25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 21 KASIM 2010 PAZAR leyla.tavsanoglu@cumhuriyet.com.tr 14 PAZAR KONUĞU Elektrik Mühendisleri Odası Başkanı Cengiz Göltaş AKP hükümetinin enerji politikasını topa tuttu Enerji Bakanlığı yandaş bakanlığı oldu SÖYLEŞ LEYLA TAVŞANOĞLU Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) Yönetim Kurulu Başkanı Cengiz Göltaş’la çok tartışılan mini ölçekli hidroelektrik santralları (HES) konuşuyoruz. EMO olarak Türkiye’nin ciddi enerji ihtiyaçları olduğunu bildiklerini söyleyen Göltaş, ancak bu mini HES’lerin yarardan çok zarar vereceklerine işaret ediyor. Türkiye’nin enerji politikalarının doğru uygulanması durumunda sorunların büyük ölçüde aşılabileceğini vurgulayan Göltaş, enerji sektörünün tamamıyla özel sektörün, bir anlamda piyasa koşullarının eline bırakılmamasının gereğinin de altını çiziyor. Türkiye’nin istikrarlı enerji politikaları var mı? Son zamanlarda üzerinde çok tartışılan HES’lere sizin bakışınız nedir? C.G. Şöyle anlatayım: Biz geçmişte Türkiye için doğalgazı çok tartıştık. Kurumsal yapının parçalandığı süreçlerde, özellikle 1985’ten sonra özelleştirme adı altında enerji politikalarını çok tartıştık. Daha sonra nükleer santral meseleleri gündeme geldi. Bugün ise yine özelleştirme kapsamında küçük ölçekli HES’lerle ilgili özellikle Karadeniz Bölgesi’nde birçok proje ortaya çıkmaya başladı. Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’nun (EPDK) lisanslarına göre ortada 1600’ün üzerinde proje var. Bunların hepsi de belli bir bölgede yoğunlaşıyor. Bu projeler üzerinde ciddi toplumsal tepkiler var. Bakanlık tam bir özel şirket mantığıyla yönetiliyor. Çok parçalı bir yapı oluştu. Enerji üretiminde söz sahibi olması gereken DSİ, MTA, Elektrik Üretim AŞ, Türkiye Kömür İşletmeleri gibi kuruluşlar kendi kaderlerine terk edildi. Bildiğim kadarıyla bu HES’ler doğal ve kültürel mirasın yok edilmesi pahasına yapılıyor. Siz bunu nasıl karşılıyorsunuz? Bu HES’ler için başka bölgeler seçilemez miydi? C.G. Oralarda dediğiniz gibi yüzyıllardır devam eden bir insan yaşamı var. Ama o bölgedeki mevcut kaynakları doğru kullanma olanakları var mı yok mu? Bunun araştırılması lazım. Biz şöyle bir öngörüyle yaklaşıyoruz: Evet, Türkiye’de enerjiye ihtiyaç var. Enerjiye ihtiyaç olduğu yerde suyla elektrik üretimi yani HES’ler bir seçenek. Aslında bizim EMO olarak bu HES’lere doğrudan bir karşı çıkışımız yok. Biz yerli, yenilenebilir enerji olduğu için ve çevreye en az zarar veren bir enerji üretim modeli olması nedeniyle bu ülkede HES’lerin bir seçenek olduğunu düşünüyoruz. Ancak şimdi yapılan projelerle ilgili şöyle çelişkilerle karşı karşıyayız: Çevresel etki değerlendirme raporları bu projelerin ülkenin enerji ihtiyacına uygun olarak mı planlanmış, yerleri doğru mu seçilmiş, o Planlama kavramının olmadığı yerde enerji yatırımlarının hangi ölçütlere göre belirlendiği çok sağlıklı değildir. Geçmişteki yanlış yatırımların faturasını biz hâlâ pahalı elektrik olarak ödüyoruz. kısmı yine DSİ’nin projesi olup daha sonra özel şirkete geçmiş yarım kalan ve devam eden projeler. Bunların da geriye dönüşleri imkânsız hale gelmiş. Çok büyük yatırımlar yapılmış. Biz EMO olarak yaklaşık 60 kişilik bir heyet oluşturduk. Ekim ayının sonunda o bölgeyi bütünüyle gezdik. Nereleri dolaştığınızı söyler misiniz? C.G. Artvin, Rize, Trabzon, Senoz Vadisi, İkizdere... Gördüğümüz şu oldu: Bir kere büyük, işletmeye alınmış projeler, yarım kalmış ve bitmek üzere olanlar, bir de esas tartışma konusu olan çok küçük ölçekli, nehir tipi dediğimiz nehirler üzerine kurulan, borularla taşınan hidroelektrik santrallar var. Bu nehir tipi santrallar doğaya çok ciddi biçimde zarar veriyorlar. Bizzat şahit olduk. Bunlar o bölgedeki ağaçlara, bitkisel örtüye, tarımsal alanlara, yüzyıllardır suyla iç içe yaşamaya alışmış insanlara zarar veriyorlar. Bugün siz o insanların suyunu borulara alıyorsunuz. Bir mesafede düşü yaratıyorsunuz. Oradaki düşüden motorlarla enerji elde ediyorsunuz. Oradaki suyu tekrar bir boruya alıyorsunuz. Bazı yerlerde yedi yörenin jeolojik yapısı, tarımsal dokusunu doğru mu tanımış, yapılan yatırımın gerçekten kamu yararını mı hedeflediği sorularını aklımıza getiriyor. Evet, bu HES’ler yapılmalı ama doğru yere, doğru planlamayla yapılmalı. HES’ler piyasa refleksine terk edildi Yani bu HES’lerin yapılmasındaki amaç kamu yararı değil mi? G.C. Ne yazık ki bizim HES’lerimiz piyasanın refleksine terk edilmiş durumda. Yani Türkiye’de birçok alanda yapılan özelleştirmenin bir benzeri suyun ticarileştirilmesi olarak gündeme geliyor. Buralardaki dereler, su potansiyeli, su kullanım hakları 49 yıllığına özel şirketlere devrediliyor. Meselenin bir boyutu suyun ticarileşmesi. Buradaki yatırımların birkaç tane farklı özelliği var. Birincisi, büyük ölçekli, megavatları yüksek geçmişte Devlet Su İşleri (DSİ) tarafından gündeme getirilmiş projeler. Bunların birçoğu zaten çoktan üretime geçmiş durumdadır. Bir Kamu sektörüne enerjiden el çektirildi Enerji Piyasası Yasası diye bir yasa kabul edildi. Bu, ne getirip ne götürüyor? C.G. Bu yasanın temel felsefesi kamunun enerji yatırımlarından tamamıyla elini çekmesidir. Öbür adıyla 4628 sayılı yasaya göre kamunun artık enerji üretiminde hiçbir payı olmayacaktır. Ama Türkiye’nin her yıl giderek artan bir enerji ihtiyacı var. Bu yasa kapsamında kamu enerji işine hiç karışmazsa özel sektör ne yapacak? Yenilenebilir enerji yasası yok. Bugün rüzgâr, jeotermal, güneş enerjilerine, biyogazlara yatırım yapmak isteyenler ne yapacak? Bir kere Türkiye’deki santrallar mevcut kapasitelerinin çok altında çalışıyor. Çevreye en az zarar verecek santralların sağlıklı işletilmesi için hiçbir önlem alınmıyor. Bundan dolayı ciddi bir enerji kaybımız var. Enerji dağıtımı şebekeleri de özelleştirme mantığıyla son on beş yıl içinde pek çok parçaya bölündü. Buralarda çalışan uzmanlar emekli edildi. O insanların verimliliklerinden hiçbir biçimde yararlanılmadı. Yine bu özelleştirme gerekçesiyle dağıtım şebekelerinin bakım, onarım ve yenilemeleri yapılmadı. Bütün bunlar ortadayken kamu sektörüne enerji üretiminden el çektirildi. Bir tarafta dağıtım şebekeleri çok parçalı olmuş. Öbür tarafta Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) diye bir kuruluş var. Ama bu kuruluşun ne mevcut yatırımları denetleme ne de bu ülkenin enerji ihtiyacını karşılamak amacıyla bir yaptırım gücü söz konusu. İyi de Enerji Bakanlığı adında bir bakanlık var. O bakanlık ne iş yapar? C.G. O bakanlık AKP eliyle bir yandaş bakanlığı haline getirildi. Tam bir özel şirket mantığıyla yönetiliyor. Çok parçalı bir yapı oluştu. Enerji ürretimi içinde söz sahibi olması gereken DSİ, Maden Tetkik Arama (MTA), Elektrik Üretim AŞ, Türkiye Kömür İşletmeleri gibi kuruluşlar kendi kaderlerine terk edilmiş durumdalar. Sonuçta süreç enerji açısından kaosa doğru gidiyor. sekiz kilometrelik bir alanda suyu borularla insanların yaşamından uzaklaştırmış oluyorsunuz. Sorunun başka bir açısı da Doğu Karadeniz gibi doğa ve turizm harikası bir bölge bir inşaat şantiyesi haline getirilmiş. Düşünebiliyor musunuz? Bir derenin üzerinde beşaltı tane HES yapılıyor. Deniyor ki: Biz oraya can suyu bırakıyoruz. Bir kere bunun kriterlerinin neye göre belirlendiği belli değil. Bir kere o suyun yeniden o bölgedeki canlı dokuyla buluşup buluşmayacağı meçhul. Hem derelerdeki balık yatakları, doğa, ağaçlar, bitki örtüsü büyük zarar görüyor. Enerji nakil hatlarının geçirilebilmesi için ağaçlar kesiliyor. Tamam da, siz EMO olarak Türkiye’nin enerji ihtiyacının bu şekilde karşılanmasına karşı mı çıkıyorsunuz? C.G. Biz EMO olarak tabii ki Türkiye’nin enerji ihtiyacı gerçeğini görüyoruz. HES’ler de bu enerji ihtiyacının karşılanmasında kaynak çeşitliliği açısından bir seçenek. Ancak böylesine yağma biçimine dönüşmüş, şirketlerin suyu ticari meta haline getirmiş, yerlerinin doğru seçilip seçilmediği bile belli olmayan bu projelerin gündeme getirilmesini çok yanlış buluyoruz. Çünkü bu gibi enerji yatırımlarının geriye dönüşü zordur. Türkiye’nin geçen yıl 194 milyar kilovat saat toplam elektrik üretiminin yaklaşık 36 milyar kilovat saati HES’lerden karşılandı. DSİ’nin verilerine göre Türkiye’nin hidroelektrik potansiyeli 140 milyar kilovat saattir. Ama ortaya çıkan tablo bizim bu su kaynaklarımızın yaklaşık yüzde 30’unu enerjiye çevirebildiğimizi gösteriyor. Biz EMO olarak enerjinin kamu eliyle işletilmesinin gereğini ısrarla vurguladık. Planlama kavramının olmadığı yerde enerji yatırımlarının hangi ölçütlere göre belirlendiği çok sağlıklı değildir. Geçmişteki yanlış yatırımların faturasını biz hâlâ pahalı elektrik olarak ödüyoruz. Bunda en önemli pay doğalgaza ait. Bugün yüzde 20’lere ulaşmış durumda. Peki, ya ithal kömürle çalışan termik santrallara ne diyeceksiniz? C.G. O da ayrı bir ağır fatura. Üstelik bu termik santrallar ciddi çevre sorunları da yaratıyor. Bunların yerine bizim yenilenebilir kaynaklar içinde halen kullanılması gereken rüzgâr, jeotermal, güneş enerjileri günmede getirilmeli. Bakın, güneş enerjisi bizim için çok önemli. Bir Akdeniz ülkesi olarak büyük bir güneş enerjisi potansiyelimiz var. kizdere’nin S T olması kararına engel Bir de son zamanlarda çok gündemde olan atık yağların dönüştürülmesi konusu var. Bu nasıl olacak? Şu anda bu atık yağları toplayabilecek bir merkez var mı? C.G. Böyle bir merkez yok. En önemlisi de Türkiye’nin yenilenebilir enerji yasasının bulunmaması. Bu teklif üç yıldır TBMM’de bekliyor. Trabzon’da Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun İkizdere Vadisi’ni SİT alanı olarak ilan eden kararının arkasından dolanmak için Çevre ve Orman Bakanlığı’na SİT alanlarını ilan etme yetkisi veren yasa jet hızıyla TBMM’den geçirilirken enerji yatırımlarına piyasanın önünü açmak için her formül bulunurken Türkiye’nin yıllardır yenilenebilir enerjiye yatırım konusunda sağlıklı hiçbir teşvik getirilmedi. Bunun yerine kolaycılığa kaçılmış. Doğalgaz anlaşmalarına yönelinmiş. Biz yıllardır doğalgaz anlaşmaları nedeniyle yurtdışına çok büyük paralar ödedik. Rusya’yla bir taraftan doğalgaz anlaşmaları sürerken şimdi de nükleer santral yapılması gündeme geldi. Enerjide yüzde 74’e varan dışa bağımlılığımız ülkemizin yerli kaynaklarının doğru biçimde planlanmamasından kaynaklanıyor. P O CENGİZ GÖLTAŞ R Kırşehir, 1964 doğumlu. Yıldız Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği T Mühendislik Fakültesi mezun oldu. 1988’de Bölümü’nden 1987’de R TCDD’de mühendis olarak çalışmaya başladı. SincanEskişehir elektrifikasyonunda 19891990 E arası görev yaptıktan sonra aynı kurumda teknik müfettiş unvanıyla denetim elemanlığına geçti. 199092 arası Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) Ankara Şubesi’nde yönetim kurulu üyeliği yaptı. Daha sonra EMO başkan yardımcılığı, genel sekreter, son dönemde yönetim kurulu başkanlığına seçildi. Pek çok dergi, broşür ve kitapta enerji konulu yazıları ve bildirileri yayımlandı. Enerji sadece kâr etme mantığıyla üretilemez Neden yerli kömür yataklarından yararlanılmıyor? C.G. Türkiye’de en son araştırmalara göre 10 milyar ton potansiyelli yerli linyit kömürü sahamız var. Açıkçası bu linyitlerin kalori değerleri biraz düşük olduğu için bu kömürlerle enerji üretiminde ciddi çevre sorunları yaşanabilir. Yalnız dünyanın pek çok ülkesinde kömürle enerji üretiminde ciddi önlemler alınarak enerjideki payı her zaman korunabiliyor. Örneğin ABD başta olmak üzere birçok ülkede kömürün en az zararla kullanıldığı yeni santral teknolojileri var. Peki, bu yeni santral teknolojileri Türkiye’de neden kullanılmaz? C.G. Bunları yapmak için Türkiye’nin ihtiyaçlarına uygun bir yatırım projeksiyonunun olması lazımdır. Ama kamuya yasayla bu işten el çektirilmiş durumda. Özel sektör de kendi uygun bulduğu kârlı alanlara yatırım yapıyor. Özel sektörün mantığı kâr etmektir. Ama enerjiyi sadece kâr etme mantığıyla üretemezsiniz. Bir kere enerjinin bütün insanlara dengeli bir biçimde dağıtılması, kesintisiz ve ucuz olması lazımdır. Vatandaşınıza, sanayicinize bir yandan pahalı elektrik sunacaksınız, öbür yandan bu ülkenin enerjisinin kalitesini belli bir düzeye getirmeyeceksiniz, enerji verimliliğini sağlamayacaksınız. Üstüne üstlük vatandaşın bir sosyal hak olarak enerji kullanımını doğru bir şekilde önermeyeceksiniz. Bir de dünyada şimdi şöyle bir yaklaşım var. Sürekli artan enerji ihtiyacı. Acaba bu enerji ihtiyacı neden artarak devam eder? C.G. Kapitalizmin insanlara ihtiyaçlarının sınırsız olduğunu dayatan tüketim anlayışıyla enerji yatırımlarının birebir ilişkisi var. Bugün enerji artık bir savaş nedeni. ABD’nin Ortadoğu’daki hesaplarının bölgeye demokrasi getirme temelli olmadığı, Irak’ı işgalinin ne anlama geldiği ayan beyan ortaya çıkmıştır. Bugün artık gelişmiş ülkelerin bütün hedefi dünyadaki enerji kaynaklarına sahip olmaktır. Gerilim ve çatışma ortamlarının temelinde bu yatmaktadır. Türkiye olarak bizim de bağımsızlığımız ve kendi kendimize yetebilmemiz amacıyla enerjimizi doğru kullanmamız gerekiyor. Bunun temel felsefesi de öncelikle ülkenin yerli kaynaklarını doğru bir şekilde kullanmaktır. Enerjinin kaderini piyasa koşullarına, refleksine terk ederek ve özel sektörün sınırları içine hapsetmek en büyük hatadır. SUYUN ÖZEL SEKTÖR EL YLE YAĞMALANMASINA T RAZIMIZ VAR Peki, ne yapılmalı? C.G. Türkiye’nin bir Akdeniz ülkesi olduğu gerçeğinden yola çıkarak kaynaklarının çeşitliliğini doğru bir planlama içinde kamu hizmeti anlayışıyla değerlendirmeliyiz. Son dönemdeki enerji yatırımlarında çok büyük yanlışlar yapıldı. Örneğin fueloille çalışan mobil santralları devreye soktuk. Doğalgazla çalışan santrallarımız oldu. Bunların dışında ithal kömürle enerji üreten santrallar kuruldu. Ülkenin enerji kayıp ve kaçaklarının giderilmesi amacıyla doğru bir politika izlenmedi. Son olarak HES’lerdeki açmaz da şu: Türkiye’nin suları var ve bu suyu kullanmamız gerekiyor. Biz de EMO olarak böyle düşünüyoruz. Ama bu suların doğru bir biçimde kullanılmasından yanayız. Yalnız, enerji yatırımları içinde büyük ölçekli barajlarla ilgili hiçbir tartışma yok. Bugün, mini ölçekli, dereler üzerinde kurulan hidroelektrik santrallar (HES) tartışma konusu. Bunlar cebri borularla küçük HES’ler olarak tarif edilen santrallar. Bunlardan üretilecek elektriğin toplam enerjideki payı ne kadar? C.G. Son derece düşük. Yani attığımız taş ürküttüğümüz kurbağaya değmiyor. Büyük ölçekli, planlanmış, çevreye en az zarar veren, toplumsal mutabakatla projelendirilmiş santrallara her zaman destek olmaktan yanayız. Bu gezimizde 670 megavatlık Çoruh Nehri üzerindeki Deriner Barajı’nı gördük. DSİ’nin başlattığı bir proje. Bu dünyanın dördüncü biriktirmeli barajı. Hayran olduk. Buna bir itirazımız olamaz. Bitmiş ya da bitmek üzere olan büyük ölçekli yatırımlara demin de dediğim gibi hiçbir itirazımız olamaz. Ama Niğde, Trabzon, Artvin’de derelerin üzerine yapılacak 1500 tane küçük HES’le o bölgedeki su tamamıyla yok olacak. Oradaki doğa tahrip edilecek. Bunun üzerine de suyun kullanım hakkının devriyle birlikte su kaynaklarımız tamamıyla piyasalaştırılacak; özel şirketlerin denetimine bırakılacak. Sorun bu. Biz suyun özel sektör eliyle yağmalanmasına itiraz ediyoruz. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle