20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 11 EYLÜL 2009 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Bölüm ve Araba Sorunu SEL, yağma, yolsuzluk, uyduruk açılım, il- kesizlik, hukuksuzluk, plansızlık batağına sü- rüklenmiş Türkiye’nin sorunlarına bilinçsiz- ce yaklaşıldığı sürece, doğru çözümlere varılamaz. Nedir bilinç? Sözcüğün kökenine göre, her şeyden önce “bilmek” demektir. Ama yet- mez; yine sözcüğün sonundaki sese göre bil- ginin içine kendinizi yerleştirmek, o bilgiyle ne yapacağınızı bilmek ve dolayısıyla üstü- nüze düşeni yapmaktır bilinç. Dilimizde “nç”yle biten “kıvanç, sevinç, utanç” gibi ne- redeyse bütün sözcüklerde böyle bir “iç- selleştirme” vardır. Yanlış yapılıp kötü so- nuçlanan işlere baktığınızda hep bilgisizliği ve bilinç eksikliğini görürsünüz. Şimdi, büyük deprem sonrasında olduğu gibi büyük selin ardından da çok ko- nuşulup yazılacaktır. Araba devrilince yol gösteren çok olur. Oysa asıl konuşulup ya- zılacak konular, önerilerek yapılmak üzere olanlardır. Mardin’deki üniversitenin “Kürtçe” ko- nusu gibi. Çünkü bu konu bütün üniversitelerce de- rinliğine konuşulup tartışılmazsa, sonuçta içinden çıkılmaz büyük bir yanlışa doğru yo- la çıkılabilir. Bir defa, “bölüm açılsın” isteniyor ama, ne- yin bölümü olması gerektiği bile tam bi- linmeden tartışılıyor. “Kürtçe bölümü” mü, Kürtçe bölüm mü? Aslında, yalnız Kürtçe için değil, Türkiye’de konuşulan Lazca, Gürcüce, Çerkesçe, Ara- mice gibi dillerin kayda geçirilmesi, türleri- nin ve lehçelerinin “lengüstik” açısından, ya- ni “diller bilimi” bakımından incelenmesi, fi- loloji açısından varsa edebiyatlarının der- lenmesi, eğer bunlar hep söylendiği gibi Ana- dolu kültürünün “zenginliklerinden” ise Türk- çeyle ilişkilerinin, alıp verdiklerinin araştırıl- ması, merakları ya da görevleri dolayısıyla is- teyenlere öğretilmesi elbet iyi ve doğru olur, üniversitelerin görevleri arasına da gi- rer. Yok, “Kürtçe bölüm” deniyorsa, hemen du- rup düşünmek gerekir: Anadilde öğretim mi? Sade üniversite düzeyinde değil, her dü- zeyde böyle bir yanlışa düşmekten uzak dur- mak gerekir. Sadece söz konusu dilin bi- limsel yeterliği açısından değil, böyle bir dil- de eğitim isteyenlerin niyetleri açısından. Sormak gerekir: Bu konuyu kurcalayanlar, bunu bütün bölge halkının her düzey eğiti- me ilişkin gerçek ve somut gereksinimleri açı- sından mı yapmaktalar? Yoksa, halkın öz- lemlerine boş verip demagojisi kolay, oy ge- tirisi bol sayılan ve AB’lilere yutturulması ko- lay bir konu buldukları için mi? Başka bir an- latımla, evlerinde Kürtçe konuşulan, ço- cukları ev ve sokak Kürtçesi bilen insanla- rımız, acaba çocuklarının o anadile ek ola- rak önce iyi Türkçe ve hatta yaygın yaban- cı dillerden birini de öğrenerek önlerindeki yaşam fırsatları ve olanakları açısından da- ha iyi donatılmış biçimde yetişmelerini iste- mezler mi? Halkının asıl özlemleriyle somut beklenti- lerine ters düşen palavralarla devrimcilik ve dürüst politikacılık yapıldığı görülmemiştir. [email protected] PENCERE Alevi Nasıl Düşünür?.. Sağda, solda, basında, televizyonda, siya- sette, şurada burada Alevilere ilişkin çok yayın ya- pılıyor... Alevi - Bektaşi kesimini birbirine düşürmek için elinden geleni ardına koymayanlar var... Tüm oyuncular sahnede... Peki, bunların çürüğünü temizinden ayırmak için elde bir ölçüt, Frenkçesiyle ‘kriter’ yok mu?.. Var!.. Alevi - Bektaşi her şeyden önce kendi kendi- sine bir soruyu sorup yanıtlayacak: - Bu durmadan konuşan ya da yazan kişi Ata- türk’ten yana mı?.. Ya değilse?.. O zaman çekiver kuyruğunu!.. Alevi Osmanlı’dan çok çekti... Neden?.. Osmanlı kötü müydü?.. Yok canım... Osmanlı İmparatorluğu bir din devletiydi; şe- riatçıydı, Sünniydi, bu yüzden Alevi’ye düşman gibi bakardı... Bu iş bu kadar ‘basit!..’ Ve de Türkçesiyle yalın. Peki, sonra ne oldu?.. Başta İngiltere, Avrupalılar Türk’ü tepelemek için ülkemizi 1919’da işgal ettiler... Mustafa Kemal Atatürk Milli Kurtuluş Savaşı’nın bayrağını açtıktan sonra Hacıbektaş’a geldi... Alevi - Bektaşi önderleriyle anlaştı... Söz kesiştiler.. Bir: Ulusal Kurtuluş Savaşı, elbirliğiyle yürütü- lecek... İki: Zaferden sonra Cumhuriyet ilan edilecek... Cumhuriyet’in ilanı, Sünni şeriatını devlet dü- zeni olmaktan çıkardı.. Sünni halifesini ve padişahını tasfiye etti.. Aleviliğin tepesindeki zulüm kalktı.. Laiklik Alevi - Bektaşileri özgürlüğe kavuşturdu.. Alevi misin? Bektaşi misin? Atatürk’le birsin!.. Mustafa Kemal’le birlikte hem Milli Kurtuluş sa- vaşı vermiş, hem laik Cumhuriyeti kurmuşsun.. Evet Alevi kardeş, Atatürk’e ilişkin sözlerinde, konuşmalarında, yorumlarında kem küm eden bi- rini gördün mü çekiver kuyruğunu... Üstelik bugünkü durum vahim.. Laik Cumhuriyetin köküne kibrit suyu ekmek is- teyenler iktidara geçtiler; Amerika ile anlaştılar... Ne yapacaklarmış?.. “Ilımlı İslam Devleti modeli” kuracaklarmış... Peki, bu Ilımlı İslam Devleti nasıl bir ‘model’ ola- cak?. . ‘Hanefi - Sünni modeli’ mi olacak?.. ‘Alevi - Bektaşi modeli’ mi olacak?.. Alevi - Bektaşi inancına bağlı yurttaşların şu günlerde gözlerini dört açması gerek!.. Birlik ve bütünlük içinde Anadolu’yu, Türkiye’yi, laik Cumhuriyeti korumak için elden ne gelirse yapmak, geçmişten geleceğe yürüyüşte Alevili- ğin özgünlüğüne alınyazısı olmuş... (18 Ağustos 2006 tarihli yazısı) S on aylarda açõlõm sözcüğü pek moda oldu, dillerden düşmüyor. Kürt açõlõ- mõ, Kõbrõs açõlõmõ, Ermeni açõlõmõ vs... Ne yönde ve ne maksatla açõldõğõmõ- zõ, istenilen sonuçlarõ elde etmek için nasõl bir strateji izlememiz gerektiğini bi- liyor muyuz acaba? Hükümet, bir marifetmiş gi- bi ardõ ardõna ilan edilen bu açõlõmlardan biraz kendini kaybetmiş gibi. Hükümet komşu ülkelerle aramõzdaki so- runlarõ karşõlõklõ çõkarlara dayalõ bir zeminde çöz- me çabasõnde ise buna söylenilecek bir söz yok pek tabii. Ancak, böyle bir çabanõn başarõya ulaş- masõnõn, karşõlõklõ çõkarlara dayalõ bir çözüme varma anlayõşõnõn karşõ tarafta da bulunmasõna bağlõ olduğunu unutmamak gerekir. Ermeni ta- rafõnda böyle bir niyet ve yaklaşõm acaba mev- cut mudur? Ermenistan ile sorunlarõn çözümü için Eri- van’da yukarõda belirttiğimiz bir zihniyetin mevcut olup olmadõğõnõ sõrf görüp anlamak ba- kõmõndan önkoşulsuz müzakerelere başlanma- sõnda bir sakõnca yok tabii(*). Ama bunu daha başlangõçtan büyük bir açõlõm olarak takdim ede- rek, karşõlõğõnõ almaksõzõn Erivan’õn tek yanlõ taleplerini kabullenmek ya da kabule meyyal gö- rünmek hatalõdõr.. Ermenistan’õn müzakerelere oturmak için soy- kõrõm ve Türkiye’ye karşõ diğer iddialarõnõn pe- şinen tanõnmasõnõ bir önşart olarak ileri sür- mediği bir gerçek. Ancak Türkiye’nin de mü- zakereleri başlatmak için Ermenistan’õn yuka- rõda zikredilen iddialarõndan peşinen vazgeç- mesini bir önşart olarak dayatmadõğõ da aynõ de- recede doğru. Bu durumda, Ermenistan’õn ABD ve Batõ’nõn desteğini de arkasõna alarak, müzakerelere oturmak için bir önkoşul ileri sür- memiş olmasõnõn karşõlõğõnda diplomatik iliş- kilerin tesisi ve ortak sõnõrõn açõlmasõnda õsra- rõ tek taraflõ ödün istemek değil de nedir? Bu ödünler karşõlõğõnda Türkiye ne elde edecektir ki?Altõ hafta sonra imzalanacağõ söylenen pro- tokollerde, ilişkilerin tesis edileceği ve ortak sõ- nõrõn açõlacağõ gibi hükümlere açõkca yer ve- rilmesine karşõlõk, Ermenistan’õn işgal ettiği Azeri topraklarõndan çekileceğine dair kesin bir hüküm olmadõğõ gibi, Türkiye’ye karşõ iddia- larõndan ileride vazgeçeceğinin de bir garanti- si yoktur. Kanõmca sorun Yukarõ Karabağ so- rununun çözümünde ve sorunun çözümü için atõlacak adõmlarda düğümlenmektedir. Hatõrlanacağõ üzere, Ermenistan’õn bağõm- sõzlõğõnõ kazanmasõnõ müteakip Türkiye bu ülkeyi süratle tanõmõştõ. Bunu takiben, diplo- matik ilişkiler kurulmasõ da dahil, iki ülke ara- sõnda ilişkilerin gelişmesi için müzakerelere baş- lanmõştõ. Ancak Ermenistan’õn 1992 Eylülü’nden iti- baren Azeri topraklarõna karşõ giriştiği saldõrõ- lar, Azerbaycan arazisinin yüzde 20’sini işgal etmesi ve bu yüzden bir milyon kadar Azerinin kendi ülkelerinde kaçkõn/mülteci duruma düş- mesi üzerine hükümetimiz, haklõ olarak mü- zakereleri kesmiş ve ortak sõnõrõ da kapatmõş- tõr. Aksi bir tutum tecavüze prim vermek olur- du. Esasen BM Güvenlik Konseyi de Azer- baycan’õn toprak bütünlüğünü desteklemek suretiyle bu işgali tanõmadõğõnõ teyit etmiştir. Şu durumda, Türkiye-Ermenistan ilişkileri- nin normalizasyonu için 1992’deki işgal öncesi koşullarõn yeniden yaratõlmasõ aklõn ve adale- tin gereğidir. Bunun için, halen yürütülmekte olan müzakerelerde diplomatik ilişkilerin tesi- si ve ortak sõnõrõn açõlmasõna dair taleplerine kar- şõlõk, Ermenistan’dan işgal ettiği topraklardan kademeli olarak çekileceğine dair sarih bir ta- ahhütte bulunmasõnõ beklemek doğaldõr. Bu hu- susta biraz esnek davranõlarak, Yukarõ Kara- bağ’õn statüsünün belirlenmesine değin Laçin bölgesinin şimdilik çekilme planõ dõşõnda bõ- rakõlmasõ ve bu bölgeye uluslararasõ garanti al- tõnda Yukarõ Karabağ ile bağlantõsõnõ da teyit eden bir özel statü verilmesi gibi bir çözüm üze- rinde durulabilir. Bütün bunlar, sorunun çözü- mü için oluşturulan ve başlangõçta 2.5 sene ka- dar toplantõlarõna Türkiye’yi temsilen katõldõ- ğõm Minsk Grubu’nda bütün ayrõntõlarõyla gö- rüşülmüştü. Şimdi dünyayõ tekrardan keşfet- meye gerek yok aslõnda. Ancak, bir yandan Rus- ya’nõn daimi desteğinden yararlanan ve öte yan- dan ABD ve AB’nin bu konuda Türkiye üze- rinde yaptõğõ baskõlardan cesaretlenen Erme- nistan, Karabağ sorununun çözümü için bir es- neklik göstermeden ve parmağõnõ dahi oynat- madan Türkiye’den ortak sõnõrõ açmasõnõ ve dip- lomatik ilişkilerin tesisini kabullenmesini is- temektedir. Hükümetimizin, ABD ve AB’den gelen baskõlara boyun eğerek Ermenistan’õn kar- şõlõksõz isteklerine yeşil õşõk yakmasõnõn, şim- diye kadar Cumhuriyet hükümetlerinin büyük bir titizlikle izleyip gözettiği dõş politika ilke- lerine ters düşmekle kalmayõp aynõ zamanda Türkiye-Azerbaycan ilişkilerine ve ülkemizin bölgemizde büyük bir enerji üssü olma plan- larına onarılmaz bir darbe indireceği kuş- kusuzdur. (*)Yazarõn yeni çõkan “Dõş Politika Kõskacõnda Türkiye” isimli kitabõnda, ülkemizin halen karşõ karşõya bulunduğu sorunlar meyanõnda bu konu da ayrõntõlõ ola- rak incelenmektedir. Açõlõm Modasõ ve Ermenistan ile İlişkiler Ayhan A. KAMEL Emekli Büyükelçi Hükümetimizin, ABD ve AB’den gelen baskõlara boyun eğerek Ermenistan’õn karşõlõksõz isteklerine yeşil õşõk yakmasõnõn, şimdiye kadar Cumhuriyet hükümetlerinin büyük bir titizlikle izleyip gözettiği dõş politika ilkelerine ters düşmekle kalmayõp aynõ zamanda Türkiye-Azerbaycan ilişkilerine ve ülkemizin bölgemizde büyük bir enerji üssü olma planlarõna onarõlmaz bir darbe indireceği kuşkusuzdur. S ayõn Deniz Som, Cumhuri- yet’teki köşesinde, bir süre- dir, Alman papaz Niemöl- ler’in şu sözlerini yineleyip duru- yor: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım, çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendi- kacıları topladılar, sesimi çı- karmadım, çünkü sendikacı de- ğildim. Sonra Yahudileri topla- dılar, sesimi çıkarmadım, çünkü Yahudi değildim. Sonra beni al- maya geldiler, benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” Niemöller’in bu sözlerle, baş- kaldõrõ duygusundan yoksun top- lumlarõn çöküşünü vurgulamak, suskun uluslara uyarõda bulunma- yõ amaçladõğõ kuşkusuzdur. Ger- çekten tarih, suskun uluslarõn yõ- kõlõp tükendiğini gösteren örnek- lerle doludur. Fatih’in leventleri, Bizans sur- larõnõ döverken, din adamlarõ ve as- kerler, meleklerin erkek mi, dişi mi olduğunu tartõşõyorlardõ. Sonunda koca imparatorluk tarihe gömüldü. İran’da generaller “Bize bir şey ol- maz, şah gider demokrasi gelir” avuntusu ile kõlõçlarõnõ kõnõndan çõ- karmadõlar. Bu aymazlõklarõ so- nucu, bir gecenin sabahõnda, mol- lalar ülke yönetimini ele geçir- mişlerdi. Bu ve benzer olaylar, suskun toplumlar için birer ibret belgesi olarak tarih sayfalarõnda yer al- mõştõr. Ne ki insanoğlu, papaz Niemöller’in davranõşõ gibi “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” bencil düşüncesiyle yaşantõlarõnõ sürdürmeyi yeğlemişlerdir. Şimdilerde, bu bencil yaşam bi- çiminin bizim toplumda da egemen olduğunu büyük bir ürküntü ile iz- liyoruz. Gerçekten, imamlarõn ba- kan, başbakan olduğu... Yerden bitermiş gibi çoğalan profesörlerin, üniversitelerin yö- netim ve eğitim kadrolarõna atan- dõğõ... Fethullah okullarõnda eğitilip yurtlarõnda beslenenlerin, bürok- rasinin üst düzey orunlarõna (mev- kilerine) yerleştirildiği... Özel seçilen savcõ ve yargõçlar- la, Atatürkçü aydõnlarõn, bir gece- nin sabahõnda gözaltõna alõnõp ay- larca tutuklu kaldõklarõ.. Cumhurbaşkanõ, başbakan ve bakan eşlerinin dinsel bir görüntü veren türbanlõ başlarõyla uluslar- arasõ resmi gezilerde laik Cumhu- riyetimizi temsil ettiği.. Yargõda, Silahlõ Kuvvetler’de, imamlarõn görevlendirilmesi için çaba harcandõğõ... Özetle, karanlõğõn gölgesinin du- yumsandõğõ bir ülkede, ürküntüye kapõlmadan yaşamak olanaksõz- dõr. Tehlike büyüktür ve ürkütücü- dür. Ama, gelin görün ki, çoğu ay- dõnlarõmõz, düşünür ve yazarlarõmõz “Biz İran olmayız. Laik Cum- huriyetimizi şeriat devletine dön- üştürmeye kimsenin gücü yet- mez” gibi sözlerle hem kendileri- ni, hem toplumu avutmaktadõrlar. Mangalda kül bõrakmamacasõna ileri sürülen bu iddialar, hangi gü- ce ve neye dayanmaktadõr? Devletin tüm kurum ve kuru- luşlarõ, şeriat düzeni özlemi olan- larca ele geçirildiğine göre, bu inancõn dayanağõ nedir? Demokratik, laik Cumhuriyeti- mizin yõlmaz koruyucusunun TSK ve onun temel öğesi olan Meh- metciğin, imam hatip eğitimi almõş gençlerin, körpe beyinleri Kuran kurslarõnda yõkanmõş çocuklarõn as- ker olup, eline silah verilmesi du- rumunda, Aptullahcık olmasõ göz- den õrak tutulmamalõdõr. Bu ne- denle, bana göre kurtuluş, baş- kaldõrmakla olanaklõdõr. Başkaldõrõ sadece, silahõ alõp sokağa çõkmak demek değildir, demokrasilerde seçmen sandõğõ, en güçlü başkaldõrõ silahõdõr. Ne ki, bu güçlü silahõ kullanmayõ öğren- mek, bilmek gerekir. Bu öğreti de ancak, aydõnlõkçõ sivil toplum ör- gütleri, laik, demokrat meslek oda- larõ, sendikalar ve Atatürkçü ay- dõnlarca sağlanabilir. Seçim gününe beş on gün kala, kürsü nutuklarõ atarak birkaç top- lantõ yapmakla bu öğreti görevi ye- rine getirilmiş olmaz. Sözünü et- tiğim kuruluş ve derneklerin, yõlõn hemen her günü, nöbetleşe, ortak- laşa, toplantõlar yapmasõ, gösteri yürüyüşleri düzenlemesi, aydõnla- tõcõ bildiriler dağõtmasõ gibi eylem ve davranõşlarla bu öğreti görevi yapõlmõş olur. Adamsõz bir toplum olduk. Ne “Kopsun seni -bir hak di- ye- alkışlayan eller” haykõrõşõyla, padişahõna bile başkaldõran bir Fi- kret’imiz, “Uyan ey yâreli şiri je- yan bu habı gafletten” diye hal- kõna başkaldõrmayõ öğütleyen bir Namık Kemal’imiz ve ne de “go- cuklu celebin sopasını..” kõrma- yõ öneren bir Nâzım’õmõz var. Onlar, Niemöller gibi susmadõ- lar. Adamdõ onlar... Sanõrõm, çektiklerimizin temel nedeni adamsõz bir toplum duru- muna düşmüş olmamõzdõr.. Adamsõzlõk H. Basri AKGİRAY C. Savcõsõ-Eski Milletvekili
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle