19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Ayrışma AKP iktidarının Türkiye’yi tepeden inme dönüştürme siyaseti toplumda daha önce de var olan ayrışma sürecini hızlandırdı, tehlikeli bir noktaya getirdi. Türkiye’de insanlar artık birbirlerini dinlemiyorlar; kavga durumundalar. Bunun en somut örneklerini televizyon kanallarındaki ‘tartışma’ programlarında görüyoruz. Tartışma sözcüğünü tırnak içine aldım, çünkü bu reyting getirici gösterilerin tartışma ile hiçbir ilgisi kalmamış; düpedüz kavga gösterileri bunlar. Program yapımcıları daha geniş bir izleyici kitlesine ulaşmak kaygısıyla insanları ekranda kavga ettiriyorlar. Bu durum aynı zamanda izleyici kitlelerinin ruh durumlarını da yansıtıyor, yoksa yapacak onca iş varken insanlar ekran başında çakılıp saatler boyu bu sonuçsuz kayıkçı kavgalarını niçin izlesinler? İzliyorlar, çünkü onlar da bu ayrışmada taraflar ve ekranda kendileriyle aynı tarafta olduklarını düşündükleri/bildikleri konuşmacı karşıtlarına karşı kavga verirken, onlar da bir futbol kulübü yandaşı gibi heyecanlanıyorlar. Bu kavga ortamında en zor durumda olanlar siyah ile beyaz arasındaki geniş gri alanda kalanlar; çünkü onlar her iki rengin yandaşları tarafından eleştiriye, saldırıya uğruyorlar. Bu durumda olanlardan biri de bu satırların yazarıdır. Okurlarımın bildikleri gibi AKP iktidarının en kesin karşıtlarından biriyim, karşıtlığımın nedenlerini birçok yazımda çeşitli açılardan gerekçelendirdim, gerekçelerimi yaklaşık 50 yıldır savunduğum özgürlükçü-sosyalist dünya görüşü omurgasına oturtmaya çaba gösterdim, gösteriyorum. Özlediğim dünyada ne dinsel ne de askeri otokratik dayatmaların yeri var. Dinin siyasallaştırılmasını da, siyasal ve toplumsal hayata askerin müdahalelerini de bireylerin özgürleşmesinin ve toplumun demokratikleşmesinin önünde engeller oluşturduğunu düşünüyorum. İki yıldır çeşitli adlar altında gerçekleştirilen toplu tutuklamalarda ‘taraf’ım, evrensel hukukun tarafındayım. Bu kitlesel tutuklamalarda, tutuklamaların süresi açısından somut insan hakları ihlali yapıldığını düşünüyorum. Bir yılı aşkın bir süredir tutuklu bulunmalarına karşın kimi sanıkların hâlâ tutuklanma gerekçelerini öğrenememelerini hukuk cinayetleri olarak değerlendiriyorum. Arkadaşımız, sevgili Mustafa Balbay tam 402 gündür tutuklu; Tuncay Özkan, Prof. Mehmet Haberal, Doğu Perinçek, Deniz Akkaya, Ufuk Yıldırım… vd. Yarın bir gün bu insanlar yargı tarafından aklandıklarında gasp edilen özgürlüklerinin hesabını kim, kimler verecek? Tutuklananlar arasında geçmişte ‘derin devlet’in tetikçiliğine soyunmuş ve birtakım terör olaylarına karışmış kişilerin de olduğu biliniyor. Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Em. Ora. Özden Örnek’in ‘Darbe Günlükleri’ ve eski 1. Ordu Komutanı Em. Org. Çetin Doğan’ın eski Genelkurmay Başkanı Em. Org. Hilmi Özkök’e ilişkin konuşmaları bize Türk Silahlı Kuvvetleri içinde darbe konusunun en azından bir süre için gündemde olduğunu, üzerinde düşünülüp konuşulduğuna dair ipuçları veriyor. Türkiye, kısıtlı da olsa bir hukuk devleti ise bu ‘derin devlet tetikçilerinin’ işlediği suçlar da, darbe söylentileri de aydınlatılmalı, suçlular cezalandırılmalıdır. Ne var ki bu ‘ne çıkarsa bahtıma’ anlayışlı savcıların örneklerine tanık olduğumuz sürek avlarına dönüşmemelidir. Beni bu ayrışmada ‘tarafsız’ kalmakla eleştiren okurlarıma bilmem derdimi anlatabildim mi? [email protected] www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ ‘Plebisit’... Öyle bir anayasa oylamasõ ki “uygun” gördüğünüz değişik- likler nedeniyle “evet” derseniz, “aynı pakette”ki beğenmedik- lerinizi de onaylamõş; “hayır” derseniz, beğendiğiniz madde- leri de reddetmiş olacaksõnõz! Örneğin memurlarõn haklarõ- nõ “özgürce” savunmalarõna olanak sağlayacak maddeyi is- teyebilirsiniz… Diğer madde- lerde yargõyõ siyasi iktidar be- lirlediğinde, gelecekte memur- lara hukuk dõşõ davranacak bir hükümete karşõ “bağımsız yar- gı”yõ ara ki bulasõn... Yani öyle bir paket ki bir yan- dan “hak”lar veriyor; öte yan- dan aynõ haklarõn “hukuksal güvence”sini ortadan kaldõrõyor; vatandaşõn yeni tanõnan hakla- ra “evet”, bunlarõn çiğnenmesi durumunda “etkisiz” kalabile- cek bir yargõya “hayır” deme olanağõnõ ise elinden alõyor.. Özgür düşüncesine değer ve- ren; yurttaşlõk sorumluluklarõnõ önemseyen aklõ başõnda hiç kimse, böylesine “dayatma” bir oylamadan demokratik haz ala- maz; geleceğe umutla bakarak oyunu kullanamaz.. Bunun adõ “demokrasi” mi- dir değil midir bilmem ama tek kelimeyle “ayıp”tõr... Hiçbir çağdaş rejimde ya da uygar ül- kede, vatandaşa böylesine “ta- nımlanamaz” oyunlar oynan- maz… Dahasõ bu oyun, “milli irade” adõna oynanõyorken milletin di- lediği maddeye “evet”, diledi- ğine “hayır” deme “irade”si- ni bile engelleyenler nasõl “mil- let”vekili olabilirler? Öğrenci’den “Ders”ler Böylesi bir “halkoylaması”! süreci hukuk devleti ve de- mokrasi tarihimiz için ne kadar talihsizse, aynõ sürecin belki de en “talihli”leri hukuk öğ- rencileri; çünkü en sevdikleri hocalarõ bile ülkedeki şu “hu- kuk gündemi” kadar “öğreti- ci” olamazdõ... Yarõn nasõl bir ülkede “hukukçu” olabilecek- lerini hiçbir derste bu denli açõk ve çarpõcõ göremezlerdi… Nitekim anayasada önerilen değişiklikler arasõnda halkõn “farklı tercih”leri olabilece- ğini önemsemeyen bir halkoy- lamasõnõn ‘referandum’ değil, “plebisit” olduğu, hukuk öğ- rencilerinin de gündemine giri- vermiş.. Anlamõnõ ben de merak ede- rek okuduğum, İstanbul Üni- versitesi Hukuk Fakültesi’nden bir öğrencimizin görüşü öyle- sine açõk, anlaşõlõr ve öğreticiydi ki... Sadece okuldan değil, ya- şadõğõmõz şu “ders” gibi sü- reçten de öğrenerek yaptõğõ de- ğerlendirmede şöyle söylüyor: “Anayasa değişikliği tekli- finin halkoylaması ne yazık ki ancak bir ‘plebisit’ olabile- cektir… Plebisit ‘sözde’ de- mokratiklerin ‘çakalca’ baş- vuracağõ bir yoldur. Ayrõntõlar için Prof. Dr. Erdoğan Te- ziç’in Anayasa Hukuku kitabõ- na ve Prof. Dr. Kemal Göz- ler’in Türk Anayasa Hukuku Si- tesi’ndeki ‘Halkoylamasının Değeri’ makalesine bakõlabilir. Plebisit için ‘Bonapartisme’ (Bonapartizm) dendiğini de unutmadan ekleyeyim..” Sonra da Prof Gözler’in makale- sinden aynen aktarõ- yor: “Referandumun doğru değerlendir- mesini yapabilmek için plebisitten özenle ayrılması ge- rekir; ancak bu ay- rımı yapmak pek de kolay değildir. Re- ferandumda bir ‘değişiklik’; plebisitte ise, bir ‘adam’ söz konusudur. Birincisinde bir ‘metin’ oylanır; ikincisinde ise bir ‘isim’. Diğer fark ise demokratiklik bakõmõndandõr. Referandum demokratik bir usuldür; halk etkendir, öznedir, karar alma sürecinin başõna, ortasõna ve sonuna katõlõr. Plebisit ise anti-demokratik bir usuldür; halk edilgendir, nesnedir, karar alma sürecinin sadece sonuna katõlõr. Referandumun yapõlmasõnõ isteyen halkõn kendisi (halk te- şebbüsü) ya da halkõn seçtiği temsilcilerdir. Oylanan şey ise halkõn temsilcilerinin hazõrladõğõ bir metindir. Oysa plebisite başvuranlar, ki- şisel iktidar sahipleri ya da fii- li yönetimlerdir. Oylanan şey ise halkõn katõlõmõ olmadan hazõr- lanan metinler, fiili yönetimle- rin oldubittileri, karar ve ey- lemleridir... Kõsaca plebisit, ‘diktatörle- rin, anti-demokratik yöneti- cilerin, darbecilerin, kendi- lerine meşruiyet kazandır- mak için başvurdukları bir halkoylama’sõdõr... Sakõn anayasa değişikliği, iş- te bu “bilinç”li öğrencilerimi- zin de yarõn “yargı”mõzda gö- rev almalarõnõ bugünden en- gellemeyi amaçlamasõn?… 11 NİSAN 2010 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 17 Hakem İlker Çamkır: “Futbolcu Recep’ten orta hakeme: Çıkar formanı, çık karşıma!” Amaç Zekai Buluç: “Bugün ‘Millet böyle istiyor’ diyerek amaçlarını saklayanlar geçmişte de ‘Din elden gidiyor’ diyerek amaçlarını saklamıştı!” Kral Doğan Kapkıner: “Recep’in paketine göre, genelkurmay başkanı Yüce Divan’da yargılanacak. Pas ver şekerim, ‘kral’ olacak Recep’im!” Bir (dönek) Marksistin günlüğünden VAZİYET’İN demirbaşı haline gelen Nazi Almanya’sından papaz Martin Niemöller’in sözlerini İrfan Taştemur, günümüze uyarlamış. Bu kez civanımın padişahı Fatih Sultan Recep’in memleketinden bir Marksist’in (büyük olasılıkla dönek) günlüğü: “Önce Kemalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben Kemalist değildim. Sonra rektörleri ve üniversite öğretim üyelerini topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben rektör veya öğretim üyesi değildim. Sonra gazeteci ve yazarları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben gazeteci ve yazar değildim. Sonra cumhuriyet savcılarını topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben cumhuriyet savcısı değildim. Sonra albayları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben albay değildim. Sonra generalleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben general değildim. Sonra Alevileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben Alevi değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sendikacı değildim. Sonra muhalif sanatçıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sanatçı değildim. Sonra muhalefet partisi milletvekillerini topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben milletvekili değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı...” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” EMEKLİ Tümgeneral Naci Beştepe, televizyon haberlerinin içine “görüntü” şeklinde saklanarak kamuoyuna verilen “mesaj”ı yorumluyor: “Ekrana yansıyan görüntülerde; sırtında TEM (Terörle Mücadele) yazan polisler, Türk ordusunun generallerini, subaylarını pis duvarların dibinden, çöp bidonları arasından, dar koridorlardan geçirerek bir yerlere götürüyor. Sırtında TEM yazan polisler bazı askerlerin kollarına giriyor, bazılarının yanında yürüyor. Mahkeme kararı ile birkaç gün önce serbest bırakılan subaylar hakkında tekrar tutuklanma kararı çıkmış; üç subay kendiliklerinden ve uzun süre tutuklu kalacaklarını düşünerek bavullarıyla gelmiş. Sırtında TEM yazan polislerce bir yerlere götürülen o subayların hemen hepsi terörle mücadele etmiş insanlar. Anaları onları o günler için büyütmüş, devlet ve millet de o günler için yetiştirmiş. Terörle mücadele eden subaylar bazı bölgelerde Özel Harekât mensubu polislerle omuz omuza çalışmışlar. O subayların hiçbiri beraber görev yaptıkları polislerin sırtında TEM üniforması görmemiş. PKK ile çatışmada TEM yazan sırtlıklar kullanmaz emniyet mensupları. Nedense Türk subayları sorguya ve tutukevine götürülürken o sırtlıkları tüm Türk halkı görüyor. Eminim ki o polis memurları, hepsi olmasa da büyük çoğunluğu yaptıkları işten sıkıntı duyuyordur. İki yılı aşkın bir süredir bu manzara sürdüğüne göre belli ki bu görüntülerin verilmesinden hoşlanan ve devamını isteyen birileri var.” Emekli Tümgeneral Naci Beştepe’nin sözünü ettiği birileri acaba kim olabilir? Örneğin, AKP-FG koalisyon hükümetinin ve civanımın padişahı Fatih Sultan Recep’in Devlet Bakanı Hayati Yazıcı olabilir mi? Adam, ülkenin bunca hayati sorunu varken 30 Ağustos Zafer Bayramı törenlerinde ev sahibinin Genelkurmay Başkanı olmasına takmış, ev sahibinin Başbakan olması gerektiğini söylüyor. Gerekçesini de “Törene Genelkurmay Başkanı geliyor, hepimiz ayağa kalkıyoruz” diye açıklıyor. Adam, Genelkurmay Başkanı’nın ev sahibi olarak Cumhurbaşkanı’nı karşıladığının ve ona eşlik ettiğinin farkında bile değil. Bu durumda TEM’in anlamı kendiliğinden ortaya çıkıyor: Rejimin teminatı polistir, polisin ilk görevi ise iktidar düşmanı terörist subaylarla mücadele etmektir! TEM Recep’i Kaddafi’ye benzetmişler. Berlusconi de elini öpsün! YağmurDeniz KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] HARBİ SEMİH POROY HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] [email protected] “Anayasal niyet”... (Cem Koç’tan...) BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Tokat ilinde ortaya çõkarõlan ve Bronz Ça- ğõ’nõ yansõtma- sõ bakõmõndan büyük önem ta- şõyan höyük. 2/ “Aysberg” de denilen, lahana görünümlü bir tür marul... Öl- çek. 3/ Tiftik yünüyle doku- nan bir tür ince ku- maş... Akdeniz Böl- gesi’nde bir akarsu. 4/ Şarkõ, türkü... Müzik eşliğinde yapõlan bir tür jimnastik. 5/ Bir denizkulağõnõ deniz- den ayõran kõyõ dili... Mõsõr bitkisine ve ta- nesine verilen ad. 6/ Hac zamanõ dõşõnda Kâbe ve diğer kutsal yerleri ziyaret etme... Notada durak işareti. 7/ Sebze fidesi ve üzüm çubuğu dik- mek için hazõrlanan çukur... Karõşõk renkli. 8/ İnat- çõ, dik kafalõ... Acõ, üzüntü. 9/ İzmir’in Urla ilçesinde önemli bir kazõ alanõ. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Buğday ya da mõsõr unuyla yapõlan bir yemek... “Her çiçekten --- eyledik / Arõya saydõlar bizi” (Pir Sultan Abdal). 2/ “Denizayısı” da denilen bir fok tü- rü... Kars’õn doğusunda ünlü bir eskiçağ kenti. 3/ Bir işte bir kimse ya da şeyin üstüne düşen görev... Da- ha çok makarna yapõmõnda kullanõlan bir buğday cin- si. 4/ Kemiklerin yuvarlak ucu... Bademden yapõlan şerbet. 5/ Satrançta bir taş... Radon elementinin sim- gesi. 6/ Bir tür tuzsuz ve yumuşak peynir... Mõsõr’õn plaka imi. 7/ Balede dans adõmõ... Ağaçlõklõ yol. 8/ Poker, konken gibi oyunlarda aynõ cins iki kâğõda verilen ad... Büyük iplik çilesi. 9/ Bir göz rengi... Ye- niçerilerin kayõtlõ olduklarõ kütük defteri. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 K A Y K A Y M A A R A S A D E T Y A S T A Ğ A Ç K T A R I M P A S A R R A M İ Y A Ğ I R R E Y D A M A R S A M E Ç M E S E L A T P İ Y A L E 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle