20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Kültiir Rönesans'a Ulaşamamak Venedikli zengin Cornaro ailesinin oğlu olan Alvise Cornaro (1484-1566) II. Bayezid, Yavuz Selim ve Kanuni'nin döneminde yaşayan bir Rönesans asilzadesiydi. Hııkuk eğitimi gördü (son yüzyıla kadar Türkiye'de bağımsız hukuk eğitimi yoktu). Amacı din adamı olmak değildi. Padua'daki topraklarında yenilikçi yöntemlerle tarım yaptırarak zengin oldu (bizde 15-16. yüzyılda tarımı geliştirmek için çalışan Osmanlı ikta sahibi hatırlıyor muyuz?). Zenginliğini kişiseh amaçlar ötesinde edebiyat, tiyatro ve güzel sanatların gelişmesi için kullandı. Otuz sekiz yaşında Roma'ya giden Alvise Cornaro mimar Falconetto'nuh yardımıyla Roma mimari ve sanatını inceledi (Türkiye'de 19. yüzyıl sonuna kadar mimari ve sanatı inceleyen hiç kimse olmadı). DoğanKuban Fatih medreselerinin Türk üniversitesi olduğu fikri bir abartmadır. Çünkümedresedin adamı olmayanlar dışında topluma bilgi veren bir kurum değildir. Batıtoplumunda 'laik' denilen yani kiliseye mensup olmayan insanların okuma şansı Osmanh'da yoktu. O sırada 'bir sanatta bilgi sahibi olmak (dilettante)' iyi ailelerden yetişenler içiı> ünemliydi. Alvise Comaro Vitruvius (Romalı mimari yazar) ve Leon Battista Alberti'nin (Rönesans mimari ve kuramcısı) ki- taplannı okudu (Osmanlı döneminde herhangi bir mimari kuramcı ve yazar söz konusu olmamıştır). Evinin bahçe- sinde bir Roma tiyatrosunun cephesi gibi bir küçük tiyatro sahnesi inşa ettirdi. Orada tiyatro piyesleri oynattı. Türkiye'de tiyatro Geç Osmanlı Dönemi'nde ortaya çı- kar. Karagöz ve Ortaoyunu Yunan-Roma geleneğinden ge- len tiyatro içeriği taşımaz. Olsa olsa Commedia dell'Arte türünden bir halk gösterisidir (orta sözünün arte'dan bozma ol- duğu da söylenmiştir). Mimari konusunda bilgi- lendikten sonra planını yaptığı birOdeon (konsersalonu) inşa ettirdi. Bu yapının planını eski bir Roma villasından kopya et- mişti. Ve yapıyı Roma Döneminden aldığı bezeme mo- tifleriyle süsledi. Alvise Cornaro Padua kentine dönüp piskopo- sun yanında idareci olarak çalı- şırken de bir villa tasarımı yap- tı. Ve yapı inşa edildi. Alvise Cornaro mimari, ta- rım vc hidrolik konularında bil- gisini derinleştirerek, bu konu- larda pratik kitaplar yazdı. Rönesans'ta yazılan diğer mi- mari kitapları arasında Vitruvius'a karşı tavır takınarak mimarinin pratiğiyle ilgili yazı yazan tek yazar oldu. Türkiye'de mimarinin ne kuramı ne de pratiği üzerinde bir şey yazıldığını bilmiyoruz. Alvise Cornaro Rönesans'ın kent dışı villa tipolojisini Venedik bölgesine getiren mi- mar olarak bilinir. Onun bu ilk çalışmaları Sebastiano Serlio ve Andrea Palladio gibi büyük mimarlar için bir te- mel oluşturmuştur. Bu bir Rönesans adamıdır. ÖYKÜDEN ÇIKAN SONUÇLAR Bu yaşam hikâyesinden çıkarılacak bazı sonuçlar var: 1. Alvise Cornaro gibi bir asilzade Türkiye'de hiç- bir zaman olmadı. Çünkü toprak sadece sultana aitti. Herkesin sultan kulu olduğu ve sultan ikta olarak verdi- ğini geri alabildiği için toprağa bağlı bir aristokrasi de yok- tu. Zenginlik geçici bir birikimdi. Başka bir deyişle biz- de idareci sınıfa ilişkin özel bir kültür açılımı yoktur. Sadece sosyal ve dini içerikli vakıf kurumu özgün bir statü taşır. 2. Ulema arasına katılmak amacıyla medreseye gir- medikçe hukuk tahsili yoktu. Medresede soyut kuram- sal bir hukuk değil, sadece Kuran'dan kaynaklanan Şeriat'la sınırlı İslam hukuku öğretilirdi. Kuşkusuz Roma hukuku gibi bir Pagan gelenek de söz konusu de- ğildi. Örfi hukuk ise sultanını kimliği ile sınırlı bir kişi- sel otokrasi aracıydı. 3. Türkiye'de üniversite yoktu. Padua Üniversitesi 1222'de açılmıştı. Orada din eliti arasına giremeden de hukuk okunabilirdi. Fatih medreselerinin Türk üniversitesi olduğu fikri bir abartmadır. Çünkü medrese din adamı ol- mayanlar dışında topluma bilgi veren bir kurum değildir. Batı toplumunda 'laik' denilen yani kiliseye mensup ol- mayan insanların okuma şansı Osmanh'da yoktu. Başka bir deyişle öğretimin sadece medresede edinil- diği Osmanlı tarihinde kimse için sistematik bilgi öğre- timi yoktu. Bir mimar loncasına girmeden mimarlık öğ- renen bir mimarlık öğrencisi de olamazdı. Mimarlığa he- ves edip geçmişi inceleyen biri de olmadı. Onun için mi- marlıkla ilgili bir şey de yazılmadı. Kaldı ki yazılsa da ba- sılamazdı. Matbaa yoktu. Bizde ne mimarlık yazan oldu, ne mimarlık kuramcısı yetişti. Olasılıkla okuma yazması olan mimar da fazla değildi. Sultanın ailesinde şehzade- ler eğitiliyordu. Fakat eğitimin çok sınırlı olnıası ötesin- de, şehzade sultan kardeşi olduğu zaman kafese konulan bir talihsizdi. Peki sultanlar, vezirler, beylerbeyler, kaptanı derya- lar arasında Alvise Cornaro gibi kitap okuyan, mimari- ye, tiyatroya, musikiye düşkün sanatçıları koruyan kim- se yok muydu? Vardı. Yakın tarihte yaşayanlar arasında birkaçörnek gösterilebilir. Etrafında şair, ulema, müzis- yen halkası olan vezirler olabilir. Ne var ki Rönesans aris- tokrasinin toprak sahipliği gücü ve bilim ve sanata kat- kısını okuyunca Türkiye'de bu olasılığın İtalya ile karşı- laştırılacak mertebede olmadığı açıktır. Biz de Medici ai- lesi, Sfona ailesi, Este ya da Gonzaga aileleri ve onların çevrelerindeki Michelangelo'lar, Rafaello'lar, Mantcgna'lar, Piero Della Francesca'lar olmadı. 50 YILDA 20 MİLYON KİTAP Rönesans insanları Yunanlı ve Pagan yazarları oku- yorlardı. Hümanizma temelde bu anlama gelir. Erken Rönesans'ta 1450'de matbaa bulun- duktan sonra, 1500 yılına kadar Avrupa'da yirmi milyon kitap basıl- mıştı. Avrupa'nın nüfusu 1500'de 40 milyondu; Osmanlı İmparatorluğu nü- fusu 10 milyon (Anadolu+Rumeli) (kaynak McEvedy-Jones, Atlas of World Population History, Penguin, 1978). 1450-1500 arasında ne kadar yazma yazıldığını ve bunun kaç kişiye dağıldığını sayısal olarak bilmiyorum. Fakat pahalı el yazmasının yirmi mil- yon kitapla boy ölçüşmesini hayal bi- le edemeyiz. Avrupalı Latince ve Yunanca öğ- renmeye merak ettiği zaman mollalar dışında Arapça bilen parmakla göste- rilirdi. Türkiye'de birkaç Farsça ve Arapça şiir bilen, lisan bilir sayılırdı. Osmanlıca Türkçeden çok Arapça ve Farsça olduğu için toplumu idare eden mollalarla devşirmelerin işini görüyordu. Bizim %95'i oku- ma yazma bilmeyen halkın kör cahil olduğu kesin oldu- ğu gibi medrese dışında dil bilip kitap okuyanların olmadığı İslam klasik dönemine ilişkin hiçbir kitabın Türkçesinin olmamasından anlaşılır. Türkiye'de aydınlanma sürecinden gcçilmediği şeklinde sürekli bir yakınma var. Aslında Türk toplumunda Rönesans'ın açılımları da cumhuriyetten önce olmadı. Oysa Avrupa kültür tarihinde Rönesanssız bir aydınlan- ma düşünülcmez. Yeni paganlar denen Fransız filozofla- rı neyi okuyup da kilise ile savaşıyorlardı.' BİR TÜRK RESMİ YOK Mimarlıktan başlayarak girdiğimiz bu karşılaştırmanın başka alanlarda da yapılabileceğini biliyoruz. Dinen yan- lış bir yoruma dayalı ve daha çok Yahudi ve ikonoklast Bizanslıdan kaynaklandığına inandığım resim ve heykel yasağı doğa gözleminin temelini oluşturan figüratif sanatı da Osmanlı kültüründen uzaklaştırdı. Fatih'in resmini Giovanni Bellini gibi bir ressama yaptırması ya da min- yatürün gelişmesi, resim yasağının Bizans ikonoklast dö- nemi kadar geçerli olmadığını gösterse bile, Osmanlı'nın heykeli tümüyle dışladığı ve resmi de 'mimesis' yani ger- çek taklidinden uzaklaştırdığı açıktır. Bunun dış dünya göz- lemini engellediği açıktır. Bunun Osmanlı toplumunda dış dünyanın bir bilinçli ilgi konusu olmadığı anlamına geldiğini de söyleyebiliriz. Onun için biz Osmanlı'nın tarihini ne insanı ile ne de yarattığı fiztksel çevre ile tanımıyoruz. Eğer Avrupalı rcssamlar olmasaydı, bugün Osmanlı'yı bir fiziksel var- lık olarak ancak sanal düzlemde görüntüleyebilirdik. Metin And'ın 'Istanbul in the 16th Century' (1994) ki- tabında bir Türk resmi bulamazsınft. Bu durum Osmanlı kültürüne, doğa gözlemi yapamadığı için, hiçbir zaman gelişmemiş olan Osmanlı bilimi olarak yansımıştır. 19. yüzyıla gelene kadar, hiç olmazsa bir sınıfa bilgi veren okul sistemi yoktur. Osmanlı tarihinde okul, 19. yüzyıldan önce sadece dev- lete memur yetiştirmek ya da orduya uzman yetiştirmek için vardı. Sıbyan mektebi, Enderun mektebi, şehzadegan mektebi okuma yazma ve Kuran bilgisi vermekle yettnirdi. Sarayda sayısı üçbine kadar çıkan Gılman-ı Hassa dev- şirme kökenlidir. Ve sultana hizmet ederek devlet idare- si için yetişmişlerdir. Osmanh'da felsefe yasaktır. Gerçi 15. yüzyılda Molla Fenari'yi, 18. yüzyılda Kant'ı karşılaştıran bilim adamlarımız çıkıyor. Bu temelsiz şovenizmi ne yazık ki 1923'39'da ortadan kaldıramamışız. Kendi kültürümüz hak- kında kendimizi aldatmayacak kadar onurlu olmazsak, dün- yadan kültürel olarak dışlanmamıza engel olamayız. Tayfun Akgül
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle