Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 11 NİSAN 2010 PAZAR
10 PAZAR YAZILARI dishab@cumhuriyet.com.tr
Önce görev mi yoksa aşk mõ?..
19Haziran’da evlenecek olan Prenses
Victoria ama sanki bütün İsveçliler
o gün gerdeğe girecek. Ortalõkta bir
heyecan, bir telaş doğrusu görülmeye
değer. Gazetelerde her gün bir haber.
Victoria ile damat Daniel Westling’in
romantik fotoğraflarõ da haberlerin bonusu.
İsveçliler bu çifti çok sevdi. Anlaşõlõr bir
şey çünkü Victoria’nõn sevdiği gençle
evlenmesine karşõ çõkan babasõnõn
direnişini kõrõncaya kadar direnmesi ve
sonunda kazanmasõ herkeste hayranlõk
uyandõrdõ. Zaten karamsar olmak için
yeterince nedenin bulunduğu günümüz
dünyasõnda insanlar sevinme ve mutluluğu
paylaşma fõrsatõ çõkõnca bunu kaçõrmak
istemiyor. Victoria’nõn yõllar önce orta sõnõf
bir ailenin oğlu olan genç ile arkadaşlõk
etmeye başlamasõ sempatiyle karşõlanmõştõ.
Çiftin evliliğine saraydan karşõ çõkõldõğõnõn
duyulmasõ burukluk yaratmõş, Victoria’nõn
bu yüzden zayõflamasõ, renginin solmasõ
herkesi üzmüştü. Bu yüzden olsa gerek,
şimdi herkes çiftin mutluluğunu paylaşarak
yedi gün, yedi gece eğlenmeye
hazõrlanõyor. Kral Carl Gustaf, kõzõnõ
yõllarca neden üzdü anlaşõlõr gibi değil.
Kendisi de 1972 Münih Olimpiyatlarõ
sõrasõnda organizasyon komitesinde görevli
olan Silvia ile karşõlaşõnca yõldõrõm aşkõna
tutulup evleniverdi. Üstelik ailede saray
dõşõndan evlilik yapan başkalarõ
da vardõ. Hele Prens Bertil’in
aşkõ kitaplara konu olmuştu.
Belki en şanssõz olanõ da Prens
Bertil’di. Taht’a hiç ilgi
duymadõğõ halde, Carl Gustaf
tahta çõkõncaya kadar
sevgilisiyle gizli yaşamak
zorunda kalmõştõ. Bu yüzden
halk Prens Bertil ile Galler
bölgesinden bir maden işçisinin
kõzõ olan Prenses Lilian’õ da çok sevmişti.
Onlarõn hikâyesi İkinci Dünya Savaşõ
sõrasõnda Londra’ya bombalar düşerken
başladõ. Prens Bertil, Lilian May ile
Londra’da askeri ateşe olarak görevli
bulunduğu sõrada tanõştõ. Babasõ Galler
bölgesinden maden işçisi olan Lilian, 14
yaşõnda geldiği Londra’da modellik
yapõyordu. 28 yaşõndaydõ ve evliydi. Ama
kocasõ o sõrada cephedeydi. Prens Bertil,
görür görmez abayõ yaktõğõ Lilian’õn
kocasõndan ayrõlabilmesi için İngiliz
dostlarõnõ araya koydu. Lilian’õn kocasõ
boşanmayõ kabul etti. Prens
Bertil, Lilian ile evlenip saray
dõşõna çõkmaya hazõrlanõyordu.
Ağabeyi ile kardeşi de orta sõnõf
ailelerin kõzlarõyla
evlendiklerinden sõradan vatandaş
gibi yaşamaktaydõlar. O da onlar
gibi yapacaktõ. Tam o sõrada
büyük ağabeyi bir uçak kazasõnda
öldü. Ölen ağabeyin oğlu
bugünkü Kral, Carl Gustaf o
sõrada altõ aylõk bebekti. Prens Bertil’in
dedesi kral, babasõ da veliaht prens idi. Kral
yaşlõydõ ve her an ölebilirdi. Babasõ Prens
Bertil’i acele çağõrdõ. Oğlunun Lilian’la
yaşadõğõnõ biliyordu. Durumu anlattõ.
Kendisi her an tahta çõkmak zorunda
kalabilirdi. Bu durumda altõ aylõk bebek
veliaht prens olacaktõ. Resmi olarak sakõnca
yoktu ama bebeğin vasisinin saraydan
olmasõ gerekiyordu. Üstelik bebeğin sağlõğõ
bozulabilir, akla gelmedik şeyler olabilirdi.
Bu durumda Bertil’in veliaht olmasõ
gerekebilirdi. Prens Bertil’in babasõ bunlarõ
anlattõktan sonra tarihe geçen şu sözleri
söyledi: “Görev her şeyden önce gelir.”
Veliaht prens oğlundan evlenmemesini
istedi. Prens Bertil, babasõnõ dinledi ama
Lilian’õ bõrakmadõ. Riviera’da bir ev aldõ.
Lilian ile hep orada görüştüler. Bu süre
içinde bilinmesine rağmen gazeteler Prens
Bertil ile Lilian ilişkisi hakkõnda tek satõr
yazmadõlar. Carl Gustaf 1976’da
evlendikten sonra amcasõna evlenme izni
verdi. Böylelikle Lilian hem İsveç’e taşõndõ
hem de prenses unvanõ aldõ. Prens Bertil
1997’de öldü. Prenses Lilian yaşõyor.
Prenses Victoria dertleşmek isteyince
Prenses Lilian’a koşuyor.
osman.ikiz@tele2.se
Justine
Hennin geri
dönüyor
Resim gibi köylerin, uçsuz bucaksõz
yemyeşil tarlalarõn, yola dizili kõrmõzõ
tuğla evlerin arasõndan gidiliyor o tenis
kulübüne. Yol uzun ama çok güzel. Bahar
önce sapsarõ çiçeklerle gelir Belçika’ya.
Pembeler henüz pek yok ortalõkta. Hava
güneşli ya, cennet gibi bugün buralar.
Kõvrõla kõvrõla giden köy yollarõnda
ilerlerken çiftlik atõnõn sõrtõnda yolun
tadõnõ çõkaran yakõşõklõ bir çiftçinin
yanõndan geçiyoruz. Üstündeki pelerinli
deri pardösünün uzun etekleri atõn sõrtõna
yayõlmõş... Yanõndan yürüttüğü muhteşem
ikinci bir atla tamamladõğõ resim bir filmin
içinden geçiriyor sanki bizi. Her zamanki
gibi in ile cin top koşturuyor sokaklarda...
Belçika’da her bahar kendi kendime
sorduğum aynõ soruya kendi kendime yine
aynõ yanõtõ veriyorum. “Heyhat kimin
için acaba bu güzellikler? Eh işi gücü
var herkesin tabii. Birileri adamakıllı
çalışacak ki bunca güzellik kazınacak
hayata... ”
Gittiğimiz tenis kulübünün kurucusu
Justine Hennin henüz 27 yaşõnda. Daha
birkaç yõl önce yeryüzünün bir numaralõ
tenisçisiydi. Küçücük Belçika’nõn adõnõ
büyüten şampiyonu lükse alõşkõnlar için
sõkõcõ gelebilecek derecede sade bir spor
kulübü kurmuş burada. Tõpkõ Belçika gibi,
tõpkõ kendi gibi sade ve mütevazõ...
Kulübün hepsi hepsi 200 m2 olan bar ve
kafe kõsmõnda sadece bir kişi çalõşõyor.
Zaten öyle uzun uzun oturan kimse yok.
Tenisini oynayan kõsaca soluklanõrken bir
şeyler içip kalkõp gidiyor. Milyonlarca
dolarõ olduğu söylenen bu genç kadõn, bu
kulüpte her gün altõ saat antrenman
yapõyor. Her akşam en geç dokuzda
yattõğõnõ söylüyorlar. Her sabah erkenden
kulübe geliyor. Burada toplam 19 kort var;
10 tanesi açõk, 9’u kapalõ... Kapalõ
kortlarõn altõsõ yerlere kadar camla
ayrõlmõş kafenin yüksekte kalan
kõsmõndan seyredilebiliyor. Justine her
gün kafenin penceresine en uzak olan 6
numaralõ kortta antrenörüyle 4 saat tenis
oynuyor. Ardõndan da kulübün alt
katõndaki salonda iki saat aletlerle
çalõşõyor. Gün ilerlerken kulübün diğer
işleri için koşturmaya geliyor sõra. Onu bir
elinde kocaman siyah bir dosya, öbür
elinde spor çantasõ ile görmek kulübün
müşterilerini hiç şaşõrtmõyor. Kafede
vardiya usulü
çalõşan tek kişinin
işi başõndan aşkõn.
Tam yedi kere
büyük turnuva
kazanmõş olan bu
şampiyon kendi
kulübünde kendi
işini kendi yapõyor.
Top toplayõcõsõ yok,
korumasõ yok...
Kafenin karşõlõklõ iki köşesine iki TV
asõlmõş. Justine elinde telefonla volta
atarken çocuğun biri avaz avaz bir çizgi
film seyrediyor. Justine bir kat aşağõya
inip sessiz bir köşe buluyor kendisine.
Duvara dayanarak sürdürüyor
konuşmasõnõ. Terrier cinsi gri renkli
kõrmõzõ tasmalõ köpeği başõ okşanõrken
sahibinin gidişini fark etmiyor. Fark ettiği
anda ise çõlgõn gibi aramaya başlõyor
Justine’i. Birazdan alt kattan sesi geliyor
şampiyonun. “Juice... Juice burdayım...”
Oturduğum yerden onu merakla
izliyorum. Siyah bir eşofmanõn üstüne
koyu mor bir sweatshirt giymiş.
Parmağõnda incecik põrlantalõ bir halka
belli belirsiz parlõyor... Düz sarõ saçlarla
çevrili yüzünde hiç makyaj yok ama
binlerce düşünce var. Bir bulutun içinde
dolaşõyor sanki. Beş yaşõnda başladõğõ,
uğruna 16 yaşõnda okulu bõraktõğõ tenise
dünyada bir numarayken “kendisini
bulmak” için 16 ay ara verdi. Ve raketine
geri döndükten sonra ocak ayõnda katõldõğõ
Avustralya’daki şampiyonanõn final
maçõnda Amerikalõ ünlü tenisçi Serena
Willimas’a yenildi. Belki de bu yüzden
yüzünde gülme emaresi yok. Her saniye
bir sonraki maçõna hazõrlanõyor sanki,
Fransa - Roland Garros’da veya İngiltere-
Wimbledon’da... Yõllarca Belçika’ya kupa
kupa gurur taşõdõ bu küçük kadõn. Ama
kendisi hiç de övünen biri gibi
görünmüyor. Kulübün alt katõnda, pek de
uğranmayan loş bir köşede bir camekânõn
içine yõğõlmõş kupalarõ gerçek başarõnõn
ödülünün kupadan başka bir şeyler
olduğunu anlatmaya çalõşõyor sanki gelen
geçene. Dünyanõn en büyük tenis
yõldõzõyken önce kendini emekliye ayõrõp
UNICEF ve çocuklar için çalõşmak, sonra
geri dönüp bõraktõğõ yerden aynõ azimle
başlamak için böyle biri olmak gerekiyor
herhalde. Yeşilliklerin ortasõndaki bu spor
kulübünde insana dair müthiş bir şey var.
Justine’in bundan sonraki maçlarõnõ
izlerken herhangi bir spor karşõlaşmasõnda
kolay kolay göremeyeceğim bir şeyler
görecekmişim gibi geliyor bana...
cimenbaturalp@skynet.be
Almanya’da Paskalya tatili
de gelip geçti... İlkyazõn
işareti sayõlan tavşan
çikolatalarla rengârenk
yumurtalarõn yarattõğõ imaj en
çok çocuklarõ sevindirdi yine...
Oysa tatile çõkan ve
dönenlerin oluşturduğu trafik
felaket. Tren garlarõ nasõl da
kalabalõk sormayõn. Kõş
günlerinin ardõndan güneşin
şöyle bir görünüp kaybolduğu
ince ince yağmur çiseleyen
nisan sabahlarõnda haydi gelin
de gezi düşleri kurmayõn
bakalõm imkânõ var mõ?
Bugünlerde Münih’te
Türklerin dolaştõğõ Goethe
caddesinde volta atmaktan
kendimi alamõyorum
doğrusu... Alkollü içki
satmayan tarikatçõ
marketlerden tutun da
kapõsõnda “Taksitle bilet
bulunur” yazan Türk uçak
şirketlerine, dönercilere ve de
vitrinleri Araplaşmõş estetikle
dolu eksportçulara ve
kebapçõlara varõncaya kadar
girip çõkmadõğõm yer yok gibi.
Jet Fadıl’õn İstanbul’da ortaya
çõktõğõ günlerde Münih’te de
yeşil sermayenin adamlarõ
ortalõkta fazla görünür oldular.
Fethullahçõlar, dönekler, liboş
ve çakma gazeteci
tayfasõ da her
yerdeler... Diğer
taraftan herkes ister
istemez Başbakan
Merkel’in Türkiye
gezisini konuşuyor.
Hangi dergiye
bakarsanõz bakõn hep
“Türkler” anlatõlõyor...
Bu arada vize meseleleriyle,
son olarak ortaya çõkan RFID
çipli ve hayli sükseli dünyanõn
en kazõk pasaportlarõnõn
“Biometrik” ayrõntõlarõna
kadar her şeyi nasõl da merak
ediyorum sormayõn? Zira bu
pasaportlarda fotoğraflar bile
asõk yüzlü olmak
zorundaymõş. Haziran ayõndan
itibaren dünyanõn en pahalõ
pasaportlarõna sahip olacağõz
hiç merak etmeyin. İyi güzel
de defalarca ihale iptallerinin
yaşandõğõ bu olaydaki
cambazlõklarõ kimler yaptõ ve
kimler vurgun vurdu çok
merak ediyorum? Pasaportun
sadece defter fiyatõ 300 ile 500
TL arasõnda değişirken 5 yõllõk
biyometrik pasaporta 618 TL
ödenecekmiş!
Öte yandan Türkiye’ye 110
kişilik kalabalõk bir heyetle
gelen Merkel’in ekibinde
enerji projeleriyle ilgilenen
Alman enerji devi RWE’nin
uyanõk idarecilerinin peşi sõra
doğalgaz dağõtõm ihalelerini
hedefleyenler de var! Bitmedi.
Ayrõca Mersin’de kurulmasõ
planlanan nükleer santralõn
minik ancak çok önemli bir
haberi de bizim Cumhuriyet’in
arka sayfasõnda yer almõştõ
bilmem gördünüz mü? Evet
maalesef yanlõş özelleştirmeler
son hõzõyla sürüyor ve ucu
görünmez karanlõk bir tünelde
bir yerlere hõzla
götürülüyoruz. Bu arada tekrar
altõnõ çizelim, Alman gazete ve
dergilerinden haftalardõr
inmiyoruz! Merkel ve
Başbakan Erdoğan’õn fotoğraf
ve karikatürleri üst üste, yan
yana ve iç içe... Özellikle
bunlardan en çok akõlda kalanõ
30 Mart tarihli Süddeutsche
gazetesinde yer alan Gabor
Benedek imzalõ bir karikatür
idi. AB’ye giden yol levhasõ
önünde yer alan Merkel’in
yola döşediği ve kenarõnda
“entegrasyon” yazan çivili bir
tahtayõ Erdoğan’õn önüne
doğru sürmesi ve bizim
başbakanõn da şaşkõn bakõşlarõ
her şeyi anlatõyordu.
Almanya’da Türk liselerinin
açõlmasõna bile sõcak
bakmayan ancak sonradan
sözüm ona yumuşayan(!) ve
izin veren tutucu Alman
düşüncesini anlamak güç.
Burada yaşayan ve yetişen
genç kuşaklarõn Türkçeyi ve
kendi kültürlerini öğrenmesini
istemeyen düşünce nasõl da
õrkçõlõk kokuyor gördünüz!
Dikkat edilirse 3. ve 4. kuşağõn
Türkçe konuşmalarõndaki
güçlüğü de bilirsiniz. Hatta
Türk avukatlar
ve doktorlar bile
içine Almanca
sözcükler
karõşmõş yarõm
yamalak
Türkçeleriyle
yaşõyorlar...
Daha sonra yani
6. kuşaktan
itibaren daha da berbat bir
konuma gelecekler gençler
burada... Türk kültür
merkezlerinin olmadõğõ,
Türkçe radyo programlarõnõn
azaltõlõp kõsõtlandõğõ bu ülkede
yaşanan bu ayrõmcõlõk
Merkel’in gezisiyle azõcõk da
olsa size kadar yansõdõ. Tõpkõ
vaktiyle Polonyalõlara
yapõldõğõ gibi önce
entegrasyon (bütünleşme) ve
ardõndan asimilasyon
projelerini bilmeyen beri
gelsin. Evet kim ne derse desin
Almanya’da Türk olmak çok
zor! Hiçbir zaman “ırkçı”
olmayan Türk halkõ bu olaylar
karşõsõnda acõ duyuyor ve
şaşõrõyor. En çok da bu ülkeye
“gönüllü sürgün” olarak
gelenlerin yaşadõğõ kaos az
buz şey değildir. Bir Paskalya
bayramõnõn daha gelip geçtiği
şu günlerde geriye kalan nedir
diye insan sormadan da
edemiyor... Yorgunluklarõ
ağõzda eriyen tavşan
çikolatalarla dengelediğini
sananlarla, tokuşturulan
yumurtalardan kalan çocuksu
imajlarõ gülümseyerek
tekrarlayanlar ilkyaza merhaba
demenin kim bilir belki de
mutluluğu içinde
oyalanõyorlardõr, ne dersiniz?
erolozkan66@hotmail.com
Cuma günleri cumhur cemaat,
öğrencisi hocasõ hep birlikte
hafta sonuna girildiğinden,
eğlence saati gelmiş keyif
erbabõna hitaben gazetede
yayõmlanan “Haftanın Seks
Pozisyonu” köşesi Purdue
Üniversitesi kampusunu iyice
karõştõrdõ. Gazetesi günde 50 bin
adet basõlõp, 50 binden fazla
öğrencisi olan Purdue’nün
velileriyle beraber 200 bin kişilik
bir topluluğa eriştiği hesap
edilirse, kampusu karõştõran bu
köşenin önemi ortaya çõkar.
Indiana’daki Purdue
Üniversitesi’nin günlük
gazetesi The Exponent’de
üç yõldan beri cuma günleri
yayõmlanan köşe bir süredir
tepki alõyordu, ama en son,
geçen hafta yayõmladõğõ
“Makasla Beni Zerkes”
başlõklõ cinsel ilişki tarifi
yapan sayfadan sonra
kõzõlca kõyamet koptu. (The
Exponent, 26.03.2010, s.6 / the
Scissor me Xerxes)
Gölgeli olarak siyaha taranmõş
grafik resimle gösterilen seks
pozisyonlarõnõ, cinsellik üzerine
araştõrmalarõyla tanõnan ünlü The
Kinsey Institute gözetimi ve
tavsiyesi doğrultusunda yapan
öğrenci gazetesi Exponent’in
editörlerine yağan eleştiri
mektuplarõ karşõsõnda gazete
yönetimi bir süreden beri
bunalõyordu. Bu kez, Zerkes
Makasõ ile fazlasõyla bunaldõ,
makas iyice sõkmõştõ. Gazete
editörü Paniaguas bir köşe yazõsõ
yayõmlayarak eleştirilere yanõt
verdi. Paniaguas, sayfanõn
üniversite öğrencilerini
gelişigüzel ve korunmasõz cinsel
ilişkiye teşvik etmediğini, evlilik
kurumuna karşõ olmadõğõ gibi
evlilik öncesi ilişkiyi
özendirmediğini, böyle bir amacõ
asla bulunmadõğõnõ iddia ederek
yanõt verdi. Paniaguas, “Öte
yandan öğrencilerin yüzde 95’i
zaten bunu yapmıyor mu” gibi
velilerin yüreğine inecek bir
soruyu sormadan da duramadõ.
Okurlardan gelen eleştirilerin
yoğunlaştõğõ nokta, üniversite
öğrencilerinin bu grafik resimlere
bakarak cinsel ilişkiye
kalkõşacaklarõ
yönündeydi.
Editör Paniaguas,
“İkiyüzlülük
yapmanın bu
sayfaları
yayımlamaktan
daha çirkin
olduğu”
yönündeki
düşüncesine karşõlõk özellikle
muhafazakâr öğrenciler ve
velileri tarafõndan zaman zaman
tehdite kadar ulaşan eleştiri
mektuplarõ, e-postalar ve hatta
telefon mesajlarõ gazeteye
yağmaya devam etti. Karşõtlarõn
daha büyük protesto gösterilerine
kalkõşacaklarõ duyumu üzerine
üniversiteye ait olan gazete binasõ
korumaya alõndõ. Kampusa göz
kulak olan polis gazete binasõ
çevresinde heyheyleri tutmuş gibi
dolaşõyordu. Korkulan olmadõ,
üniversiteye yakõşõr biçimde
mesele geçiştirildi.
Ne olmuştu da bir anda böylesine
ortalõk mahşer yeri kesmişti; olan
şuydu: Gazetenin 26 Mart Cuma
günkü sayõsõnda öğrencilere
önerdiği seks pozisyonu için
kullandõğõ başlõk, “Makasla Beni
Zerkes” olunca, eleştiriler
artmõştõ. Zira, bugüne kadar kabul
edilebilir cinsel birleşme ve
Kama Sutra tekniklerinden çok
farklõ, iddialõ bir resim
yayõmlanmõştõ. Grafik resimde
birleşme halindeki çiftlerin makas
görünümü yer alõyordu. Zerkes,
“Pers İmparatoru Xerxes”den
kaynaklanan bir cinsellik deyimi
olarak kullanõlõyor ve gazetenin
ressamõ Qing Zhao tarafõndan
gölgelenerek çizilmiş resimde
cinsel birleşme apaçõk
gösteriliyordu.
İşte o çizim bütün Amerikalõyõ
baştan çõkarmõştõ. Sonra bu konu,
gündeme gelen Sarah Palin’in
saç modeli, Obama’nõn kendisine
ajan hatta komünist ve hatta hatta
Müslüman denilmesine gülmesi,
ABD’nin genelevde çalõşan ilk
erkek fahişesinin istifa etmesi,
sekiz çocuğunu bir kerede
dünyaya getiren kadõnõn porno
çekmesi, Sandra Bullock’un eşi
tarafõndan ihanete uğramasõ gibi
milli meseleler arasõnda eridi
gitti.
Purdue şimdi nasõl mõ, iyi, merak
etmeyin! Zombilerin baskõnõna
uğradõ sadece: Plastik tabancayla
koca koca çocuklarõn birbirlerine
“grav grav” yaptõğõ, binlerce
öğrencinin katõldõğõ kitlesel bir
oyundu bu; ama bu sonraki
hikâyedir. Unutmayõnõz: ABD’de
her şey biter, hikâye bitmez!
msenol34@yahoo.com
Paskalya’dan
geriye kalan
BRÜKSEL
ÇİMEN TURUNÇ
BATURALP
STOCKHOLM
OSMAN İKİZ
PURDUE
MAHMUT
ŞENOL
MÜNİH
EROL ÖZKAN
Kampusu karõştõran köşe