22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
“T epetaklak” kitabõnda Galeano, küresel kapitalizmin ve neolibe- ralizmin dünyamõzda yarattõğõ zararõ Latin Amerika penceresinden çarpõcõ ve politik bir bakõşla tasvir eder; Batõlõlarõn ilerlemeci, modern bir alternatif olarak sun- duğu tarih anlayõşõnõ aldatmaca bir düzen olarak belirtir. Peki, tepetaklak olan nedir? Galeano’dan dinleyelim: “Günümüzün tepetaklak ol- muş, tersine dünyasında evrensel barışı en çok gözeten ülkeler en çok silah üreten ve diğer ülkelere en çok silah satan ülke- lerdir; en itibarlı bankalar en çok uyuş- turucu parası aklayan ve en çok çalıntı para saklayan bankalardır; en başarılı endüstriler gezegeni en çok zehirleyenler- dir; çevrenin korunması onu yok eden şirketlerin en parlak işidir; en kısa za- manda en çok insanı öldürenler, en az iş- le en çok parayı kazananlar (kapitalizmin altın kuralları) ve doğayı en ucuza en faz- la yok edenler dokunulmazlık ve kutla- mayı hak ederler.” Tersine dünya bizi, komşumuzu bir gü- vence olarak değil, tehdit olarak görmemiz için eğitiyor. Bizi zamansõzlõğa, yersizliğe, yurtsuzluğa itiyor. Eğer şansõnõz varsa ser- seri bir kurşundan önce açlõktan, sõkõntõdan ölmeye mahkûm olursunuz. Galeano’nun sözcüklerle eskizlerini çizdiği bu tersine dünya, bize bu “gerçekliği” değiştirmek yerine ona sinik bir şekilde katlanmayõ, bu- nu yazgõ saymayõ, geleceği düşlemek yeri- ne onu kabullenmeyi öğretiyor. Galeano’nun da kaleminden bal damlaya- rak ifade ettiği gibi; suç böyle uygulanõyor. Bu bir okul. Ve bu suç okulundaki zorunlu dersler iktidarsõzlõk, öznesizlik, benliksiz- lik, unutkanlõk ve teslimiyet. Peki ya insan- lõk, mücadele ve pandoranõn kutusundan o en son çõkan umut! Şu diyalektik gerçeklik Galeano’nun zihninde o kadar aşikâr ki: “Mutluluğu olmayan mutsuzluk, karşı yüzü olmayan yüz, cesareti aramayan ce- saretsizlik yoktur. Karşı okulunu bulma- yan okul da...” Köleci bir ekonomi Galeano, Latin Amerikan ekonomisi için “Postmodernleşmiş gibi yapan kö- leci bir ekonomiden başka bir şey değil. Bugün artık adaletsizliğin temel ilkele- rine göre, yoksulluk adaletsizliğin mey- vesi değil; tersine neoliberalizmin diliy- le beceriksizliğin hak ettiği adil bir ce- za. Şiddet yoksulların doğasına atfedi- len genetik bir kod. Çünkü böyle doğ- dular, böyleydiler ve böyle olacaklar. Korku her zaman, açgözlülükle bera- ber, kapitalizmin en etkin motorların- dan biridir” diyor. Yõllar önce ülkemize de gelen İngiliz yazar John Berger’la ortak kaleme aldõk- larõ dayanõşma amaçlõ bildiride şöyle ya- zõyor: “Bir İsrailli mağdurun ölümü yüzlerce Filistinlinin öldürülmesini meşrulaştırıyor. Bir İsraillinin hayatı, yüzlerce Filistinlinin hayatı değerinde. İsrail devleti ve dünya medyasının -azı- cık bir sorgulamayla- akılsızca tekrar ettiği, aşağı yukarı bu. Ve 20’nci yüzyıl Avrupa tarihinin en uzun yabancı top- rak işgalini meşrulaştıran bu iddia, baştan ayağa ırkçı. Yahudi halkının bunu kabul etmesi, tüm dünyanın aynı fikirde olması ve Filistinlilerin buna boyun eğmek zorunda kalması, tarihin en alaycı şakalarından biri olsa gerek.” CMYB C M Y B Bizim Toroslar’da pek çok efsaneye, söy- lencelere kaynaklık etmiş, öykülerini okudu- ğum makam taşlarını çağrıştıran, taşların belleğine dair böyle diyor Galeano: “Pintu- ras Nehri’ndeki bir mağaranın derinliklerin- de, bir avcı kandan kıpkırmızı olmuş elini taşa bastırdı. Adam elini orada bıraktı, öl- dürmenin aciliyeti ve ölüm korkusu arasın- daki bir ateşkeste. Bir süre sonra, bir başka avcı bu elin yanına kurumdan simsiyah ol- muş elinin baskısını yaptı. Ve daha sonra başka avcılar da taşın üzerine kandan ku- rumdan, topraktan ya da bitkilerden gelen farklı renklere bulanmış ellerinin izlerini bı- raktılar. On üç bin yıl sonra, Pinturas Nehri yakınlarındaki Perito Moreno şehrinde, biri- si bir duvara şunu yazdı: Ben buradaydım!” SÜRECEK Tersine dünya bizi komşumuzu güvence olarak değil, tehdit olarak görmemiz için eğitiyor ‘Korku açgözlülükle beraber kapitalizmin motorlarõndan biri’ G aleano, Latin Amerikan ekonomisi için “Postmodernleşmiş gibi yapan köleci bir ekonomiden başka bir şey değil. Bugün artık adaletsizliğin temel ilkelerine göre, yoksulluk adaletsizliğin meyvesi de- ğil; tersine neoliberalizmin diliyle becerik- sizliğin hak ettiği adil bir ceza” diyor. “Yaratılış - Ateş Anıları” üçleme- sinde Kuzey Amerika’daki sömürgenin ilk yõllarõnõ Galeano’nun kaleminden okuyalõm: Yıl 1637. Massachusetts Körfezi. “Tanrı bir İngilizdir” dedi insanla- rõn çobanõ beyaz sofu John Aylmer. Muhterem Peder göçmenlere İngiltere limanõnda veda ederken Tanrõ’nõn bir kartal gibi tepelerinde uçarak onlarõ gü- nahlar ülkesi yaşlõ İngiltere’den vaat edilmiş topraklara götüreceğine söz ver- di. Gözünü altõn bürümüş İngilizleri ta- şõyan Mayflower gemisi Virginia sahil- lerine ulaştõğõnda ilk kez bir yüzer ada gören Kõzõlderililer, gemi direğini bir ağaç, yelkenleri beyaz bulutlara benzet- ti. Ada durduğu zaman Kõzõlderililer çi- lek toplamak için kanolarõna atladõlar, ama beyazlardan çilek yerine çiçek has- talõğõnõ kaptõlar. Çiçek hastalõğõ Kõzõlde- rilileri kõrõp geçirdi, Tanrõ’nõn ulaklarõ- na Tanrõ’nõn seçilmiş diyarõ Kenan kumlarõnda yer açtõ. Bu topraklarda üç bin yõlõ aşkõn süredir yaşayanlar sinek gibi öldü. Sömürge kurucusu Winthrop “Çiçek hastalığını Tanrı gönderdi, ingiliz sö- mürgecilerini hastalığın nüfusu azalt- tığı topraklara yerleşmeye zorlamak için” dedi. Yıl 1686. New Amsterdam nasıl New York oldu? İngilizler birkaç top atõşõyla kalenin üstünde dalgalanan bayrağõ indirdiler ve Delaware Kõzõlderililerinden altmõş flo- rin karşõlõğõ satõn alan Manhattan adasõ- nõ Hollandalõlarõn elinden aldõlar. Ku- zey Amerika’nõn en önemli köle pazarõ olan New Amsterdam sonra New York oldu, Wall (duvar) Street ise adõnõ si- yahlarõn kaçmasõnõ engellemek için ya- põlan duvardan alõyordu. Galeano’dan sömürgenin ilk yõllarõ ‘Ben buradayım’ K arl Marx, 1848’de, “Batı Hint Adaları’nın kaderi kahve ve şe- ker üretimiymiş gibi gelebilir in- sana. Ama iki asır önce ticaretle yakın- dan uzaktan ilişkisi olmayan doğa bura- ya ne bir kahve ağacı, ne bir şeker ka- mışı dikmişti” diye yazar. Uluslararasõ şirketlerin para kazanma hõrsõ, Tanrõ buyruğu değildi, her şey kapi- talizmin gelişmesiyle oluşmuştur. 18. yüz- yõlõn başõnda Jamaika’daki kölelerin sayõsõ beyaz sömürgecilerin on katõydõ. Jamaika topraklarõ da diğer topraklar gibi çabucak tükendi. Hindistan, Brezilya, Arjantin ve ülkemizde ABD çõkõşlõ tekellerin GDO’lu ürünlerine, toprağõ öldüren mõsõr, soya ve şeker kamõşõ üretimine ayrõlmasõ emperya- list sistemin biyoyakõtõnõ sağlõyor. GDO’lu tohumlarõ ‘Ölüm Tohumları’ olarak nite- lendiren Alman yazar William Engdahl; “Bu tohumlar insanlığı ve insanların davranışlarının kontrol edilmesi için kullanılıyor. Kimileri bunlara bir komp- lo teorisi demektedir. Bunlar bir komplo teorisi değil komplodur. Rockfeller’in yeşil devriminin sadece adı yeşil kendisi dünya nüfusunu kontrol etmek ve bazı ırkları ortadan kaldırmak için çalışmak- tadırlar. Genetik tohum üretici ve pa- zarlayıcısı mahşerin dört atlısı olarak tanımladığı Monsanto, DuPont, Dow AgroSciences ve Syngenta gibi uluslar- arası şirketler tüm insanların ve diğer canlıların sağlık ve güvenliğini tehdit et- mektedir” der kitabõnda. 1974 yõlõnda Henry Kissinger hazõrladõ- ğõ “çok gizli” raporda “Yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin” öneri- si bulunmaktadõr. GDO projesi ile ilgili tüm olumlu söylemler planlanmõş ve yanõl- tõcõdõr. Henry Kissenger’in, dönemin Ame- rikan başkanõna hazõrladõğõ bu raporun bel- ki de en önemli noktalarõndan bir tanesi ise; aralarõnda Türkiye’nin de bulunduğu, ABD için bir yüksek tehdit unsuru olarak tespit edilen 13 ülkede gõdalar aracõlõğõyla kõsõrlõğõn arttõrõlmasõ ve yaşlõ nüfusun sis- tematik olarak bu ülkelerde egemen olma- ya başlamasõnõn planlanmasõ da vardõr. Ölüm Tohumları Efsanevi gerilla örgütü Tupamaro- larõn damgasõnõ vurduğu Mont- evideo’da 1940 yõlõnda doğdu Eduardo Galeano. Romantik ve isyancõ hareketlerin bütün dünyayõ kapladõğõ 60’lõ 70’li yõllarda fabrika işçiliğinden gece bekçiliğine her türlü işlerde çalõş- tõktan sonra sosyalist yayõnevi ve dergi- lerde editörlük yaptõ. Bugün ülkenin en çok dinlenen radyosuna, en çok okunan gazetesine ve ülke nüfusunun yarõdan fazlasõnõn yaşadõğõ Montevideo beledi- ye başkanlõğõna sahip olan Tupamaro hareketi, şehir gerillasõ olduğu yõllarda Latin Amerika’nõn en lirik sloganlarõna imza atmõştõ, şöyle: “Kelimeler böler, eylem birleştirir.” Montevideo’da soy- mayõ planladõklarõ banka çalõşanlarõn- dan birinin hamile olduğunu anlayõnca soygunu erteleyen hümanist insancõl anlayõşta bir örgüttü. Bu örgüt 60’lõ 70’li yõllarda Avrupa gençlik hareketle- rine de ilham kaynağõ oldu. Tupamaro- larõn Uruguay’õnda yetişen yazar Galea- no, ülkesinin lirik atmosferini her za- man kitaplarõna yansõttõ. 18 TEMMUZ 2010 PAZAR CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 ‘Kelimeler böler, eylem birleştirir’ POLİTİKA GÜNLÜĞÜ HİKMET ÇETİNKAYA Yıldızların Göz Kırptığı Gecede... Son gölgelerde derin yaz akşamın sesiydi belki. Anlamadığımız bir işaret diliyle konuşan, kaygılı bekleyişin habercisi olan. Yıldızlar göz kırpıyorlardı o gece yaşama... Durmadan yükselen ayın aydınlığında, çocuksuz ülkenin yalnız insanları gibi sevginin ve tutkunun orta yerinde bir aşk masalını anlatıyorlardı. Milet’te ve Miletos’ta binlerce yıllık tarih ve kültür, Teos’un o görkemli kitaplığı, İyonya’nın insanın çıldırtan uygarlığıyla buluşuyordu o akşam. Yaşama ve aşka dair ne varsa söylenip bitmiş, bir alev sarmıştı yürekleri. Tanrılar, tanrıçalar ve sürüp giden savaşlar... Koyu karanlığın içinde kayan bir yıldız, deniz fenerindeki kızların türküsü, denizin dalgası, karşı kıyının ışık seli aklımı karıştırıyordu. Karaltılar içinde güzeldi her şey! Sıkıntılı bir yumruk, uzun bir sessizlik... En eski aşk şiirleri geldi aklıma, anımsaması hayli zor olan. Tutkuyu alıp götüren, gençlik yıllarını işkencelerde, zindanlarda geçiren, 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün en acımasız günlerini yaşayan gençler kaç yaşındaydı bugün? Ne denli sessizdik öyle... Biraz yılgın, biraz hüzünlü... Sakat kalan kolu, görmeyen gözleri. Kaç bin gençti onlar, bilen var mı? Soluk alıp verişini duyuyordum, esinti çıktığı saatlerde. İşte o zaman binlerce yıllık tarihin derinliklerinden karşıma çıkan Helena’nın sesi çınlamıştı kulağında: “Baksana yıldızlar göz kırpıyor yaşama...” Kördüğüm olmuş dalları düşündüm o saatlerde... Yıllar öncesine gençlik günlerine gittim. Bir Sofya gecesini anımsadım... Fahri Erdinç, Tuğrul Deliorman, Ziya Yamaç ve Şükran Kurdakul’la sabaha dek süren sohbetler... Paul Celan’ın dizelerindeydim önceki gece... Saatine baktı gün ışımak üzereydi... Mırıldanmaya başladım başımı göğe çevirerek: “Gündoğumuna bir saat kala saçlarına düşen mavi gibidir mahmurluğun güneşleri; bir kuşun mezarının üstünde, otların hızıyla biterler. Onları da baştan çıkarırlar, zevkin teknelerinde oynadığımız rüya oyunları. Zamanın tebeşirinden kayalıklarında, onları da hançerler bekler. Daha mavidir derin uykunun güneşleri: Bir zamanlar saçının bukleleri gibi.” Göz kırpan yıldızlar bir de baktım ki kanat çırpıyor kırlangıç sürüleri gibi. Aşkı, yaşamı, sevgiyi öğretiyorlar. Aydınlık gözleriyle, başımızın üzerinde mutluluğun hançerini kaldırıyorlardı. Aşka dair, yaşama dair... O bitmeyen coşkumuz, kıpır kıpır atan yüreğimiz. Bunca acılara, kıyımlara, yangın yerlerine karşın niçin apak kalabilmişti? Neden sevdalıydık şiire? “Akan bir ırmak gibi sessizce: Biz dünyaydık sanki, sense büyük kapının önünde bir çalılık. Beyazdır ölümün güneşleri, çocuklarımızın saçları gibi: O, yükselen sular gelmişti, sen kumlukta bir çadır kurduğunda.” Gecenin yıldızlarıyla konuşurken İzmir İnciraltı Öğrenci Yurdu katliamı geliyor aklıma. Bize unutturulmaya çalışılan o kıyım, tıpkı Sivas’ta, Balgat’ta, Bahçelievler’de yaşatılan gibi. Gençtik o yıllar... O acı haberle nasıl sarsılmıştık. Demek ki aradan 30 küsur yıl geçmiş. Üç gün önce bir akşamüstü Kordonboyu’nda güneşin batışını izlerken düşündüm İnciraltı kıyımını... Fikret Demirağ’ın dizelerini okurken bir an gözlerimi yumup öylece kalıyorum: “Barış bir şarkılı gençliktir bazı dönemlerde tam alnından vurulur gül yürekler göğüs-kafeste çürütülür Gider gelir bir umut ağlar gecede... ....... Umutlar kavgalarda omuz omuzadır durmadan gerilir bir çelik şarkı teli durmadan şafağın vaktine şarkı kurulur gider gelir bir şarkı ağlar gecede... ............ Sevgi bazı düzenlerde bir yaralı kekliktir uçar iken kanadından vurulur gider gelir bir yürek ağlar gecede.... .......... Durmadan şafağın vaktinde saat kurulur hiç kuşkun olmasın kınalı keklik hiç kuşkun olması yaralı gençlik Her şeyin hesabı yarın sorulur...” Gecenin sesini dinliyorum, soluk alıp verişini... Umutlarımı hiç yitirmedim yitirmiyorum... Derin uykunun mavisinde, güneşin doğmasını bekliyorum... Göz kırpıyor yıldızlar sevişirken gökyüzünde. Denizin dalgaları kıyıya vuruyor... Yaşama dair, aşka, sevgiye dair ne varsa elimde... Kendi çocuk yüreğime koyup düşünüyorum. Nice ikiyüzlülüğe, sahtekârlığa, yalana dolana karşın... Omuz omuza birlikte! Umutlarımın darmadağın olduğu, yıldızların göz kırptığı bir gecenin kendi yalnızlığı içindeyim... Siz de göz kırpan yıldızlara bakın bazı geceler...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle