25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
ANKARA (Cumhuriyet Büro- su) - Genelkurmay İkinci Başkanõ Orgeneral Aslan Güner, TBMM’de görüşmeleri süren anayasa değişik- lik paketine ilişkin görüşlerini ilgi- li kurumlarla paylaştõklarõnõ söyle- di. Güner, “Taslağın bütününün geldiğini, daha çok kendilerini il- gilendiren konularda görüş be- lirttiklerini” dile getirdi. Güner, Balyoz soruşturmasõ kap- samõnda hakkõnda tutuklama kararõ bulunan emekli Orgeneral Çetin Doğan’õn iddialarõna ilişkin sorula- rõ da yanõtladõ. Doğan’õn, “Ben gö- revden alındıktan sonra 1. Ordu kozmik odasında inceleme yapıl- dı. Darbe iddiaları araştırıldı. Bu- nun belgeleri nerede?” yönündeki sözlerine ilişkin Güner şöyle ko- nuştu: “Bu olay çıktığı zaman bak- tığımız Genelkurmay karargâhı, kuvvet karargâhı gibi yerlerde buna işaret eden herhangi bir şey yok. Birinci Ordu Askeri Savcılı- ğı’nın soruşturması devam ediyor. O bir bulgu elde eder ve bizimle paylaşırsa biz de memnuniyetle sizlerle paylaşırız.” Yapõlan ilk soruşturma sonucun- da kamuoyuyla paylaşõlabilecek bil- gi olup olmadõğõnõn sorulmasõ üze- rine Güner, “Belki ilk planda bazı ilk bulgular, belgeleri açıklamak arzu edildi. Çünkü olay büyüdü, etti. Biliyorsunuz belli sıkıntılar var. Ama daha sonra bunun yar- gı eliyle yapılmasının uygun ola- cağı kararına varıldı” dedi. Balyoz soruşturmasõnõn son gö- zaltõsõnda İstanbul Merkez Komu- tanõ’nõn İstanbul Cumhuriyet Baş- savcõsõ Aykut Cengiz Engin’i ara- dõğõnõ belirten Güner, emekli ko- mutanlar Hilmi Özkök ile Çetin Do- ğan’õn basõn üzerinden tartõşmala- rõnõn hoş olmadõğõnõ kaydetti. Başsavcıya soruldu Güner, Balyoz soruşturmasõ kap- samõnda 70 muvazzaf subay ve ge- neralin gözaltõna alõnmasõna ilişkin tartõşmalar ve savcõlarõn görevden alõnmasõna ilişkin sürecin anõmsa- tõlmasõ üzerine şu değerlendirmeyi yaptõ: “Askerin girdiği tek nokta, başsavcılık tarafından yayımlan- mış ve dağıtım adresinde olduğu için İstanbul Merkez Komutanlı- ğı’na da gelmiş olan bir genelgeyle ilgili. O genelgede başsavcımız, savcılara bazı kaideler koymuş. Ve bu kadar kapsamlı bir yazı alınca İstanbul merkez komuta- nımız başsavcımızı arayarak, bu yeni dalgadan haberi olup olma- dığını soruyor. O da olmadığını söylüyor. İmzasını görmeyince, normalde sanki olması lazım, öbür yayımladığınız yazıya göre, burada yok acaba bilginiz var mı diye soruyor.” Güner, bir soru üzerine, merkez komutanlõklarõnõn gözaltõlar konu- sunda Genelkurmay’dan izin alma- dõklarõnõ, yalnõzca bilgi verdikleri- ni kaydetti. Güner, “25’i muvazzaf 70 generalin gözaltına alınmasını nasıl değerlendiriyorsunuz” so- rusuna “Yorum yok” yanõtõnõ ver- di. Balyoz soruşturmasõnõ yürüten askeri savcõnõn eski Genelkurmay Başkanõ Özkök’ü dinlemek isteyip istemediğinin sorulmasõ üzerine Güner, askeri savcõnõn bu tür tale- binin Genelkurmay üzerinden geç- mediğini kaydetti. Güner, geçen yõl Çukurca’da 7 as- kerin şehit olmasõyla sonuçlanan mayõn patlamasõ konusunun askeri savcõlõkça incelendiğini dile getirdi. Soruşturmanõn bir an önce tamam- lanmasõnõ dileyen Güner, ailelerin acõlarõnõ da paylaştõğõnõ söyledi. Şu ahir ömrümde dünya coğraf- yasının en olmadık yerlerinde do- laştım. Hindistan’a Tibet’e karayo- luyla gittim, İnkaların peşine takılıp Machu Picchu’ya tırmandım, zehirli yılanların ve öldürücü akreplerin ci- rit attığı çöllerde uyku tulumuma sa- rılıp yattım, Rusya’nın derin step- lerinde, St. Petersburg’un her ya- nı buram buram şiir soluklanan sokaklarında dolaştım, çölde bir ipek halının üstünde, şarap yu- dumlayıp piramitlerdeki ışık ve ses gösterisini izledim, İsfahan’da bir aşkın peşine takılıp kayboldum, Saraybosna’da tecavüze uğramış tüm kadınlar için yüreğim yandı, Şi- li’de sosyalist başkan Allende’nin vu- rulduğu balkonda dua ettim, Boliv- ya’da ısınmak için Lamalara sarıldım, İspanya’nın Endülüs bölgesinde Çin- genelerin sadece kendileri için yap- tıkları hakiki flamenkoları seyrettim, Che’nin mezarında Nâzım Hik- met’ten şiirler okudum ve gene Nâ- zım Hikmet’in yaşadığı evin avlu- sunda en az yarım saat hıçkıra hıç- kıra ağladım, ünlü yönetmen Ber- nardo Bertolucci’nin “Çölde Çay” fil- mini çektiği Fas’ta çöle çıkıp afiyet- le çay içtim, Avrupa’yı ve her yöresini karış karış bildiğim ülkemi saymıyo- rum ve kesiyorum, ayıp oluyor. Tuhaf bir şey, nedense şimdiye ka- dar pek çok fırsat çıktığı halde Ame- rika’ya gitmeyi gönlüm hiç çekmedi. Nedeni ideolojik değil sadece özel- likle New York’u anlatan o kadar çok Amerikan filmi izlemişim ki, “Bir Za- manlar Amerika,” “Rezervuar Kö- pekleri,” “Taksi Şoförü” filmlerini anımsayın, özellikle New York’ta be- ni hiçbir şeyin şaşırtmayacağını dü- şünürdüm. İnsan büyük konuşmamalı, bir de yaş kemale erdi ya, dünyanın dev şir- ketlerinden Unilever’in saç bakımın- da öncü markası Elidor’un yeniden yapılanmasının anlatılacağı Amerika davetini kabul edip “Hadi!” dedim. “Bekle beni Amerika!” Vay canına, işte New York’tayım ve filmlerden aşina olduğum Central Park’a bakan bir otelin 54. katından çevreyi gözetliyorum, bizim otel yük- seklik olarak orta karar, çevre, gök- lere doğru tırmanan binalarla dolu! Hepsi göğü delercesine uzayıp gidi- yorlar, ilk izlenimim, bu Manhattan bölgesi çok erkeksi bir bölge! Sanki birileri birileriyle yarışa girmişler, hadi hayırlısı. Gençliğimde sık duyduğum ve inandığım bir söz vardı, sanı- rım Mao Zedong söylemişti: “Kapitalizm kâğıttan bir kaplan- dır!” Bu sözden ilk şüpheye düş- tüğüm an şudur, karayoluyla Pa- kistan’dan geçiyoruz, çevre or- taçağ, kadın cinsi adeta yok, bütün erkeklerin esrardan gözleri kıpkırmızı, ayak parmaklarıyla oynayarak vakit öldürüyorlar, bir ec- zane var, içerdeki ilaçların hepsinin günü geçmiş, sadece içecek temiz su almak için tek şansımız bu ecza- ne, yani Tanrı’nın unuttuğu bir yer- deyiz. Ve birden kocaman, hiçbir rüz- gârın yıkamayacağı sağlamlıkta bir ilan levhası ve bir ilan: “Hayatın Ger- çek Tadı: Coca-Cola!” New York’ta Unilever’in Ar-Ge (kı- saca ürün geliştirme merkezi) Trum- bull’da altmış yaşında da olsam hâ- lâ inanmaya devam ettiğim “Kapita- lizm kâğıttan bir kaplandır” sözü, be- nim için artık inandırıcılığını yitiriyor. Saçımıza sürdüğümüz şampuanın, bedenimize sürdüğümüz vücut los- yonunun, elimizi yıkadığımız sabunun geliştirilmesi, insanları daha mutlu kıl- ması için oluşturulan teknolojiyi ye- rinde görünce ve bu araştırmalar için harcanan parayı duyunca dudağım uçukluyor. Dahası var, örneğin Unilever çevreye duyar- lı bir şirket politikası sürdürüyor, iki gram daha az plastik harcamak için yüzlerce deney yapılıyor. He- le bir saç bölümü var, dünyanın her yerinden toplanmış saçlar defalarca defalarca çeşitli for- müllerle yapılmış şampuanlar ve kremlerle robotlar tarafından yı- kanıp taranıyor, çünkü Asyalıların saçıyla Kuzeyli İsveçlilerin saçları birbirinden çok farklı, bizimki de! Bu arada bu araştırma merkezin- de 450 kişi çalışıyor, hepsi de aka- demik kariyer sahibi. İş ürünü yaratmakla kalmıyor, bir de raflarda gözalıcı görünmesi için ta- sarımının önemi büyük. Avatar’dan çok önce Unilever firması üç boyut- lu ambalaj bölümünü kurmuş bile, orada binlerce tasarımın raflarda na- sıl duracağını bir gözlük takıp görü- yorsunuz. Hatta bir eldiven takıp sa- nal raftan ürünü alabiliyorsunuz. Be- nim gibi teknoloji özürlüsü birisi için bu kadarı fazla geldi. Bitmedi, ürünü yaratmak, amba- lajlamak yetmez, yeni trendlerin ne olacağını tahmin etmek ve reklamları bunun üstüne kurmak gerekiyor. İş- te şimdi Elidor markasının dünyaca ünlü reklamlarını hazırlayan reklam merkezindeyiz, çok şirin orta yaşlı bir kadın önemli bir mevkide bize yeni gelişecek trendleri anlatıyor. Ve şöy- le diyor: “Yeni bir ‘Y’ kuşağı var, aşk ve iş için her şeyi göze alabilir!” İşte burada benim canım çok sıkılıyor, ya- ni bu kadınları hiç sevmediğimi söy- lüyorum, zaten anlatıcı da sevmiyor ama ne yaparsınız onun işi bu. Sorular geliyor, “Dev şirketler in- sanların önce beğenilerini yönlendi- rip daha sonra bu beğenilere uygun ürünleri pazara sürüyorlar, öyle değil mi?” diye soruyor bir başka arkada- şım Yazgülü Aldoğan, Amerikalı kadın gülümsüyor: “Evet,” diyor, “Bu, çok karmaşık bir durumdur ya- ni tavuk mu yumurtadan çıkar yu- murta mı tavuktan çıkar meselesi.” Eyvah yerim azaldı, oysa Ameri- ka maceralarım derya deniz. Bizim Ayşe’yi ikna ettim, gelecek pazar, dergide, bir arkadaşımla kaybol- duğumuz bir semtte giriverdiğimiz bir bardan söz edeceğim. Barın ta- vanında her birinin ayrı bir hikâye- si olan yedi bin sutyen asılı. Telaşlanmayın hepsini anlat- mayacağım, bir iki tanesi acayip ilginç, onlarla yetineceksiniz. Son- ra göçmenlerin Amerika’ya ayak bastıkları ilk yer olan Ellis Adası’nı ve tabii Özgürlük Heykeli’nin ina- nılmaz macerasını anlatacağım. Ayrıca “Tanrı öldü benim Tanrım Karl Marx” diye yazdığı kâğıdın altında uyuklayan bir evsize nasıl on dolar bayıldığımı da, daha pek çok şeyi de. Gelecek pazarı bekleyin. Bu arada bazılarınızın, “Işıl’a bak, bir New York’a gitti, inandıklarından bir çırpıda vaz- geçti” dediğini duyar gibiyim. Vallahi beni tanıyan tanır. Gerisi de bana vız gelir! Zaten onlar beni çoktan vatan haini ilan ettiler. CMYB C M Y B GÜNDEM MUSTAFA BALBAY Baştarafı 1. Sayfada “Bir olguyla ilgili gerçeğin ne olduğunu kestirememekten doğan kararsızlık...” “Şüphe”nin ikinci anlamı da şu: “Başkalarının iyi niyet ve amaçlarını kötüye yorarak işkillenme duygusu.” Sözlük gösteriyor ki; şüphenin özünü gerçeğe ulaşamamak oluşturuyor. Hukuk bilimi bunu yargılamaya şöyle taşımış: “Eğer ortada şüpheli bir durum varsa, şüpheden sanık yararlanır.” Bunun anlamı açık. Elde bütün şüpheleri ortadan kaldıracak somut deliller yoksa, kesin hüküm veremezsiniz. Bu yaklaşıma dayalı olarak da çağdaş hukuk şu noktaya gelmiş: Örneğin 100 şüphelinin içinde 99 suçlu varsa, 1 kişi masumsa, ancak bu ayırt edilemiyorsa, hiç kimseye ceza veremezsiniz. Bu, çağdaş hukukun evrensel kuralıdır. Silivri’de ise şüpheden sanıktan çok hâkim ve savcılar yararlanıyor. Son derece şüpheli bir durum! Kuvvetli şüphe nedeniyle insanlar tutuklanıyor. İtirazı değerlendiren kimi yargıçlar kuvvetli suç şüphesinin tam oluşmadığı kararına varıyor ve tutuklamaları ortadan kaldırıyor. Birkaç gün sonra tersi oluyor. Deliller dava başladığında değil, biterken “hüküm” aşamasında değerlendirilecek. Delil değeri taşıyıp taşımadığına, delillerin suçun işlendiğini ortaya koyup koymadığına yıllar sonra karar verilecek. O kişinin tutukluluğuna ise “şüphe üzerine” karar verilecek! Özgürlük bu kadar şüphe altında bırakılabilir mi? Ne yazık ki bırakılıyor. Silivri’de yargılananlar hukuku nereden isteyecek? Tabii ki mahkemeden... Bunun tartışması bile olmaz... Ama mahkemeler, insan yaşamının en önemli tutamağı olan özgürlükle ilgili 2’ye 1 kararlar veriyorsa? Bir mahkeme şüpheyi kuvvetli, öteki kuvvetsiz buluyorsa? Bu durumda yargı kuvveti ne olur? Tartışma, kişinin suçlu olup olmadığına yönelik değil, suçlu olup olmadığına karar verilecek yargılamanın tutuklu sürdürülüp sürdürülmemesine yönelik! Medya mahkemesine baktığımızda, Türkiye’de demokrasinin güçlenmekte olduğunu söyleyenlerin, kişinin özgürlüğüyle ilgili en acımasız, en ilkel, ortaçağ duygularıyla hareket ettiğini görüyoruz. Bunun yanında pek çok yayın organında sağduyulu seslerin de yükseldiğini görmek aklımıza hukuk serpiyor. Medya mahkemesinin peşin hükümlü kesimleri bir yana, Silivri’nin ölçüsü tabii ki hukuk, öyle olmalı. Evrensel hukukun Birleşmiş Milletler’i diyebileceğimiz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararları bağlayıcı nitelik taşıyor. Rıza Türmen’in Milliyet’teki yazılarından AİHM’nin hukuk bilimine katkılarını, bu alandaki gelişmeleri ve tartışmaları izliyoruz, öğreniyoruz. AİHM diyor ki: İnsanlar adil yargılanma hakkına sahiptir. Bu yargılama sürecinde tutukluluk olağanüstü bir önlemdir. Makul süreyi aşamaz. Makul süre ne kadar? 6 ay civarında... Bir yıl sonrası tamamen süre aşımı olarak kabul ediliyor. Bu rakamı Avrupa cezaevleri de doğruluyor. Orada tutuklu oranı yüzde 20’yi geçmiyor, bizde yüzde 55. Türkiye, tutukluluğun uzaması nedeniyle AİHM’de en çok mahkûm olan ülke. Herkes Türkiye’de uygulama böyle deyip geçiyor. Yargıtay Onursal Üyesi Çetin Aşçıoğlu Cumhuriyet Bilim Teknoloji ekinin 2 Nisan tarihli sayısında, “Hukuk bir bilimdir, uygulama başka, teori başka denemez” diyor ama... Türkiye’de böyle! GÜNCEL CÜNEYT ARCAYÜREK Baştarafı 1. Sayfada örgütlerinin uyarılarının, önerilerinin AKP nezdinde beş paralık değeri olmadığı… RTE iktidarını çıktığı yoldan ne mantık, ne sağduyu, ne de olası siyasal, toplumsal bunalımlar… hiçbirinin ama hiçbirinin alıkoyamayacağı bir kez daha anlaşıldı. Batılı demokrasilerde yargının yeri ve işleyiş koşulları şuymuş buymuş… Venedik Komisyonu’nun kimi konulardaki saptamalarını iktidar dikkate bile almıyormuş! Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’den bir başvuru üzerine kimi kurallarına uygun olmayan kimilerinin ordudan ihracını onaylıyor… … açıkladığı gerekçede TSK’ye girerken kurallarına uymayı kabul eden bir kişinin mesleğinden men edilmesini uygun buluyormuş… Bütün bunların söylenmesi, yazılması nafile! … 2002 yılında iktidara geldiklerinden bugüne kadar Askeri Şûra kararlarına karşı oy kullanan RTE ile (Başbakanlığı’nda) Çankaya’daki AKP’li de nihayet muratlarına ermeye çalışıyorlar: Askeri Şûra’nın laikliğe aykırı hareketlerini saptayarak TSK’den ihraç ettiklerinin yargı yoluyla tekrar eski görevlerine dönmelerini sağlayacak anayasa değişikliğini komisyondan geçirdiler… genel kurulda da kabul edilirse son durak referandum! Demokratik değilmiş, insan haklarına aykırı imiş... lakin mış’ların yanı sıra iktidar acaba: TSK’de de artık laikliğe aykırı, dinci inançlarını eyleme dönüştürenlere yer açarak… ordu bünyesine de AKP kafası doğrultusunda kişileri “istihdam” etmek mi istiyor? Amaç neden böyle olmasın? Yüksek yargı başkanları değişikliğin temel hedefinin yargıyı siyasallaştırmak; iktidarın güdümüne almak olduğunu, bu yolun devleti temelinden sarsacağını açıklıyorlar. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya da görüşlerini açıkladı. Anayasa önerisini eleştirdi. Yargıyı “siyasi iktidarın müdahalelerinden kurtarın” dedi. Anayasa Mahkemesi ve HSYK’ye getirilen yeni üye seçme modelinin yargıyı siyasallaştıracağını belirtti. “Adalet Bakanı ile müsteşarının kurulda bırakılmasının yargının hükümetlerin bir aracı durumuna getirilmesi olanağını doğuracağını” söyledi. Yalçınkaya’nın açıkladığı görüşler, daha önceleri muhalefet partileri, iktidara yağ çekmeyen hukukçular ve kurullar tarafından defalarca dile getirilen görüşler. AKP’ye göre Yalçınkaya, CHP görüşleri ile örtüşüyor. Yalçınkaya CHP’ye tıpatıp koşut, hatta aynı görüşler açıklayarak muhalefetin bir parçası imiş gibi hareket ediyor demenin tek bir yorumu var: Akıl için tarik birdir derler, ama bu özdeyiş AKP’ye uygun değil. İktidarın bakışını açıklayan parti genel merkezinin ağzı kalabalık sözcüsü Suat Kılıç’ın Yalçınkaya’nın açıklamalarını CHP ile birliktelik, fikir ve görüşlerin örtüşmesi diye yorumlayan söylemlerinden… bir kez daha anlaşıldı: AKP’yi rejimsel gerçekler değil, sadece kendi gerçekleri ilgilendiriyor. Komisyonda eleştirileri Adalet Bakanı’ndan çok, değişikliğin “müellifi” Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek karşılıyor. Yüksek yargıya yeni üyelerin seçimiyle ilgili eleştirilere verdiği yanıtta: “… ‘AKP’nin Yüce Divan endişesi, korkusu var’, diyorlar. Korkunun ecele faydası olmaz…” Korkunun ecele yararı olmaz ise… AKP, Anayasa Mahkemesi üye sayısını neden arttırıyor ve neden yüksek mahkemeye üye seçimini Çankaya’daki AKP’liye bırakıyor? Yoksa Çankaya’daki AKP’linin YÖK’ün üç adayından “türbana özgürlük” bildirisine imza atan, anayasa hukuku bilgisi kıt ve kısıtlı olduğu iddia edilen iktisadi idari bilimler Profesörü Engin Yıldırım gibi... ama AKP kafasına uygun birilerini seçerek yüksek mahkemeyi, AKP iktidarını kollayan bir yapıya dönüştürmek için mi bu değişiklikte ısrar ediyor? Sorunun yanıtı evet, ama yine de soralım: Niçin, niçin, niçin? ankcum@cumhuriyet.com.tr SAYFA 11 NİSAN 2010 PAZARCUMHURİYET 8 HABERLERİN DEVAMI TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 11 Nisan Oslo B 13 Helsinki B 6 Stockholm B 11 Londra B 13 AmsterdamPB 12 Brüksel PB 10 Paris PB 12 Bonn Y 8 Münih Y 7 Berlin Y 12 Budapeşte Y 14 Madrid B 22 Viyana Y 11 Belgrad Y 13 Sofya Y 15 Roma Y 17 Atina PB 19 Zürih Y 8 Moskova B 14 Aşkabat Y 19 Taşkent Y 25 Bakû PB 15 Bişkek Y 15 Tiflis Y 15 Kahire PB 34 Şam PB 28 İstanbul PB 15 Edirne PB 18 Kocaeli PB 15 Çanakkale PB 17 İzmir PB 21 Manisa PB 21 Denizli Y 17 Zonguldak B 15 Sinop B 12 Samsun Y 14 Trabzon Y 14 Giresun Y 15 Ankara Y 14 Eskişehir Y 13 Konya Y 14 Sıvas Y 14 Antalya Y 21 Adana Y 24 Mersin Y 22 Diyarbakır Y 16 Şanlıurfa Y 17 Mardin Y 15 Siirt Y 17 Hakkâri Y 9 Van Y 11 Kars Y 8 Ülkemizin geneli, parçalı ve çok bulutlu, güney ve İç Ege, Ak- deniz, İç Anadolu, Ba- tı Karadeniz’in iç ke- simleri, Orta ve Doğu Karadeniz ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri yağmurlu ve sağanak geçecek. Ya- ğışlar Batı Akdeniz kı- yıları ve Doğu Akdeniz ile Gaziantep, Adıya- man, Kilis, Elazığ, Tunceli, Bingöl, Muş ve doğu kesimlerde 1 ila 3 derece artacak, diğer bölgelerde önemli bir değişiklik olmayacak. / IŞIL ÖZGENTÜRK isilozgenturk gmail.com Amerika Amerika Dostun da Çok Düşmanın da! ANKARA (Cumhu- riyet Bürosu) - Ata- türk’ün silah arkadaş- larõndan ve Cumhuri- yetin ikinci mareşali Fevzi Çakmak, ölü- münün 60. yõlõnda Genelkurmay Karar- gâhõ’nda yapõlan pa- nelde anõldõ. Panelde konuşan Genelkur- may Başkanõ Orgene- ral İlker Başbuğ, Çakmak’õn Atatürk’le kader birliği yaptõğõnõ belirterek “Nice acı olayları ve buhranlı dönemleri göğüsle- meyi başaran onla- rın bugünkü temsil- cileri Türk Silahlı Kuvvetleri’nde, mo- ral, disiplin değerle- rini, birlik ve bü- tünlüğünü de kimse yıkamaz” dedi. Pa- nelde kõsa bir konuş- ma yapan Genelkur- may Başkanõ Orgene- ral İlker Başbuğ, Çakmak’õn bütün zor koşullara karşõn ka- ramsarlõğa kapõlma- dõğõnõ, çok sayõda ya- bancõ dil bildiğini anõmsattõ. Başbuğ, panele verilen arada gazetecilerin Ege’de- ki duruma ilişkin so- rularõnõ da yanõtladõ. Başbuğ, Türk savaş uçaklarõnõn uluslarara- sõ hava sahasõnda iyi niyet göstergesi ola- rak silahsõz uçtuklarõ- nõ, Yunan uçaklarõnõn ise silahlõ uçmayõ sür- dürdüğünü kaydetti. Panelde konuşan Çak- mak’õn kardeşinin to- runu Fevzi Çakmak, dedesinin Atatürk’ün hem silah hem de da- va arkadaşõ olduğunu kaydetti. Çakmak, “Kızının düğünün- deki fotoğraflara baktığınızda oradaki Türk kadınının asri- liğini gözler önüne sermektedir” dedi. Mareşal Çakmak’õn ölüm yõldönümünde Başbuğ birlik mesajõ verdi ‘Bizi kimse yõkamaz’ G E N E L K U R M A Y İ K İ N C İ B A Ş K A N I G Ü N E R ‘İnceleme belgesi yok’ ‘Islak imzalõ belgeye inceleme’ A lbay Dursun Çiçek’in õslak imzasõnõ taşõdõğõ iddia edilen bel- genin sorulmasõ üzerine Genelkurmay Adli Müşaviri Tümgeneral Hõfzõ Çubuklu yanõt verdi. Soruşturma kapsamõnda talep edi- len incelemelerin yapõldõğõnõ belirten Çubuklu, “Kendisinden ta- lep edilen konularda gerekli kriminal araştõrmalarõ yaptõğõnõ bi- liyorum. Onlarõ tamamladõ. Kendisine gelen raporlar çerçevesinde değerlendirme yapacak. Bunlar da mürekkep testi, çõktõğõ yazõcõ- sõ dahil, basõnda da çõktõğõ şekliyle parmak izi dahil olmak üzere gerekli araştõrmalarõnõ yapmak konusunda incelemeler yapõlma- sõ için kriminale talimat verildiğini biliyorum” diye konuştu. Başbuğ, panelde konuştu. Fevzi Çakmak’õn Atatürk’le kader birliği yaptõğõnõ be- lirten Başbuğ, Türk Silahlõ Kuvvetle- ri’nin dimdik ayak- ta ve onlarõn bu- günkü temsilcisi ol- duğunu vurguladõ.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle