22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CUMHURİYET 12 KASIM 2010 CUMA PROFESÖR Fazıl Sağlam “Anayasa fetişizmi” diyerek ne güzel özetlemişti konuyu. Evet, hangi sorunu tartışsanız hemen “yeni anayasa” diyenler öylesine çoğaldı ki. “Başörtüsü” diyorsunuz, “anayasa!” deniyor, Güneydoğu sorunu açılınca anayasa; özgürlük, hak hukuk, eşitlik denince yine anayasa. Neredeyse tahtaya vurma alışkanlığı denebilecek tam bir fetişizm. Ne demek “fetişizm”? Nazarlık, kara noktalı beyaz göz taklidi mavi boncuk, kapıya asılmış nal falan gibi, gereğine göre kem bakışları uzaklaştıran, kazaları önleyen ya da uğur getiren eşyaya, resme, yazıya fetiş denir. Bunlar bazen tapınmaya yarayan totemlerle başlayıp erotik duygulara iyi geldiği söylenen kadın ayakkabılarına kadar varan geniş bir alanı kapsar ve böyle inançlarla düşünüp davranmanın adı fetişizmdir. Elbet, akıl dışı. ayın Başbakan “2011 genel seçiminden sonra yapılacak bir anayasa” sözü ediyor hep. Ona göre, her şeyi düzeltmenin, özlemleri karşılamanın, ülkeyi düze çıkarmanın AÇI MÜMTAZ SOYSAL tek çaresi budur. Belli ki, yüksek oranlı oyla elde tutacağı iktidarın ilk işi, büyük olasılıkla “yarı başkanlık” etiketi altında başkanlık sistemi getirecek bir anayasa değişikliğini düşünüyor. Tuhaf olan şu: Ana muhalefeti yönetenler de aynı sözü etmekteler. Yine belli ki, onlar da inandıkları sosyal demokrasiyi ya da laikdemokrat Cumhuriyeti korumanın çaresi olarak yeni anayasayı düşünmekteler. Yeni anayasa yapmanın parlamentoda ağır basanların işine yarayacağını unutarak. Ya da inançlarına uygun bir düzen yaratmanın pekâlâ bugünkü anayasayla da başarılabileceğini ve asıl önemli olanın sağlam bir oy oranıyla iktidara gelmek olduğunu düşünmeden. Fetişizm ve Akıl A S Yoksa, her iki taraf da hep “yeni anayasa” sözü etmenin halk yığınlarını bezdirmeyip coşturarak çuvallar dolusu yeni oy getireceğini mi ummaktadır? klın gereği, anayasa gevezeliğini bırakıp geçim koşullarının, işsizliğin kıvrandırdığı, ufuksuzluğun şaşkınlaştırdığı bir halkın önüne doğru düşünülmüş bir düzen değişikliği programıyla, köklü reformlar demetiyle, ulusal ve bölgesel gelişme planlarıyla, karma ekonomiye dayalı kalkınma politikasıyla çıkmak değil midir? Sözlerin inandırıcı olması için bu çıkışın düşüncelerine inanan kadrolar oluşturup genel seçimi öyle adaylarla göğüslemek gerekmez mi? Ana muhalefet bunu yapmıyor ve aklından bile geçirmiyorsa, onu ikna etmeye çalışmak ve böyle bir seferberliğe özendirmek için örgütlenmek varken seyirci kalıp olan bitene bön gözlerle bakmak mıdır demokratlık, yurtseverlik, özgürlükçülük, Cumhuriyetçilik, devrimcilik ve hatta Atatürkçülük? Atatürk ve Vesayet Coşkun ÖZDEMİR Kimisi asker vesayetinden şikâyetçi oldu, kimisi de sivil vesayetten. Taraf tutanlar vardı. Her türlü vesayete karşı duranlar çoğunlukta idi. Oysa bir toplum için vesayetin gerekirliği yadırganacak bir şey değildir. Aklın, bilimin, aydınlanmanın, çağdaşlığın, laikliğin, gelişmenin, ilerlemenin, hümanizmin, insan hak ve özgürlüklerinin, antiemperyalizmin ve bu temelde gelişen demokrasinin vesayeti. Atatürk “Hayatta en hakiki mürşit bilimdir” diyordu. “Bilimden başka bir yol gösterici aramak gaflettir cehalettir ve dalalettir” diye ekliyordu. Yurtta ve cihanda sulh diyordu. Uzaklardaki annelere seslenip hümanizmin eşsiz bir örneğini veriyordu. “Asıl düşman, insanlarımızın üstünü örten ortaçağ karanlığıdır, aklımızın süngüleri ile yurdumuzun üstünden kaldırılacaktır. Asıl savaş, halkı özgür direklerde sapasağlam tutan bir vatan için yurdumun güneş girmemiş evlerinde karanlığa karşı kazanılacaktır” unutulmaz sözleri arasındadır. UNESCO onun için “olağanüstü reformlar gerçekleştirmiş bir devrimci, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk lider, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, bütün hayatı boyunca insanlar arasında renk, din ve ırk ayrımı gözetmeyen eşsiz bir devlet adamı” nitelemesi yapıyor. Büyük devrimci Castro “Sizin Atatürk’ünüz var, başka bir lider aramanıza ihtiyacınız yok” diyordu. Gerçekten Atatürk’ün koyduğu ilkeler milletçe izleyeceğimiz ve benimseyeceğimiz bir vesayetin ilkeleri değil midir? Böyle bir vesayeti kabul etmemek için bir neden var mıdır? ONUNCU KÖY BEKİR COŞKUN Normalde Uçmamız Lazım... Türkiye’de 4 kütüphaneciler derneği, 1 opera derneği, 10 heykel, 18 resim, 18 sinema, 38 tiyatro derneği var… Cami yaptırma derneği kaç tane?.. 35.000… Hastane sayısı; 1220.. Sağlık ocağı sayısı; 6300… Cami sayısı; 85.000… Her 350 kişiye 1 cami, ama her 60 bin kişiye bir hastane düşüyor… Doktor sayısı 77.000, din görevlisi sayısı 90.000… Kütüphane sayısı; 1200… Kuran kursu sayısı; 4000… İçişleri Bakanlığı’nın bütçesi 783 trilyon, Ulaştırma Bakanlığı bütçesi 678 trilyon, Kültür Bakanlığı bütçesi 632 trilyon, Çevre Bakanlığı bütçesi 404 trilyon… Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi; 2.7 katrilyon… Bu olanaklarla normalde uçmamız lazım. Ama uçamıyoruz. Çünkü din; inanç sömürücülerinin elinde toplumu kandırmanın sadece bir aracı… İşte; “Türban dine girişin şartı değil” diyen, kurban kesmenin bu ilkel halden çıkartılmasını isteyen, kadın eli sıkmayı dine aykırı görmeyen… Hele hele “Atatürk’ün Diyanet’e verdiği önemi şimdiye kadar hiçbir zaman görmedik” diyebilen, herkesin sevipsaydığı, çağdaş bir din adamı olan Prof. Bardakoğlu’nu Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan aldılar gece yarısı… İktidar sahibi türbana tutunmuş uçarken, sen kalk “türban şart değil” de… Eeee, olmadı… Ben en çok; bilgili, akıllı, yürekli Müslümanların, yüreklerindeki o yüce dini, bu sahtekârlıklardan kurtarmayı ne zaman düşünmeye başlayacaklarını merak ediyorum… Ne zaman?.. bcoskun@cumhuriyet.com.tr mumtazsoysal@gmail.com C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle