25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 PAZARİ 18 TEMMUZ 2010/ SAYI 1269 • • • • D ÜNYALl YAZILARp* ^ 3 ^^L^J^M ZÜLAL KALKANDELEN Bina48 ve insan sıcağı r ^ aşlıktaki isim bir robota ait. D Bilim dünyasını takip edenler büyük olasılıkla tanıyorlardır onu. Ben, konuya yabancı olanlar için Blna48'i tanıtayım. Humanoid ya da android denilen Insanımsı robotlardan birisi bu. Amerikalı avukat, yazar ve milyoner girişimci Martine Rothblatt'ın isteği üzerine Hanson Robotics'in sahibi David Hanson tarafından yaratılmış. Kauçuktan yapılma bir kafası ve sadece göğüs kısmına kadar gelen bir bedeni var... Görüntüsünün kaynağı, adı Bina Aspen olan Afrika asıllı Amerikalı bir kadın. 56 yaşındaki Martine Rothblatt, cinsiyet değiştirip kadın olmadan önce Bina ile evlenip dört çocuk sahibi olmuş. Hayatını paylaştığı insana benzeyen bir robot yaptırmak için de geçen mart ayında Hanson Robotics'e 125 bin dolar ödemiş. Martine ve Bina ikilisinin öyküsü oldukça ilginç; ama benim bugün üzerinde durmak istediğim konu, 21. yüzyılda giderek yalnızlaşan insanın çaresizliği... Aslında bu konu üzerinde kafa yormama üç ayrı etken neden oldu. ilk olarak, The New York 7/mes'ta Bina48 ile yapılmış bir röportaj okudum. Muhabir Amy Harmon, Rothblatt'ların Vermont'taki Viktoria tarzı evine gidip Bina48 ile konuşmuş. Oturmuş robotun karşısına ve sohbet eder gibi sorular sormuş. Gazetenin internet sitesinde bu röportajın bir bölümü video olarak da yayımlandı. Bedeninin alt kısmının olmadıgını unutup, başının arkasındaki kabloları önemsemezseniz, hayret verici derecede gelişmiş bir robot Bina48. Bazen sorulara çok mantıklı yanıtlar veremese de, bunu fark edip, "özürdllerim,. bugün yazılım slstemim biraz kanşık" diyor. Eğer sizi tanıyabilir hale gelirse, adınızla hitap edip gözünüzün içine bakıyor... ikinci olarak, yapay zekâ üzerine düşündüğüm bir sırada, Istanbul Caz Festivali için ülkemize gelen Imogen Heap ile röportaj yaptım. Teknolojiyi çok etkin bir şekilde kullanıp folk ile elektronik müziği birleştiren bir sanatçı kendisi. Doğal olarak ona da müzik ve teknoloji hakkında sorular yönelttim. "Bllglsayar hâlâ en lyi arkadaşınız mı?" diye sorduğumda "Evet" yanıtını aldım... "Bilgisayarlann insanlann düşünceslnl tam olarak algılayıp karşılık vermesinl isterdlm" dedi söyleşinin bir yerinde. Her ne kadar bilgisayaıiar, umutsuz bir şekilde insana göre azgelişmiş olsa da, insanla daha uyumlu çalışacağı günlerin çok da uzak olmadıgını düşünüyor Imogen Heap. Bu röportajdan sonra Amerika'da Oxygen Media tarafından yapılan bir araştırma haberini okudum. Sonuçlara göre, katılımcılann % 40"ı Facebook bağımlısı olduğunu itiraf ediyor, % 34'ü sabah tuvalete bile gitmeden önce yaptıklan ilk işin Facebook hesaplarını kontrol etmek olduğunu söylüyor. Erkeklerin % 65'i, kadınların % 50'si Facebook'ta tanıştıkları insanlarla duygusal ilişki kurabileceklerini belirtiyor. İnternet üzerinde tanışıp ayrılmanın oldukça popüler olduğu görülüyor... . . . Bütün bunlar art arda gelince, insanoğlunun kendi yarattığı teknoloji ile olan ilişkisini düşündüm. Yanlış anlaşılmasın; ben teknolojik gelişmeleri çok heyecan verici buluyorum. Doğru kullanıldığında zaman tasarrufu sağlayıp hayatımıza büyük kolaylık getiren müthiş bir araç olarak görüyorum teknolojiyi. Çok da yakından izliyorum bu alanda olup bitenleri... David Hanson, yapay zekâ geliştirme yöntemleriyle robotların duygusal tepki vermesinin sağlanacağını ve insana arkadaş olabileceğini söylüyor. Doğrusu zaman zaman bu dünyadaki duyarsızlıklardan, ikiyüzlülüklerden bunalıp, "Keşke elektrikli koyun düşleyecek bir android arkadaşım olsaydı" diye düşünmüyorum değil... Ne var ki, insan sıcagının yerini hiçbir şeyin tutacağına da inanmıyorum... • www.zulalkalkandelen.com / kzulal@yahoo.com Serdar Turgut medyanın popüler Isimlerinden. Mevsimsiz fırtınalarla dolu bir yazı hayatı var. Gazeteci, muhabir, yazar, yayın yönetmenf, akademisyen, temsflcf, televlzyoncu... Yazmadığı, yazamadığı, yorumlamadığı konu yok. Canım garip şeyler deçekiyor S erdar Turgut, Akşam gazetesinden Habertürk'e transfer olduktan sonra bir de televizyon programına başladı. Popüler kültürü seviyor. Televizyon için acemi olduğunu söylüyor. Hınzır ve arıza şeyler düşünmek ise onun için ayrı bir keyif. Derdi yazmak, yazabilmek. Başka bir şey değil. Son dönemde Fethullah Gülen ve cemaatler üzerine yazılarıyla dikkat çekiyor. Eleştirilere cevapları hazır. Demokratik açılım ve artan teröre de farklı bir perspektiften bakıyor. İşte anlattıkları... - İlk aklıma gelenl hemen sormak istiyorum kl o da Zaman gazetesine verdiginlz bir röportajda kullandığınız "kültürel solculuk" kavramı. Buna ne anlam yüklüyorsunuz? - Marksizmin yöntemine inanıp, Marksist siyasi mücadelenin içinde olmamak demek bu. Marksizm bilimsel biryöntem, Batı'nın ürünü. Birçok sosyal olayı çözümlemek için kullanılabilir. Kültürel solculuk kısmını da ben uydurmadım. - Her şeyl yazıyorsunuz. Sanınm haftada seklzyazınızvar. Siyaset, politika, magazin özelllkle de popüler kültür. Dengeyl nasıl tutturuyorsunuz? - Öyle bir derdim yok. Popüler kültürü seviyorum, okuyorum. Ciddi birikimim var, tarihini bilirim. Politik yazılarıma da popüler anekdotlar koyup, okumayı daha akıcı hale getirdiğimi düşünüyorum. Suya sabuna dokunmayan yazılar yazmak da ciddi emek, beceri ister. Bir işe inanırsanız onun hakkını verme kaygınız olur, bu da işinizden keyif almanız anlamına gelir. - Cinselliğe epey takmıştınız. Müstehcenllk sınınnda esprileryazıyordunuz. Sonra bıraktınız. Tepkl mi geldl, sıkıldınız mı? - Sıkıldım. O yönde espri yapmak artık kolay geliyor. Yeni şeyler deniyorum. Daha zor konularda mizahımı sınıyorum.. - Oluyor mu? - Bazen, tam değil. Çahşıyorum... -Televizyon programı da yapıyorsunuz. Az sonra gideceğim maalesef. - Nlye maalesef? - Bana uygun değil aslında. Yani bir konu hakkında yazmadan önce düşünme ve kurma fırsatınız var. Yazının yalnızlığı ve ıssızlığı içinde bir hikâye örgüsüyle bütünleşirsiniz. Televizyon ise anlık, tüketiliyor. Düşünme zamanı yok. Elbette pek düşünmeye ihtiyacınız da yok. Canlı yayın tehlikeli. Ama kendimizi tutuyoruz. - Ne kadar kavga o kadar reyting ama? - Tartışma programları hoş değil. Tuhaf bir gerginlik solunuyor, konuşmalar dengesiz. Bir de enteresan olmak ister, doğru veya yanlış çarpıcı laf söyleme derdine düşerseniz vay halinize. Yarii iş sidik yarışına dönüyor. - Bu bir çeşlt entelektüel cehalet değil ml? - Televizyonda konuşmak için söylediginiz şeyin arkasında düşünce olmasına gerek. Hiç bilmediğimiz bir konuda enteresan olabiliyorsunuz. "Bu bir cehalet demek mi?" derseniz bence değil, başka bir şey. • Arıza şeyler düşünmek benî rahatlatıyor ALI DENİZ USLU - öyle bir yerdesiniz ki anlayamıyorum. Yeni Şafak, Zaman gazetesinde röportajlannız çıkıyor. Cumhuriyet rejiminin eksiklerinden bahsediyorsunuz. - Bu tamamen analizlerim sonucu ulaştığım nokta. Ciddi eksiklikler var. Bu eksikliğin giderilmesinin zamanının geldiğini düşünüyorum. Çünkü gidermezsek onu kaybedeceğiz. -Nelero eksiklikler? - Cumhuriyetin inançla bağlantısının kopması mesela. Bakın din demiyorum inanç diyorum. Bunun ekonomik temelleri uzun bir hikâye. Cumhuriyet ilk döneminde kaynak kullanımı için köylüleri sömürdü, çünkü sömürülecek başka sınıf yoktu. Sanayi zaten çok uzaktaydı. Kalkınma için gereken değeri köylüler yarattı, kaynak sağladılar. Tüm bunlar olurken köyle sistem yabancılaştı ve inanç değeri yıprandı, eksik kaldı. Bu çatal günümüze kadar da darbeler, sağ-sol derken keskinleşerek açıldı. Şimdi ben özellikle CHP'nin inançla kopan bağı Cumhuriyet çocuğuyum saglamlaştıracağını düşünüyorum, yani arzuluyorum. Laik cumuhuriyetçiler buna tepki gösteriyor ama benim derdim laik Cumhuriyeti kurtarma ve uzun ömürlü yapabilmekten fazlası değil.- - "Cumhuriyet bir başansızlıktır" demeniz de bu yüzden ml? - Evet bu konuda başarısız. Bir diğer konu da elbette ki Kürtler. Terör durmuyor, kan akıyor, korkarım ki akacak da. Mesela ben Doğu Karadeniz'de saldırıların artmasını bekliyorum. -Neden? Biz, Karadeniz'in güvenliği için Rusya ile bir ortaklık kurduk. Amerika buna kızıyor. Bölgenin karışması gerekiyor bu yüzden. PKK'nin bundan sonraki saldırılarının Doğu Karadeniz'de olacagı kanısı var bende. Demokratik açılım deseniz yeterli ve gerçek bir şey yok ortada. Bu insanlar niye dağda, güçlü Türk ordusu niye bunları bitiremiyor diye sorup durursanız işe samimi yaklaşmazsınız. Türkiye'nin daha fazla demokratikleşmesi gerekli. Kürtler ne istediklerini biliyor. Dertleri de bu ülkeyi bölmek değil. Özerklik konusunda konuşulması gerekli. Sorunsuz yaşayabiliriz, yeter ki isteyelim. Bir de Türkiye terörü gerçekten bitirmek istiyor mu bunu da bilemiyorum. Soru işaretlerim var. Sürekli dağları taşları döven savaş görüntülerini izliyoruz. Bunlar sorunun çözülmesine hizmet etmiyor. Oturup konuşmak gerekli - Teröristlerle masaya oturmak" olur mu? - Tüm dünya bunu yaptı. Konuşmadan, öldürerek çözemiyorsunuz işte, ortada her şey... Güçlüyken konuşacaksınız, kozlar elindeyken konuşacaksınız. Diğer türlü korkak durumuna düşersiniz. - Peki, ya Gülen ve cemaatlere yakınlaşmanız. Bunu nasıl açıklıyorsunuz kendinize? - Bu bir yakınlaşma değil. Gülen'in bu değişimde yeri olacağını düşünüyorum. Umarım yanılmıyorumdur. Yani onu okudum, kritik anlarda açıklamalarına baktım. Rejime karşı tutumlarında dengeliler. Elbette kafalarındaki hedefe ulaşırlarsa her şeyi değiştirebilirler. Dinci tarafta sert ve keskin zihniyetler korkutucu. Ama daha yaşanabilir bir hayat için belki bu onlar denenebilir diyorum. Ben Cumhuriyet çocuğuyum, derdim Cumhuriyetin zarar görmesinin önüne geçmek. Benim yazıları bir bütün olarak okumuyor insanlar. Başını okumadan sonuna bakarsanız olmaz. içinden bir cümle çekip sözü söylemek istediğiniz yere getirdiniz mi orada bir riyakârlık var demektir. Diyorlar ki "yaşı ilerledi ölüm korkusu mu sardı?" Yok canım! Yaşım düşünmemde olgunluk yaşı; 55. Her şeyi sentezlediğim biryaştayım. ölüm korkum olsa dindar olurdum ki hiç değilim. • - Rojin'e hakaret davası sonuçlandı. Hapis cezası aldınız, para cezasına çevrildi. Şimdi dönüp baktığınızda ne düşünüyorsunuz? - Kesinlikle yanlış anlaşıldım. Bir militan hikâyesi yazıyordum, eşkıya davranışını betimliyordum. En büyük hatam ona bir isim koymaktı. Aklımda hakaret yoktu. Olayı bazı örgütler devir aldı. Kendini demokrat sunan örgütler bunu kadına karşı bir saldırı, etnik kökeni bir taciz olarak değerlendirdiler. Bundan keyif alanlar da oldu. - Sormadan edemiyorum. Helin Avşar röportajınız vardı, pedikür falan... Bir an o sahne geldi aklıma. Neden, gerek var mıydı? - Ben en ciddiyi yaparken bile kafamın bir kompartımanında hınzırlığımı tutuyorum. Helin'i de kırmadım. Ayak fetişisti teması üzerinde pedikürü benim yapmam bile söz konusuydu. Az daha bu teklifi de kabul edecektim. Belki başka zaman! Arıza şeyler düşünmek beni rahatlatıyor. - Bu hoşunuza gidiyoryani? - Ben de insanım, düşünce üretmek üzerine varolan bir hayvan değilim. Canım böyle garip şeyler de çekiyor. Daha neler var aklımda neler ama sürpriz olsun... - YÖK'te de çalıştınız, medyayı da iyi biliyorsunuz. İkisinin ortak noktaları neler? - ikisi de cadı kazanı. Dedikodu seven, ölümcül rekabetle büyüyen yerler. Çok da fazla ciddiye almamak gerekli onları. Ben bir dönem çok zarar görüyordum. Şimdi yerim sağlam, canım yanmıyor da sıkılmıyor da... Eşek gibi çahşıyorum. Derdim yazmak, yazabilmek. Başka bir şey değil... • J_
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle