24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
M arki de Custine 19. yüzyõl Peters- burg’unu “Asya barbarlığı üzerine atılmış bir tül; tarihte, Rus top- raklarında kökleri olmayan bir dekor-façade-görüntü kültü- rü” diye tanõmlõyor. “Batı’nın ilk Rusya uzmanı” olarak nam salan Fransõz aristok- ratõ, Rusya’nõn bu en Batõlõ ken- tini, “Avrupa’ya benzemek uğ- runa gösterdiği ölçüsüz tutku ve çaba” nedeniyle yeriyor. “Avrupalılaşmak” niyetine, akşamdan sabaha, kuş uçmaz kervan geçmez bir bataklõk kõyõ- sõnda, “tepeden inme çar fermanıyla” seferber edilen ve cümlesi “Avrupalı olan mimarlar” eliyle dikilen bu im- paratorluk başkentinin “yapaylığını” eleştiriyor. Oryantalist tonu bir yana; Custine’in St. Petersburg için yaptõğõ “dekor kül- türü” –“façade”- tespiti; itiraf etmek ge- rekir ki doğru ve hedefi tam on ikiden vu- ruyor. PETERHOF, RUS ÇARLARININ VERSAY’I Peterhof Sarayõ, bu “dekor kültürü- nün” uç noktasõ. 36 yõl tahtta kalan Bü- yük Petro (1689-1725); Paris’te gördü- ğü Versay’a nazire olaraktan inşa ettir- diği bu “yazlık sarayda” düşünülebi- lecek en gösterişli, en şaşaalõ havuzlarõ, heykelleri yaptõrmõş. Bin hektara yayõlan bir arazide aklõnõza gelebilecek en görkemli parklar, beş sa- ray, düzinelerle havuz ve fõskiye, birbi- rinden gösterişli sayõsõz heykel var. Sa- dece sarayõn ön cephesinde, kat kat, çağ- layan şeklinde yukarõdan aşağõ inen ba- samaklar üzerinde inşa edilen havuz ve fõskiyeleri çevreleyen altõn kaplama heykellerin sayõsõ 37! Tüm heykelleri böyle safi altõn kap- lamadan yapõlmõş başka bir saray yok- muş dünyada. Gerek koreografisi, ge- rekse de bu olağanüstü şaşaasõ nedeniyle Peterhof’un girişi insanda, “gerçek bir mekâna” değil de, tamamõyla bir dekora girme duygusunu uyandõrõyor. RENOVASYONA 1.5 MİLYAR DOLAR HARCANMIŞ Tüm şehir böyle. Peterhof gibi: “Ba- kın biz ne zenginiz, ne kültürlüyüz, ne estetik ve sanat se- veriz, Avrupa sa- natının en âlâsını, damardan; Avru- palı tekmilinizden daha mükemmel ve daha görkemli icra ederiz… Gücümüz ve paramızla biz si- zi döveriz!..” anla- yõşõyla yaratõlmõş. Estetik, zarif, şõk, güzel olmasõna gü- zel bir kent St. Petersburg. Ama bu do- zu tutturulamamõş ya da dozu kaçõrõlmõş “dekor” tarafõ insanõ rahatsõz ediyor. Beş yõl önceki 300. yõl kutlamalarõ ve- silesiyle üstüne üstlük bir de topyekûn restorasyondan geçmiş şehir. Bizzat Pe- tersburglu olan Putin, çarlõk Rusyasõ baş- kentine eski görkemini iade etmek adõ- na 1.5 milyar dolar harcamõş. Bütün bü- yük saraylar, müzeler, oteller, baştan so- na yenilenip bir de böyle gõcõr gõcõr olun- ca; ziyadesiyle “dekoru” andõran at- mosfer iyice ön plana çõkmõş. Şehrin yaşanmõşlõğõndan büsbütün bir şeyler gitmiş, bir şeyler eksilmiş sanki… Petersburg’u Petersburg yapan, sõra dõ- şõ tarihi ve benzersiz çelişkilerinden kaynaklanan o muhteşem Rus edebiya- tõ olmasa, bu süper restorasyonun ar- dõndan “kentin ruhunu” yakalamak tü- müyle olanaksõz olacak. Rehberimiz “Ama şu da var!” diye kinayeli bir tonla bizi teselli ediyor: “Bu temizlenmiş, yaldızlanmış versiyo- nuyla Petersburg’u siz, tam da Büyük Petro’nun yeni yaptırdığı haliyle gör- müş oluyorsunuz. Şehir ilk kuruldu- ğunda da, işte tam böyle ‘gõcõr gõcõr’ ol- malıydı!” İstanbul ve Venedik gibi, bir “su şehri” St. Petersburg. Ama İstanbul ve Venedik gibi suyun üzerinde yükselen belirgin bir profili yok. “Venedik kanallarının ince hüznünü”, İstanbul’un “gizemini”, asõrlarõn yük- lediği özel “elektriği” bulamõyorsunuz burada. Doğanõn efsunlu dokunuşunu -senenin iki ayõ; haziran ve temmuza yayõlan- “Beyaz Geceler” dõşõnda- hissetmiyor- sunuz… Petersburg çünkü doğa koşul- larõ zorlanarak, doğaya inat, “doğaya karşı yapılmış” bir yer. ‘AVRUPA GÖREN’ İLK HÜKÜMDAR Kõş aylarõnda insanõn iliklerini don- duran kentin rutubetli, sert ikliminden ya- kõnan II. Katerina’ya, rivayet ola ki; göz- delerinden biri, vaktiyle şu yanõtõ vermiş: “Haşmetmeab! Bu Tanrı’nın suçu değil. Büyük bir imparatorluk baş- kenti, yanlızca ayılar ve kurtların ya- şamına müsait olan bir habitata ku- rulursa; olacağı budur!” Ayõlarõn habitatõna, iddialõ bir “im- paratorluk başken- ti” dikmeye kalkõşan Deli Petro; “Avrupa gören ilk Rus çarı” oluyor. Kendisinden “bir buçuk küsur asır” sonra “Avru- pa’yı ziyaret eden ilk Osmanlı impa- ratoru” Abdülaziz gibi tõpkõ; gezdiği yer- lerden acayip etkile- niyor. Ve Avrupa baş- kentlerine tõpatõp ben- zeyen bir şehir kurar- sa, “Rusya’yı Avrupalılaştıracağını” düşünüyor. Uygar bulvarlara, uygar bi- nalara, uygar eserlere bakan Ruslarõn; “yüksek sanata” baka baka incelecek- lerini, uygarlaşacaklarõnõ varsayõyor. Avrupa uygarlõğõna açõlan böylesi bir pencerenin, denizlere açõlmak suretiyle mümkün olabileceğine karar kõlan hü- kümdarõn, öncelikli tercihi aslõnda “ha- bitatı müsait” Karadeniz ve Kõrõm... Ancak Karadeniz’e dilediğince hakim olamayacağõnõ anlayõnca, eli mahkûm Baltõk’a çõkõyor. Ve Finlandiya Körfe- zi’ne açõlan Neva Nehri ağzõnda, İs- veç’ten aldõğõ bataklõklar üzerinde bu kentin temellerini atõyor. DELİ PETRO “ÜTOPYASI” “Çarlık başkentini sil baştan ya- ratmak” saplantõsõnõ rehberimiz böyle uzun uzun hikâye ettikten sonra araya - yarõ şaka, yarõ ciddi- şu anekdotu da sõ- kõştõrõyor: “Petro, büyük bir vizyo- nerdi. Rusya’yı dışa açan ilk çar o ol- du. Ondan önce imparatorluk, içine nüfuz edilemez, dış dünyaya kapalı bir evrendi. Petro’nun vaktiyle Karade- niz’de Türkleri alt edememesi St. Pe- tersburg için talihsizlik! Büyük Petro emellerine ulaşmış olsaydı, bu muh- teşem şehir, iklimi ideal Karadeniz kı- yılarında kurulmuş olacaktı…” Karadeniz’in “sıcak sularını” o gün bugün düşlerinden çõkaramayan Ruslar için St. Petersburg; “güneye inemedik; kuzeye çıkalım” hesabõna denklenmiş böyle bir “tavizin” sonucu... Ama bu “taviz”, Petro’nun hayalindeki “ütop- ya kentini”; kil gibi dilediğince şekil- lendirmesine de olanak tanõmõş. CMYB C M Y B 21 EKİM 2008 SALI CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 Peterhof’ta “Taht salonu” ve “Arz salonu” çepeçev- re Osmanlı donanmasının Çeşme’de yakılmasını tasvir eden “Çeşme tablolarıyla” dolu. Tabloların öyküsü şöyle: Karadeniz’e doğrudan çıkamayan II. Katerina, gemilerini Baltık’tan indirip, Avrupa’yı dolaşarak, Çeşme’de Osmanlı’yı gafil avlıyor. Rus gemilerinin üç ay süren bu seferi sırasında, kara haber Osmanlı’ya ulaşmasına ulaşıyor. Ancak Lord Kinross’un “Osman- lı İmparatorluğu’nun Yükselişi ve Çöküşü” kitabında anlattığı üzere Türkler buna inanmıyor: “Coğrafya bilgileri kıt olan Türkler, kendilerine duyurulan tehdi- de aldırmadılar. Ruslar bir donanmayı Baltık’tan nasıl Akdeniz’e indirebilirlerdi?”(s. 401) Bu aymazlığın so- nu, Türk donanmasının Çeşme önlerinde çıra gibi tu- tuşturulması oluyor (1770). “Çeşme tabloları” Kin- ross’un; “Barut ve toplarla dolu liman, Türklerin bü- tün deniz kuvvetlerini yutan bir volkan olmuştu!” söz- leriyle anlattığı sahneleri resmediyor. “Çeşme savaşı”, Rusya’nın Karadeniz yayılmacılığında dönüm noktası. Tablolar çarlık sarayında bu nedenle baş köşede sergi- leniyor. Rusya’nın zaferini, Osmanlı parçalanmasının başlangıcı 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması izliyor. II. Katerina dokuz yıl sonra 1783’te, Petro’dan beri çarların düşü olan Kırım’ı Rus topraklarına katıyor. Karadeniz ihtirası: Peterhof’un ‘Çeşme Salonu’ ‘ Y E N İ R U S İ N S A N I ’ İ D D İ A S I St. Petersburg’u görmeden Rusya’yı, Rusları anla- mak olanaksız. “Aydınlanma Avrupa’sıyla boy ölçüşmek” iddiasıyla kurulan St. Petersburg; Rusya’nın Avrupa’ya bakışı ve Avrupa kültürü ile iliş- kisi denli, Rus kültürünün çelişkileri ve ihtiraslarının boyutlarını anlamak açısından da kilit önem taşıyor. Büyük Petro’nun “yeni Rus insanını” yaratmak ve Avrupa’nın reformcu fikirlerini hayata geçirmek ama- cıyla kurduğu kentte; aynı mirası devralan II. Katerina ileriki yıllarda (1762-1796) işi Voltaire’le mektuplaş- maya kadar vardırıyor. Ama topraklarla birlikte sahiplerine ait addedilen “serflerin” kaderi değişmiyor. Louvre’la yarışan Ermitaj salonlarındaki paha biçil- mez sanat eserlerini sanatçılara ısmarlayan, satın alan çarlar döneminde St. Petersburg, “görkemli bir estetik düşü” olmaktan ileri gidemiyor. Büyük Petro’dan II. Katerina ve son çar II. Nikola’ya dek uzanan bu iddialı serüvenin sonunda Romanov hanedanı; “üfürükçü bir şarlatanın”, “kara güç” Rasputin’in (Bknz. Altıncı Bölüm) eline düşüyor. “Aydınlanmayı ararken, kara güce teslim olmanın” faturasını Rusya ve St. Peters- burg 1917 Bolşevik devrimiyle ödüyor. İSKELETLER ÜZERİNDE YÜKSELEN KENT B üyük Petro; “ortaçağ Rus- yasõ’nõ” eski başkent Mos- kova ile birlikte geçmişe gö- müp, ismini verdiği bu yeni baş- kentte “geleceğin Rusyasõ’nõ” kur- mak istemiş. Hollanda, İngiltere, Almanya, Avusturya’da 18 ay sü- ren ilk Avrupa gezisinde tanõdõğõ Avrupalõ sanatkârlar ve teknisyen- leri, İtalyan mimarlarõ etrafõna toplamõş. Neva bataklõklarõnõ te- mizlemek için de savaş mahkûmla- rõnõ, askerleri ve serfleri kullan- mõş. Kentin inşasõnda soğuk, sel, hastalõktan 150 bin kişi ölmüş. “İs- keletler üzerinde yükselen kent” lakabõnõ alan Petersburg’un bu nedenle “lanetli” olduğuna inanõl- mõş. Büyük Avrupa turunda gemi yapõmõna da merak saran Petro, “fetihlerini” sürdürebilmek için Avrupa güçleri gibi bir deniz filo- suna sahip olmasõ gerektiğini an- lamõş. Hollanda’dan sağladõğõ tek- nik yardõmla, ilk Rus donanmasõnõ burada inşa ettirmiş. 1703’te baş- latõlan Petersburg inşaatõnõ, ahşap bir kulübeden (“Peter’s Log Ca- bin”) izleyen çar, projede mimar- lar, mühendisler, marangozlarla birlikte çalõşmõş. SÜRECEK Petersburg Karadeniz’de olsaydõ Kent İstanbul ve Venedik gibi, bir ‘su şehri’. Ama Venedik’in hüznünü, İstanbul’un gizemini ve elektriğini burada bulamıyorsunuz. Peterhof Sarayı Yaşamın kimi ne- reye sürükleyeceği belli olmuyor. Günümüz dün- yasında birey bir düşünce labirentinde önce karanlıkta bocalıyor, oradan da kan çukuruna sürüklenebiliyor! “Nur evinde ders aldık” diyen Zirve Yayınevi katliamı sanıklarından Kür- şat Kocadağ, şeyhinin evinden çık- mayan Danıştay eylemcisi Alparslan Arslan ve Rahip Santoro’yu vurma- dan önce tarikat evlerinin müdavimi olan O.A. karanlıktan kan çukuruna yönelenlerden birkaçıydı!.. Benzer ilişkilerin daha somut ör- nekleri vardı. Örneğin Hürriyet gaze- tesinde, 27 Mart 2007’de yayımlanan bir haberde, Hrant Dink cinayetinin kilit ismi Erhan Tuncel için, “Ortaokul ve lise yıllarında Elazığ’da, Fethullah Gülen cemaatine bağlı ışık evlerinde kaldığı tespit edildi” diye yazılmıştı!.. 2003 Kasım ayında HSBC Genel Müdürlüğü’ne intihar saldırısı dü- zenleyen El Kaide üyesi İlyas Kun- cak’ın kızı Hubeyda, 5 Aralık 2003 ta- rihli Milliyet gazetesine, “Babam 30 yaşındayken bir arkadaşının vasıtasıyla Fethullah Hoca’nın Nur cemaatine gi- rerek İslama yönelmiş” demişti!.. Bunları niye mi anımsattık? Çünkü cemaat üyeliğinden El Kaide’ciliğe ve türban tetikçiliğine sürüklenenlerin son durağı PKK’ydi! Terör örgütünün yayın organı ANF’nin 19 Ekim’de, “Çorum ve Urfa’dan dağa çıkış!” başlıklı bir haberi işte bu tuhaflığı yan- sıtıyordu! Haberde, Urfa’nın Siverek ilçesinden örgüte katılan “Sarya” ad- lı bir kızın yaşamı anlatılıyordu. Dic- le Üniversitesi öğrencisiyken örgüte katılan bu teröristle ilgili asıl ilginçlik şöyle yazılmıştı: “Sarya, babasının AKP üyesi oldu- ğunu vurguladı. Ailesindeki dini eği- limlerin güçlü olmasından kaynaklı olarak orta ve lise eğitimi boyunca Adı- yaman’da Fettullah Gülen’e bağlı ce- maat evlerinde kalan Sarya, cemaat ya- şamındaki monoton ve tekdüze yaşa- mın duvarlarına çarpar. Bir taraftan ai- le baskısının, diğer taraftan da içinde kalmaya zorlandığı ortamın oluştur- duğu duvarları aşma gücü göstere- meyen Sarya, kendisine dayatılan ko- şullara zorunlu olarak boyun eğer.” Din sosyolojisi uzmanları, kimi Nur- cuların 12 Eylül’den sonra Hizbul- lahçılık şiddetini yaratmasına nasıl yo- rum getiremediyse son yıllarda ce- maat yaşamından şiddet sarmalına savrulan hoşgörü müritleri konusun- da da suskun kalacaktır! Bunlar da münferit vakalar diye gözardı edile- cektir! Bizler de belki Bugün gazete- sinin eski Talibancı yazarı Mehmet Metiner ile imam hatip kültürünü modern zamanlara kurban eden ben- zerlerinin laikçilik oynamalarına şük- redeceğiz! İrticanın gür sesi Vakit’in küfürleriyle ünlü yazarı Hasan Karakaya’nın dün- kü yazısı, birlikte hacca gittiği okurları- nı bile güldürmüştü. Şaban Dişli’nin rüş- vet olayı, Deniz Feneri’nde vicdan hır- sızlığı ve Dengir Fırat’ın adının hayali ih- racatla anılması konusunda kılını kıpır- datmayan Karakaya, “Bu meslekte fik- ri takip esastır” diye ahkâm kesmişti! Belli ki Karakaya tüm Müslümanların yü- reğini yaralayan bu üç vakayı fikri taki- be layık görmemişti! Belli ki kendi de- yimiyle bunları “Yaz yağmuru gibi ge- lip geçen haberler” diye yorumlamıştı! Vakit’in diğer yazarı Ali İhsan Kara- hasanoğlu ise cumartesi günkü köşe- sinde, Danıştay baskıncısı Alparslan Ars- lan’ın “Dinci” değil “Ergenekoncu” ol- duğunu yazmış ve bu yüzden Cumhu- riyet’in özür dilemesi gerektiğini vur- gulamıştı! Oysa sık sık Salih Kunter ad- lı şeyhini ziyaret ederek vaaz dinleme- si, “Danıştay’ı türban kararlarına tepki için bastım” demesi Arslan’ın ideolojisini an- latmaya yetiyordu. Arslan’ın babası İd- ris’in, “Milletin değerlerine saygılı ol- mayana bu millet gereken dersi verir. Ül- kede İslam düşmanları var” demesi de Danıştay saldırısının dinci bir kalkışma olduğunu gösteriyordu. Tarsus’taki Hizbullah cinayetlerini “namus meselesi” diye yazan Vakitçiler, eylemleri örtbas etme, eylemcileri masum gösterme konusunda deneyimlidirler!.. O yüz- den asıl özür dilemesi gerekenlerin yağmuru beklemesine gerek yoktur! Öcalan’a Arsa Aranıyor!.. “Adalet Bakanlığı Uluslararası Hu- kuk ve Dış İlişkiler Genel Mü- dürlüğü’ne bağlı teşkilatın 1 Genel Mü- dürü, 3 Genel Müdür Yardımcısı, 4 Dai- re Başkanı, 30 tetkik hâkimi, 5 şube müdürlüğü, 124 çalışanı bulunuyor. Adalet Bakanlığı bu kadar çalışanları olmasına rağmen ‘Deniz Feneri dos- yasını’ Frankfurt’tan hâlâ getirtemedi. 16 gün geçti. Unutturmak istiyorlar.” Necati Doğru, Vatan “AKP, iyice ‘Batı Ku- lüpçü’ oldu. Saadet Partisi ise ‘Ulusalcı’ kimliği- ni muhafaza ediyor. AKP ‘ik- tidar yozlaşması’ denilebi- lecek bir kirlenmeyi yaşarken, Saadet Partisi daha temiz bir siyasi oluşum gi- bi görünüyor. Numan Kurtulmuş’u dikkatle izleyeceğim. AKP, imtiyazlı bir hal aldıkça, bir bakarsınız fakir fukara Saadet Partisi’ne doğru akıvermiş.” Nazlı Ilıcak, Sabah e-posta: mfarac@cumhuriyet.com.tr MED CEZİR MEHMET FARAÇ Cemaatten PKK’ye!.. Strateji abideleri “PKK’yi MİT kur- du”diye komplo teorileri üretsin! Zaman gibi gazeteler,“PKK Ergenekon’un kontrolünde” diye uçuk manşetler at- sın!.. Eski MİT’çi Mahir Kaynak gibi “uzman”lar ise televizyon programla- rında, “PKK ne istiyor, bilmiyoruz” di- yerek bilgisizliklerini ayyuka çıkarsın! Oysa PKK’nin ne istediği Öcalan’ın ya- kalanmasından sonra netleşmişti. Ör- güt “Kürt dili ve kimliğinin anayasaya girmesini ve Öcalan’ın serbest bırakı- larak siyasi yaşama entegre edilmesi- ni” savunuyor. Dağlarda asker- lerin şehit edilmesi, kent merkezlerinde çocuk, kadın deme- den onlarca yurttaşın bombalarla öldürül- mesi işte bu hedefe hizmet ediyor. PKK’nin şiddet yoluy- la dayatmaya çalıştığı bu talepler, son zamanlarda kimi çevrelerce de açıkça dile getiriliyor. Örneğin AKP’li Dengir Fırat’ın üç DTP milletvekiliyle başba- şa yediği yemekte de “İmralı süreci”nin tartışıldığı söyleniyor. Türkiye ile ya- kınlaşmaya çalışan Mesud Barzani son günlerde, “Genel af”tan söz ede- rek aslında Öcalan’ın durumuna vur- gu yapıyor. Yayınlarıyla adeta PKK’nin psikolojik savaşına katkı sunan Taraf adlı gazetede dün yayımlanan bir rö- portaj ise Öcalan konusundaki ütop- yalarda sınırın aşıldığını gösteriyor. Neşe Düzel’in sorularını yanıtlayan Av- ni Özgürel şöyle demişti: “Anayasa dahil Kürtleri rahatsız eden bütün metinler yeniden yazılma- lı. Öcalan’la görüşülmeli. Öcalan’ın tabanını ikna edeceği bir çözüm for- mülü ortaya çıkarılmalı. İmralı süreci de bitmeli. Ceza İnfaz Yasası buna müsait. Affı söz konusu olamaz ama Türki- ye’de istediği şehirde arazi alabilir ve gün- delik siyasetin dışında tutula- rak bu mekân- da ziyaretçile- riyle görüşerek yaşayabilir. Asker se- viyesinde de buna giderek yaklaşıldı- ğını biliyorum.” Öcalan için küçük bir devletçik ku- rulmasını önerebildiğine göre Özgürel’in bildiği önemli şeyler olması gerekiyor! Ne de olsa “Öcalan’ı MİT’in kurduğu Fi- kir Ajansı’nda gördüm” diyen kendisi değil miydi? 20Ekim2008(EvrenselGazetesi) Yaz Yağmuru!.. Etek ve Gökçek!.. CHP’nin Murat Karayalçın’ı An- kara’dan belediye başkan adayı gös- termesi Melih Gökçek’i paniğe sevk etmiş. Karayalçın’ın Deniz Baykal’la bir araya gelmesinden bu yana Gök- çek her gün bir gazete ve televizyon kanalında kendisini ilgilendirmeyen parti içi meselelerle ilgili feryat figan ediyor. Yok efendim, “Karayalçın DTP’yi de yanına alsın”mış!.. “Kara- yalçın seçilemezse politikayı bırak- malı”ymış. “Karayalçın’ın asıl gayesi CHP’nin başına geçmek”miş, “Baykal, Karayalçın konusunda Önder Sav’ı yok saymış!” falan filan!.. Biat medyasının Gökçek’in her lafını göklere çıkarma- sı anlaşılıyor. Ancak her fırsatta AKP’li başkana mikrofon uzatan anlı şanlı medyamızın bir tek çalışanı, Gök- çek’e, “İyi de, CHP’nin iç meselesin- den sana ne” diye sormuyor! Gaze- tecilik, eteği tutuşmuş politikacıların kendileriyle ilgisiz çıkışlarına çanak tut- mak olmamalı! Medya insanları asıl so- rumluluklarıyla ilgili uyarmaktan ka- çındığına göre Gökçek’e verilecek yanıt konusunda bir tek umut kalıyor; seçimi ve seçmeni beklemek! Peterhof’ta müzikli karşılama
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle