23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 28 KASIM 2010 PAZAR dishab@cumhuriyet.com.tr 10 PAZAR YAZILARI Düşmanlığın kökeni... A vusturya’da bir seminer çalışması yapılmış. Konu Avusturya’da Türk düşmanlığının kökeniymiş. Bilimsel sunumlar yapılmış. Aslına bakarsanız bu konuda fazla bilimsel çalışma yapmaya gerek yoktur. Sokakları gezmek, tarihe şöyle bir göz atmak ve çocukların ders kitaplarına bakmak yeterlidir. Bu düşmanlığın kökeni 1683’lere uzanmaktadır. 1683’te Viyana kuşatmasından alınan motifler, olaylar Avusturya’da Türk düşmanlığının zeminini oluşturmuştur. Günümüz Avusturya’sının aşırı sağcı partilerinden birinin lideri, minareli cami yapımına karşı yapılan protesto eyleminde kürsüde elinde bir haç tutarak konuşmasını yapmıştı. Irkçı ve Türk düşmanı parti liderinin izlemiş olduğu davranışın kökeni başkent Viyana’nın şehir merkezindeki Kapuziener Kilisesi önünde durmaktadır: “Viyana ruhunun kurtuluşu 12 Eylül 1683” denilen Marco d’Aviano’nun figüründe elinde haç tutarak gösterilmekte ve her türlü tehlikeden korunulması istenilmektedir. İşte bu sembol yüzyıllar sonrasında ırkçı parti liderinin cami yapımı protestosu konuşmasında kullanılmıştır. Aynı ırkçı parti lideri bir çizgi roman broşürü hazırlatıp, o çizgi romanın kahramanı bir çocuğa Osmanlı’nın Viyana Kuşatması’nı da konu edinerek, Mustafa’yı bir çocuğa sapanla vurma emri vermiştir. Bu broşürü de bütün Viyana’da evlere göndertmiştir. Sadece siyasi partilerin propogandaları değil, ayrıca park, sokak isimlerinde, heykellerde de Türk düşmanlığı ile eşleşmiş yerler Viyana’da en merkezi yerlerde bulunmaktadır. Bunlardan birisi büyük bir park olan Türk Siperleri Parkı’dır. Viyana’nın önemli alışveriş merkezlerinden olan ve “Meryem Yardım Et Caddesi” biçiminde Türkçe’ye aktaracağımız “Maria Hilfer Strasse” de başka bir örnektir. Rivayete göre tozu dumana katarak, Osmanlı ile ilgili önemli bir haber krala atlı araba ile ulaştırılmak istenirken yolun üzerinde oynayan çocuk fark edilir. Arabasını durdurmaya gerek görmez, zira haber önemlidir, haberin Avusturya kralına bir an önce yetiştirilmesi gerekir. Atlı arabadaki haberci “Kutsal Meryem yardım et” diyerek dua eder. At arabalı haberci çocuğun üstünden geçer, geri döner ve bakar. Çocuk hızla giden arabanın iki tekeri arasında kalmış, fakat sapasağlam oyununa devam etmektedir. Meryem yardım etmiştir. Bu rivayetten dolayı da o caddeye “Maria Hilfer Strasse” adı verilmiştir. Viyana şehrinin sembolü Stephandom Katerdrali’nin dış cephesinde hiç yanlış anlamaya fırsat vermeden, açık seçik Türk düşmanlığını görmek mümkündür. Türk ilkel bir V YANA figür olarak gösterilirken aşağılanmaktadır. 1683’ten bu yana Türk düşmanlığı unutturulmamış ve sürekli canlı tutulmuştur. “Doğu’dan gelecek tehlike KADİM ÜLKER Türk korkusu” Avusturya toplumunun beyinlerine işlenmiştir. Tarihsel süreç içerisinde bu korku çeşitli etkinliklerle hep diri tutulmuştur. 1683 Viyana Kuşatması’nın anma yıldönümlerinde asırlardır konu işlenmiş, Türk korkusu toplumun ruhuna serpilmiştir. Viyana Kuşatması’nın 100. Yıldönümü olan 1783’te “Türkler bütün inançsızlıkların başlangıcı” olarak lanse edilir. 1883’te Katolikler ve dönemin liberalleri “Türkleri diğer bütün olumsuzluklarla” bağdaştırırlar. Kuşatmanın 250. yılında 1933’te Avusturya Faşistleri Nasyonal Sosyalistlere ve Bolşeviklere karşı 1683’ü kullanırlar. 1983 yılında da Osmanlı/Türkler Viyana Kuşatması’nın 300. yılı etkinliklerinde unutulmadılar. Bu anma ve kutlamalar için Polonya kökenli Papa Jean Paul Viyana’ya gelmiş, kentte Osmanlı ve Türk izi olan yerleri ziyaret etmişti. Osmanlı askerlerinin otağ kurmuş olduğu dağın üzerine kurulan kiliseyi de ziyaret etmiş, bu kilise duvarına “düşman” Türk’e karşı Hıristiyan birliğine ve Papa’nın ziyaretinin önemine vurgu yapan şiltler asılmıştı. Türk düşmanlığının kökenini araştıran sosyal antropolog Johan Heiss ve kültür bilimcisi Johann Feichtinger bütün bu tarihsel olayların ve yer isimlerinin düşmanlığı zihinlerde canlı tuttuğunu onaylamaktadırlar. Heiss ve Feichtinger ilkokuldan bu yana kafalara yerleştirilen “Türk düşmanlığının, tehdit ve zafer kavramları politik senaryolara hep araç olmaktadır” demekteler. Siyasilerin bir zafer elde etmek istedikleri takdirde geçmişe başvurmaları, bu da “Avusturyalının Türklerle ilgili hafızalarını diri tutmakta” diyen bilim adamları hiç de haksız değiller. Zira Viyana kuşatması 300 yıldan beri Türkiye’nin AB’ye üyelik başvurusundan en ufak köy ve kasabadaki yerel seçime kadar her türlü siyasi olayda kullanılmaktadır. Avusturyalı 300 yıldan fazla süre önce olan olayları zihinlerinde canlı tutarken mesela Viyana’da yapılan evlerin, metroların, caddelerin demiryolu ve otoyolu yapımında emek veren Türk emekçileri hiç hatırlamamakta. Metro ve belediyeye ait evlerin inşaatında çalışan rahmetli babam anlatmıştı. Avusturya’ya ilk geldikleri yıllarda Türk işçileri daha fazla ücret veren Avusturya’nın batısında bulunan ülkelere gitmesinler diye pasaportları alınıp, firma kasalarında saklamışlar. Babam gibi Türk işçilerin de inşaatında çalışması sonrasında kurulan bazı metrolar kullanılarak evden işe, okula, üniversiteye dakikalar sonra ulaşan Avusturyalılar günü gelir bu emeği de hatırlar. kadimuelker@hotmail.com Farklı renkler solmasın N e “renk” Türk olursanız olun, inanç çerçevenizin içi ister boş, ister dolu olsun, sonradan kendinizi bulduğunuz “uzakların birinde” bir bayrama yakalanmak çimdikler insanı. “Bayramlarımız tatilsiz, tatillerimiz bayramsız” diye sızlandığım bir başka bayram sabahı... Çoluk çocuk okulda, herkes işinde gücünde... Ben de Avrupa Parlamentosu’ndayım (AP). Yolda, izde, havadaki “bayramsızlığın”, “azınlık” olmanın nasıl bir şey olduğunu burnumun direğinde hissettirdiği tam da o sırada, AP çatısı altındaki salonlardan birindeyiz. Türkiye’den kalkmış gelmiş, uzun kürsünün ardında sıralanmış Türkiye’nin “azınlıkları” anlatıyor bu defa... Konu “Dini Özgürlük: Türkiye’nin AB’ye köprüsü”. Konferansı düzenleyenler FenerRum Patrikhanesi’ne bağlı “Ekümenik Patriğin Hakimleri” adlı Amerika ve Avrupa merkezli kuruluşlar. ABD Başpiskoposu Demetrios, Fransız Metropoliti Emmanuel ön sıralarda oturuyor. Konferansın en dikkat çekici konuğu ise Başmüzakereci ve Devlet Bakanı Egemen Bağış. Kürsüye gelmeden önce Bağış, “Amerika’da yetişmiş ve uzun yıllar orada yaşamış” bir siyasetçi olarak tanıtılıyor. Kendisine verilen ödülün ardından Kuran’dan ayetler de okuduğu, “Bugün dünden iyi, yarın daha da iyi olacak” diye umut vaad eden uzun bir konuşma yapıyor Evlerimizde ibadet etmek zorunda Bağış. “Sadece azınlıkların değil, kaldığımız için yasadışı toplantı yapmış çoğunluğun da sorunları var Türkiye’de” sayılıyoruz. Misyoner diye tehdit olarak diye dinleyenleri içlendirecek cinsten bir de algılanıyoruz. Ama asıl bizler tehdit söz söylüyor! Fener Rum Patriği’nden altındayız. Malatya’da üç rahibin bahsederken “niçin ‘ekümenik” titrini öldürülmesi bunun kanıtı. En kötüsü ise kullanmadığı sorulunca ise, Lozan itilip kakılmayı kanıksadı topluluğumuz”. Antlaşması ile belirlenmiş ekümenikliğe Süryanilerin temsilcisi Johny Messo şunları ilişkin Türkiye’nin resmi pozisyonunu pek de söylüyor; “Azınlık olarak bile kabul yansıtmayan bir yanıt veriyor: “Bu dini bir edilmiyoruz... Kendi din adamlarımızı terim. Ben bu inancın bir yetiştiremiyoruz. Hükümet parçası değilim. Siz Filistin’e 150 milyon dolar BRÜKSEL dilediğinizi söylemekte harcamaktan söz ediyor. Bizler, serbestsiniz. Benim hepsine yani kendi vatandaşlarının saygım var”. Bağış’ın ihtiyaçları için ise hiçbir şey konuşmasını bitirip salondan yapmıyor”. Alevi temsilcisi ayrılmasından sonra Doğan Bermek çoktandır sır Türkiye’deki Alevi, Katolik, ÇİMEN TURUNÇ olmaktan çıkmış sorunlarını Protestan, Ortodoks, Süryani anlatıyor: “Bir adım ileri, birkaç BATURALP toplumlarının temsilcileri adım geri gidiyoruz. Hükümetten Türkiye’de gördükleri baskıları hiçbir destek alamıyoruz”. örnekleriyle ortaya koyuyorlar. “Keşke Ermeni Başpiskopos Aram Ateşyan’ın bakan da burada olsaydı da bunları sitemlerini düşünceli dinliyor salon: “Bazı duysaydı, yanıtlasaydı” diyorlar. Sonradan ülkelerde dini kimliğinizden söz etmek için protestanlığa geçmiş 3000 3500 kişilik bir olağanüstü cesaretli olmak gerekir” diyor; grubun genç temsilcisi konuşuyor; Adı Mine “Kendi ülkemizde ‘azınlık’ olarak Yıldırım: “Çocuklarımız Hıristiyan nitelendirilmek acı ama bu haklara bile oldukları için tartaklanıyorlar, hor sahip olamayanların varlığına şahit olunca görülüyorlar. Din derslerinden muaf kendi adımıza mutlu oluyorum. Ermeni olsalar da sınıfta oturmak zorunda toplumu varoluş mücadelesi veriyor. Böyle kalıyorlar. İbadethane açamıyoruz. giderse ülkemizin farklı renkleri solacak ve ülkemiz tek renk olacak.” AP’de tam da bir bayram sabahı sunulan, kurumaya mahkum edilmiş bu diken demetinin, rengârenk bir çiçek demetine dönüşeceği günlerin geleceğini hayal ederek Bağış’ın da katılacağı bayramlaşma töreni için Türk mahallesindeki Diyanet Vakfı binasının yolunu tutuyoruz. Erkeklerle dolu salonun bir köşesinde küçük bir kadın grubu dikkatimi çekiyor. Büyükelçi Murat Ersavcı’nın da katıldığı törenin başlamasını beklerken gençten bir adam yaklaşıyor. Kibar, güler yüzlü “Buyrun” diyor, “Sizi bu tarafa alalım”. İkircikli, peşi sıra, kalabalığın arasında yürüyorum. “Buyrun, buyrun” diyor duraksadığımı görerek. “Herhalde basının durduğu tarafa götürüyor beni” diyorum içimden. Ama kendimi salonun “azınlıktaki” kadınları için ayrılmış “o” köşesinde buluyorum. “Orada sıkılırsınız diye buraya getirdim sizi” diyor gülümseyerek. Arkasından bakakalıp “erkeklerin” arasındaki eski yerime dönüyorum. Büyükelçi konuşmasına başlıyor; “Bu yıl hanımlarınızdan da gelenler olduğunu görüyorum. Buna çok memnun oldum...” Diyanetteki binada biz azınlıklar bayramlaşıyoruz... cimenbaturalp@skynet.be İ sveç Sosyal Demokrat Partisi Genel Başkanı Mona Sahlin, 19 Eylül’de yapılan genel seçimde partisinin yüzde dört oranında oy kaybederek 18 milletvekili yitirmesi üzerine görevinden istifa etti. Sahlin, partinin hiçbir organında görev almayacağını, adeta unutuldu. Parti içinde, onun milletvekilliğini de bırakacağını yerine daha genç bir kadın söyledi. 53 yaşındaki Sahlin, parti politikacı olan Anna Lindh’in içinde 13 yaşından itibaren yer yıldızı parlamaya başladı. Lindh, almaya başladı. Sosyal Demokrat Persson hükümetinde Dışişleri Parti Gençlik Kolları Genel Bakanlığı görevini sürdürürken Başkanlığı’na getirildiğinde henüz 2003 yılında, tıpkı Palme gibi, 19 yaşındaydı. Olof Palme’ye cadde ortasında uğradığı saldırı danışmanlık yaptı, İngvar sonucunda öldürüldü.2006’da Karlsson ve Göran Persson yapılan genel seçimlerde Sosyal hükümetlerinde bakanlık Demokrat Parti’nin oy kaybetmesi görevlerinde bulundu. 1982’de, 25 üzerine, Persson, parti geleneğine yaşındayken milletvekili oldu. uyarak liderliği bırakakacağını 1994’te parti genel sekreterliğine, bildirdi. daha sonra da Karlsson “Toblerone hükümetinde başbakan STOCKHOLM skandalı” yardımcılığına getirildi. unutulmaya Karlsson’un, 2 dönem görev başlanmıştı. yaptıktan sonra parti liderliğinden Şans, Sahlin’e ayrılma kararı alması üzerine yeniden güldü. gözler en güçlü aday Sahlin’e ALİ HAYDAR 17 Mart yöneldi. Ancak ortada ciddi bir NERGİS 2007’de sorun vardı. Sahlin, 1995’te, yapılan genel başında bulunduğu bakanlığa ait kurulda aday kredi kartıyla, bir alışveriş oldu. 120 yıllık Sosyal Demokrat merkezinden 200 Kron (yaklaşık Parti tarihinde, ilk kez bir kadın 40 TL) değerinde Toblerone marka olarak genel başkanlık görevine bir çikolata satın almıştı. Harcama, getirildi. Sahlin, seçildikten sonra, alışveriş merkezinin kayıtlarından milletvekili ve bakanlık yıllarında belgelenmişti. Bir anlık çikolata olduğu gibi, Müslümanlara, yeme isteği, Sahlin’in parti liderliğine gelme şansını yitirmesine Kürtlere ve Süryanilere karşı yakın bir duruş sergiledi. Parti içi etkin neden oldu. Bununla da kalmadı, olan, Kürt yazar Mahmut Baksi’ gelen eleştiriler üzerine nin yeğeni Nalin (Baksi) milletvekilliğinden de istifa etmek Pekgül’den büyük destek gördü. zorunda kaldı. O günden sonra adı Uyum Bakanlığı görevindeyken, “tobleroncu Bakan”a çıktı... Parti İsveç’te “töre cinayeti”ne kurban genel kurulunda, genel başkanlığa giden Türkiye’li Kürt kızı Fadime Sahlin yerine Persson seçildi. Şahindal’ı kendisine çalışma Persson, daha sonra Başbakan oldu. arkadaşı olarak seçti. Fadime’nin, 2000’li yıllarda, “toblerone babası tarafından öldürülmesi skandalı” nedeniyle Sahlin adı Sahlin’in gidişi üzerine, Sahlin duygularını, “Bugün çok ağladım ve oldukça üzgünüm! Fadime Şahindal’dan daha güzel, daha güçlü bir insanla hayatımda hiç karşılaşmadım” diyerek dile getirdi. Sahlin’in, Kürtlere ve Süryanilere yakın davranması, İsveç’te yaşayan ve sayıları 100 bine yaklaşan Türklerin tepkisine neden oldu. Geçen yıl, 11 Mart’ta İsveç Parlamentosu’nda oylanan “1915 olaylarına ilişkin Ermeni savlarını içeren tasarı”, Sahlin ve sosyal demokratların desteğiyle kabul edildi. Daha önceki seçimlerde Sosyal demokrat partiye oy veren Türkler diğer partilere yöneldiler. Sahlin’in Müslümanlara yakın duruşu, çarşafa ve türbana destek vermesi de yabancıları ve Müslümanları sevmeyen İsveçlileri partiden uzaklaştırdı. 19 Eylül’de yapılan seçimleri, sosyal demokratlar sağcı Moderat Parti’den yarım puan önde tamamlamamış olmasına karşın başarısız sayıldı. Çünkü 2006 seçimiyle kıyaslandığında, oylarında yüzde 4 oranında düşme kaydedilmişti. İsveç, sol veya sağ koalisyonla yönetilen bir ülke olduğundan, Sosyal Demokrat Parti ve sol blok, parlamentoda hükümeti kuracak yeterli çoğunluğu sağlayamadı. Yenilgiden sonra, önceki genel başkanlar Karlson ve Persson gibi, Sahlin’in de gitme zamanı gelmişti. Parti örgütünün isteği üzerine Sahlin istifasını verdi. Başbakan olamadan dramatik bir yol kazasıyla ayrılmak zorunda kalan Sahlin, güzel bir kadındı... Anadolu’da “Yüz güzelliği önemli değil; kaderi güzel olsun!..’’ derler... Sahlin’in politik yaşamdaki “kaderi” hiç de güzel sonuçlanmadı... alinergis@yahoo.se ‘Türkiye’sizlik mevsimi’ T ürk kültürü ve Türkiye’de kültür adına bugünkü topraklarımızda, hatta onun dışında yaşayan, yaşamış, yaşayacak, yaşatılması zorunlu ne varsa hepsini bulmak, çıkartmak, anlatmak, geliştirmek, tanıtmak evrensel insanlık, resmi makamlık, aydın yurttaşlık görevi hepimizin boynunun borcu. Hele hele vurguladığımız toprakların, sınırların ötesinde yaşıyorsak... Peki, bulunduğumuz ortamlarda bizler gibi herkesten aynı bilinç, sorumluluk, katkı beklenebilir mi? Dilenir ama doğaldır ki hayır. Öyleyse yanlış adım atandan, yerinde sayandan da hesap sormak bir görevdir... 2009’da belirlenen tarihten, 1 Temmuz’dan önce başlayıp, 2010’da noktalanan resmi sondan, 31 Mart’tan sonra neredeyse 8 ay daha süren “Fransa’da Türkiye Mevsimi” hem Fransa’da, hem tereddütsüz dünyada benzersiz bir Türk kültürü, Türkiye kültürleri tanıtımı, sergilenmesine sahne olmuştu. Türkiye resmilerinin, gayri resmilerinin teslim edilmesi gereken, ancak çoğu zaman olay ve gelişmelerin arkasından koşan çabaları kendi öngörülerinin de ötesinde bir başarıyla sonuçlandı. Sevabı onlar kadar Türk sivil toplum örgütleri ve de çok sayıda idealist insanın girişiminin, uğraşısının boynunaydı. Bu arada yeterince kavranmayan bir etken daha vardı. O da burada yaşayan Türkler ve Türkiye topraklarına, insanına olan bağlılıkları her türlü sığ bakışlı düşünceleri aşabilen başta Fransızlar, Ermeniler, Kürtler, Türkiye tarafından kavranmadığını Süryaniler, Yahudiler olmak üzere farklı savunuyordu. Bilici 12 Kasım’da kökenlerden bireylerin varlığıydı. UNESCO’nun desteğiyle hazırladığı “Fransa’da Türkiye Mevsimi”nin ardından “Avrupa Perspektifinde Türk Kültürü” başlayan sessizlik bütün bu camiada garip bir başlıklı uluslararası kolokyuma Yurtdışında boşluk duygusu doğurdu. Sanki bir Türk Kültür Politikaları adına konuşacak bir “Türkiyesizlik Mevsimi”ne girmiştik. tane resmi kişilik veya merci bulamadığından Verilen emekler boşa gitmemişti, ama yakınıyordu. Türkiye Cumhuriyeti Alain şimdiden izleri soluklaşan güzel Servanti, Ali Akay, Ali anılara dönüşmüştü. O olağanüstü Kazancıgil, Cengiz Çağla, PAR S enerjiler niçin daha önce veya Emmanuel Szurek, Etienne daha da önemlisi daha sonra, Copeaux, Gül MeteYuva, Jeanmevsimi takiben, niçin bir Louis BacquéGrammont, kuruma, yapıya dönüşmemişti? Nicolas Monceau, Oral Çalışlar, Kültür Bakanlığı temsilcilerine Serhan Ada ve Timour sorduk, eskiyeni büyükelçilere Muhidine gibi değerli tarihçi, sorduk, İKSV temsilcilerine UĞUR HÜKÜM düşünür, gazeteci, yazar ve sorduk. Cevap cevapsızlık, yani öğretim üyesinin katıldığı bu Fransızca bir deyişle “Tahta dilkolokyoma kaçınılmaz olaraktıntın söylem”di. Sarkozy ve şürekâsının maddi bir yardımda bulunmuştu. çelmesiyle resmen 9 aya indirgenen, aslında Ama 60 yılı aşkın bir süredir Fransa’da 18 ay süren nispi başarının kökeninde göz yaşayan Türk aydın birikiminin çağrıları bir nurlu emekleri yatan rahmetli Altan Gökalp, kez daha kulak ardı ediliyordu. Alman, Semih Vaner, Stefanos Yerasimos’un Fransız, İngiliz, İspanyol örneklerini takliden (“gibi” diyemem zira yerleri asla AKP iktidarı Yunus Emre Kültür Merkezleri doldurulamadı) kemikleri sızladı. Bu kez seçeneğini ortaya atmıştı. Bu merkezleri olağanüstü bir fırsat kaçmıştı. Adı geçen 3 kuracak vakfı belirleyen kanunun amacına büyüğümüzün tek mirasçısı, buralarda kendi bakarsak, “Türkiye’yi, kültürel mirasını, olanaklarıyla çok yönlü bir mücadele veren Türk dilini, kültürünü ve sanatını “INALCO – Doğu Dilleri ve Uygarlıkları tanıtmak, Türkiye’nin diğer ülkeler ile Enstitüsü” profesörlerinden araştırmacıdostluğunu geliştirmek, kültürel tarihçi Faruk Bilici bu acı gerçekliğin hâlâ alışverişini artırmak, bununla ilgili yurtiçi ve yurt dışındaki bilgi ve belgeleri dünyanın istifadesine sunmak, Türk dili, kültürü ve sanatı alanlarında eğitim almak isteyenlere yurtdışında hizmet vermek” gibi parlak lafıgüzaftan geçilmiyor. Somuta gelince, ilk açılan ve açılacak YEKM’ler Astana, Tirana ve Saraybosna’da soydaşlara, Kahire ve Şam’daki dindaşlara Türkçe öğretmekle yetiniyorlar. Geçen 9 Kasım’da bizzat Abdullah Gül, “Burada yaşayan Türklerin yuvası olacak” sözleriyle Türkiye’nin AB’deki en sağlam müttefiği İngiltere’de YEKM Londra şubesini açtı. Nasıl bir dar görüşlülüktür ki, hep içe, kendimize yönelik ve dille sınırlı bir siyaset güdülmektedir. “Bana Türkiye’nin Avrupa’da olduğunu söylettiremezsiniz” diyecek kadar kasıtlı ve kör cahil bir Mankafa Poldi’nin AB’nin iki kilit ülkesinden birinin başında olduğu, taze bir Türkiye Mevsimi geçirmiş “mümbit” bir toplum kuruyadursun! 3 milyona yakın Türkiye kökenli insanın yaşadığı diğer kilit ülke yönetimi Türkiye’nin başına çoraplar öredursun! Siz yarının dünyasını tapınaklarınıza mürit, cihatlarınıza mücahit zihniyetiyle kuracağınıza dair imanınızla karanlığa yolculuğunuza devam edin! Bir gün çıkacaktır bu karanlıklar aydınlığa... ugur.hukum@gmail.com C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle