19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
26 KASIM 2010 CUMA KÜLTÜR CUMHURİYET SAYFA [email protected] 17 ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Adalet, işkenceye devam ediyor hâlâ… Kurtuluşun ve Kuruluşun Sıcak İklimleri… Turgut Özakman’ın ‘Türkiye Üçlemesi’nin son halkası ‘CumhuriyetTürk Mucizesi’nin ikinci kitabıyla, bu büyük destanın okumasını tamamlamış oldum. Ve hemen ardından, aklıma şu geldi: Bir mucizenin destanı olan bu dev eser, kesinlikle tek başına bırakılmamalı. Gelecek kuşakları derinden etkilemesi bekleniyorsa eğer, bundan böyle birileri de çıkıp, böyle bir destanı dünya tarihine ekleyebilmiş bir devletin ve bir toplumun sonraki yılların akışı içerisinde nasıl çıkış noktasına oranla bugünkü gibi bir yıkıma sürüklenebildiğini de yazmalı. Bu yapılmalı ki, bugünün ve geleceğin gençliği 19191938 arasını bir masal gibi değil, belki çok acıtıcı, ama acıtıcı olduğu kadar da gerçekçi bir karşılaştırmanın belirleyici öğesi niteliğiyle okuyabilsin. Otuzlu yılların kışları, başkent Ankara’da ve yurdun çoğu bölgesinde çok sert geçer. Soluklar, neredeyse havada donar. Ama bu solukların tuhaf bir ısıtıcı gücü de vardır. Çünkü dışarı bırakılan her soluk, bütün ülkeyi her gün Mustafa Kemal’in gösterdiği birincil hedefe, yani muasır medeniyet seviyesine ya da o yüzyılın uluslar topluluğunda ayakta kalabilmenin birincil koşulu olan uygarlığa biraz daha yaklaştıran çabaların dumanıdır. Otuzlu yılların kışları buz gibidir. Ama bu kışlar, yapımı biten her eğitim kurumunun eksiksiz sınıfları, eksiksiz kadroları ve gece gündüz kesintisiz devrede kalan ısıtmasıyla umudun bahar aylarına dönüşür. O yılların eğitim politikalarının yaratıcıları ve uygulayıcıları için bugünün İstanbul’undaki koşullar, örneğin devlet okullarının çoğunun yarıdan eksik öğretmen kadrolarıyla, parası velilerden zorunlu bağış adı altında toplanan temizlik personeliyle, eksik araç ve gereçlerle çalışması, sadece ülkenin en büyük kenti için değil, fakat Anadolu’nun okul yapılan her kenti için kafalarda ancak bir karabasan olarak canlandırılabilir. Ve nihayet: Eğitim, o yıllarda bütünüyle parasızdır! Otuzlu yılların kışları buz gibidir, ama ülkenin ve toplumun bütünü için ilerleme bağlamında atılan her adım, insanlar için bahara açılan bir başka kapıdır; çünkü yapılacağı söylenen hiçbir şeyin ucu açık bir vaat olarak kalmayacağına, bugün haberi verilen bir müjdenin yarın ya da en geç öbür gün somut bir gerçeğe dönüşeceğine duyulan güven, tamdır. Bu güven, bütün ilerleme çabalarının arkasında olan birinin, Gazi Mustafa Kemal’in iradesinden ve kararlılığından kaynaklanır: O söyledi ise, olacaktır! Ve, olur da! Milli Mücadele’den sıfır kasayla, sıfır sanayileşmeyle, yüzde onu bulmayan bir okuma yazma oranıyla çıkan bir toplumun devleti, on beş yıl içersinde Karadeniz ile Akdeniz’i, İstanbul ile Erzurum’u sıfır dış borçla demiryollarıyla birbirine bağlar. Uygarlığın ışıklarının taşıyıcısı olan Halkevleri’nin sayısı yabancılara parmak ısırtan bir tempoyla kısa zamanda yüzleri aşar. Ve öğretmen kadrolarına eklenip köylerde işe başlayan eğitmenler, pek yakında gerçekleşecek bir başka mucizenin, ‘Köy Enstitüleri’nin temelini atarlar. Dış âlemde ise otuzlu yılların Türkiye Cumhuriyeti, saygınlık bakımından bugünkünden çok farklı bir yerdedir: Milletler Cemiyeti, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’i kendilerine katılmak için davet eder! Evet, bugünün gençleri, Özakman’ın ‘Türkiye Üçlemesi’ni çok, ama çok dikkatle okumalılar; çünkü ancak bunu yaptıkları takdirde, otuzlu yıllarda insanların pencerelerinden baktıklarında: “Dışarıda hava nasıl?” sorusuna geceleri bile nasıl olup da: “Aydınlık!” diye cevap verebildiklerini anlayabilirler! [email protected] Pınar Selek’e açık mektup... Sevgili Pınar, İki gün önce, birçok gazetenin birinci sayfasından, her zamanki gülen yüzün, ışıl ışıl gözlerinle bize bakıyordun… Adının yanında “bombacı” yaftasını farklı gazeteler, farklı puntolarla farklı biçimlerde kullanmışlardı… (İleride bir gün, bütün bu badireler geçtikten sonra, o gazeteleri bir araya getirip, gazetecilik okullarındaki derslerde örnek diye göstermeli. Konu başlığı “Kamuoyu ve Adalet nasıl manipüle edilir” olabilir.) Ama inan, biz senin kim olduğunu ve kişiliğini bilenler… Çalışmalarını yakından izlemiş olanlar, kitaplarını, çocuk öykülerini okumuş olanlar… Biz, senin tüm yaşamını, ezilenlerin, ötekileştirilenlerin, mağdurların haklarını korumaya adadığının bilincinde olanlar… Biz, senin her tür haksızlığa karşı çıkarken, şiddetin her türünü lanetlediğini bilenler… Var olma nedenini barışa adadığını bilenler, inan ki, şuursuz medyanın tuzaklarından kendimizi korumayı artık çok iyi öğrendik. Sevgili baban ve avukatın Alp Selek, televizyonlara, basına “Bu karar yeni bir karar değil. Bu karar muhalefet şerhli… Bu karar ilk çıktığında 6 ay kadar yazılması sürdü, biz 3 ay önce öğrendik…” diye istediği kadar dert anlatsın, sansasyona ve manipülasyona ihtiyacı olan medya dinlemiyor… Sevgili Pınar, Mısır Çarşısı’ndaki patlamayla ilgili olarak 2 kez yargılandın, iki kez beraat ettin… Arada boşu boşuna 2.5 yıl hapis yattın… İşkence gördün… Patlamadan birkaç gün sonra, ilk gözaltına alınışın bombalamayla ilgili değildi. Yaptığın araştırmayla ilgiliydi. Bir sosyolog, yazar, araştırmacı, feminist ve barış eylemcisi olarak ülkendeki savaşı, savaşın taraflarını araştırıyordun… Hayır, ne poliste (hatta işkencede bile), ne daha sonra savcılıkta ve sorgu hâlanmıyor. Kendi adıma konuşayım: Şu son 12 yıldır süregelmekte olan mahkeme sürecini yakından izlediğim, kimi duruşmalarda hazır bulunduğum ve o duruşmalarda oynanan oyunu gördüğümden de kaynaklanıyor… (Örneğin, senin aleyhine, yazılı ifade verdi denilen birinin, okuma yazması olmadığı ortaya çıkmıştı bir duruşmada ve ne gülmüştük!) Sevgili Pınar, eğer Kafka seni tanımış olsaydı, Dava romanındaki K. karakterini yaratmasına gerek kalmazdı. Seni yazardı, işi kolaylaşırdı. Sen de tıpkı Kafka’nın K.’si gibi, önce neyle suçlandığını bilmiyordun. Neden sonra televizyondan öğrendin “Mısır Çarşısı bombacılarından biri” olduğun için gözaltına alındığını… Sonradan “Ben o ifadeyi işkencede verdim, Pınar Selek’i tanımam bile” diyecek olan birinin, “Bu işi birlikte yaptık” demesi yetmişti, o gün bugün 12 yıldır sürmekte olan işkenceyi başlatmak için… Üstelik bunu diyen, beraat etti çoktan! (Tüm bilirkişi raporlarının bomba yok demesini vb. geçiyorum, bunları öyle çok yazdım ki… Meraklısı www.zeyneporal.com arşivinden bulabilir.) kimliğinde, sana o patlamayla ilgili soru sorulmuyor! Sevgili Pınar, Sakın bu mektubu sana cesaret vermek için falan yazdığımı sanma. Senin şimdi yaşadığın Almanya’da dimdik durduğunu, çalışmalarını sürdürdüğünü, geleceğe umutla baktığını biliyorum. Şimdi sana yazma/seninle konuşma nedenim kendime cesaret vermek için… Adaletin, adaletsizliğin, geç gelen adaletin yalnız senin için değil, hepimiz için nasıl bir işkenceye dönüştüğünü görebildiğim için kendime cesaret ve güç vermek zorundayım. Sadece benim değil, yüzlerce, binlerce yazarın çizerin sanatçının, insanın, senin masumiyetine olan inancı ve tanıklığı, inan sadece arkadaşımız olmandan, düşüncelerini, kitaplarını bilmemizden kaynakEKİ NEDEN? Hepimiz, hepimiz soruyoruz “Peki neden” sorusunu sevgili Pınar… Kestirmeden söyleyeyim… Bana kalırsa, bütün bunlara neden senin dik duruşun. Eğilip bükülmemen. Düşüncelerinden ödün vermemen... Yaşadığın onca işkenceye karşın, içindeki insan sevgisini, vicdan sesini ve umudunu hiç ama hiç kaybetmemen… Sokak çocuklarıyla ilgilenmen, onları insan yerine koyman, onlara insanca yaşam sürdürmeleri için olanak sağlaman… Travestiler ve transseksüellerle ilgilenmen, onlara karşı uygulanan şiddeti gözler önüne sermen. “Maskeler, Süvariler, Hacılar” kitabın mesela… Ataerkil düzeni sorgulaman… “Sürüne Sürüne Erkek Olmak” kitabın, hani, mahkeme kapısında bir katil zanlısının “Akıllı ol!” diye tehdit savurduğu anki bakışı ilham vermişti. Kitabında Türk toplumunda erkek kimliğinin oluşumunu araştırırken, şiddet ve iktidar ilişkisini de irdeliyordun. Vicdani retçileri savunman… Tüm ötekileştirilenlerin mağduriyetini kendine dert etmen… “Barışamadık” kitabın mesela… Amargi gibi, feminizmi yaygınlaştıran bir kurumu kurmuş olman, hayata geçirmen ve etkin kılman… Eh sevgili Pınar, bütün bunlar hoş şeyler değil elbet bizim gibi demokratikleşmekte olan bir ülkede! Belki de on yıl önce Bayrampaşa Cezaevi’nde “Hayata Dönüş”(!) operasyonunda öldürülmediğin için sana kızıyorlardır. (Hiç unutmam, o olayın ayrıntılarını senden dinlediğim günü…) Seni yürekten hasretle kucaklıyorum sevgili arkadaşım. İyi ki varsın! İyi ki olduğun insansın! [email protected] P KAFKA SENİ TANISAYDI ‘Masal Pınarı’ gecesi Kültür Servisi “Bu hayatı bir masal gibi yaşamak istiyorum. Tabii mutlu sonla biten bir masal…” diyen Pınar Selek için 9 Aralık saat 19.00’da garajistanbul’da “Masal Pınarı” isimli bir gece düzenleniyor. Pınar Selek’in yazdığı masallardan oluşan gösteriyi Mehmet Atak tasarlayıp, yönetti. Aralarında Serra Yılmaz, Işık Yenersu, Kenan Işık ve Lale Mansur’un da bulunduğu oyuncu kadrosuyla Masal Pınarı’nda masalcı Pınar Selek ve canlı çizer ise Sevinç Altan. SANAL KİTAP FUARI BAŞLADI Kitap satışı her yıl artıyor Kültür Servisi Türkiye’nin en büyük online kitapçısı idefix.com’un gelenekselleşen Sanal Kitap Fuarı, bu yıl 8. kez düzenleniyor. Önceki gün başlayan ve 26 Aralık’a kadar sürecek olan fuarı, geçen yıl 2 milyon kişi ziyaret etti. Türkiye’nin tüm illerinden ve toplam 33 ülkeden okuyucuyla buluşan ve 178.801 adet kitap satışının gerçekleştiği 7.’sinin ardından fuara bu yıl 33.5 milyon arasında ziyaretçi bekleniyor. Her yıl giderek artan sayısıyla daha fazla seçenek sunan Sanal Kitap Fuarı, bu yıl Yapı Kredi, Can, İletişim, Everest, Kabalcı, Ayrıntı, İş Bankası, Oğlak, NTV, Sel, İnkılap gibi Türkiye’nin en büyük yayınevlerini de içinde bulunduğu 470 yayınevini okuyucuyla buluşturacak. Fuar boyunca indirimlerin yanı sıra, hoş sürprizler de okuyucuları bekliyor. Aynı fiyata satılacak imzalı kitaplarla, sevdikleri yazarların özel bir anısına sahip olacak okurlar, tematik hazırlanan “özel setler” bölümünde ekstra yüzde 85 indirimli kitapları bulabilecekler. Fuar için kitap imzalayan yazarlar arasında Can Dündar, Ayşe Kulin, Ahmet Ümit, Ara Güler, Aydın Boysan, İskender Pala, Buket Uzuner, Erol Mütercimler, Selim İleri gibi yazarlar yer alıyor. Atatürk şiirleri değerlendirilecek Kültür Servisi Bugün saat 16.00’da Ankara, CER Modern Kültür Merkezi’nde gazetemiz yazarı Mustafa Şerif Onaran’ın düzenlediği Milli Mücadele ile Cumhuriyetin bir bütün olarak ele alınacağı ve Atatürk şiirlerinin değerlendirileceği bir söyleşi gerçekleşecek. Kültür ve Turizm Bakanlığı Milli Kütüphane Başkanlığı ile TURAŞ (Turizm ve Ticaret Anonim Şirketi) tarafından desteklenen söyleşide şiirleri, Devlet Tiyatroları başrejisörü Rüştü Asyalı yorumluyor. Cervantes Ödülü Matute’nin Kültür Servisi İspanyol yazar Ana Maria Matute, Cervantes Ödülü’ne layık görüldü. Çarşamba günü yapılan ödül töreninde, Matute’nin 1976 yılından bu yana verilen Cervantes ödülleri kapsamında, ödül kazanan üçüncü kadın yazar olduğu vurgulandı. Ödül töreninde yaptığı konuşmada, “Çok mutluyum, gerçekten çok mutluyum” diyen 85 yaşındaki yazar, 125 bin Avro’luk (yaklaşık 185 bin TL) para ödülünü de kazanmış oldu. Matute’nin “Kayıp Çocuklar” romanı 23 dile çevirilmişti. Anımsanacağı üzere Arjantinli yazar Jorge Luis Borges ile Meksikalı yazar Carlos Fuentes, Cervantes Ödülü’nün geçen yıllardaki kazananları arasındaydılar. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle