16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Aferin Benim Güzel Kızıma Benim ruhu gibi aklı da güzel kızım, başarın sevgili yurdumuzun tüm hürriyetperverleri gibi benim de göğsümü kabarttı, göz pınarlarımda yaşlar birikti, “işte” dedim, dudaklarım titreyerek, “yeni bir Rabia Hatun doğuyor,” inançlı, kararlı ve yılmaz bir savaşçı. Kolay iş değildi başardığın. Ama beni en çok heyecanlandıran o müthiş sabrın oldu. Yüreğin ilim irfan aşkıyla yanıp tutuşurken, bir ay boyunca okulunun eşiğine adım atmama sabrını nasıl gösterdin, gösterebildin? Nasıl bir iradedir, ne yüce bir kararlılıktır bu? Haklısın, “İman gücü, amca” diyeceksin bana, haklısın. İnsanın benliği iman ile dolunca karşısında kim, ne durabilir ki, henüz 14’ünde bile olsan. Demek önce bir ay Hz. Eyüp sabrıyla bekledin, sonra eşik atlama denemelerine giriştin; bir, iki, üç, dört... Sonuçsuz, nihayet beşincisinde kapılar açılıyor, seni de buyur ediyorlar, eşiği atlıyorsun başındaki türbanınla. Pes doğrusu! Düşünüyorum da, Mehmet Âkif üstadımız “Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım” dizesini sanki senin için yazmış diyorum. Gazetelerdeki açıklamalarını okudum. “Dün başörtümü taktım okula geldim. Beklediğim gibi oldu, okula alınmadım. Bugün de 4 kez çıkarttılar ama ısrarımız üzerine derslere giriyorum. Yarın ne olacak bilmiyorum. Sonuna kadar direneceğim. Onlar kovacak ben geleceğim” diyorsun. Seni kovmalarına hiç aldırma sakın, unutma, sen kükremiş bir selsin, sende bu iman gücü olduktan sonra önünde hiçbir bent duramaz, çiğner aşarsın. Ne var ki seni eleştirmeden de geçemeyeceğim. Keşke bu kutsal girişimin için bir süre daha bekleseydin. Çünkü bu “zamansız” davranışınla türbanı, başörtüsünü bir hürriyet meşalesi olarak simgeleştiren hürriyetpervermünevver ablalarının, ağabeylerinin, teyzelerinin, amcalarının tekerlerine istemeden de olsa çomak soktun. Sana şimdi “provokatör” diyorlar. Biliyorum, bu kötü sıfatı asla hak etmiyorsun, fakat insanoğlunun çiğ süt emmiş bir mahluk olduğunu hiç aklından çıkarma, bir mücahit olarak böyle şeylere daima hazırlıklı ol! Müderris Yusuf Ziya Bey’i mutlaka tanıyorsundur. Geçenlerde yürekleri seninki gibi iman dolu üniversiteli ablalarına konan “türbanla/başörtüsüyle derslere girme” yasağını kaldırdı. O da çok hürriyetperver bir zattır ve kelamı emirdir, Allah selamet versin. O günden bugüne herkes bu meseleyi tartışıyor memlekette; bir çift kelamla anayasa hükmü ortadan kalkar mı, kalkmaz mı diye. Hürriyetperver olmayan muhalif kesim ise “Bu işin sonu ilköğretimde türban/başörtüsü iznine kadar varır” diyerek itiraz ediyor. Hürriyetperverler tam da “yok yav”, “öyle şey olur mu” falan diyerek konuyu geçiştirmeye çalışırlarken, devreye sen girdin. Şimdi sana niçin “provokatör/kışkırtıcı” dendiğini anladın mı? Benim gönlü güzel kızım, bu cennet vatanda ayakta kalabilmek için gerekli yolları, yordamları, yöntemleri iyice belleyeceksin. Her şeyden önce olduğundan da fazla sabırlı olacaksın. Yukarıda sana, sabrının beni heyecanlandırdığını söyledim, doğrudur. Ama keşke biraz daha bekleyebilseydin. Sıra üniversiteli ablalarındaydı. Önce onların işi kotarılacak, sonra sıra hekim, avukat, yargıç, savcı, vali, diplomat teyzelerine gelecekti. Sen ne yazık ki en son sıradaydın; sıranı beklemeden öne çıktın. Zamansız çıkışın, başındaki örtüyü “kılık kıyafet özgürlüğü” çerçevesinde değerlendiren, “üniversiteye başörtüsü ile girilse dünyanın sonu mu gelir” diyen laiközgürlükçü çevreleri bile ürküttü. Bak, herkes konuşmaya başladı bile; Yargıtay Başsavcısı, Başbakan, hükümet sözcüleri, muhalefet sözcüleri, hürriyetperver türbancılar, karşıtları, kısacası ağzı laf yapan herkes… Korkarım, çözüm yine “divan”a kalacak. Ah kızım, azmini koruyarak biraz daha sabredecektin. “Azimle i..yen mermeri deler” diye boşuna söylememiş büyüklerimiz. [email protected] www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ Deniz Som... Maruf Önal... Dostlar bilir, erken kalkan lardanım… Rahmetli dede min nasihatine uyar, güneş doğmadan güne başlarım. Bu “köylü” halimin en er ken başladığı gün ise pazarte sidir. Yeni bir haftaya umutla başlamanın heyecanı başka dır... yani o hep işittiğim “pa zartesi sendromu”nu hiç ya şamadım. Sabahın serinliğin de alacakaranlığın aydınlığa dönüşmesini yaşamayı anlat maya dilim yetmez.. Ama ge çen pazartesi, haftanın böyle sine “yürek burkarak” baş layacağını bilseydim, güneş, o sersem salak yükselen gökde lenlerin arkasından doğduğu saatte gazeteye gelir miydim? Önce Deniz Som... Sayfa arkadaşım, kızgın yoldaşımız, hep haklı çıkanımız... Meğer haftaya başlarken yolcu ede cekmişiz sonsuz dinlencesi ne… 57 yaşında ve daha kim bilir nice “vaziyet”leri yaz mayı planla dığı o en ve rimli, en bil ge dönemin de... Ardından Maruf Önal... De niz’in fotoğ rafı hâlâ ceketimin yakasın dayken gelen “yitirdik” ha beri... Mimarlıkta en hayran olduğumuz kişiliklerin en bi rikimlilerinden... “Ağa bey”imiz... Böyle hafta olur mu? Yürek bu kadar zorlanır mı? Sayfanın adı Dedim ya Deniz Som’la sayfa komşusuyduk. Dahası, bu sayfanın gazetedeki emek tarlarca tanımlanan adı da “Vaziyet Sayfası”ydı. Örne ğin “1510Vaz” demek, 15 Ekim’deki ‘Sayfa’nın koduy du... ÇED Köşesi, diğer köşe ya zıları, bant karikatürler, varsa küçük ilanlar... bu kodla dizi lir, okunur, düzeltilir, sayfa nın sekreterleri Fatoş’la Ra bia’ya teslim edilirdi. Vehbi Abi de aynı kodla denetlerdi... Şimdi ne ad verilecek bu sayfaya? Bence “vaz” devam etmeli. ÇED Köşesi’ni dizgi servisine “vaz” koduyla göndermeli yim. Eminim ne yazmışsam, daha bir gerçekçi, ödünsüz, Cumhuriyet’e yakışır cesur lukta yazarım. Deniz Som’un o her zaman hissettiğim “ses siz denetim”ini de sürdürmüş olurum. Bundan daha kutsal bir miras olabilir mi? O gün gazetedeki törende, Orhan Erinç hepimizin duy gularını aktardıktan sonra “is teyen varsa konuşabilir” de yince söz almaya yeltendim; ama konuşamayacağımı anla yınca “vaz”geçtim... Boğazı ma takılan ve gözümden akan hüznü yenebilseydim, şunu söyleyecektim: “Yurtsever likveAtatürksevgisininsöz de değil, özde yazarıydı.” Mimarlığın ‘Ağabeyi’ Dedim ya, Maruf Ağabey’i de 18 Ekim’de yitirdiğimizi duyduğumda yıllar öncesine gittim... Mimarlar Odası’nda ki o ilk ve unutulmaz yılları ma. Hocalarımızın oda çalışma larına katılmaları bize öylesi ne güç verirdi ki, anlatmak yetmez, yaşamak gerekir. Çünkü birçokları meslek oda larına uzak durmayı; odanın mücadelesine katılmak yerine üniversiteye kapanıp kalma yı yeğlerken bir avuç kahraman hocamızın he men her etkin liğimizde bi zimle olmaları nasıl unutula bilir? Maruf Önal, işte onlardan sadece biri değil, oda örgüt lenmesinde doğrudan görev alan ve hemen tüm yaşlarında üzerine düşen ne varsa inanıl maz bir çalışkanlık ve cesa retle yerine getiren, eşsiz bir önder ve öğretmendi... İşte öz geçmişinden bir paragraf: “Mimarlar Odası’nın kuru cu üyesi (195456), 4. Dönem Yönetim Kurulu Başkanı (195859), İstanbul Şubesi 6. Dönem Yönetim Kurulu Üyesi (196062), Mimarlık Vakfı Kurucu Üyesi ve Baş kanı…” Odanın 3 numaralı üyesi olan, DGSA mezunu (1943) ve YTÜ’nün efsanevi mimar lık dekanı Maruf Ağabeyimi zin çok sayıdaki eseri arasın da Çanakkale Anıtı Projesi, Kadıköy Reks Sineması, Tak sim Oteli gibi farklı alanlarda ki tasarımları, çağdaş mimar lığımızın özgün örnekleridir. Mimarlar Odası tarafından 2000 yılında verilen Ulusal Mimarlık Ödülü için demiş ti ki: “Aslında mimarlığın gereğini yapmaya çalıştım, meğer ne kadar önemliy miş...” SAYFA CUMHUR YET 24 EK M 2010 PAZAR 18 KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] HARBİ SEMİH POROY HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] [email protected] Şiar YALÇIN G azi Mustafa Kemal, önce Ankara’da, otomobiliyle Çankaya’daki konutuna gi derken ve hatta Büyük Millet Mecli si’nde öldürülmek istenilmiş ve bunun için bazı “keşifler” yapılmıştır. Ancak bu girişimlerin başını çeken eski La zistan Mebusu Ziya Hurşit’in ağabeyi Faik Bey bunu haber almış ve Rauf Bey’e duyurmuştur. Bunun üzerine Zi ya Hurşit uyarılmış, azarlanmış ve An kara dışına çıkarılmıştır. Böylece suikast planı pek şüyu bul madan henüz “rüşeym halinde” iken önlenmiştir. Ne var ki bazı çevre ve ki şilerde Gazi’yi öldürmek niyeti kök salmış olduğundan mutlaka uygulan maya konulması için gizli hazırlık ve faaliyetlere devam edilmiş, bir yandan siyasi ihtirasları akıllarının biri karış üstünde olan İttihat ve Terakki’nin “komitacı” takımı, bir taraftan siya sal ve toplumsal devrimlere karşı çı kan mülga Terakkiperver Fırka’nın ba zı unsurları ve nihayet kendi kişisel idealizmini ve demokrasi havariliği ni bunların “siyasi emelleriyle tevhit eden” ve gözünü budaktan esirge meyen sergerde Ziya Hurşit, birkaç pa ralı katili de aralarına alarak suikastı, Gazi’nin 1926 Haziran’ında çıktığı bir yurt gezisi sırasında İzmir’de ger çekleştirmeye karar vermişlerdir. Mut lu bir tesadüf eseri olarak, suç ortak larından biri olan ve Gazi öldürül dükten sonra katilleri Yunan adala rından birine kaçıracak olan motorcu Şevki’nin ya pişman olarak ya da pa niğe kapılarak olayı İzmir Valisi’ne ha ber vermesi üzerine hemen gerekli ted birler alınmış ve suikastın elebaşıları kaldıkları otellerde suç aleti tabanca ve bombalarıyla birlikte kıskıvrak yaka lanmışlardır. İstiklal Mahkemesi gö reve çağrılmış, birçok tutuklamalar ya pılmış ve 4050 kişi İzmir’de Elham ra Sineması’nın salonunda yargılana rak içlerinden 13’ü vicahen ve biri (es ki Ankara Valisi Abdülkadir) gıya ben idama mahkum edilmişler ve er tesi günü İzmir’in çeşitli semtlerinde kurulan darağaçlarında asılmışlardır! Maliye Nazırı Cavid Bey, Dr. Na zım Nail ve Hilmi Bey’lerle birlikte daha birçok eski İttihatçının davaları ise tefrik edilmiş ve bunlar, araların da bir basın suçundan dolayı mahkum olduğu “nefyi ebet” cezasını Ço rum’da çekmekte olan Hüseyin Ca hit Yalçın’ın da bulunduğu birtakım yeni sanıkların yanı sıra Ankara’da yargılanmışlardır. Fakat önceki yazı mızda da belirttiğimiz gibi bu artık bir suikast ve “taklibi hükümet” dava sından ziyade eski İttihatçıları tasfiye davasına dönüşmüştür. Ve bu yüzden de bu dava sonunda verilen idam ka rarları inandırıcı olmaktan uzak kal mıştır. İzmir duruşmalarının sonunda ve rilen kararların da hukuka tamamen uygun olup olmadığı tartışılabilir. Nakıs teşebbüs safhasına bile intikal etmemiş olan (çünkü Ziya Hurşit ve ar kadaşları, aynen motorcu Şevki gibi Atatürk İzmir’e gelinceye kadar her an tasavvurlarından vazgeçebilirlerdi) reisicumhuru öldürmek suçunun te şekkül etmediği açıktır. Kaldı ki ceza kanununa göre bu, ancak tam teşebbüs halinde idam cezasını gerektirir. Ama İstiklal Mahkemesi; sanıkları, cum hurbaşkanını öldürmeye teşebbüs su çundan değil, o zaman “taklibi hü kümet” diye bilinen ve yakın tarihi mizde Menderes ve arkadaşlarına Talat Aydemir ve Fethi Gürcan’a, Deniz Gezmiş ve iki arkadaşına uy gulanmış olan TCK’nin 146. madde sindeki yazılı suçtan mahkum etmiş tir. Bunun da unsurları var mıydı, suç hukuken tekevvün etmiş miydi diye akademik düzeyde bir tartışma açıla bilir ve bunun hiçbir sakıncası (ve de yararı!) olmaz. Ama son tahlilde şu nu düşünmek ve kabul etmek gerekir: Yeni kurulmuş bir cumhuriyeti, laik re jimi yıkmak ve devrimci atılımları dur durmak amacıyla milletin kalbinde taht kurmuş bir vatan kahramanını öldür meyi uzun zamandan beri tasarlamış ve nihayet bu planı tatbik mevkiine koymak için harekete geçmiş olan in sanları savunmak mümkün değildir. Yapılan veya yapılmak istenilen iş, kanunun hangi maddesine girerse girsin veya girmesin, bir cinayetti ve faillerinin “Takriri Sükun” Kanu nu’nun olağanüstü şartları içinde el bette hukuki incelikler bir tarafa bı rakılarak ibret verici bir şekilde ceza landırılmaları gerekirdi, içlerinde Laz İsmail ve Gürcü Yusuf gibi suçu meslek edinmiş “eşirra”nın da bu lunduğu bu cinayet şebekesinin bugün topyekun, üstelik af değil de itibarının iade edilmesini istemek bir gaflet, dalalet ve hatta hıyanet değil de nedir? Evet, İstiklal Mahkemeleri zaman za man icrai adalet yerine icrai siyaset et miş ve rejimi korumak isterken masum insanları haksız yere mahkum etmiş olabilir. Ve bu insanların başında Atatürk gi bi düşünmemiş de olsa kendi çapında bir vatanperver ve son derece na muslu ve çok iyi kalpli bir insan olan babam Cavid Bey gelir. Uğradığı acı akıbetin kurbanları da bir buçuk ya şında yetim kalan ben ve çılgınca sev diği ve ancak birkaç yıl birlikte yaşa yabildiği kocasını kaybeden annem ol muştur. Atatürk’e dil uzatmak Ama bütün bunlara rağmen ben Atatürk’e sadece bu yüzden bile olsa dil uzatmaktan hicap duyarım. Çünkü vatanın kurtuluşunu, bağımsızlığını ve beceriksiz yöneticilerin elinde düştü ğü bugünkü hiç de parlak olmayan ha line rağmen çağdaşlığını ona borçlu dur. İhtilal, iç savaş ve benzeri gibi çal kantılı dönemlerde kurunun yanında yaşın da yandığı tarihte çok görül müştür ve bu eşyanın tabiatında yatan bir şeydir. “Justice sommaire” (kısa yoldan adalet) denilen kavram ve uy gulama; ihtilal ve “İstiklal Mahke meleri” gibi olağanüstü yargılama mercilerinin kaçınılmaz bir özelliğidir. Ne mutlu bize ki Fransız ve özellikle Bolşevik ihtilallerinde olduğu gibi düzmece yargılamalar ve sorgusuz su alsiz infazlarla suçlu veya suçsuz on binlerle insanımız hayatını kaybet memiştir! (27 Mart 1994 Cumhuriyet) Kaybettiğimiz Şiar Yalçın’ın anısına Çağdaşlığı Ona Borçluyuz... BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Anlaşılması güç ve karmaşık bir konunun, ge niş yığınların anlayabileceği bir biçime so kulmasına veri len ad. 2/ İnsa nın kendine kar şı duyduğu say gı... Arap er keklerinin kefi yelerinin üzerine ge çirdikleri kalın çem ber bağ. 3/ Macun... Bir ilimiz. 4/ Satranç ta bir taş... Uyuşturucu maddenin etkisinde ol ma, keyif hali. 5/ Kir liliği gösteren iz... Baş lıca belirtisi kısa, ça buk ve değişken güçte istemsiz hareketler olan bir hastalık. 6/ Geminin rüzgâr alan yanı... Ko ca. 7/ Y. K. Karaosmanoğlu’nun tanınmış bir romanı... Şenliklerde caddelere kurulan süslü kemer. 8/ Mey dan... Damızlık dişi hayvan. 9/ İstanbul’un Sultanah met semtinde, Bizans döneminden kalma ünlü sarnıç. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ İnsan sesine ilişkin olan... Bir burç adı. 2/ Bir çok luğu oluşturan varlıkların her biri... İngiltere’de çok sevilen bir cins bira. 3/ Ortadoğu’da, “Ölü Deniz” de denilen bir göl... “Çulara” da denilen bir balık. 4/ Yu nanistan’ın plaka imi... Çok yinelendiğinden usanç ve rici bir durum alan söz. 5/ Yüz metrekare tutarında yü zey ölçüsü birimi... Kalay elementinin simgesi. 6/ Ka rahindibanın sebze olarak yenen yaprakları... Eski dil de su. 7/ Amazon bölgesinde bataklık sık orman... Ke keme ya da dilsiz kimse. 8/ Budizmin, Japonya’da bü yük önem taşıyan kolu... İslam ülkelerinde, yönetilen sınıflar için kullanılan terim. 9/ Bir göz rengi... Bir top luluğun ileri gelenleri. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 A Y N I S E F A R E İ S R E M İ A N T B E D U H P E F E M E R A S A L A Ç O R N A B İ S F E K E Ç A K D O A T I R S A B U K A P E R İ T İ F 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Deniz Som Maruf Önal Mutlu bir tesadüf eseri olarak, suç ortaklarından biri olan ve Gazi öldürüldükten sonra katilleri Yunan adalarından birine kaçıracak olan motorcu Şevki’nin ya pişman olarak ya da paniğe kapılarak olayı İzmir Valisi’ne haber vermesi üzerine hemen gerekli tedbirler alınmış ve suikastın elebaşıları kaldıkları otellerde suç aleti tabanca ve bombalarıyla birlikte kıskıvrak yakalanmışlardır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle