15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
28 KASIM 2010/ SAY11288 PAZAR [ Murat Gülsoy'un yeni kitabının adı "Tanrı Beni Görüyor mu?" Kitap, birbirinden bağımsız görünen ama her birinin diğerine tinsel göndermelerde bulunduğu hikâyelerden oluşuyor. Gülsoy zıtlıkları, belirsizlikleri özellikle de kuşkuyu seviyor. Hikâyelerindeki tekinsiz hava bu yüzden. Okuyucuyu zorluyor, hırçmlaştırıyor. Okuyucuyla kurduğu bu sürtüşmeli ilişkinin nedeni ise düşünceyi kışkırtmak istemesi. ADNAN BİNYAZAR PAZAR YAZILARI Sessizlik Berlin Sessizlik uygarlık göstergesidir. Huzur verici bir sessizlik havaalanında başlıyor. Birtakım teknik yeniliklerin dışında havaalanlarının insan manzarası aynıdır. Ellerde bavullar, sırtta çanta, kucakta bebekler, bastonlu yaşlılar, ele avuca sığmayan çocuklar... Çevreme bakıyorum. Birbirine çarpıp geçen yok. Bilmeyerek yanlış bir harekette bulunan, yüzünden eksik etmediği içtenlikli gülücüklerle özür diliyor, öbürü de aynı gülücükle karşılık veriyor. Ne kavga, ne dövüş, ne sövüp sayma... Kimse kimseye hayvan, öküz, ayı, çüş, oha gibi sözcüklerle hakaret etmeye kalkışmıyor. Kaldı ki domuz adıyla yapılmış Schweinhund (kadın pazarlayıcı) benzeri deyimlerin dışında kişiye öfkelenip onu hayvan adıyla anmak, Almanya'da hakaret de sayılmaz. Telefon rehberleri, soyadı Bâr(ayı), Hund (köpek), Maus (fare), Vogel (kuş), Hase (tavşan) olan insanla dolu! Bunun yanında, birçok gencin ceketinin yakasında hayvan ayağını simgeleyen desenlervar. Bunlar, onu giyenin, hayvanları korudugunu, onlara reva görülen işkencelere karşı çıktığını simgeliyor. Kamu taşımacılığı, hayran uyandıracak düzeyde. Yollarda, duraklarda kuyruklara rastlanmıyor. Kuyruk olundugunda da herkes sırasını biliyor. Burada insan sanki kurallara uymak için yaratılmış. Hiçbir aracın bulunmadığı bir saatte kırmızı yanıyorsa kimse karşıdan karşıya geçmiyor. Köpekler bile öyle alıştırılmış. O yüzden, bizim yollarımızda üç günde ölen, buralarda bir yılda ölmüyor. Taşıtların içi sinek uçsa duyulacak kadarsessiz. Bizde olduğu gibi, ne bağırtılı konuşmalar, ne gereksiz tartışmalar. Ergenlik dönemi öğrenci kıkırdamalarını da halk hoşgörüyle karşılıyor. Sesten rahatsız olanlar, başlarını o tarafa çevirip şöyle bir gülümsedi mi konuşmalar anında kesiliyor. Bir ülkede kamuya ilişkin yerlerde düzen varsa toplum da düzenlidir. Düzenin kaynağı ailede aranmalıdır. Dilimizde sıkça kullanılan "aile terbiyesi" kavramı, aile içindeki düzenin göstergesidir. Davranışlar aile içinde pişirilip belli bir üslup kazanır. Çevre ve okul, aile ortamında kazanılanların bütünleyici uzantısıdır. insan, toplumlararası bu bütünleşmeyle kültürel kimlik sahibi oluyor. Kimliksiz toplumlarda bilinçli dayanışma duygusundan da insanca denetimden de söz edilemez. Aile, kültürel kimliğin çekirdeğidir. Genetiği bozulmamışsa saglıklı çekirdeğin besledigi gövde de saglıklı gelişir. Sessizliğin yaratılmadığı kentlerde yaşayanların çoğu ruhsal hastadır. Batı toplumlarında birçok insan büyük kentlerin karmaşalı hayatından kaçıp sakin yerlere sıgınıyor. Bunda tekdüzeleşrniş hayattan kurtulmanın da etkisi var. insanlar eğlencesinden, zorunlu olmayan giderlerinden kesip dünyanın sakin yerlerinde tatil yapmaya can atıyor. Sessizlik içinde yaşamaya alışmış toplumlar sessizliğin de sessizliğini arıyorlar. Istatistiklere göre en çok Almanlar başka ülkelere gidiyor. Alman kadınlarına yönelik şu espri çok yaygındır: Yılın altı ayında nerede tatil yapacaklarını düşünürler, döndükten sonra da altı ay oraları anlatırlar... Tabii, abartılı bir espridir bu; yoksa onca buluşçu, sanatçı, düşünür, yazar nasıl yetişirdi Almanya'da?.. Bir de evinin kapısının önünden başka bir yere adım atmarnış bizim kadınlarımızı düşünelim... Sessizlik kültürel düzeyin de göstergesidir. Sessizlik içinde çalışmasaydı insan onca buluş yapabilir; sanat eserleri, edebiyat ürünleri yaratabilir miydi? • [email protected] Dünyayı hikâyelerle kurarız ALİ DENİZ USLU urat Gülsoy, mühendislik ve psikoloji eğitimi görmüş bir yazar. Boğaziçi Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak çalışıyor. 19922002 yılları arasında arkadaşlarıyla "Hayalet Gemi" dergisini yayımlamıştı. 2001 yılı Sait Faik Hikâye Armağanı "Bu Kitabı Çalın" adlı kitabina, 2004 yılı Yunus Nadi Roman ödülü "Bu Filmin Kötü Adamı Benim" adlı romanına verilmişti. Kitapları pek çok dile çevrildi. Hikâyeleri onun için bir oyun. Çünkü ona göre sanatın temelinde oyun var. Oyun aynı anda pek çok şeyi temsil etmenin ve bilinen şeylerin temellerini oymanın başka bir yolu. Belki de o yüzden düş ve gerçeklik arasındaki sınırı hep flu. En emin olduğumuz gerçeklerin aslında hiç de öyle olmayabileceği kuşkusu tykâyelerinin ortak paydası. **h , *** Yazı kurgunuz oyunlar üstüne kurulu gibi. Ama kendini tekrardan ziyade hep bir paralellik vararalannda Bu bilinçli birtercih mi, yazınızın dogasının getirdiği birolgu mu? Evet, benim yazdıklarım her zaman oyunlu. Çünkü sanatın temelinde oyun var. Ama onu salt oyun olmaktan çıkaran aynı zamanda bir şeyleri temsil ediyor oluşu. Nasıl ki resim, renklerin ve çizgilerin zihnimize oynadığı bir oyunsa hikâye de öyle. "Aa, işte bir ağaç" deriz tuvale bakıp, oysa sadece belirli şekillerin bir araya gelişidir zihnimizi kandıran. Bir de o ağacın hayat ağacı oldugunu, bilgi ağacının meyvesini yemek üzere gövdesine dolanmış olan yılana bakarak fark ediyorsak sanatsal süreç tamamlanmış olur. Ağaç aslında olmadıgı başka şeyleri işaret eder. Kitaptaki öyküler arasındaki parallelliği yaratan da bu oyunların ardında saklı duran şey. En azından ben öyle bir niyetle yazıyorum. M Ama ve belki. Yalnızca yazı dili için değil, konuşma dlli için de tehlikeli baglaçlar. Çünkü bu şekilde biryandan okuyucuyla bağ kurarken bir yandan da onu çemberinlzin dışına itiyorsunuz. Elbette. Sanat en heyecanlı, en güzel ama en tekinsiz insani etkinliklerden biri. Zıtlıkların ve belirsizliklerin altını çizdiği için birileri için 'tehlikeli' olabilirtabii. Ben modernistlerin yirminci yüzyılın başında giriştikleri iddialı arayışlarından bir şeyler kazanmaya çalışıyorum. Bu anlayış ne okuru müşteri olarak gören ticari edebiyatın, ne egitilecek öğrenci olarak gören otoriter edebiyatın, ne de okurla dalga geçen postmodern edebiyatın anlayışı. Edebiyatın deneyci ve araştırıcı eğilimlerinin insan aklına, onun toplumsalı ve tarihseli kurma biçimine dair önemli katkılarda bulunacagına inanıyorum. Bu belki gündelik ve anında bir katkı değil. Ama kalıcıye önemli. BU ÇAĞA ÇOK YABANCIYIZ Düş ve gerçeklik arasındaki sınır flulaşıyor öykülerinizde. Nasıl bir gerçeklik sizinki? Ya da bunlar aslında kimin öyküleri? Edebiyat tüm sanatlar gibi kurmaca. Bazen gerçekliği taklit ederek, bazen de tam tersini yaparak hakikati arıyor. Dünyayı hikâyeyle kurarız; karmaşaya düzen veririz. Yaratıcısı olmayan bir gerçeklikle baş etmenin en kadim yoludur hikâye kurmak. Tüm dinler, ideolojiler, öğretiler kendi hikâyelerini kurarlar. Sanat, ama gerçek sanat tüm bunların altını oyar. Kurmacanın kurmaca oldugunu göstererek yapar bunu. Kuşkulandırarak... En emin olduğunuz gerçeklerin aslında hiç de öyle olmayabilecegi kuşkusunu düşürür içinize. Benim öykülerimde de kahramanlar böyle birtekinsizliğin içinde buluverirler kendilerini. Hlkâyelerinizde bazen öykü var bazen yok, bazen kahraman ya da yazar yok sanki. Bu çellşkiler nasıl biryasamın yansıması? Bu aslında adını tam olarak koyamadıgımız çağımızın ruh durumuna ilişkin bir belirsizliğin yansıması. iletişimin ve medyanın hızlanarak her olayı her an her yerde bilinebilir kılmasından kaynaklanan bir parçalanma yaşıyoruz. Eskiden "haber" gizli olanın maskesini düşürür, insanlar ifşa edilenler sayesinde bir adım daha hakikate yaklaştıklarını düşünürlerdi. Şimdiyse haberin, mesajın yogunlugu hissizleştirmekten başka bir işe yaramıyor gibi. Eskiden kötülügün üzeri örtülür, gizlenirdi; şimdiyse pervasızca her an her yerde. Daha güçlü, daha yoğun... Bu yeni bir çag ve sorunlarına çok yabancıyız. İşte karakterlerim, hikâyelerim, kurgularım hep bu tarz belirsizliklerle yüzleşmek durumunda kalıyor. Bütünlük de sürekli otarak kuruluyor ve bozuluyor. Okuyucu zorluyorsunuz, hatta hırçınlaştınyorsunuz. Kltabınızın sonuna doğru da bu tahrik artıyor. Okuyucuyla kurdugunuz bu sürtüşmeli ilişklnin nedeni nedir? Eğer öyle oluyorsa çok iyi. Düşünceyi kışkırtmak. Güvenlikli bir yanılsamanın içindeki okuru tedirgin etmek. Sadece kendi bildiklerini doğrulamak için kitaplarımı okuyanların, hoşlanmayacaklarını düşünüyorum. Bir de akademlk çalışmalannız var. Yazın hayatıyta arasında nasıl bir birteşim bu? Hem Boğaziçi Üniversitesi gibi iddialı bir kurumda ve biyomedikal mühendisligi gibi disiplinlerarası bir alanda çalışıyorum, hem de Batı Dilleri Edebiyatı Bölümü'nde yaratıcı yazarlık dersleri veriyorum. Çok farklı alanlardan öğrencilerle, akademiklerle bir araya geliyorum. Tüm bunlar zihnimi bölmüyor, sürekli bakış açısını değiştirmek, düşüncemi zinde tutuyor. • 'Okulda Diyabet' başlıyor i Eğitim Bakanhğı, Sağlık Bakanlığı ile Çocuk Endokrinolojisi ve Diyabet Dernegi, diyabetli çocukların yaşam koşullarını iyileştirmeye dönük, "Okulda Diyabet FİGEN Programı"nı başlattı. Bu programla ögretmenlere diyabet eğitimi ATALAY verilecek, 15 bin diyabetli ögrenci de, okullarda devreye girecek özel uygulamalarla yakın izlenmeye alınacak. Sanofiaventis'in desteklediği "Okulda Diyabet Eğitim Programı" kapsamında, 650.000 öğretmen ve 16 milyon öğrenciye ulaşılarak, çocuklarda diyabet belirtileri konusunda farkındalık oluşturulması planlanıyor. Çocuk Diyabet Grubu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Hatun, "Türkiye'de diyabetli çocuklar için ilk kez okullarda bir M program başlatıyoruz. Bu program diyabetli çocukların okullarda da tedavi sürecine devam etmesini sağlayacak. öğretmenlerin ve öğrencilerin bu konuda bilinçlenmesine destek verecek" dedi. Çocukların her zamankinden daha fazla su Içmesi, geceleri tuvalet için kalkmaya veya altını . .*. ıslatmaya başlaması, iştahı iyi olduğu halde kilo •• • ' : kaybetmesi... Bu belirtiler çocuklarda şeker hastalığı olabileceğlni işaret ediyor. Türkiye'de çoğu okul yaşında yaklaşık 15 bln diyabetli çocuğun olduğu ve heryıl 15001700 çocuğa da Tip 1 diyabet tanısı konulduğu tahmin ediliyor. Çocukluk çağının sık görülen kronik *v hastahklanndan biri olan Tip 1 diyabetin tedavisinde insülin kullanımı, hastahk kan şekeri takibi gibi nedenlerle evin yanı sıra okulda da yakın takip gerektlriyor. Çocuk Diyabet Grubu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Hatun, MEB, Sağlık Bakanlığı ve Çocuk Endokrinolojisi ve Diyabet Dernegi arasında j stanbul Modern'de, 612 yaş grubundaki çocuklara ve I ailelerine yönelik olarak başlatılan "Tasarım Atölyesi" 16 Ocak 2011 tarihine kadar sürecek. Bu çalışma, katılımcılara, süpürge, ütü, ekmek kızartma makinesi gibi aletler ve sünger, koli bandı gibi malzemelerle sıra dışı tasarımlar yaratma olanagı sunuyor. Ücretsiz olarak gerçekleştirilen "Tasarım Atölyesi", ' Pazartesi hariç hafta içi her gün saat 10.00 ve 13.00'te okul 'J grupları için; cumartesi günleri saat 10.00 ve 13.00'te ve pazar' günleri saat 10.00'da çocuklar için düzenleniyor. Programa *,' aileler pazar günleri saat 14.00'te katılabiliyor. Süresi 90 dakik4 olan atölyelerin kontenjanı 20 kişi ile sınırlı. • ; Rezervasyon ve aynntılı bilgl İçin Tel: 0212.334 73 47 imzalanan protokol kapsamında diyabetli çocukların yaşam kalitelerinl arttırmak için okullarda gerçekleştirilecek uygulamaları şöyle anlattı: "Proje kapsamında; diyabet tanısı konan çocukların durumu bir mektupla okul idaresine bildirllecek. Ağır kan şekeri düşüklüğü olduğunda acilen kan şekerini yükselten Glukagon iğnesinin yapılması gerektiğinden, bu gibi durumlar için bu iğneden okul buzdolaplarında bulundurulacak. Okul hemşiresi veya ilgili öğretmen bu iğneyi Yeşil Kutu Anadolu yollarında... r) ölgesel Çevre Merkezi (REC), Milli Eğitim Bakanlığı D ve Çevre ve Orman Bakanlıgı işbirliğinde yürütülen ve Bosch Ev Aletleri'nin desteği ile gerçekleştirilen Yeşil Kutu Çevre Eğitimi Projesi'nin, 20102011 eğitimöğretim yılının ilk eğitimi Trabzon'da verildi. 2007'den bu yana 6.000 öğretmen ve en az 600 bin çocuğa ulaşan Yeşil Kutu'nun 2010 yılı sonuna kadar hedefi, toplam 9.000 öğretmen ve 900 bin öğrenciye çevre eğitimi vermek. Yeşil Kutu, öğrencilerin çevre koruma ve sürdürülebilir kalkınma konulannda bilgilerini ve farkındalıklarını arttırmalarına yardımcı olacak çok yönlü bir eğitim seti. Proje kapsamında Yeşil Kutu'yu nasıl kullanacakları konusunda eğitilen öğretmenler, daha sonra 1014 yaş grubundaki ilköğretim öğrencilerine ulaşarak eğitim veriyor. • yapabilir durumda olacak. Bu çerçevede ögretmenlere verilen ilk yardım kurslarında Glukagon uygulanması da öğretilecek. Bu koşulların sağlanamaması halinde ise aileye ulaşılacak ve '112 Acil Servis'e haber verilecek. Öğrenciler kan şekeri düşüklüğü yaşadığında sınavın tekrarı sağlanabilecek. Diyabetli çocukların kan şekeri ölçümü ve insülin kullanımı için okullarda uygun mekânlar oluşturulacak. Diyabet tedavisinde beslenme önemli olduğu için bu çocukların sınıflarda ara öğün almalarına izin verilecek. Mönüye tatlı yerine meyve konulacak. Diyabetli çocukların öğle yemeklerindeki karbonhidratlara dikkat edilecek. Yatılı ve pansiyonlu okullarda ders programları aksatılmadan diyabetli çocukların 3 ana öğün, 3 ara ögün şeklinde beslenmelerinl sağlayacak düzenlemeler yapılacak. Diyabet, Sağlık Bilgisi dersinin müfredatında yer alacak. Programın daha sonraki aşamalarında okullardaki diyabetli çocuklara diyabet eğitim kitleri ulaştırılacak ve ihtiyacı olan çocuklara sosyal destek saglanacak." • [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle