20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B GÖRÜŞ AHMET TAN Yağdı Yağmur, Çaktı Şimşek... İstanbul, 2010 yılının Kültür Başkenti olmayı fazla- sıyla hak etti. Yağmur şiddetli yağdı diye, 31 insanı boğulup ölen bir başka kent var mı dünyada? Kültür Başkenti olmayı elbette İstanbul’u yöneten- ler hak etti. Kültür sadece opera, bale, resim, müzik, edebiyat... Wagner, Mozart, Picasso, Dostoyevski değil ki. Recep Tayyip de kültür, Dr. Kadir Topbaş da kül- tür. Hem de en hasından... Çünkü sözlükler, kültürü bir duyuş, düşünüş ve dav- ranışlar bütünü diye de tanımlıyor. Rantiyecilikten densizliğe... Arsızlıktan cumhuriyet düşmanlığına kadar nakde ve oya çevrilebilen birçok eylem ve söylem de kültür ta- nımı içindedir. İstanbul, Kültür Başkenti sıfatını AKP belediyeciliği- nin hakkı ile kazandı. 1994 yılından beri burasını bu zihniyet yönetiyor. Son on beş yılda üretilmiş ne kadar çirkinlik ve afe- te çıkartılmış ne kadar davetiye varsa hepsi bu zihni- yetin eseri... Bu zihniyet kaçağa önce göz yumar, felaket gelin- ce de halkı suçlar... Bu da bir kültürdür. İstanbul’da 15 yıldır iktidarı elinde tuttuğunu, bu sü- recin yarısında ise ülkenin iktidarında olduğunu unu- tup Cumhuriyet dönemini suçlamak da elbette bir kül- tür! 1 haftadır yaklaşan felakete karşı hiçbir önlem al- mayan Hazretin söylediğine bakar mısınız? “80 yılın en şiddetli yağışıydı”... Topbaş Bey’in de başhalef gibi 80 yıl öncesi ile der- di var. 80 yıl öncesi Cumhuriyet’tir, Mustafa Kemal dö- nemidir. Bu da elbette bir kültür... UNESCO, kültürü “tarih bilinci” diye tanımlıyor. Bunların bilincinin ters tecelli ettiği cümlenin malu- mu. Tayyip Bey dere yataklarında kurulan mahallelerin oy- larıyla önce belediye sonra hükümet başkanı oldu. Topbaş Bey de iki dönemdir onun kılıcını sallıyor. Boynuz kulağı geçiyor: “Bu felakette halkın da sorumluluğu var!” Elbette var. Sizi oraya seçmekten daha büyük sorumsuzluk sorumluluk olabilir mi? Tayyip Bey’in aklında fikrinde ve dilinde hep İstan- bul var. Şiir yazmıyor. Ama şiir okumada üstüne yok. Koltuğunu bu yeteneğine borçlu. En içten okuduğu “Canım İstanbul”! Okurken gözleri yaşarıyor, gözleri yaşartıyor... Necip Fazıl mı Recep Tayyip oluyor.. Yoksa Recep Tayyip mi Necip Fazıl.. Şaşıp kalıyorsunuz... Keşke Afet Koordinasyon Merkezi’nde de “Canım İs- tanbul”u okusaydı... Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar. İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim;O benim, zaman, mekân aşıp geçmiş sevgilim. Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,Ve kavuşmuş rüzgâr onda, onda misale. İstanbul benim canım;Vatanım da vatanım... İstanbul, İstanbul... Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;Servi, endamlı servi, ahirete perdelik... Bulutta şaha kalkmış Fatih’ten kalma kır at;Pırlanta- dan kubbeler, belki bir milyar kırat... Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;Her nakış- ta o mana: Öleceğiz ne çare?.. Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet... O manayı bul da bul! İlle Istanbul’da bul! İstanbul, AKP ile papazı bulmuştur. AKP ile papaz olmadan, İstanbullu için kurtuluş yoktur. MERİÇ VELİDEDEOĞLU İki, üç hafta önce Hikmet Çetinkaya ülkenin üç soru- nu var: Kürt, Ermeni, Kıbrıs sorunları diye, alt alta sırala- mıştı köşesinde. Bu üçünü art arda bir ara- da görmek, sorunların te- melinde yatan “ortak öz”ü daha kolay algılamayı sağlı- yor. Ayrıca insanı sorunların “kaynağı”na, “dün”e de dön- dürüyor. Çünkü bunlar, 19. yy’ın or- talarında, 1850’lerden sonra Batı emperyalizmince başla- tıldılar; daha doğrusu “su yüzüne” çıkarıldılar. Örneğin Kıbrıs’a bakalım kısaca. 1878’de İngiltere, Osmanlı’ya başvurdu; “ikili” bir anlaşma yapalım; Ruslar “işgal” ettikleri Kars’ı, Arda- han’ı size geri verinceye dek ben de Kıbrıs’ı “işgal” et- mek istiyorum; baskı yapmak için... Osmanlı boşa koydu, do- luya koydu; yine de sonunda II. Abdülhamit’in, “basın” imzayı demesiyle 1878’den 2009’a dek akacak bir sorun oluşacaktı. “Ermeni sorunu”na gelince, bunun da uluslararası alanda yer alması yine 1878’lerde görünmeye başlar. İlk kez de Rusya ile yapılan “Ayes- tefanos Antlaşması”nda yer alır. İstenen, Ermenilerin yo- ğun yaşadıkları yerlerde “re- form”, Osmanlı’nın deyimiy- le “ıslahat”tır. Bundan sonra art arda ge- lecek antlaşmalarda, kon- grelerde, konferanslarda Ba- tı, Ermeniler için “reform!”, “reform!” diye tutturacaktır. İlkin, Doğu Anadolu’da “al- tı il”de (bugün 15 ili kaplayan bir bölgede) özerk bir yöne- tim isterler. Ardından isteklerini yerine getirtmek için “terör” örgütü “Hınçak”ı oluştururlar İsviç- re’de. İstanbul’daki Osman- lı Ermeni yurttaşları da boş durmayacaklar, dikkat çek- mek için Osmanlı Bankası’nı basıp, çalışanları rehin ala- caklardı. (1896) Üçüncüye, “Kürt soru- nu”na bakıldığında konunun “açıkça” ortaya sürülmesi daha sonralarıdır. Sık gün- deme gelmese de Kürtler için de “reform” istenir. 20. yy’a gelindiğinde her üç so- run da türlü yöntemlerle, acı yollarla epey ilerlemiştir. Bi- rinci Dünya Savaşı ve Os- manlı’nın yenilgisi bunları az çok amacına ulaştıracaktır. Çünkü “Sevr Antlaşması” (1920), üç sorunu da kökten çözüp, emperyalistlerin yıl- lardır istedikleri sonucu al- maya yöneliktir. Antlaşmaya göre Kıbrıs, bağılsız, koşulsuz, bütünüy- le İngiltere’ye bağışlanır. Do- ğu Anadolu’da sözü edilen “altı il”de bir “Ermenistan devleti” kurulacaktır. “Kürt sorunu” ise bir çırpıda çözü- lecek, Güneydoğu Anado- lu’yu içine alan bağımsız bir “Kürdistan” oluşturulacaktır. Böylece “üç sorun” da or- tadan kaldırılmış oluyordu. Ne ki, Atatürk, “1923 Devri- mi” ile bu “düş”lerin yolunu keser. Ama Batı emperyaliz- mi, davasından vazgeçme- yecek, başka bağlamlarda da olsa sürdürecektir: Örne- ğin, İngiltere kimi haklarını ko- ruyarak Kıbrıs’ı bir tepsi için- de adeta Yunanistan’a sunar. Böylece “Kıbrıs sorunu”, Tür- kiye ile Yunanistan karşı kar- şıya getirilip sürdürülecektir. Daha sonra Rum Kıbrıs’ın AB’ye buyur edilmesi soruna tuz biber katacaktır. “Erme- ni sorunu”nda ise “sözde soykırım” konusu öne çıkarı- lıp, uluslararası alanda Tür- kiye’ye baskı için evire çevi- re kullanılacaktır. “Kürt sorunu”nda da çö- zümü terör örgütü PKK’nin eline vermekte hiçbir sakın- ca görülmeyecektir. 2002 yılına varıldığında Tür- kiye’de AKP iktidardadır. “Din”sel temelli bu parti, Tür- kiye’deki “laik”liği çok “katı” bulmaktadır. “Laik”liği kendi anlayışına göre biçimlendirip “kuş”a çevirmek için “de- mokrasi”yi “araç” olarak kul- lanmak üzere AKP iktidarı “AB”ye yanaşır. “AB”nin sık sık dile getirdiği “reform” koşuluna uymak için de bir adım atar. Baş- bakan Erdoğan’ın “Yerel Yö- netimler Açılımı”nı gerçek- leştirecek olan “İl Özel İda- reler Yasası”nı avuçlarındaki Meclis’ten geçirip, Onuncu Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’e sunar. Cumhurbaşkanı Sezer, ya- sayı geri çevirir (2004). Geri çevirme nedenlerinden biri de: Yasanın 14. maddesiyle, il genel meclislerinden “özerklik”ten “öte” kolayca “BAĞIMSIZ” niteliğe dönü- şecek “yerel” bir “meclis” oluşturulmaktadır, vurgula- masıyla ortaya konur. Sonucu, soluğunu kesip bekleyen “AB” büyük bir “düş” kırıklığına uğrar. Bu duruma dayanamayan Av- rupa Parlamentosu üyesi Fransız Jacques Toubon, Türk milletvekillerinin yüzüne: “Sevr’i kabul edin artık!” diye haykırır. Acaba, J. Toubon, “AB”nin “reform” baskılarıyla istediği sonuca ancak bu “yolla” mı varılabileceğini düşünmüş- tü? Yoksa, aceleci Toubon, “ortak” bir görüşü erken mi dile getiriyordu? Üç Sorun [email protected] KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 11 Eylül OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] 11 EYLÜL 2009 CUMA CUMHURİYET SAYFA 15 Hükümetten sel açılımı: Risk almadan felaket yaşanmaz! Başba-kan Tayfun Timoçin: “Yeni şehitler verdik ama olsun; inadım inat, açılımım iki kanat!” Heykel Zekai Buluç: “Sel bölgesine Kadir Topbaş‘ın heykeli dikilsin ve açılışı dualarla muhallebi dağıtılarak yapılsın!” Sulanmış Ertan Somunkıran: “Ergenekon mahkemesini su bastı, davaya şimdilik altı gün ara verildi: Sulanan adalet, adalet değildir!” YağmurDeniz Kucaklarındaki çocuktan utanıyorlar! “PİS bir iş olmalı ki adını bile koyamadılar” diyor Hilmi Kayıhan ve anlatıyor: “Kucaklarına kundağa sarılı bir çocuk vermişler, kapı kapı dolaşıyorlar. Çocuğun yüzünü göstermiyorlar. Bu benim oğlum veya bu benim kızım, çocuğun babası benim diyemiyorlar. Namuslu bir insan kendi çocuğundan utanır mı? Utanmaz ama bu çocuk Büyük Ortadoğu Projesi’nin çocuğu. Yüzünü aç bakalım diye ısrar edince de, alçak ve namussuz diye bağırıyorlar. Oysa kucaklarında dolaştırdıkları çocuğun babasını dünya âlem biliyor. Çünkü etnik bölücülüğün ve dini gericiliğin babası tektir: Emperyalizm. 20. yüzyılın başında Damat Ferit‘in kucağına verilen çocuğun babası İngiliz’di, 21. yüzyılın başında kucaktaki çocuğun babası Amerikan. Tarih yazıyor; işgal edilmiş ülkelerde işgalcinin işbaşına getirdiği hükümetler daha namusludur işgal edilmemiş ülkelerdeki işbirlikçi hükümetlerden. Onlar kucağındaki çocuğun kimin çocuğu olduğunu saklamaz, saklayamaz, herkes bilir gerçeğin ne olduğunu. İşbirlikçiler ise başkalarının çocuklarını yutturmaya çalışır, gerçeği halkından saklar! Tarih yazacak bunları; kimin namuslu, kimin namussuz ve alçak olduğunu!” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” TRAKYA’DAKİ sel Çatalca ve Silivri’de can alınca CHP’yi suçladı İstanbul’un AKP’li Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş. Kendince doğru bir saptama yaptı; öyle ya CHP bu ülkeyi kurmasa, böylesi sorunlar yaşanmayacaktı! İstanbul’a doğru yaklaşan yağmur yüklü bulutları iftar çadırından seyreden Kadir Topbaş, sabah İkitelli ve Halkalı’da sel sularından cesetler fışkırınca bu kez “Bu tablo İstanbullunun tedbirsizliğinin sonucudur” dedi. Kendince yine doğru bir saptama yaptı; ahali olmasa kenti ne güzel yönetecekti! Aslında bu şahsı fazla ciddiye almamak gerek. Çünkü kendini İstanbul’un belediye başkanı sanıyor. İstanbul’u ve kendisini İslam âleminin son halife adayı “İstanbul imamı” Fatih Sultan Recep’in yönettiğini biliyor ama bilmezden geliyor garibim! İstanbul’da yaşanan sel dramının bir tek sorumlusu vardır o da 1994 yılında İstanbul’a belediye başkanı seçilirken kaçak bir binada oturan, o günden bugüne İstanbul’un üzerinden elini çekmeyen ve bugün o kaçak binanın yakınlarında yaratılan “saklı bahçe”de üçer katlı beş villa satın alan “imam”ın ta kendisidir. Bu arada Halkalı’da ve İkitelli’de cesetler, televizyonların canlı yayınlarında çıkartılırken o bölgenin belediye başkanları neredeydi? Küçükçekmece’nin AKP’li belediye başkanı Aziz Yeniay ve Bağcılar’ın AKP’li belediye başkanı Lokman Çağırıcı kameralara takılmadı! Hele Aziz Yeniay; Recep’in büyükşehir belediye başkanlığı döneminde İstanbul İmar Komisyonu başkanı olmakla övünen Yeniay sanki Nasreddin Hoca’nın hikâyesindeki gibi kırpılıp yıldız olmuş gökyüzüne gitmişti! AKP İstanbul Milletvekili Feyzullah Kıyıklık da yoktu ortalıkta. Bakırköy’den ayrılarak ilçe olan Bağcılar’ın ilk belediye başkanı seçilmiş ve 1994’ten 2007’ye dek 15 yıl boyunca bölgenin kaderiyle oynamış ve Recep tarafından ödüllendirilerek 2007’de milletvekili yapılmıştı Kıyıklık! İnsan, gider de “eser”ine bir bakar! Evet, bu kenti 15 yıldır kayıtsız-koşulsuz dinciler yönetiyor ve ben diyeyim doğa gece gündüz ayrımı yapmadan, siz deyin Allah mübarek ramazana bile bakmadan tokadını işte böyle vuruyor! Tokat SESSİZ SEDASIZ (!) HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Güneydoğu Anadolu’ya öz- gü “mırra” ad- lõ kahvenin kay- natõldõğõ bakõr cezve... Bir no- ta. 2/ Rütbesiz asker... İyilik, lütuf. 3/ Hondu- ras’õn para biri- mi. 4/ Yaprak- larõn her iki yü- zünde bulunan ve suyu sõzdõrmadõğõ için bitkinin kuruma- sõna engel olan ince zar. 5/ Bir gõda mad- desi... Türk müziğinde bir makam. 6/ Sacda pişirilen bir tür uzun pide... Rutenyum ele- mentinin simgesi... İla- ve. 7/ Kimi top oyun- larõnda oyunculardan birinin topu başkasõna geçirmesi... Bir mal ya da hiz- metin piyasaya sürülmesi. 8/ Bakõrdan yapõlan küre bi- çiminde davul. 9/ Bir renk... Ankarakeçisinin, yünü kahverengi ya da siyah olan türü. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Başa takõlan elmas ya da altõn iğne... Uzaklõk işa- reti. 2/ Tarõmda kullanõlan azotlu gübre... Nohut, pa- tates, tahin ve soğanla yapõlan bir tür meze. 3/ Ma- kedonya’nõn plaka imi... Bir Asya ülkesinin başken- ti. 4/ Zemin dokusu olmayan iplikten ya da ipekten örü- len kabartma dantel... Şifalõ kaynak sularõ ya da çamurla tedaviyi amaçlayan kuruluşlara verilen ad. 5/ Birlik oluşturan, birleşmiş... Bir renk. 6/ Kenevirden elde edi- len uyuşturucu bir madde. 7/ Kõyõ, kenar... Dinsel tö- ren ve kurallarõ. 8/ Tavlada “üç” sayõsõ... Muşmulaya benzer bir meyve. 9/ Üstten sağa doğru eğik olan ba- sõm harfi... Fas’õn plaka imi. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 B A L B A L T A E B E S A V A T R A N D A A T E B T A R A T O R E T O L D O İ R A A M A Z O N K A M İ L L A G I N A A S A O R N U R İ Y E 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle