23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
28 KASIM 2010 PAZAR KÜLTÜR Fotoğraf: VEDAT ARIK CUMHURİYET SAYFA kultur@cumhuriyet.com.tr 19 ESİNTİLER ZEYNEP ORAL Avrupa Yazarlar Parlamentosu ‘İstanbul Deklarasyonu’nun oyçokluğuyla kabul edilmesinin ardından son buldu. Deklarasyonun önemli maddeleri arasında çokkültürlülük, düşünce ve ifade özgürlüğü yer aldı. İbrahim Tatlıses Özür Diler mi? İSTANBUL 2010 DEKLARASYONU  Her türlü kültürel ve edebî etkinliğin özgürlüğü esastır. İfade özgürlüğünün önüne çekilen doğrudan ya da dolaylı duvarlar ortadan kaldırılmalıdır. İfade özgürlüğüne karşı sansürün ve şiddetin engellenmesi için güçlü bir sivil toplum ve kamu desteği oluşturulmalıdır.  Yayınlama özgürlüğünü engellemeye yönelik uygulamalar kaldırılmalı; Avrupa’da ve Türkiye’de yazar, çevirmen ve yayıncıları korkutma ve sindirmeye yönelik ceza kanunları ve yasal düzenlemeler gibi tüm baskı yöntemlerine karşı çıkılmalıdır.  Diller üzerinde baskı kurulması kabul edilemez. Herkes kendini özgürce ve dilediği dilde ifade edebilmelidir. Merkez ile çevre arasında var olan hiyerarşiyi aşacak yöntemler bulunmalıdır. Edebî coğrafyanın belirlenmesinde çevirinin rolü çok önemlidir. Çeviri, sınırötesi okur yazarlığın en önemli aracıdır. Bu amaçla azınlık dilleri ve ‘küçük’ diller daha çok desteklenmeli, bu diller arasında yapılacak çeviriye ayrılan fonlardan var olanlar korunmalı ve yeni kaynaklar yaratılmalıdır.  Ana akım dışı bağımsız edebiyatın üretilebilir ve erişilebilir olması için güçlü adımlar atılmalıdır. Yok olmakta olan edebî türler korunmalıdır. İfadenin “tektip”leşmesini önleyecek, yayın çeşitliliğini özendirecek politikalar üretilmelidir.  Dijital ortam, düşünce ve ifade özgürlüğü açısından önemlidir. Dijital ortam potansiyel bir demokratikleşme alanıdır. Devletler tarafından bilgi ve fikir akışını önleyici denetleme ve sansür stratejileri geliştirilmesine karşıyız. Doğru ve güvenilir bilgiye ulaşmak ve yazar haklarını korumak için yeni yöntemler oluşturulmalıdır.  Siyasi, etnik, dini ve milli sınırlar yazarları engellememelidir. Kültürel çeşitliliği ve kültürel etkileşimi destekliyoruz. 25 Kasım “Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü”ydü… Hafta boyunca, artık ezberlediğimiz sayılar tekrarlandı. Son yedi yılda kadına karşı şiddetin yüzde 1400 arttığı; 2002’de öldürülen kadın sayısı 66 iken 2009’un sadece ilk 7 ayında bu sayının 953’e vardığı belirtildi. Yasaların şart koştuğu sığınmaevlerinin bu hükümetin zihniyeti nedeniyle açılmadığı vurgulandı. Ülkemizde kadına yönelik şiddetin ne denli sıradanlaştığı ve nasıl tehlikeli boyutlara ulaştığını hafta içinde İbrahim Tatlıses olayıyla bir kez daha yaşadık. Olayı bilmeyenler için Ka.Der’in yayımladığı hem özetleyici hem de her sözcüğüne katıldığım açıklamasını aynen yayımlıyorum. Kurban Bayramı’nın son günü, bir oteldeki performansı sırasında 10 yaşındaki hayranı küçük bir kıza “küçük orospu” diye seslenen İbrahim Tatlıses’i, Tatlıses’in “ayıbını” görmezden gelen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ı ve bunun bir haber olmadığını düşünen “erkek medyayı” kınıyoruz. Argoda “para karşılığı seks işçiliği yapan” kadınları tanımlamak için kullanılan ve Türkiye’de erkeklerin kadınları aşağılamak için hakaret amacıyla kullandıkları bu kelimenin hele de bir çocuğa karşı “fütursuzca, şuursuzca, saygısızca” kullanılması büyük bir ayıp olmasının yanı sıra suçtur. Küçük çocuğu ve ailesini rencide eden, yüzlerce kişinin önünde küçük düşüren, gururu ve onuruyla oynayan Tatlıses, “orospu” kelimesini “günlük hayatında en çok kullandığı kelimelerden biriymiş gibi” rahatça sarf etmiş, erkek egemen dilin içerdiği şiddeti bir kez daha gözler önüne sermiştir. Tatlıses’in bu rahatlığının nedeni, kadınlar hakkındaki düşüncelerinin herkes tarafından paylaşıldığını sanması olabilir. Oysa biz kadınlar Tatlıses’in tavrını tahammül ötesi buluyor ve kınıyoruz. Hoşgörüsüzlük kınandı ‘İstanbul Deklarasyonu”nda V.S Naipaul’un AYP’ye “katılımının olanaksız kılınmasını kınıyoruz” sözlerine yer verildi. AYŞEGÜL ÖZBEK Kamuoyuna: Tartışmalarla başlayan Avrupa Yazarlar Parlamentosu (AYP), dün “İstanbul Deklarasyonu”nun açıklanmasının ardından kapanış töreniyle son buldu. Dört başlıkta toplanan komisyonlar sonucunda elde edilen bilgiler ışığında, parlamento üyelerinin değişik görüşlerinin dahil edilmeye çalışıldığı deklarasyonu İngilizce olarak Hari Kunzru okudu. Deklarasyonun giriş bölümünde “Avrupa Yazarlar Parlamentosu’na katılan biz yazarlar, edebiyatı dünyamızın sınırlarını genişleten bir unsur olarak görüyoruz. Edebiyatın, metinler ve yazarlar arası diyalog aracılığıyla farklı bakış açılarının yaratıcı bir biçimde buluştuğu ve çatıştığı bir alan olduğu inancını paylaşıyoruz. Dünyada, Avrupa’da ve Türkiye’de yükselen hoşgörüsüzlük çerçevesinde, V.S. Naipaul’un katılımının olanaksız kılınmasını kınıyoruz” denildi. Önemli maddeleri arasında çokkültürlülük, kaybolmakta olan edebi türler, düşünce ve ifade özgürlüğünün yer aldığı deklarasyon oyçokluğuyla kabul edilir ken olumsuz oy ise daha önce Naipaul’un Türkiye’ye gelmesi durumunda toplantıya katılmayacağını açıklayan Cihan Aktaş’tan geldi. Deklarasyon tartışılırken İslamofobi ve dini meseleler konusunda hassasiyet gösterilmesini istediğini söyleyen Aktaş, “İslamofobi Avrupa’da çok büyük bir tehdit. Dolayısıyla Avrupa edebiyatını da etkileyecektir. Naipaul ile ilgili kendi hassasiyetim tam olarak yansıtılmadığı için olumlu oy vermek istemedim. Giriş bölümü olmamalıydı ya da daha çok düşünülebilirdi üzerine. Ama tabii ki parlamentoda bunları tartışacak vakit yok. Bunu da anlayışla karşılıyorum” dedi. Azınlıklar ve yeni medya Rüstem Arslan moderatörü olduğu ‘Edebiyat Coğrafyaları’ komisyonunun yazarların daha çok birbirini tanıma ve diğer ülkelerdeki edebiyat coğrafyaları üzerine bilgilendirmesi şeklinde geçtiğini belirtti. “Bütün azınlıkların kendi dilinde özgürce edebiyat yapabilmesinin önü nün açılması ve Avrupa’da politikacılar tarafından iflas ettiği dile getirilen çokkültürlülük kavramının da aslında politikacıların bir aleti olduğunu ve biz yazarların bundan uzak durması gerektiği de ortak görüş. Oturumlardan ortaya çıkardığım sonuç ise herkes kendi coğrafyasndan dünyayı, sorunları algılamaya çalışıyor. Çok fazla birbirimizi tanımıyoruz. Diğer ülkelerle ortak sorunlarımız ne, bunu daha iyi gördük.” ‘Dijital Çağda Edebiyat’ komisyonunun moderatörü Ülkem Özge Sevgilier ise kurumlar ve devletlerin yeni medya üzerinde baskıcı tutum takınmalarının yazarları endişendirdiğini belirtti. “Yazarlar endişeli ama bir taraftan da dijital çağı bir demokratikleşme alanı olarak görüyorlar. Haklarının korunması için belli düzeneklerin oluşturulması ama bunu devletten alarak değil, iç bilinç dinamiklerinin geliştirilerek yapılması gerektiğini düşünüyorlar. Özellikle yok olmakta olan diller için bulunmaz bir fırsat olduğu da ortak görüşler arasındaydı” dedi. Olayın tehdit boyutu Tatlıses, tepkiler üzerine yaptığı açıklamalarda, önce o lafı söylemedim dedi. Sonra, söylesem ne olur, bizim orada (Güneydoğu demek istiyor) sevdiklerimize söyleriz, ayıp değildir gibilerden düzeltti.(!) … Elbet bu sözcüğü o küçük kıza bilerek kötü niyetle, hakaret diye kullanmadığı ortada… Sadece alışkanlık işte! Düşünce alışkanlığı, bakış açısı alışkanlığı, dil alışkanlığı! Gelin görün ki, hele onun gibi topluma mal olmuş bir sanatçı, örnek alınan, alkışlanan bir insan, dilinden dökülen sözcüklerin, bir düşünceyi, bir duyguyu ifade ettiğini bilmeli. Kullandığımız sözcüklerin bizi, kişiliğimizi, kimliğimizi, düşünce dünyamızı, bakış açımızı temsil ettiğini bilmeli. Bilmiyorsa öğrenmeli. “Oxford vardı da mı gitmedik” dediğini gülümseyerek anımsıyorum. Ama inanın bunlar üniversitede öğrenilmiyor! O anda, madem ağzından böyle bir laf çıktı, yapabileceği tek şey vardı Tatlıses’in: Özür dilemek. Tam tersini yaptı. Tepki gösteren kurumlara öfkelendi. Tepki gösteren, çok haklı olarak tepki gösteren bir kadın gazeteciyi tehdit etti. (Bakınız dünkü Emre Kongar yazısı) Balçiçek İlter, İbrahim Tatlıses’in telefonda kendisine “Gün gelir, o kalemler kırılır, kırarlar o yazdığınız kalemi” dediğini söylüyordu. 630 kişilik çok amaçlı bir salonu olan Fulya Gösteri Merkezi, İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin gösterisiyle açıldı. Özür dilemeli Küfür yerine ya da Tatlıses’in deyişiyle “bizim oralarda” sempati niyetine “orospu” demek ne denli şiddet içeriyorsa, tehdit etmek, bin kat daha çok şiddeti barındırıyor. Tatlıses’in dilindeki alışkanlık, sadece şiddet içermekle kalmıyor, ülkemde çok yaygın olan bir zihniyeti, kadına bakışı da ortaya koyuyor. Son yedi yıldır, ne acı ki, “Ilımlı İslam demokrasimizde” bu bakış açısı, “muhafazakâr yaşam biçimi”, kadınların çalışma yaşamından alınması, mutaassıp mahalle baskısıyla birlikte giderek yaygınlaşıyor ve güçleniyor. Çok geç olmadan bu yayılmayı, bu güçlenmeyi kırmak istiyorsak bu zihniyete daha yüksek sesle karşı çıkmalıyız, daha çok tepki göstermeliyiz. Kadın konusunda hükümetin tek ilgi alanının türban olduğunu artık bilmeyenimiz yok. O nedenle Kültür Bakanı’ndan bir özür falan beklemiyorum. Ama bu ülkenin sevilen bir sanatçısı olarak İbrahim Tatlıses hâlâ özür dileyebilir. Ve belki de, bir kez de bu açıdan örnek olabilir. www.zeyneporal.com BEŞİKTAŞ BELEDİYESİ FULYA GÖSTERİ MERKEZİ AÇILDI İstanbul’a yeni bir mekân EGEMEN BERKÖZ Malatya’da festival zamanı SELAHATTİN GÖKATALAY Beşiktaş Belediyesi İstanbul’a yeni bir sanat yapısı kazandırdı. Birkaç yıl önceye kadar Beşiktaşlı genç futbolcuların çalıştıkları alanların yerinde şimdi çağdaş bir yapı yükseliyor: Fulya Gösteri Merkezi (FGM). 630 kişilik çok amaçlı bir salonu olan mekân, İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin gösterisiyle açıldı. Açılışta balet Tan Sağtürk, Devlet Opera ve Baleleri Genel Müdürü Rengim Gökmen ve Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal’ın konuşmalarını İDOB sanatçılarının, değişik opera ve balelerin bölümlerinden oluşan gösterileri izledi. Rengim Gökmen, konuşmasında, yeni bir salona kavuşmaktan dolayı mutlu olduklarını belirttikten sonra “yine de en kısa zamanda yenilenmiş Atatürk Kültür Merkezi’ne (AKM), evimize dönmek istiyoruz” sözlerinin, gecenin en büyük alkışını alması, umarım, AKM’yi unutmuş ya da daha kötüsü, gözden çıkarmış görünen yetkililerin de kulaklarına gider. Ben, kendi adıma, salonu beğendim. Girişiçıkışı ve koltukları rahat. Sesleşimi de kötü değil. AKM kapatılalı beri salonsuz kalan İDOB ve İDSO’nun bir sü re bu salondan yararlanacak olmaları da hiç yoktan iyi. Ancak sahnesi oldukça büyük olmakla birlikte, orkestra çukuru olmadığından, opera gösterimlerinden çok, orkestra konserlerine uygun diye düşünüyorum. Her tür konser için gereken ses ve ışık sistemlerinin, en ileri kayıt olanaklarının, dört tane “anında çeviri” odasının bulunması, aynı anda sekiz ayrı canlı yayın yapılabilmesi, yapı için kullanılan “akıllı” nitelemesini haklı kılıyor doğrusu. Tasarımda engelli sanatseverlerin salona kolayca ulaşabilmesinin düşünülmüş olması da güzel. MALATYA 1. Malatya Uluslararası Film Festivali, İnönü Üniversitesi Turgut Özal Kongre ve Kültür Merkezi’nde düzenlenen açılış töreniyle başladı. Törende Ayşen Gruda ve Erol Günaydın’a “Malatya Film Festivali Onur Ödülü” verildi. Erol Günaydın ödülünü Türkan Şoray’ın, Ayşen Gruda da Fatma Girik’in elinden aldı. Sunuculuğunu Ali Sunal’ın üstlendiği törende Sunal, festivalde yer alan “Kemal Sunal’ın Anısına” adlı bölüme de değinerek festivalin Sunal ailesi için önemini vurguladı. Teması “mizah” olarak belirlenen festivalde iki yeni yarışmada mizah temalı filmler de “Kristal Kayısı” için yarışacak. Törende konuşan Malatya valisi Ulvi Saran ise festivalde nitelikli sinema eserlerinin sunulacağını belirterek “Bu festival, festivallerin sadece metropollerde ve sahil kentlerinde düzenlenmesi gerekmediği gerçeğini ortaya koyuyor” dedi. Festival 2 Aralık’a dek sürecek. Özel tiyatrolara ‘vergi’ kıskacı SELDA GÜNEYSU ANKARA Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından her yıl özel tiyatrolara verilen destek yardımları, özel tiyatroların vergi borçlarına takıldı. Bakanlık bu yıl, her yıldan farklı olarak herhangi bir özel tiyatronun yardım alabilmesi için “vergi borçlarını ödediğine dair belge” talep etti. Hangi tiyatronun bakanlıktan ne kadar yardım alacağı yarın belli olacak. Ancak bakanlık, bugünlerde Meclis’e sunulması beklenen “Vergi Affı Yasa Taslağı”nı dikkate almayarak, tiyatrolardan en geç 10 Aralık’a değin vergi borçlarını ödediklerine dair belgeyi kendilerine iletilmesi şartı getirdi. Eğer tiyatrolar bu belgeyi ge reken sürede bakanlığa ulaştıramazlarsa, devlet yardımından yararlanamayacak. Onların alacağı yardım Hazine’ye aktarılacak. Taslağın da bu süre zarfında yasalaşması zor görünüyor. Bakanlığın getirdiği bu koşul, başta Ankara’daki özel tiyatrolar olmak üzere en çok Anadolu’daki tiyatroları etkileyecek. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle