19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 11 NİSAN 2010 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI [email protected] Önce görev mi yoksa aşk mõ?.. 19Haziran’da evlenecek olan Prenses Victoria ama sanki bütün İsveçliler o gün gerdeğe girecek. Ortalõkta bir heyecan, bir telaş doğrusu görülmeye değer. Gazetelerde her gün bir haber. Victoria ile damat Daniel Westling’in romantik fotoğraflarõ da haberlerin bonusu. İsveçliler bu çifti çok sevdi. Anlaşõlõr bir şey çünkü Victoria’nõn sevdiği gençle evlenmesine karşõ çõkan babasõnõn direnişini kõrõncaya kadar direnmesi ve sonunda kazanmasõ herkeste hayranlõk uyandõrdõ. Zaten karamsar olmak için yeterince nedenin bulunduğu günümüz dünyasõnda insanlar sevinme ve mutluluğu paylaşma fõrsatõ çõkõnca bunu kaçõrmak istemiyor. Victoria’nõn yõllar önce orta sõnõf bir ailenin oğlu olan genç ile arkadaşlõk etmeye başlamasõ sempatiyle karşõlanmõştõ. Çiftin evliliğine saraydan karşõ çõkõldõğõnõn duyulmasõ burukluk yaratmõş, Victoria’nõn bu yüzden zayõflamasõ, renginin solmasõ herkesi üzmüştü. Bu yüzden olsa gerek, şimdi herkes çiftin mutluluğunu paylaşarak yedi gün, yedi gece eğlenmeye hazõrlanõyor. Kral Carl Gustaf, kõzõnõ yõllarca neden üzdü anlaşõlõr gibi değil. Kendisi de 1972 Münih Olimpiyatlarõ sõrasõnda organizasyon komitesinde görevli olan Silvia ile karşõlaşõnca yõldõrõm aşkõna tutulup evleniverdi. Üstelik ailede saray dõşõndan evlilik yapan başkalarõ da vardõ. Hele Prens Bertil’in aşkõ kitaplara konu olmuştu. Belki en şanssõz olanõ da Prens Bertil’di. Taht’a hiç ilgi duymadõğõ halde, Carl Gustaf tahta çõkõncaya kadar sevgilisiyle gizli yaşamak zorunda kalmõştõ. Bu yüzden halk Prens Bertil ile Galler bölgesinden bir maden işçisinin kõzõ olan Prenses Lilian’õ da çok sevmişti. Onlarõn hikâyesi İkinci Dünya Savaşõ sõrasõnda Londra’ya bombalar düşerken başladõ. Prens Bertil, Lilian May ile Londra’da askeri ateşe olarak görevli bulunduğu sõrada tanõştõ. Babasõ Galler bölgesinden maden işçisi olan Lilian, 14 yaşõnda geldiği Londra’da modellik yapõyordu. 28 yaşõndaydõ ve evliydi. Ama kocasõ o sõrada cephedeydi. Prens Bertil, görür görmez abayõ yaktõğõ Lilian’õn kocasõndan ayrõlabilmesi için İngiliz dostlarõnõ araya koydu. Lilian’õn kocasõ boşanmayõ kabul etti. Prens Bertil, Lilian ile evlenip saray dõşõna çõkmaya hazõrlanõyordu. Ağabeyi ile kardeşi de orta sõnõf ailelerin kõzlarõyla evlendiklerinden sõradan vatandaş gibi yaşamaktaydõlar. O da onlar gibi yapacaktõ. Tam o sõrada büyük ağabeyi bir uçak kazasõnda öldü. Ölen ağabeyin oğlu bugünkü Kral, Carl Gustaf o sõrada altõ aylõk bebekti. Prens Bertil’in dedesi kral, babasõ da veliaht prens idi. Kral yaşlõydõ ve her an ölebilirdi. Babasõ Prens Bertil’i acele çağõrdõ. Oğlunun Lilian’la yaşadõğõnõ biliyordu. Durumu anlattõ. Kendisi her an tahta çõkmak zorunda kalabilirdi. Bu durumda altõ aylõk bebek veliaht prens olacaktõ. Resmi olarak sakõnca yoktu ama bebeğin vasisinin saraydan olmasõ gerekiyordu. Üstelik bebeğin sağlõğõ bozulabilir, akla gelmedik şeyler olabilirdi. Bu durumda Bertil’in veliaht olmasõ gerekebilirdi. Prens Bertil’in babasõ bunlarõ anlattõktan sonra tarihe geçen şu sözleri söyledi: “Görev her şeyden önce gelir.” Veliaht prens oğlundan evlenmemesini istedi. Prens Bertil, babasõnõ dinledi ama Lilian’õ bõrakmadõ. Riviera’da bir ev aldõ. Lilian ile hep orada görüştüler. Bu süre içinde bilinmesine rağmen gazeteler Prens Bertil ile Lilian ilişkisi hakkõnda tek satõr yazmadõlar. Carl Gustaf 1976’da evlendikten sonra amcasõna evlenme izni verdi. Böylelikle Lilian hem İsveç’e taşõndõ hem de prenses unvanõ aldõ. Prens Bertil 1997’de öldü. Prenses Lilian yaşõyor. Prenses Victoria dertleşmek isteyince Prenses Lilian’a koşuyor. [email protected] Justine Hennin geri dönüyor Resim gibi köylerin, uçsuz bucaksõz yemyeşil tarlalarõn, yola dizili kõrmõzõ tuğla evlerin arasõndan gidiliyor o tenis kulübüne. Yol uzun ama çok güzel. Bahar önce sapsarõ çiçeklerle gelir Belçika’ya. Pembeler henüz pek yok ortalõkta. Hava güneşli ya, cennet gibi bugün buralar. Kõvrõla kõvrõla giden köy yollarõnda ilerlerken çiftlik atõnõn sõrtõnda yolun tadõnõ çõkaran yakõşõklõ bir çiftçinin yanõndan geçiyoruz. Üstündeki pelerinli deri pardösünün uzun etekleri atõn sõrtõna yayõlmõş... Yanõndan yürüttüğü muhteşem ikinci bir atla tamamladõğõ resim bir filmin içinden geçiriyor sanki bizi. Her zamanki gibi in ile cin top koşturuyor sokaklarda... Belçika’da her bahar kendi kendime sorduğum aynõ soruya kendi kendime yine aynõ yanõtõ veriyorum. “Heyhat kimin için acaba bu güzellikler? Eh işi gücü var herkesin tabii. Birileri adamakıllı çalışacak ki bunca güzellik kazınacak hayata... ” Gittiğimiz tenis kulübünün kurucusu Justine Hennin henüz 27 yaşõnda. Daha birkaç yõl önce yeryüzünün bir numaralõ tenisçisiydi. Küçücük Belçika’nõn adõnõ büyüten şampiyonu lükse alõşkõnlar için sõkõcõ gelebilecek derecede sade bir spor kulübü kurmuş burada. Tõpkõ Belçika gibi, tõpkõ kendi gibi sade ve mütevazõ... Kulübün hepsi hepsi 200 m2 olan bar ve kafe kõsmõnda sadece bir kişi çalõşõyor. Zaten öyle uzun uzun oturan kimse yok. Tenisini oynayan kõsaca soluklanõrken bir şeyler içip kalkõp gidiyor. Milyonlarca dolarõ olduğu söylenen bu genç kadõn, bu kulüpte her gün altõ saat antrenman yapõyor. Her akşam en geç dokuzda yattõğõnõ söylüyorlar. Her sabah erkenden kulübe geliyor. Burada toplam 19 kort var; 10 tanesi açõk, 9’u kapalõ... Kapalõ kortlarõn altõsõ yerlere kadar camla ayrõlmõş kafenin yüksekte kalan kõsmõndan seyredilebiliyor. Justine her gün kafenin penceresine en uzak olan 6 numaralõ kortta antrenörüyle 4 saat tenis oynuyor. Ardõndan da kulübün alt katõndaki salonda iki saat aletlerle çalõşõyor. Gün ilerlerken kulübün diğer işleri için koşturmaya geliyor sõra. Onu bir elinde kocaman siyah bir dosya, öbür elinde spor çantasõ ile görmek kulübün müşterilerini hiç şaşõrtmõyor. Kafede vardiya usulü çalõşan tek kişinin işi başõndan aşkõn. Tam yedi kere büyük turnuva kazanmõş olan bu şampiyon kendi kulübünde kendi işini kendi yapõyor. Top toplayõcõsõ yok, korumasõ yok... Kafenin karşõlõklõ iki köşesine iki TV asõlmõş. Justine elinde telefonla volta atarken çocuğun biri avaz avaz bir çizgi film seyrediyor. Justine bir kat aşağõya inip sessiz bir köşe buluyor kendisine. Duvara dayanarak sürdürüyor konuşmasõnõ. Terrier cinsi gri renkli kõrmõzõ tasmalõ köpeği başõ okşanõrken sahibinin gidişini fark etmiyor. Fark ettiği anda ise çõlgõn gibi aramaya başlõyor Justine’i. Birazdan alt kattan sesi geliyor şampiyonun. “Juice... Juice burdayım...” Oturduğum yerden onu merakla izliyorum. Siyah bir eşofmanõn üstüne koyu mor bir sweatshirt giymiş. Parmağõnda incecik põrlantalõ bir halka belli belirsiz parlõyor... Düz sarõ saçlarla çevrili yüzünde hiç makyaj yok ama binlerce düşünce var. Bir bulutun içinde dolaşõyor sanki. Beş yaşõnda başladõğõ, uğruna 16 yaşõnda okulu bõraktõğõ tenise dünyada bir numarayken “kendisini bulmak” için 16 ay ara verdi. Ve raketine geri döndükten sonra ocak ayõnda katõldõğõ Avustralya’daki şampiyonanõn final maçõnda Amerikalõ ünlü tenisçi Serena Willimas’a yenildi. Belki de bu yüzden yüzünde gülme emaresi yok. Her saniye bir sonraki maçõna hazõrlanõyor sanki, Fransa - Roland Garros’da veya İngiltere- Wimbledon’da... Yõllarca Belçika’ya kupa kupa gurur taşõdõ bu küçük kadõn. Ama kendisi hiç de övünen biri gibi görünmüyor. Kulübün alt katõnda, pek de uğranmayan loş bir köşede bir camekânõn içine yõğõlmõş kupalarõ gerçek başarõnõn ödülünün kupadan başka bir şeyler olduğunu anlatmaya çalõşõyor sanki gelen geçene. Dünyanõn en büyük tenis yõldõzõyken önce kendini emekliye ayõrõp UNICEF ve çocuklar için çalõşmak, sonra geri dönüp bõraktõğõ yerden aynõ azimle başlamak için böyle biri olmak gerekiyor herhalde. Yeşilliklerin ortasõndaki bu spor kulübünde insana dair müthiş bir şey var. Justine’in bundan sonraki maçlarõnõ izlerken herhangi bir spor karşõlaşmasõnda kolay kolay göremeyeceğim bir şeyler görecekmişim gibi geliyor bana... [email protected] Almanya’da Paskalya tatili de gelip geçti... İlkyazõn işareti sayõlan tavşan çikolatalarla rengârenk yumurtalarõn yarattõğõ imaj en çok çocuklarõ sevindirdi yine... Oysa tatile çõkan ve dönenlerin oluşturduğu trafik felaket. Tren garlarõ nasõl da kalabalõk sormayõn. Kõş günlerinin ardõndan güneşin şöyle bir görünüp kaybolduğu ince ince yağmur çiseleyen nisan sabahlarõnda haydi gelin de gezi düşleri kurmayõn bakalõm imkânõ var mõ? Bugünlerde Münih’te Türklerin dolaştõğõ Goethe caddesinde volta atmaktan kendimi alamõyorum doğrusu... Alkollü içki satmayan tarikatçõ marketlerden tutun da kapõsõnda “Taksitle bilet bulunur” yazan Türk uçak şirketlerine, dönercilere ve de vitrinleri Araplaşmõş estetikle dolu eksportçulara ve kebapçõlara varõncaya kadar girip çõkmadõğõm yer yok gibi. Jet Fadıl’õn İstanbul’da ortaya çõktõğõ günlerde Münih’te de yeşil sermayenin adamlarõ ortalõkta fazla görünür oldular. Fethullahçõlar, dönekler, liboş ve çakma gazeteci tayfasõ da her yerdeler... Diğer taraftan herkes ister istemez Başbakan Merkel’in Türkiye gezisini konuşuyor. Hangi dergiye bakarsanõz bakõn hep “Türkler” anlatõlõyor... Bu arada vize meseleleriyle, son olarak ortaya çõkan RFID çipli ve hayli sükseli dünyanõn en kazõk pasaportlarõnõn “Biometrik” ayrõntõlarõna kadar her şeyi nasõl da merak ediyorum sormayõn? Zira bu pasaportlarda fotoğraflar bile asõk yüzlü olmak zorundaymõş. Haziran ayõndan itibaren dünyanõn en pahalõ pasaportlarõna sahip olacağõz hiç merak etmeyin. İyi güzel de defalarca ihale iptallerinin yaşandõğõ bu olaydaki cambazlõklarõ kimler yaptõ ve kimler vurgun vurdu çok merak ediyorum? Pasaportun sadece defter fiyatõ 300 ile 500 TL arasõnda değişirken 5 yõllõk biyometrik pasaporta 618 TL ödenecekmiş! Öte yandan Türkiye’ye 110 kişilik kalabalõk bir heyetle gelen Merkel’in ekibinde enerji projeleriyle ilgilenen Alman enerji devi RWE’nin uyanõk idarecilerinin peşi sõra doğalgaz dağõtõm ihalelerini hedefleyenler de var! Bitmedi. Ayrõca Mersin’de kurulmasõ planlanan nükleer santralõn minik ancak çok önemli bir haberi de bizim Cumhuriyet’in arka sayfasõnda yer almõştõ bilmem gördünüz mü? Evet maalesef yanlõş özelleştirmeler son hõzõyla sürüyor ve ucu görünmez karanlõk bir tünelde bir yerlere hõzla götürülüyoruz. Bu arada tekrar altõnõ çizelim, Alman gazete ve dergilerinden haftalardõr inmiyoruz! Merkel ve Başbakan Erdoğan’õn fotoğraf ve karikatürleri üst üste, yan yana ve iç içe... Özellikle bunlardan en çok akõlda kalanõ 30 Mart tarihli Süddeutsche gazetesinde yer alan Gabor Benedek imzalõ bir karikatür idi. AB’ye giden yol levhasõ önünde yer alan Merkel’in yola döşediği ve kenarõnda “entegrasyon” yazan çivili bir tahtayõ Erdoğan’õn önüne doğru sürmesi ve bizim başbakanõn da şaşkõn bakõşlarõ her şeyi anlatõyordu. Almanya’da Türk liselerinin açõlmasõna bile sõcak bakmayan ancak sonradan sözüm ona yumuşayan(!) ve izin veren tutucu Alman düşüncesini anlamak güç. Burada yaşayan ve yetişen genç kuşaklarõn Türkçeyi ve kendi kültürlerini öğrenmesini istemeyen düşünce nasõl da õrkçõlõk kokuyor gördünüz! Dikkat edilirse 3. ve 4. kuşağõn Türkçe konuşmalarõndaki güçlüğü de bilirsiniz. Hatta Türk avukatlar ve doktorlar bile içine Almanca sözcükler karõşmõş yarõm yamalak Türkçeleriyle yaşõyorlar... Daha sonra yani 6. kuşaktan itibaren daha da berbat bir konuma gelecekler gençler burada... Türk kültür merkezlerinin olmadõğõ, Türkçe radyo programlarõnõn azaltõlõp kõsõtlandõğõ bu ülkede yaşanan bu ayrõmcõlõk Merkel’in gezisiyle azõcõk da olsa size kadar yansõdõ. Tõpkõ vaktiyle Polonyalõlara yapõldõğõ gibi önce entegrasyon (bütünleşme) ve ardõndan asimilasyon projelerini bilmeyen beri gelsin. Evet kim ne derse desin Almanya’da Türk olmak çok zor! Hiçbir zaman “ırkçı” olmayan Türk halkõ bu olaylar karşõsõnda acõ duyuyor ve şaşõrõyor. En çok da bu ülkeye “gönüllü sürgün” olarak gelenlerin yaşadõğõ kaos az buz şey değildir. Bir Paskalya bayramõnõn daha gelip geçtiği şu günlerde geriye kalan nedir diye insan sormadan da edemiyor... Yorgunluklarõ ağõzda eriyen tavşan çikolatalarla dengelediğini sananlarla, tokuşturulan yumurtalardan kalan çocuksu imajlarõ gülümseyerek tekrarlayanlar ilkyaza merhaba demenin kim bilir belki de mutluluğu içinde oyalanõyorlardõr, ne dersiniz? [email protected] Cuma günleri cumhur cemaat, öğrencisi hocasõ hep birlikte hafta sonuna girildiğinden, eğlence saati gelmiş keyif erbabõna hitaben gazetede yayõmlanan “Haftanın Seks Pozisyonu” köşesi Purdue Üniversitesi kampusunu iyice karõştõrdõ. Gazetesi günde 50 bin adet basõlõp, 50 binden fazla öğrencisi olan Purdue’nün velileriyle beraber 200 bin kişilik bir topluluğa eriştiği hesap edilirse, kampusu karõştõran bu köşenin önemi ortaya çõkar. Indiana’daki Purdue Üniversitesi’nin günlük gazetesi The Exponent’de üç yõldan beri cuma günleri yayõmlanan köşe bir süredir tepki alõyordu, ama en son, geçen hafta yayõmladõğõ “Makasla Beni Zerkes” başlõklõ cinsel ilişki tarifi yapan sayfadan sonra kõzõlca kõyamet koptu. (The Exponent, 26.03.2010, s.6 / the Scissor me Xerxes) Gölgeli olarak siyaha taranmõş grafik resimle gösterilen seks pozisyonlarõnõ, cinsellik üzerine araştõrmalarõyla tanõnan ünlü The Kinsey Institute gözetimi ve tavsiyesi doğrultusunda yapan öğrenci gazetesi Exponent’in editörlerine yağan eleştiri mektuplarõ karşõsõnda gazete yönetimi bir süreden beri bunalõyordu. Bu kez, Zerkes Makasõ ile fazlasõyla bunaldõ, makas iyice sõkmõştõ. Gazete editörü Paniaguas bir köşe yazõsõ yayõmlayarak eleştirilere yanõt verdi. Paniaguas, sayfanõn üniversite öğrencilerini gelişigüzel ve korunmasõz cinsel ilişkiye teşvik etmediğini, evlilik kurumuna karşõ olmadõğõ gibi evlilik öncesi ilişkiyi özendirmediğini, böyle bir amacõ asla bulunmadõğõnõ iddia ederek yanõt verdi. Paniaguas, “Öte yandan öğrencilerin yüzde 95’i zaten bunu yapmıyor mu” gibi velilerin yüreğine inecek bir soruyu sormadan da duramadõ. Okurlardan gelen eleştirilerin yoğunlaştõğõ nokta, üniversite öğrencilerinin bu grafik resimlere bakarak cinsel ilişkiye kalkõşacaklarõ yönündeydi. Editör Paniaguas, “İkiyüzlülük yapmanın bu sayfaları yayımlamaktan daha çirkin olduğu” yönündeki düşüncesine karşõlõk özellikle muhafazakâr öğrenciler ve velileri tarafõndan zaman zaman tehdite kadar ulaşan eleştiri mektuplarõ, e-postalar ve hatta telefon mesajlarõ gazeteye yağmaya devam etti. Karşõtlarõn daha büyük protesto gösterilerine kalkõşacaklarõ duyumu üzerine üniversiteye ait olan gazete binasõ korumaya alõndõ. Kampusa göz kulak olan polis gazete binasõ çevresinde heyheyleri tutmuş gibi dolaşõyordu. Korkulan olmadõ, üniversiteye yakõşõr biçimde mesele geçiştirildi. Ne olmuştu da bir anda böylesine ortalõk mahşer yeri kesmişti; olan şuydu: Gazetenin 26 Mart Cuma günkü sayõsõnda öğrencilere önerdiği seks pozisyonu için kullandõğõ başlõk, “Makasla Beni Zerkes” olunca, eleştiriler artmõştõ. Zira, bugüne kadar kabul edilebilir cinsel birleşme ve Kama Sutra tekniklerinden çok farklõ, iddialõ bir resim yayõmlanmõştõ. Grafik resimde birleşme halindeki çiftlerin makas görünümü yer alõyordu. Zerkes, “Pers İmparatoru Xerxes”den kaynaklanan bir cinsellik deyimi olarak kullanõlõyor ve gazetenin ressamõ Qing Zhao tarafõndan gölgelenerek çizilmiş resimde cinsel birleşme apaçõk gösteriliyordu. İşte o çizim bütün Amerikalõyõ baştan çõkarmõştõ. Sonra bu konu, gündeme gelen Sarah Palin’in saç modeli, Obama’nõn kendisine ajan hatta komünist ve hatta hatta Müslüman denilmesine gülmesi, ABD’nin genelevde çalõşan ilk erkek fahişesinin istifa etmesi, sekiz çocuğunu bir kerede dünyaya getiren kadõnõn porno çekmesi, Sandra Bullock’un eşi tarafõndan ihanete uğramasõ gibi milli meseleler arasõnda eridi gitti. Purdue şimdi nasõl mõ, iyi, merak etmeyin! Zombilerin baskõnõna uğradõ sadece: Plastik tabancayla koca koca çocuklarõn birbirlerine “grav grav” yaptõğõ, binlerce öğrencinin katõldõğõ kitlesel bir oyundu bu; ama bu sonraki hikâyedir. Unutmayõnõz: ABD’de her şey biter, hikâye bitmez! [email protected] Paskalya’dan geriye kalan BRÜKSEL ÇİMEN TURUNÇ BATURALP STOCKHOLM OSMAN İKİZ PURDUE MAHMUT ŞENOL MÜNİH EROL ÖZKAN Kampusu karõştõran köşe
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle