19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
26 KASIM 2010 CUMA CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 Kenan Evren Cumhurbaşkanı, Turgut Özal Başbakan, Demirel yasaklıydı SÖZDEN YAZIYA SÜHEYL BATUM Kasım seçim günü Turgut Özal eşi Semra Hanım’la İstanbul’daydı. Sonucu Ankara’ya dönerken yol boyu öğrendi. Mehmet Barlas Turgut Özal’ın Anıları kitabında kuşkularını dile getiriyor, “Biz seçimi aldık ama bir taraftan da düşünüyoruz. Ne olacak? Yarın iktidarı verecekler mi, vermeyecekler mi? Yoksa birtakım baskılarla mı uğraşacağız? Çünkü netice itibarıyla bir askeri yönetimden alacaksınız” diyor. Kim vermeyecek iktidarı Özal’a? Anılarında isim söylemiyor ama askerlerin seçimi 6 Olaylı yeni dönem kazanan, tek başına iktidara gelen Anavatan Partisi’ne iktidarı vereceğinden kuşkulu!.. Kuşkuya düşmesinin somut bir nedeni de var. Gece yarısına doğru seçimi Anavatan’ın kazandığı belli olunca MGK üyesi paşaların Çankaya’da bir toplantı yaptıkları basın kulislerine yayıldı. Özal, eşi Semra Hanım ve yakın arkadaş ve akrabalarıyla askerlerin iktidarı verip vermeyeceğini tartışıyor. Çankaya’dan, Cumhurbaşkanı Evren’den hükümeti kurma görevini vermek için çağrı gelmesini bekliyorlar. Fakat saatler geçiyor, çağrı yok! Anılarında söz etmiyor ama o günlerde yaygın bilgiye göre Semra Özal eşine “Mademki çağırmıyor. Sen ara Köşk’ü ve gelmek istediğini söyle” diyor Evren’in anılarında da Özal’ı görev ver Neden Soru Sormuyoruz? Geçen gün “Genç Bakış” programında, Muharrem İnce çok haklı bir şey söylüyordu gençlere; “Soru sorun” diyordu. Gerçekten de inanın dostlar, her şey hiç soru sormamamızdan ve daha önce de sormamış olmamızdan kaynaklanıyor. Her şey… Kendi kendimize bile soru sormadık. Gerçi nasıl soralım? Esas işi bu olan gazeteleri ve gazetecileri bile görmüyor musunuz? Hayır merak etmeyin “yandaş gazetelerden ve gazetecilerden” söz etmiyorum. Onların sormaması, daha doğrusu soramaması normal. Yoksa siz gerçekten de, her zaman söylediğim gibi, iktidarın, birilerinin televizyon ve gazetelerine el koyup, sonra da onu Başbakan’ın yakın arkadaşına ve damadına vermesini, onların parası çıkışmayınca da devlet bankasından yaklaşık “bir milyar dolar” vermesini tesadüfe mi bağlıyordunuz? Yoksa başka bir demokraside bu olayın bir benzerinin gerçekleşebileceğine ya da gerçekleştiğine inanıyor muydunuz? Beş yıl içinde gazetelerin ve televizyonların yüzde doksanının yöneticilerinin Başbakan onayı ile atanan “yandaş” olmalarını da tesadüf mü zannediyordunuz? Hayır, tabii ki hayır. O gazete, televizyon, gazeteci ve yorumcular yani kısaca “sözde aydınlar” ya da “yandaşlar”. Onlar zaten hiçbir şey sormasın diye üretildi. Benim sözünü ettiğim “soru sormayanlar”, tarafsız(!) ya da liberal(!) olanlar. Hani bunlardan bir ekip, bundan birkaç yıl önce, Başbakan’a soru sormak üzere, karşısına çıkmışlardı. Ve bula bula “iki önemli soru” bulabilmişlerdi. Biri “Sayın Başbakanım, bir yerden kedi sesi geliyor, sizin mi, değil mi” sorusu idi. Diğeri de “Sayın Başbakanım, bilmem ne rengi koltuklar sizin zevkiniz mi, yoksa hanımefendinin mi” sorusu idi. Hatta ertesi gün yazılarını da bu “iki önemli soruya” ayırmışlardı da biz de yanıtlarını büyük bir merakla okumuştuk. Bir örnek daha vereyim size, hatırlayacaksınız, yine Başbakan, bu çok değerli ve önemli “liberal gazetecilerden ve aydınlardan” birkaç tanesinin karşısına geçmişti. Hatırlarsınız, soru sorulmadan giden konuşmanın (gerçi bazı münafıklar bunlara monolog ya da beyin yıkama operasyonu bile diyorlar ama) bir yerinde, Sayın Başbakan birden durmuştu, bir soluk almıştı ve “Çok üzüldüm çok” demişti. Bu işareti alan “tarafsız gazetecilerimiz” birdenbire, bir ağızdan “Neye üzüldünüz Sayın Başbakanım” dedi. Ve Sayın Başbakan yanıt verdi; “karımı GATA’ya almadılar da ona” ve hatırlayacaksınız, sonra tam 15 gün, Türkiye’nin tüm televizyonlarında, bu konu tartışılmıştı; “Başbakanımızı kim üzdü, nasıl üzebilir” diye. Gerçi ne o oyuna pardon dilim sürçtü programa katılan o tarafsız gazeteciler, ne de bir başkası hiç şunu sormadılar; “Sayın Başbakan, bu olay ne zaman oldu” ve bir de “Kim almadı Sayın Başbakan kim? Genel Kurmay Başkanı mı, başhekim mi, kapıdaki mi, kim?” dediğim gibi “Hiç soru sormuyoruz” diyorum ya… Gerçi soru soranlara da neler olduğunu bilmiyor muyuz sanki? Hep söylüyorum, Ruhat Mengi’nin en büyük reyting getiren programına ne oldu? Hani soruların sorulabildiği programına? Uğur Dündar da soru soruyor da bakın bakalım, sorun bakalım, hangi tür baskıların altında? Ve bir de yine hatırlayacaksınız, referandum öncesinde bir Siyaset Meydanı programında, Ali Kırca soru sormak istemişti de başına neler gelmişti, ve program nasıl sonuçlanmıştı. Evet dediğim gibi her şey hiç soru sormamamızdan kaynaklandı. 197980’de de sormadık. “Bu silahları 18 yaşındaki gençler nasıl ve nereden alıyorlar” diye sormadık. Hiç merak etmedik bile. Sonra 1983’de yeniden demokrasiye(!) geçilirken “Herkesi veto etme yetkisi bulunan ve bu yetkisini sonuna kadar kullanan, hatta İnönü’nün oğlunu bile veto eden, Kenan Evren ve arkadaşları, nasıl oldu da, MSP’den İzmir adayı olup seçilememiş Turgut Özal’ı unutuverdiler?” Nasıl oldu bu? Hiç sormadık bunu. Acaba birileri mi “unutun, görmeyin” dedi? Kimler? Ve neden? Dediğim gibi hiç soru sormadık ve sormuyoruz? 1983 de de sormamıştık. 2001 krizinde de sormadık. Bugün de sormuyoruz. Yine söylüyorum, soru sormak istemeyenlerden söz etmiyorum. Soru sormayınca devlet televizyonunda program yapıp, para alanlardan ve Başbakan, Cumhurbaşkanı uçağına binip gezebilelim diye soru sormayanlardan söz etmiyorum. Hani rahmetli Deniz Som’un o ünlü 3035 kişilik listesinde yer alan liberal(!) aydınlardan(!) da söz etmiyorum. Ama hiç sormuyoruz. Sevgili dostlar, bir düşünün. Tam tersi olsaydı ve biz 1980 de ya da 1983’te o soruları sorabilseydik, bugün nerede olurduk? 2001 krizi nasıl oluştu, Sayın Derviş nasıl geldi? Bunları sorsaydık, bugün nerede olurduk? Tayyip Erdoğan’ı, Başkan Bush daha milletvekili bile değilken nasıl olup da ve neden kırmızı halı ile karşıladı? İşte bunun gibi basit soruları, sorulması da yanıtı da basit, yanıtı ortada olan soruları, bir sorabilseydik… mek amacıyla vakit geçirmeden neden Köşk’e çağırmadığına değinen herhangi bir açıklamaya rastlanmıyor. Turgut Özal çağrılmayı sağlayarak Köşk’e çıkıyor. Evren hem anılarında yazdığı gibi, hem de bir görüşmemizde sormam üzerine o günü anlattı: “Benim küçük çalışma odama gazeteciler, kameramanlar doldu. Özal geldi, elimi uzattım. O çekti elimi beni öpünce ben de yanaklarından öptüm” diye anlattı. Zorunlu bir öpüşmeydi demek istiyor. Özal’ın davranışına “Ya heyecandan ya da birlikte çalışmış olmamızdan” diye açıklama getiriyor... ÖZAL’IN ANLATTIKLARI zal ise Evren’i kucaklamasını (Mehmet Barlas’a, anılar kitabında) şöyle anlatıyor: “Biz hiç kimseye karşı kin beslemiyoruz. Türkiye’nin eski ve yeni kavgalarını geride bırakmayı amaçlıyoruz. Bunun için sarılıp öptük Evren Paşa’yı… O son (seçim öncesi Özal’a saldıran) konuşmanın kırıklığını da silmek istedik. Bizde hiçbir yara kalmadığını anlattık o kucaklaşmada. (Neler konuştunuz?) Evren Paşa bana Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Ankara tarafından tanınmasına ilişkin gelişmeleri anlattı… Bana Bülent Ulusu’nun Meclis Başkanı olması gerektiğini söyledi. Bunu teklif etti. Ben reddettim. Şöyle dedim: ‘Olmaz. Birincisi bizim partinin üyesi değil. Kendisine aday olmasını teklif etmiştim. Kabul etmedi. Artık bugünkü şartlarda Ulusu’yu TBMM Başkanlığı için destekleyemem…’ …Evren Paşa sonra Vahit Halefoğlu’nun Dışişleri Bakanı olmasını istedi. Tavsiye EVREN’İN ANLATIMLARI vren ise Özal ile olası bakanlar üzerindeki konuşmaları daha değişik biçimde anlatıyor, Başbakan’ı yalanlayan bilgiler veriyor: Evren’in anıları, 4. cilt (22 Kasım 1983Salı): “Ulusu’yu Meclis Başkanı olarak düşünüp düşünmediğini sordum. Niyetini görmedim. Kimi aday göstereceğini sorduğumda Necmettin Karaduman’ı düşündüğünü söyledi.” ( 7 Aralık 1983Çarşamba): “…Dışişleri benim için önemli bir bakanlıktı. Onun için sordum. Özal bana, YÖK Başkanı İhsan Doğramacı’yı parlamento dışından Dışişleri Bakanı almayı düşündüğünü söyledi. Ben tasvip etmedim. Zira Doğramacı’yı YÖK’ün başından ayırmayı düşünmediğim gibi, Doğramacı’nın Dışişleri Bakanlığı yapabileceğine de tam inancım yoktu. Kendisine Moskova Büyükelçiliği’nden emekli Vahit Halefoğlu’nu bu göreve getirmesini tavsiye ettim. Peki demek zorunda kaldı.” Özal’ın iktidara gelir gelmez özellikle ekonomik alandaki yaptırımları toplumda ve piyasalarda şok etkisi yaptı. Yürürlüğe koyduğu kimi liberal kararların Türk ekonomisinin önünü açtığını savunan görüşler medyada yer almaya başladı. Hatta Özal’ı ekonomiyi esenliğe çıkaran “bir deha” olarak tanımlayanlar da oldu. Ö E şeklinde. Halefoğlu işime geldi. Değerli bir insandır. Almanya’ya gidiş gelişlerimde kendisini iyi tanımıştım. Sonra kendisine Hüsnü Doğan’ın bakan olacağını söyledim. Daha doğrusu ‘Parti kurucusu olduğu zaman veto etmiştiniz, şimdi bakanlığını veto etmeyin’ dedim. Evren Paşa ‘Hadi Hüsnü Doğan kalsın ama Adnan Kahveci’yi bakan yapmayın’ dedi…” Özal; “Cumhurbaşkanı Evren, 1983 seçimlerinden sonra da 1987 seçimlerinden sonra da Mehmet Keçeciler’in bakanlığını kabul etmedi” diyor. Keçeciler’in bakanlığına karşı çıkmasının nedeni, MSP’nin Konya’da düzenlediği, gericiliğin somut örneği mitingdi ve bu mitingde öne çıkan isim Mehmet Keçeciler’di... Özal anılarında Evren’in müdahalelerini mazur göste riyor ve sivil iktidarın asker kontrolünde olduğunu kabul ediyor: “Unutmayalım ki” diyor: “o günkü devre bugünkü gibi değil (zira o günlerde sivil yönetim asker vesayeti altında). Bakanlar Kurulu askerler tarafından da inceleniyor. Askeri yönetimden yeni çıkmışız. Sıkıyönetim devam ediyor. Sıkıyönetim idaresi hükümette değil, Genelkurmay’da.” Özal’ın ilk icraatı Özal, “Turgut Özal’ın Anıları” kitabında soruları yanıtlıyor: “Özal hükümetinin ilk icraatını gözden geçirelim mi?” Özal: “Peki anlatayım... Birincisi, seçime gidiliyor diye, fiyat ayarlamalarını yapmamışlar... Hemen onları yaptık. Bir tek gübreye fazla yapmadık... Mart ayında mahalli seçime gidiyoruz diye, arkadaşlar yaptırmadı. Oysa hep eski düşünce tarzları bunlar. Yepyeni bir iktidarsın. Zam yapsan ne olur, yapmasan ne olur? Sonra, Türk parası ve kambiyo rejimi üzerindeki kontrollerin kaldırılması geldi... Döviz serbestliğine ilk adımı attık. Daha önce anlattığım gibi elektronik sanayiindeki korumaları iyice azalttık. Bu arada, fonları oluşturmaya dönük kararlar aldık... Seçim propagandası sırasında, ‘Sigarayı, otomobili serbest ithal edip, fon koyacağız ve kaçakçılığı önleyeceğiz’ demiştik... Bunların satışından elde edilen kârları fonlayacağız ve bunları Toplu Konut’a götüreceğiz... Böylece, süratle o fon kanunları çıkartıldı... Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı fonları... Arkasından dış ticaretin yönlendirilmesi konusunda bir kanun çıkartılıp, fon koyma yetkisi verildi. Kendi içinde, ‘GeliştirmeDestekleme Fonu’ oldu. FARK? “ Çekirdek ekibin önde gelen isimlerinden bahsetsek...” Özal: “Vural Arıkan, belki benden çok çalışmadı ama, çok faydası oldu kanunların çıkmasında... Hüsnü Doğan, Adnan Kahveci ve o zamanki Başbakanlık Müsteşarı Hasan Celal Güzel de çok çalıştılar... Tabii pek çok katkısı olan başka isimler, komisyon başkanları falan da var. Neticede, seçim kampanyasında hazırlanan ekonomiyi geliştirme programının ana maddelerine el atabildik... Ortadireği güçlendirme, istihdam sağlama, altyapı yenilenmesi gibi meselelerin üzerine gidebildik. En önemlisi, devletin sanayiden çıkması prensibini benimsettik. Hem Demokrat Parti, hem Adalet Partisi, yola ‘Biz özel sektörü teşvik edeceğiz’ diye çıktılar... Ama o dönemlerde devlet hep fabrika yaptı... Ama bizim dönemimizde devletin fabrika yaptığı görülmemiştir. Bazıları rehabilite edildi, tevsiler, onarımlar oldu. Ama saKadro kanunlarını getirdik. Yani kadro unvanlarını değiştirdik. 35 bin unvan vardı kamuda. Bunu 150’ye indirdik. Umum müdürlüklerin sayısını azalttık... Ama sonra, bürokraside hep böyle genişleme istidadı var. Kontrol edemezseniz, bürokrasi kendi kendini büyütür... Bu kararlar ve kanunlar, önceden planlandığı için kolay hazırlandı... Benden sonra böyle dece mevcutlarda oldu bu... Yeni fabrika yapmadı devlet... Buna karşı biz altyapıya önem verdik... Altyapıyı devlet de özel sektör de yapabilir. Ama sağlam altyapı olmadan, ne sanayi ne de hizmet sektörü tam gelişemez. ANAP iktidarının en büyük başarısı, elektrik, telefon, yollar, limanlar, havalimanları gibi altyapının tamamlanmasını sağlamak oldu.” “ Ama bu altyapı yatırımları, bütün fonları devletin kullanmasına sebep oldu ve özel sektörün kanı kurutuldu deniliyor.” Özal: “Hayır... Yanlış bir teori bu... Biz ne zaman ki altyapıyı tamamladık ve döviz meselesini hallettik, özel sektör hızla yukarıya gitmeye başladı. Bakın bugün faizler de, enflasyon da yüksek... Ama kaç yıldır, özel sektör yatırımları devletin yatırımlarından fazla... Devlet, KİT açıklarını kapatmak veya cari harcamalarını karşılamak için, fonları kullanıyor... Özel sektör ise kaynaklarını büyümeye, yatırıma harcıyor.” larımızın hepsi Başbakanlık’ta hazırlanmıştır. Hepsinin yazılmasında da, benim tek tek katkım vardır... Reform yaparken, tek tek detaya inemediğiniz takdirde, çok probleme düşersiniz. Yani öyle şeyler koyarlar ki kanunların içine, sonra altından kalkamazsınız... 198486 işte öyle bir devredir. Çekirdek bir ekip, benim başkanlığımda, çok yoğun çalışmıştır.” 30. ADALET BAKANLARI KONFERANSI ‘ENFLASYONU KONTROL EDEMEDİK’ ‘Bazı ülkelerde telefon adaleti var’ İstanbul Haber Servisi Avrupa Konseyi 30. Adalet Bakanları Konferansı’nda konuşan Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammarberg “Adalet sistemine siyasi müdahale konusu. Telefon adaleti dediğimiz şey bazı ülkelerde var” diye konuştu. “Üçüncü Milenyumda Adaletin Modernizasyonu: Şeffaf Etkin Adalet; Günümüz Avrupa’sında Cezaevleri” ana temasıyla Conrad Otel’de gerçekleştirilen konferansa 41 ülkeden 22’si Adalet Bakanı olmak üzere birçok bakan yardımcısı ve müsteşar katıldı. Konferansta konuşan Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Avrupa Konseyi üye ülkeleri olarak ceza infaz kurumlarında bulunan tutuklu ve hükümlü sayısının 1 milyon 856 bin 153 olduğunu anlattı. Hammarberg de “Adalet sisteminde yolsuzluk olduğunu da görüyoruz. Adalet sistemine siyasi müdahale konusu. ‘Telefon adaleti’ dediğimiz şey bazı ülkelerde var. Bu yargı sisteminin itibarını etkilemektedir. Para ve siyaset karışınca durum daha da kötü oluyor” dedi. Avrupa Konseyi Genel Sekreter Yardımcısı Maud de Boer Boquıcchıo ise cezaevlerinin kalabalık olmasının Avrupa’nın en önemli sorunlarından olduğunu söyledi. Y olmadı bu... Şimdi de böyle değil... Eskisi gibi, kanunları ilgili bakanlığın bürokratları hazırlıyor. Başka bakanlıkların da mütalaası alınıyor. Tabii her bakanlık kendine göre bir şey takıyor ve bürokrasi ilave ediliyor metinlere... Benim başbakanlığımın farkı, hazırlıklı olmamdı... Bir nevi, dersimi önceden ve çok iyi çalışmıştım. Bizim en önemli kanun YARIN: KENDİNİ DİNE VEREN BİR ÖZAL C MY B C MY B ani bu birikimler, önce parti kuruculuğunda, sonra Başbakanlık’ta çok yararlı oldu. Geçişi kolay yaptık… Acemi sandıkları bir parti ve kadro, inanılmaz bir transformasyonu böyle gerçekleştirdi. Ama 70100 yılda yapılacak bir transformasyonu 10 seneye sığdırdığımız için enflasyonu kontrol edemedik. Bu da işin bir yüzü… Bunları yaparken, çokpartili demokrasiyi de başlattık.”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle