25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 6 TEMMUZ 2010 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL ‘Cumhuriyet’ Ne Olacak? PENCERE Yaşar Kemal... Hemite köyünden Mehmet Cömert: - “Bak” demiş, Cumhuriyet muhabiri Zafer Aknar’a, “Bu Ceyhan nehri deniz gibi değil mi? Ama insan hırsını ve intikamını önleyemedi. Şu camide öldürdüler Yaşar’ın babasını, hem namaz kılarken, sırtından hançerlediler, adam nehri geçmiş de gelmiş...” Ceyhan deniz gibi, değil mi? Sıradan insanın bakışında Ceyhan çamurlu bir akarsudur, şiir devreye girdi mi, iş değişir, nehir denizleşir, hırs ve intikam kulaçlar dalgaları, köpüklenip camiye girer, Göğceli Yaşar Kemal’in babasını namaz kılarken hançerler. Hemite, Yaşar Kemal’i destanlaştırmış... Halk, bilir söyleyeceğini... Adana’da İstasyon Caddesi. Halkevinin önünde yürüyen bir adamı karşı kaldırımdan gösterdiler: - Kim bu? - Abidin Dino... İkinci Dünya Savaşı yılları; Abidin Dino sürgün Adana’da; Yaşar Kemal öğrenci, kimi zaman edebiyat öğretmeni Arif Nihat Asya’ya takılıyor; hoca öğrencileriyle içiyor, geceyarısı bizim evin kapısına dayanıyorlar. Yaşar Kemal, destan ve şiir vurgunu, halkevi kültür yuvası. Zamanın iktidarı “Dünya Klasiklerinden Tercümeler”i yayımlıyor. O sırada Türkiye’de bu işi üstlenecek özel sektör yok. Çünkü okur yok, satış yok, kâr yok. Anadolu halkını dünya edebiyatıyla “Kemalist yönetim” tanıştırıyor; kültür devrimini yaşıyoruz; “Aydınlanma”nın Adana’ya yansıması daha başka nasıl olabilir? Hemite köyünden Göğceli; Tolstoy’la, Puşkin’le, Gogol’le tanışıyor ve de Abidin Dino’yla... Hemite köyü, Ceyhan, Çukurova, Adana!.. Ceyhan bir nehir değil, deniz; sıcak, sıcak değil, sarı sıcak; at, at değil, küheylan; insan, insan değil, korku, sevgi, sevda, kin, hırs; yaşam, yaşam değil destan; doğa, doğa değil, evren; Samanuğrusu, uzayda değil yerde; Kutupyıldızı, Moskova’da değil, Adana’da; bulut, gökte değil, Yaşar Kemal’in avucunun içinde; kuş, havada değil, Göğceli’nin yüreğinde kanat çırpıyor, gönlüne konuyor; Çukurova’da at bitti, cerenin sütü kesildi, kö- pek uludu, sazlık kurudu, traktör toprağı sürdü, kamyon tozu dumana kattı, beyler ağalar güzel kısraklarına binip rahvanla yola düştüler, kapitalizm Adana’ya Allah’ına kadar girdi, Hemite köyü büyüdü, Türkiye’ye sığamadı, Göğceli Batı’nın kırk başkentinde kitapçı vitrinlerine bağdaş kurdu, masal anlatıyor... Homeros’un iki gözü kördü, üç bin yılın ötesinden bize bakıyor, sesini şiirini duyuruyor, biz ise bakar körüz; 1992 yılının TÜYAP Kitap Fuarı Yaşar Kemal’i onur konuğu yaparken, kitap toplatmak için polis görevlendiriyoruz. Yaşar Kemal’i düşünüyorum... Soruyorum: - Eğer, Batı’nın kırk başkentindeki kitapçı vitrinlerinde romanları sergilenmeseydi, biz Hemiteli Göğceli’yi bağrımıza basar mıydık? Sanmıyorum... 12 Eylül’de hızla faşistleşen devlet düzenimiz bir yana, görgüsüz burjuvamızla, uçuk sanat çevrelerimizle, burnundan kıl aldırmayan kimi yazarımızla, Yaşar Kemal’in değerini eleştiri dünyamızda hakçasına tartıp, ölçüp, benimseyemezdik; Hemiteli Yaşar, dışarıdan içeriyi kuşatıp, sınır ötelerinden gelerek kendini Türkiye’ye kabul ettirdi. Bu ayıp bize yeter... Köyden çıkmış yazarlara burun kıvırmayı marifet sayanlarımıza ders olsun. Adana’da Tepebağ Ortaokulu’ndan sınıf arkadaşım Kör Sefa’nın iki gözü de havada uçan kuşu sektirmez. Yaşar Kemal, geçenlerde Sefa’ya bakıp dedi ki: - Lan, senin iki gözün de görüyor, adını köre çıkarmışlar, nedir bu işin esası? Sefa ne dedi, anımsamıyorum; ama bakmakla görmeyi, görmekle algılamayı ayrımsamak gerekir. Yaşar Kemal artık aramızda mitoloji kitabından çıkmış gibi do- laşıyor; yaşamı roman, romanı yaşam, yüreği mangal, ateşini duyumsamak için küllerini eşelemeye gerek yok... Her zaman sımsıcaktır yüreği... (13 Kasım 1992 tarihli yazısı) K õrklareli Valisi, bir toplantõda, si- yasal yaşama ve ulusal kültüre iliş- kin yüksek fikirlerini(!) açõklamõş. Toplantõ öyle kahvehane sohbeti gi- bi bir şey değil, Fethullah adõyla bilinen va- iz efendinin onur başkanõ olduğu bir kurulu- şun yüksek düzeyde ilim(!) toplantõsõ. Katõ- lõmcõlar da herhalde yüksek bilim dünyasõnõn seçkin elemanlarõ olmalõ! Vali beyin yüksek düzeyde “mütalatını” itirazsõz dinledikleri- ne göre, bu kalitenin var olduğu anlaşõlõyor. Vali paşanõn öğrenim düzeyi belli değil. Acaba birçok meslektaşlarõ gibi “mülkiye menşeli” mi? Bilmiyorum. Ama yaşõ hakkõnda bir tahminde bulunabilirim: Halen devlet me- muru olarak faal görevde bulunduğuna göre, yaşõ emeklilik yaşõndan aşağõ olacak; yani he- nüz 65 yaşõna varmõş değil! Yaş konusunda tahmin yürütmemin sebebi şu: Kendisi, DP ik- tidara geldiğinde (1950), “DP derhal CHP’yi kapatıp İsmet Paşa’yı da siyaset dışı bir kö- şeye koymalıydı” demiş. Yaşõna göre, bu, he- nüz doğmadõğõ ya da bebeklik çağõnda emek- lediği bir döneme ait dâhiyane bir tespit ve öneri değil mi? Dâhiyane ‘teori ve öneriler’ O döneme ait somut bir bilgisi olamaya- cağõna göre, bu çözümü “hatiften gelen ses- lere ve ilhamlara göre” imal ediyor her- halde. O zamanki güç dengelerini, kimin gü- cünün kimi siyaset alanõnõn dõşõna itebile- ceğini; bu konuda “rafa koymayı önerdi- ği” İsmet Paşa’nõn dirayetli tutumu ve di- rencinin geçiş döneminin sõkõntõlarõnõ nasõl önlediğini bilmesine imkân yok. Sonra sõradan bir şeyler okuyup kendine göre dâhiyane “teori ve öneriler” geliştir- miş anlaşõlan. Alõn size elektriksiz köye, kamyonun şoför mahalline oturup buzdolabõ tevziatõ hizmetine katõlan “zamane valisi” gibi bir Cumhuriyet valisi örneği daha. Trak- ya’daki makamõndan kalkõp Abant’a gele- rek bu cevherlerini yumurtlama zahmetine katlanmõş. Ne fedakârlõk! Bayat bir iddia Cumhuriyetle kavgasõ olan başkalarõ gibi, va- li beyin de bir derdi daha var: Yazı dili ola- rak Latin harflerinin kabulüne “bozulu- yor!” 1920’den sonra (Türkçe abecenin kabul yõlõ 1920 değil, 1927’dir!) bu yüzden “kültür kaynaklarımızla irtibatımız kesilmiş!” Bu çok bayat bir iddiadõr. Kesilen filan bir şey yok- tur aslõnda. Sorun Arap alfabesinin Türk han- çeresinin seslerine yetmemesidir. Başlõca nedeni de Arap abece’sinde ünlü (sesli) harfin eliften ibaret olmasõdõr. Alaylõ olarak, Boğaz’da Anadolufeneri’ne yanaşan vapurdaki Arap’õn, iskele levhasõnõ “inna- tuli-finnari” diye okuduğu söylenir. Bay va- linin bu konuda bilmediği başka gerçekler de var: Cumhuriyetin yazõ devrimine “tu kaka” derken bunun geçmişini biliyor mu? Osman- lõ döneminde Arap yazõsõnõn Türk fonetiği- ne uymadõğõ şikâyeti ile, Latin abecenin ka- bulünü acaba kim ya da kimler önermiş? Bu- nu değerli tarihçi, mülkiyeli Prof. İlber Or- taylı’ya sorsaydõ kolayca öğrenirdi. Ama zahmet etmesin, ben aziz dostum İl- ber’in mefruz izni ile yanõtlayayõm: Bu ko- nunun başlıca şikâyetçisi ve takipçisi (top- lantõdaki bir kõsõm cühelanõn hayranõ olduk- larõ) Osmanlõ padişahõ, Kızıl Sultan Abdül- hamit Han’dır! 19. yy’õn ikinci yarõsõnda bu fikri benimseyen epeyce Türk aydõnõ vardõr. (Dedemin kitaplõğõnda, o zamana ait Latin harf- leri veya Alman gotik harfleri kullanõlarak Türkçe yazõlmõş Nasrettin Hoca fõkra kitap- larõ olduğunu anõmsõyorum) Aynõ sõkõntõyõ gi- dermek için “Enveri Yazısı” diye bir girişim de olmuştur (Bu yazõ ile yazõlmõş, Ayazağa’da bir kitabe vardõ; acaba duruyor mu?). Bir örnek daha vereyim: Benim çalõşma ye- rimde, sevgili hocam Tarık Tunaya’nõn ba- na armağan ettiği, büyük boyda fotografõ çe- kilmiş “Tanzimat Islahat Fermanı”nõn metnini içeren bir levha asõlõ idi. İlk ve orta- öğrenimlerini “eski yazı” zamanõnda ta- mamlamõş yaşlõ iki yakõnõm (biri mülkiyeli idareci, diğere y. mühendis) bu levhayõ kem küm zorlukla okuyup seslendirdiler. Buna kar- şõlõk tarih uzmanõ Mehmet Genç ile, Osmanlõ tarihi üzerinde çalõşan genç İngiliz tarihçi Bn. Elizabeth, metni gazetede okur gibi seslen- dirdiler; sözcüklerin hepsinin hakkõnõ ve vur- gusunu vererek okudular! Bu gözlem şunu an- latõyor: Eski metinlerin kültür değeri varsa, “ir- tibatımız” filan “kesilmez.” Bu vesile ile bay valiye bir örnek daha vereyim: YÖK heyulasõ üniversite rejimi üzerine çökmeden önce, üniversite hukuk doçenti sõfatõnõn kazanõlmasõ için yapõlan kolokyumun bir aşamasõ da es- ki harflerle yazõlmõş hukuk metinlerini oku- maktõ. Bõrakõn Arap harflerini, vali beye Türk abecesine çevrilmiş ünlü Mecelle’yi “okuyup anlat” desem kaç maddeyi tam ve doğru olarak seslendirip anlatabilir? Hazretin bir de İngiltere’ye seyahat anõsõ var: Orada 1684’te yayõmlanmõş bir kilise bildirisini görmüşler; “gürbüz” İngilizceleri ile kolay- ca okuyup anlamõşlar. İngiliz de okuyup anlayamaz Ne kültür değil mi? Yalnõz burada biraz du- ralõm: O eski metinleri özel uzmanlõğõ olma- yan, üniversite çõkõşlõ ortalama İngiliz de okuyup anlayamaz. Çünkü yarõya yakõn söz- cükleri İngilizce değil, Latincedir (Başka ör- nekler görmek istiyorsa, tarih meraklõsõ olduğu anlaşõlan vali bey, İngiltere’nin büyük hukuk tarihçisi Prof. Maitland’õn “The Constitio- nal History of England” adlõ yapõtõna baka- bilir; orada bu türden çok örnek vardõr; o mü- kemmel İngilizcesi için bunlarõ okuyarak ya- rarlõ bir temrin yapmõş olur!) Kõrklareli Valisi’nin Cevherleri... Aydın AYBAY DP iktidara geldiğinde (1950), “DP derhal CHP’yi kapatõp İsmet Paşa’yõ da siyaset dõşõ bir köşeye koymalõydõ” demiş. Yaşõna göre, bu, henüz doğmadõğõ ya da bebeklik çağõnda emeklediği bir döneme ait dâhiyane bir tespit ve öneri değil mi?İlhan Selçuk’tan sonra “Cumhuriyet” ne olacak? Yıllar önce de sormuşlardı: Nadir Bey’den sonra “Cumhuriyet” ne olacak? Nadir Nadi’nin Bebek Camisi’ndeki cenaze töreninden dönüşte ünlü bir gazete patronu da sormuştu: “Şimdi Cumhuriyet ne olacak?” Şu günlerde bu tür sorularla sık sık karşılaşıyoruz yine: “İlhan’dan sonra Cumhuriyet ne olacak?” Hastanede yatarken telefonda ara sıra konuşuyorduk. Hastalığın ilk günleriydi. “Hiç merak etme, ben, benden sonrasını hazırladım” demişti. Yıllardır Akyaka’ya her gelişinde başlıca konumuzdu bu: “Bizler bir gün gideceğiz, ‘Cumhuriyet’i kime bırakacağız?” Genç arkadaşlardı güvendikleri... Ama Kemalist devrimlere bağlı gibi görünüp işlerine geldiğinde başka yerlere, çıkarlara koşup gidenleri de anımsıyorduk! Burada bir bir adları saymalı mı!.. Birkaç gündür İlhan boş bir çerçevede sesleniyor. Ardında bıraktığı bir kutsal değerin korunup korunmayacağını düşünür gibi... Haksız değil, kimi okurlar İlhan Selçuk’tan sonra “Cumhuriyet”in ne olacağını sormakta, öğrenmek istemekte, üzülerek, korkarak... Çünkü geçmişte örnekleri var. Ne zaman bir kopma olsa, koparılma, uzaklaştırma olsa, Cumhuriyet okuru darılır, gazeteyi almayı, okumayı bırakır. 12 Mart’ta Nadir Bey ayrıldı, bizler de... Birkaç ay sonra geri döndük. Düşen satış birden arttı. İlhan Selçuk tutuklandı, yazıları çıkmaz oldu. Gazete okur yitirdi. Hep yinelemişimdir, “Cumhuriyet Atatürk’ün gazetesidir.” Atatürk’ü sevenlerin; onun düşüncelerini, en başta devrimlerini, uygarlık ilkelerini canla başla koruyanların... “Cumhuriyet” yalnız bir gazete değil, bir bayraktır. Atatürk Cumhuriyetini 86 yıl boyunca büyük bir güçle yaşatan bir simge... Daha uzun yıllar bu görevini sürdürecektir. CUMOK’ların içi rahat olsun. Planlõ Bir Toplum... Abdullah TEKİN Yaklaşõk bir yõl sonra yapõlacak genel seçim- lerde siyasal iktidarõn de- ğişeceğini gösteren işa- retler çoğalmaktadõr... Kuşkusuz bu iyi bir haber olmakla beraber çok cid- di sorumluluk ve çaba harcanmasõnõ gerektiren boyutlarõ da içermektedir. Ülkenin bir tür yaz boz tahtasõ konumuna geti- rildiği, geçen günlerde Milli Eğitim Bakanlõ- ğõ’nda sergilendi. Görül- düğü kadarõyla eğitim, hukuk, tarõm başta ol- mak üzere ülkedeki ku- rum ve kuruluşlarla ilgi- li yasal “prosedürün” yeniden ele alõnõp dü- zenlenmesi gerekmekte- dir. Mevcut siyasal iktidar bu konuda –çoğu olum- suz olmakla beraber– hayli çaba harcamõştõr. Birçok olay göstermiş- tir ki bazõ konularda re- form niteliğinde çalõşma- lar yapõlmalõdõr. Erzin- can Cumhuriyet Savcõsõ ile ilgili dava anõmsan- malõdõr. Dosya ilden ile gönderilmiş, farklõ karar- lar alõnmõş, yüksek yargõ çaresiz kalmõştõr. Hoş ol- mayan, hukuk adõna utanç duyulmasõ gereken nok- talarõn bir daha yaşanma- masõ arzulanmalõdõr... Mevcut yasa, tüzük ve yönetmeliklerin yeniden düzenlenmesi büyük önem taşõmaktadõr. İlgili bakanlõk yetkilileri, mes- lek kuruluşlarõ, üniversi- teler ve sivil toplum ku- ruluşlarõnõn temsilcileri bir araya gelip çalõşmalar için düğmeye basmalõ ve bu konuda yol almalõdõr- lar. Bu tür bir çalõşmaya ister genişletilmiş yetkili komisyonlar densin, is- terse gölge kabine çalõş- masõ olarak adlandõrõlsõn –geçmişteki olaylardan ders alõnarak– hemen baş- lamak büyük önem taşõ- maktadõr. İktidar aşama- sõnda yönetim “zafiyeti” çekilmemesi için şimdi- den önlem alõnmalõdõr. Atatürk’ün bizi yön- lendirdiği “akıl” öğesini rehber ve temel ölçek ola- rak alõrsak sorunlarõn ya- rõsõnõn -komisyonsuz ola- rak- çözüleceğini de işin başlangõcõ olarak anõm- satmõş olalõm.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle