. Tim, “birkaç kişilik takım” demek değil miydi? Daha yüzlerce şehit mi verilecek? İtiraf edelim ki, çözümsüzlüğün temelinde bütün cumhuriyet iktidarlarının başarısızlığı yatmaktadır. Baltık ülkelerinden birinin emekli generaline kurnaz İngiliz diplomatlarınca Brüksel’de çizdirilen o sınır, beş bin değil beş yüz bin askerle de etkili biçimde korunacak gibi değildir. Kısacası, Türk diplomasisi Hatay’da Fransa’ya karşı gösterdiği başarıyı Irak’ta Mütareke ihlalcisi İngiltere’ye karşı gösterememiştir. Elimizde çok güçlü kozlar olduğu halde. 1990’dan beri Irak’ın kaderine hükmeden Londra-Vaşington-Tel Aviv üçlüsü ve onların kuklası Barzani Kürtleri sınırın güneyindeki topraklarda “bağımsız” bir Kürt devleti kurmak istemiyorlar mı? Ankara da, geleceği düşünerek, baştan beri buna karşı değil mi? Dolayısıyla, Türkiye şimdiki sınır akla yakın bir çizgiye kaydırılmadıkça ve bu konuda anlaşma olmadıkça böyle bir Kürt devletine itirazını sürdüreceğini açıklasa, buna kim ne diyebilir? Sınır çizilirken İsmet Paşa’nın önerdiği bir plebisitle görüş bile verememiş ve o topraklar için vaktinde hiç kan akıtmamış olan Irak Kürtleri mi? Ankara bu sorunu “stratejik” dediği sözde müttefiklerine açmaktan ve haklı bir dava olarak devletler arası arenaya çıkarmaktan niçin çekinmektedir? “Sıfır sorunlu diplomasi”, dünyaya nizam vermeye kalkmadan önce kendi eteğini toparlayabilmek değil midir? Yıllardır Amerikalılarca sürdürülen oyalama taktiklerinin, boşa çıkan istihbarat vaatlerinin aldatıcılığı daha ne kadar sürecek? İlk Irak istilasında ABD’nin kendine yakın beş bin Kürt ailesini Pasifik’teki Guam adasına götürüp içlerinden sonraki istila için Amerikalılaşmış unsurlar yetiştirdiği unutuldu mu? Hepsi birden Cevat Fehmi’nin “Harputta Bir Amerikalı”sını oynamaya gelmiş olamaz. Üstelik, istenecek olan, dibi yeraltı kaynaklarıyla dolu ve üstü turizm cenneti olabilecek İsviçre Alpleriyle örtülü bir toprak parçası da değil. İstenen, vaktiyle “Vatan bir bütündür, parçalanamaz” diye diye ant içerken meymenetsiz bir diplomasi tuzağıyla elden çıkan ve uğruna her gün fidan gibi gençler feda edilen bir sınırın düzeltilmesidir. Türkiye Cumhuriyeti bunu başaramayacak da neyi başaracak? AÇI MÜMTAZ SOYSAL Sınırın Siniri PENCERE Ne Kürtçüyüz, Ne Türkçü, Ne de Nazi... “Nazi”, Almanca “national sozialist”in kısaltılmışı. Daha yaygın kullanımıyla faşist sözcüğünün anlamdaşı. Ne var ki Alman nazizmiyle İtalyan faşizmi arasında da ayrımlar bulunuyor. Şimdi bu girdi çıktıları ele almak işi uzatır. Ben konuya bir başka yerden girmek istiyorum; yazının başlığını koyarken önce şöyle yazmayı düşünmüştüm: Ne Kürtçüyüz, ne Türkçü, ne de Almancı... Ancak sözcüklerin serüveni ilginçtir. Bir sözcük doğar, büyür, gelişir, zenginleşir ya da yoksullaşır. Anadolu’dan kalkıp gurbete giden emekçimize “Almancı” adı takılmadı mı!.. Demek ki “Türkçü” ile “Almancı” aynı anlamı vurgulamıyor. Nazi’ye gelince, daha yaygın bir kapsamı var, Nazi yalnız Alman’dan olmaz ki; Türk’ten, İtalyan’dan, Kürt’ten, Arnavut’tan da çıkar. Nitekim çıkıyor... Daha önce bu köşede yazmıştım; ama deneyimle saptanmıştır ki bir kez yazmak yetmiyor... Yineleyeyim: Türk olmak başka, Türkçü olmak başka... Kürt olmak başka, Kürtçü olmak başka... Türklerde milliyetçilik bilinci 20’nci yüzyılın başında yalazlandı... Ateş, yürekleri öylesine dağladı ki çarçabuk Türkçülüğe kaydık; Mehmet Emin Yurdakul ne diyordu: Ben bir Türküm dinim cinsim uludur, Sinem özüm ateş ile doludur. Turan’ı fethetmek, Pantürkizmi amaçlamak; hep o ateşin körüklediği atılımlardır. Ama Atatürk, Türkçülüğe karşı çıktı, Türkçülük ideolojisinin yuvalarını oluşturan “Türkocağı” örgütünü kapattı, şubelerine kilit vurdu, Halkevi’ni kurdu. 1911’den başlayarak 11 yıl iç ve dış savaşla kurulan Cumhuriyet Türkiyesi’nde barışa özlem vardı, “Anadoluculuk” nemize yetmiyordu?.. Ancak milliyetçiliği çağdaş anlamıyla özümsemek; nazizmden, faşizmden, ırkçılıktan bağımsızlaştırmak kolay değil... Kolay olmadığını bugünkü Almanya’da bile görüyoruz; Goethe’nin, Beethoven’in, Kant’ın torunları, nasyonal sosyalizmin bayrağını yine dalgalandırmıyorlar mı? Kürtlerin, 1990’lar Türkiyesi’nde kimlik arayışını da Kürtçülükten ayırmak gerek. Çünkü Kürt halkı acı çekti, ezildi, horlandı, kültürünü işlemek olanaklarından yoksun bırakıldı; elbette tepkileri de sert olacak, kimilerini savuracaktır; şimdi bir Kürt çıkıp da Mehmet Emin’in dizelerini kullanırsa: Ben bir Kürdüm, dinim cinsim uludur, Sinem özüm ateş ile doludur. Ne diyebilirsiniz? Denecek şey şu: - Aman kardeşim, sende milliyetçilik duyguları yeni parlıyor. Bu, en tehlikeli dönemdir. Türkler, yüreklerindeki ateşle Orta Asya’ya kendilerini vurdular, büyük düş kırıklığına uğradılar. Sakın düşlemler peşinde koşma!.. Milliyetçiliğini sınıfsal bilincin süzgecinden geçiremezsen, Anadolu halkını birbirine kırdırmak isteyen emperyalizmin tuzaklarına düşersin... Dinler mi Kürt kardeşimiz? Anadolu’daki çelişkiyi sosyalizmin sermaye- emek bilincine oturtmak istedin mi, Kürtlerin değil, ama Kürtçülerin tepkileri birdenbire sertleşiyor... Canları sağ olsun... Naziye, faşiste, ırkçıya, şovene her yerde karşı çıkmak insanlık borcu... Çağdaşlık yasası... Almanya’da, Anadolu’da, Irak’ta veya bir başka yerde fark etmez; Nazi hangi din ve milliyetten olursa olsun, fark etmez; zaman ve mekân değişik olabilir... Yine fark etmez. Meşrutiyet’te yalnız Türkçüler yok, başka şairler de var, Fikret ne diyor: Vatanım ruy-i zemin.. Milletim nev-i beşer... (30 Kasım 1992 tarihli yazısı) T ürkiye’nin içine düşürül- düğü durum, bu sayfalar- da yõllardõr anlatõlõyor. Her olay Türkiye’nin emperya- list güçlere biat etmiş bağõmlõ bir ülke olduğunu gösteriyor. Kimilerinin Türkiye’yi geri kalmõş bir ülke görmeleri ise yanlõş. Her ülkede üst düzeye erişmişler olduğu gibi, erişe- memişlerin de olduğu kesin. Bi- zim sorunumuzun erişememiş olanlarõn çoğunlukta olmasõ. Fa- kat her düzeyde iş becerme ye- teneğimiz ile varõlmõş olan ba- şarõlar, yapõcõ bir toplum oldu- ğumuzun da kanõtõ. Yönetimle- rimizin bizi devamlõ köstekle- mesine rağmen, son otuz-kõrk yõlda, gerek şehirden gerek köy- den gelen genç kuşağõmõzõn ya- ratõcõlõğõ ve yapmõş olduğu ham- le küçümsenemez. Hele bu ba- şarõlarõn en olumsuz ortamlarda gerçekleşmiş olmasõ, bizim her koşulda uyum sağlayabilmemi- zin göstergesi. Yapmõş olduğu- muz atõlõm bütün dünyanõn bi- lincinde. Batõ bizi bizden daha iyi tanõyor ve gelişmemizi önlemek için her türlü engellemelere baş- vuruyor. Çağdaş bir yönetim ile varabileceğimiz yer, onlarõ kor- kutuyor. Sorunumuz, temelimizin em- peryalistler ve yandaşlarõ tara- fõndan çürütülmesine, sessiz ço- ğunluğun gösterdiği atalettir. Her geçen günün, geriye dönüş yolunu uzattõğõnõ ve zorlaştõrdõ- ğõnõ, hatta kanlõ bir karmaşaya sürüklemekte olduğunu, görme- mezlikten gelmektir. Biz yaratõcõyõz, çalõşkanõz ve çağdaş girişimler yapmak yete- neklerine sahibiz. Fakat bu var- lõklarõmõzõ koruyabilmek için ge- rektiğinde bir araya gelmiyoruz. Birleşememenin Bedeli! Turgut A. KARABEKİR /Yazar [email protected] Arkası 8. Sayfada
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle