16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHUR YET 24 EK M 2010 PAZAR 12 PAZAR YAZILARI [email protected] Memlekete para yollayanlar Biraz önce Yılmaz Onay’ın da bulunduğu bir ortamda romanından uyarlanan “Yazılar Filmatik” filmini izleyip sonrasında film hakkında söyleştik. Filmde Hollandalı gibi yetişen bir Türk kökenli gence “Türk olduğunun hiç de hoş olmayan bir şekilde yüzüne çarpılması” ve sonrasında başlayan kimlik sorgulaması işleniyor. Bol keseden “Yabancı” damgasının vurulduğu yerlerde aslında kimin kendisine yabancılaştığı ve gerçek yabancı olduğu akıcı bir dille anlatılıyor. Dil bayrağımız Türkçe ile Belçika’da tiyatro yapılmasına sanat yönetmeni olduğum Binfikir Tiyatro Okulu ile katkıda bulunmaya çalışıyoruz. Flamanlarla Valonların aralarının kızıştığı zamanlardayız. Taraflar dil konusunda oldukça hassaslar. Flamanca Fransızca çatışmasında güme giden ise bizim Türkçe oluyor. Brüksel’de Binfikir Tiyatro Okulu 20102011 eğitim yılı açılışını yapan ustaların ustası Erol Günaydın durumu gördü ve “Flamanca ve Fransızca da oyun oynayın, ama hiçbir zaman Türkçeden vazgeçmeyin!” diyerek uyarma ihtiyacı hissetti. 817 Ekim tarihleri arasında 10 günlük bir süre için Brüksel’e gelen Türk tiyatrosunun yaşayan çınarı Erol Günaydın, yılların bilgi birikimini genç tiyatrocu adaylarına aktardı. Günaydın 6 Aralık 2009 tarihinde de Binfikir Tiyatro Okulu’nun davetlisi olarak geldiği Belçika’da Binfikir’in “Saint Nicolas, Nasrettin Hoca ve Gülmeyen Kız” adlı çocuk oyunu kapsamında meddah ve geleneksel tiyatroyu anlatmış ve Binfikir’in yayımladığı çizgi romanın tanıtım resepsiyonuna katılmıştı. Hatta “Erol Günaydın, Belçika’da mı yaşıyor abi?” diye soranlar oluyor. Bizim gençlerin oyununu izleyen Günaydın, tiyatro ve televizyonlarda Türkçenin yanlış kullanılmasına dikkat çekerek “İstanbul ve Ankara’da, televizyonda kullanılan Türkçe Türkçe değil. Türkçe kaybolmuş gitmiş, erimiş gitmiş. Türkçeyi mahvetmişler. Spikerler bile bilmiyor Türkçeyi. Bugün sadece Anadolu lehçesiyle konuşulan oyunlar yazıyorlar. Hiç güzel, akıcı bir Türkçeye rastlanmıyor televizyonlarda. Üzüldüm. Burada gördüğüm Türkçe çok daha güzel onlardan. Tebrik ediyorum, teşekkür ediyorum. Ben bugün bu çocukları seyrettim, hepsine hayran oldum. Bana geçmişimi, amatör günlerimi hatırlattılar” dedi. Bu övgü dolu sözleri Türkçe adına buruk bir hüzünle dinledik, sevinemedik! Gazeteciyazar Emine Algan “İki Kalas Bir Heves” adlı söyleşi kitabına sığdıramamış Erol Günaydın’ı. 10 gün boyunca eşlik etme ayrıcalığını yaşadığım büyük ustanın her anlattığı kayıtlara geçirilip sonra ders olarak okutulması gereken türden. Harita üzerinde Erol Hocamızla dolaştığımız yerleri göstersem şaşarsınız. Hatta bu arada Paris’e gidip bir gece kaldık. Erol Günaydın’ın Paris’te ünlü ressam Yüksel Arslan ile buluşmasını bir görecektiniz! Sanki evcilik oynayan iki çocuğun gözlerindeki sevgi ve yüzlerindeki mutluluk vardı 70’lik genç delikanlılarda. Ben işte o an bir kez daha umutlandım, karşılıksız sevginin hâlâ var olduğunu bizzat gözlerimle, iki devin gözlerinde gördüm. Arslan’ın Günaydın’a hediye ettiği resmin maddi değeri sanırım bol sıfırlı bir rakam. “Her tarafımıza el attı bu doktorlar ve cerrahlar ama beynimize dokunamıyorlar” derken ne güzel gülüyordu Arslan ve onu dinleyen Günaydın. Yarım asırlık hasret giderilirken bize de şahit olmak düştü. Brüksel’de yol şaşırırken Paris’te adresleri elimle koymuş gibi bulmamı ve trafikte seri yol almamı ise ilginç bir şekilde açıkladı hocam: “Paris’te de kimse doğru dürüst araba kullanmayı bilmiyor. O yüzden orada başarılı oldu.” “Laf ağzına gelince susmayacaksın. Susarsan bir daha gelmez laf sana” diyen birinden de başka bir şey beklenmezdi zaten! Günaydın gelmişken başka yerlerdeki amatör tiyatrocularla da buluşturalım istedik. Limburg Bölgesi’nde düzenlediğimiz söyleşide Veli Aslano’nun hocamıza sorduğu soru daha doğrusu yaptığı öneri alkışlanacak türdendi. “Türkiye’den yurtdışına imam ve öğretmen gönderildiği gibi sanatçı da gönderilmeli” diyen Veli’yi duymalı birileri! Belçika’dan yılların tiyatro birikiminden damıtılmış damlalarla izini bırakarak bir Erol Günaydın geçti. “Yabancı” olmamak için önce “kendini” tanımak gerek. “Kendisini tanımayanı başkası hiç tanımaz” diyen kimdi sahi? Günaydın bize ayna tuttu, aynada kendimizi gördük. Yılmaz Onay’ın da romanında yaptığı gibi! NOT: Yazın yaşamımda çok önemli bir yeri olan, hocam, dostum, ağabeyim... Deniz Som 15 Ekim’de 57 yaşında aramızdan ayrıldı. Doğru bildiğinden şaşmadan geçen başı dik ve onurlu yaşamı umarım diğer medya mensuplarına örnek ve yol gösterici olur. Rahat uyu güzel insan... [email protected] Şube müzeler artıyor “Elimi tut!” dedi... Elleri buz gibiydi. Daha ben çağrı düğmesine basmadan sinyal alan doktorlar, hemşireler doldu içeri... Yarım saat süren bir uğraşıdan sonra onu yeniden yaşama döndürdüler. Yüzü bembeyaz olmuştu, göz çukurları morluklar içindeydi. İki kişilik odada yalnızdık. Geçirdiği kalp ameliyatından sonra, benim yanıma verilmişti. Lavaboya kalkarken, tuvalete giderken, açılan göğüslerini örtme, eteğini düzeltme çabasına girmediğini gördüğümde, beni umursamadığını sanmıştım. Yine de başımı hafif yana çevirerek gözlerimin takılmasını engellemeye çalıştığımı gördüğünde gülümsedi, “Şu anda ikimiz de böyle şeyleri aklımızdan geçirecek durumda değiliz. Üstelik de sen mektep medrese görmüş adamsın!’’ anlamına gelen şeyler söyledi. Ona yanıt vermeden, “Demek ki, bu işler okulla, eğitimle olmuyormuş, bu bir kültür sorunuymuş” dedim kendi kendime... Göğüs kafesimdeki düzensiz kalp atışları nedeniyle üç gündür hastanede gözetim altındaydım. Malmö Müzik Yüksek Okulu’nda öğretmen olan oda arkadaşım da iki gün önce geldi. Yataklarımız yan yanaydı. Aramızda küçük bir masa, masanın üzerinde de bütün hastane odalarındaki gibi, iki bardakla bir sürahi vardı... Doktor ve hemşireler gittikten sonra uyanmasını bekledim. Gözlerini açtığında, “Nasılsın?” diye sordum. “Biraz ağrım var ama şimdi daha iyiyim’’ dedi. Başucundaki telefona uzandı, aynı okulda öğretmen olan eşini aradı: “Biliyor musun Erik, bugün ölümle yaşam arasında gidip geldim...” dedi. Konuşmasının bir yerinde gözlerini bana çevirdi: “Yalnız değilim, yanımda Ali var; Türkiyeli... Ara sıra bana Türkçe şarkılar söylüyor...” Telefonu kapadıktan sonra, “O şarkıyı bir daha söyler misin!” dedi. Arkadaşım, ölümlere gidip geldi, söylerim elbet: “Hastahane önü mermer döşeli / Doktorlar geliyor eli şişeli / Üç yıl oldu ben bu derde düşeli / Oy nenni nenni, askerim nenni..!” “Nenni” sözcüğünün anlamını öğrendi, nakaratları benimle birlikte yineliyor... Gecenin ilerlemiş bir saatiydi. Hastanenin hemen bitişiğindeki gölde kuş sesleri kesilmişti. Arkadaşım yorgundu: “Artık uyuyalım” dedi. Uzattığı elini sıkıca tuttum; “İyi ki yaşıyorsun!” dedim; ellerine can gelmişti... Sabah uyandığında yine aynı rahatlıkla lavaboya gitti. Bu kez yüzümü çevirip gözlerimi saklama gereği duymadım... Öğleye doğru, ellerinde çiçeklerle bir kadınla bir erkek girdi içeri. Birbirlerine içtenlikle sarıldılar... Onları bana tanıtırken “Bu benim eski eşim, bu da onun yeni karısı” dedi. Şaşkın şaşkın onları izlerken telefon çaldı. Oda arkadaşımın eşi de geliyordu... “Eyvah, şimdi kan dökülecek!’’ dedim içimden... Az sonra Erik de geldi. Hiç de korktuğum gibi olmadı. Birbirlerini önceden tanıyorlardı. Eski ve yeni eşler sarmaş dolaş oldular. Futboldan, Avrupa kupalarından, tatil anılarından söz ettiler. Sonra, erkek erkeğe bekleme salonunda kahve içmeye gittiler. Kadınlar ise aralarında fiskoslu bir sohbete giriştiler. Hastane arkadaşlığı, askerlik ve mapusane arkadaşlığı gibidir... Taburcu olduktan sonra arkadaşımla ve eşiyle birkaç kez buluştuk. Bir buluşmamızda, yanımızda müzik okulu öğrencisi, Hozatlı Zafer de vardı. Saz, keman, gitar eşliğinde, Ruhi Su’dan uyarlanan bir parçayı birlikte söyledik: Nerde Pir Sultan’ım nerde/ Özümüz asılı darda/ Yemen’den öte bir yerde/ Düldül hâlâ savaştadır... Epeydir görüşemedik arkadaşımla. Aklıma gelmişken bugünlerde bir arayayım; Zafer’e de haber vereyim; bakarsınız, yılbaşında birlikte oluruz... [email protected] Fransa, yıllık 74 milyon turist ile dünyanın açık ara en çok turist çeken ülkesi. Ve Fransa deyince akla başta Paris olmak üzere birçok turist cenneti geliyor: Loire, Provence, Nice, St. Tropez... Peki kaçımızın aklına Metz geliyor? Metz, Paris’in yaklaşık 300 kilometre doğusunda, 125 bin nüfuslu bir garnizon ve sanayi şehri. 2010’a kadar ne yerli ne de yabancı turistlere de pek bir şey ifade etmiyordu. Yaz tatili bitti, okullar açıldı ve turizm sezonu büyük ölçüde kapandı. Ve rakamlar gösterdi ki 2010’da Metz’e gelen turist sayısında yüzde 67’lik bir artış oldu. Bu artışın tek bir sebebi var, o da açılışı 12 Mayıs’ta yapılan modern sanat müzesi Centre Pompidou Metz (CPM). Yapımı 7 yıldır süren, 72 milyon Avro’ya mal olan CPM, Paris’te bulunan, Avrupa’nın ilk modern sanat koleksiyonuna sahip ve dünyanın en önemli müzelerinden biri olan Centre Pompidou’nun bir “şubesi” olarak Metz’de açıldı. Kalıcı bir koleksiyona sahip olmayan müze, Paris’teki “ağabeyinin” adını taşıyor ve çeşitli gezici sergiler aracılığıyla onun zengin kalıcı koleksiyonundan kolayca yararlanabiliyor. CPM’nin Picasso, Dali, Miro, Rodin ve Andy Warhol gibi dev isimlerle dolu bir sergi ile yapılan açılışının arkasında yatan kültürel ve sanatsal kaygılar, buzdağının yalnızca görünen yüzü. Metz’e gelen turist sayısındaki artış bir tesadüf değil, ekonomik ve toplumsal bir “proje” olan Centre Pompidou Metz’in çok önceden hesaplanmış bir sonucu. İşler tam planlandığı gibi gitti, hatta Metz’deki turist patlaması beklentileri geride bıraktı. Centre Pompidou Metz, 2010 için koyduğu 300 bin ziyaretçi hedefini ilk üç ayında aştı. “Kültür bir masraf değil, yatırımdır.” Bilbao Belediye Başkanı Yardımcısı Ibon Areso’nun bu sözü, dünyada gitgide daha fazla görülmeye başlayan “şube müzelerin” arkasında yatan mantığı açıklıyor. Bu akımın 1997’de İspanya’nın Bilbao şehrinde açılan ve New York’taki ünlü modern sanat müzesi Guggenheim’ın adını taşıyan Guggenheim Bilbao Müzesi ile başladığı söylenebilir. Son derece dikkat çekici mimarisiyle Guggenheim Bilbao, şehri büyük bir değişimin içine soktu ve bir sanayi şehri olmanın ötesine götürdü. Guggenheim için Bilbao adeta yeniden planlandı, sanayi limanı yeniden düzenlendi ve metro genişletildi. Uzun süren ve oldukça masraflı olan bu çalışmalar, İspanyol şehrine ekonomik, sosyal ve kültürel dinamizm getirdi. Guggenheim Bilbao açıldığı yıl 1.350.000 ziyaretçiyi ağırladı, bugün ise bölge ekonomisine yaptığı katkı yıllık 230 milyon Avro olarak ölçülüyor. Fransa’nın Metz kentinde açılan ve sıradışı bir mimariye sahip olan CPM de benzer bir etki peşindeydi. CPM daha açıldığı gün bu amaca hizmet etmeye başladı. Müze, açılış günü olan 12 Mayıs’ta çevredeki şehir ve ülkelerden gelen sanatseverlerin akınına uğradı ve açılmasından saatler önce kapısında kuyruklar oluştu. Kuyruktaki sanatseverlere belediye tarafından Metz şehrinin turistik haritası dağıtıldı. Müze daha tasarım aşamasında bu amaca uygun dizayn edildi: Müzenin en üst kattaki galerisinin Metz şehrinin turistik ve tarihi merkezine bakan dev penceresi, müzeyi gezenlerde şehri görme isteği uyandıracak şekilde tasarlandı. Şehir ve müze arasındaki işbirliği de daha müze açılmadan meyvelerini vermeye başladı: Centre Pompidou Metz’in hemen yanı başındaki boş arazide Fransa’nın son 10 yıldaki en büyük inşaat projelerinden birinin temelleri atıldı. Centre Pompidou’nun “şubesi” için Metz’in seçilmesinin farklı nedenleri var. Öncelikle Metz, coğrafi konumu sayesinde farklı ülkelerden ziyaretçileri çekebilecek bir durumda. Trenle Paris’e bir buçuk, Lüksemburg’a ise yarım saatlik bir mesafede bulunan Metz, aynı zamanda Belçika, Almanya ve Hollanda’ya da çok yakın. İkinci neden ise durgunluğa giren Lorraine ekonomisini canlandırmak. Bir diğer amaç ise Almanya sınırında bir garnizon ve sanayi şehri olarak tanınan Metz’in imajını değiştirmek. Ve son olarak bu proje, Fransa’nın “kültürel desantralizasyon” planının bir parçası. Fransız devleti, Paris’te yoğunlaşan turizmin ülke geneline yayılmasını ve böylece kültürel ve ekonomik faydalarından yararlanan bölge sayısının arttırılmasını hedefliyor. “Şube müzeler” Bilbao ve Metz ile sınırlı değil. Fransa’nın ve dünyanın en ünlü ve en büyük müzelerinden olan Louvre, önümüzdeki 3 yıl içinde, biri FransaBelçika sınırında bulunan ve İngiltere ile Hollanda’ya da çok yakın olan maden şehri Lens’te, diğeri ise Birleşik Arap Emirlikleri’nin başkenti Abu Dabi’de olmak üzere iki yeni Louvre müzesi açmayı planlıyor. Bunun dışında yine Guggenheim Vakfı, 2012’de Abu Dhabi’ye, en büyük Guggenheim müzesini açmaya hazırlanıyor. Büyük bir marka, sıradışı bir mimari ve en ünlü sanatçılardan birkaç eser bir şehri yeniden yaratmaya ve ekonomisini canlandırmaya yeterli gibi görünüyor. Bu formül Bilbao ve Metz’de beklentileri aştı. Şurası kesin ki sanatseverlerin yanı sıra yatırımcılar ve ekonomistler de önümüzdeki yıllarda Metz’i takip ederken, büyük müzeler de yeni şubeleri için dünyanın çeşitli yerlerinde yeni şehirler arıyor olacak. [email protected] Vincent uzun boylu, gençten, yakışıklı bir Afrikalı. Başındaki kasketi ters giymiş. Elinde cüzdanı sıranın kendisine gelmesini bekliyor. Sağına soluna bakınıyor, hafiften bir ıslık çalıyor. Sırada ondan önce iki kişi daha var. Önündeki çekik gözlü Asyalı biraz huzursuz gibi. Yerinde pek duramıyor. En öndeki orta yaşlı, sarışın kadın elindeki Avro’ları gişede oturan memura uzatıyor. Ona bir şeyler söylüyor. Çok hızlı konuşuyor. Yaptığı işi pek sevmediği yüzünden belli olan canı sıkkın memurun uzattığı formları imzalıyor. Yine bir şey söylüyor, fakat yanıt alamıyor. Asyalı, daha ne kadar bekleyeceğim, der gibi başını şöyle bir ileri uzatıyor. Sonra arkasına dönüyor. Sıra uzamış. Uzun boylu, Afrikalı bakışlarını tavana dikmiş ıslığa devam ediyor. İkinci gişe nedense bugün açık değil. Stuttgart’ın göbeğindeki bu küçük büro bütün dünyaya para transferi yapan bir kuruluş. Müşterileri kentte yaşayan yabancılar, daha doğrusu üçüncü dünya ülkelerinden buraya gelmiş, kıt kanaat geçinmelerine karşın yine de her ay birkaç yüz Avro’yu ne yapıp yapıp, “memlekette” para bekleyen fakirin fakiri ailelerine göndermek zorunda olan insanlar. Birleşmiş Milletler’in verilerine göre günümüzde tam 70 milyon azgelişmiş ülke insanı endüstri ülkelerinde çalışmakta. Dünya Bankası, bu insanların 2009 yılında vatanlarına havale ettiği tutarı 320 milyar dolar olarak açıklıyor. Yurtdışında çalışanların en çok para yolladığı iki ülke, ellişer milyar dolar ile Hindistan ve Çin. Geçen yıl yurtdışından Polonya’ya on bir, Romanya’ya dokuz milyar dolar girmiş. Azgelişmiş birçok ülke bu kişisel transferler olmasa çoktan iflas ederdi! Sıranın kendisine gelmesini sabırla bekleyen Vincent o gün Kongo’daki ailesine 150 dolar yollayacak. Stuttgart’taki Robert Bosch fabrikasında ayda eline geçen 1800 Avro’nun ortalama yüzde onu memlekete gidiyor. Bu para annesiyle babasının bütün aylık geçimine yetiyor. Endüstri ülkelerinde çalışanları vatandaki yakınlarının “emekli maaşı” olarak kabul etmek gerekiyor! Vincent buraya üç yıldır geliyor. “Çoğu insan dişinden tırnağından arttırarak evine para yolluyor,” diye anlatıyor. “İki yüz Avro’dan fazla yollayan pek yoktur. Şu sırada duranlar hep düşük gelirli insanlar. Almanya’daki bir işsizin anasına yolladığı 50 Avro kadının bir ay karnını doyurur!” diyor. Vincent, geçenlerde burada Kenyalı bir genç kızla tanıştığını söylüyor. Zengin bir ailenin çocuklarına bakan kız eline geçen üç yüz Avro’nun yüzünü her ay anasıyla babasına yolluyormuş. Ana babalara, yakın akrabalara her ay yollanan paralar geçinmeleri, kiraları, büyük alışverişleri, düğünleri, cenazeleri, borçları için… Endüstri ülkelerinde gece gündüz çalışan, en zor ve dayanılmaz işleri yapanların yolladığı bu paralar olmasa birçok azgelişmiş ülke ekonomisi ayakta duramaz. Dünya Bankası’nın verilerine göre Tacikistan’ın gayri safi yurtiçi hasılasının yüzde ellisini ve Moldovya’nın yüzde otuz birini yurtdışındaki vatandaşların bu transferleri oluşturuyor. Asyalı işi biter bitmez, hızla dışarı fırlıyor. Vincent cüzdanından çıkardığı iki yeşil Avro’yu kasadaki kıza uzatıyor. “Kongo’ya 180 Avro,” diyor... www.ahmetarpad.de PAR S ONUR UYGUN STUTTGART AHMET ARPAD Belçika’dan bir Erol Günaydın geçti Hastane odası... MALMÖ ALİ HAYDAR NERGİS BRÜKSEL ERDİNÇ UTKU
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle