Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
M
arki de Custine 19.
yüzyõl Peters-
burg’unu “Asya
barbarlığı üzerine
atılmış bir tül; tarihte, Rus top-
raklarında kökleri olmayan bir
dekor-façade-görüntü kültü-
rü” diye tanõmlõyor.
“Batı’nın ilk Rusya uzmanı”
olarak nam salan Fransõz aristok-
ratõ, Rusya’nõn bu en Batõlõ ken-
tini, “Avrupa’ya benzemek uğ-
runa gösterdiği ölçüsüz tutku ve
çaba” nedeniyle yeriyor.
“Avrupalılaşmak” niyetine,
akşamdan sabaha, kuş uçmaz
kervan geçmez bir bataklõk kõyõ-
sõnda, “tepeden inme çar fermanıyla”
seferber edilen ve cümlesi “Avrupalı
olan mimarlar” eliyle dikilen bu im-
paratorluk başkentinin “yapaylığını”
eleştiriyor.
Oryantalist tonu bir yana; Custine’in
St. Petersburg için yaptõğõ “dekor kül-
türü” –“façade”- tespiti; itiraf etmek ge-
rekir ki doğru ve hedefi tam on ikiden vu-
ruyor.
PETERHOF, RUS ÇARLARININ
VERSAY’I
Peterhof Sarayõ, bu “dekor kültürü-
nün” uç noktasõ. 36 yõl tahtta kalan Bü-
yük Petro (1689-1725); Paris’te gördü-
ğü Versay’a nazire olaraktan inşa ettir-
diği bu “yazlık sarayda” düşünülebi-
lecek en gösterişli, en şaşaalõ havuzlarõ,
heykelleri yaptõrmõş.
Bin hektara yayõlan bir arazide aklõnõza
gelebilecek en görkemli parklar, beş sa-
ray, düzinelerle havuz ve fõskiye, birbi-
rinden gösterişli sayõsõz heykel var. Sa-
dece sarayõn ön cephesinde, kat kat, çağ-
layan şeklinde yukarõdan aşağõ inen ba-
samaklar üzerinde inşa edilen havuz ve
fõskiyeleri çevreleyen altõn kaplama
heykellerin sayõsõ 37!
Tüm heykelleri böyle safi altõn kap-
lamadan yapõlmõş başka bir saray yok-
muş dünyada. Gerek koreografisi, ge-
rekse de bu olağanüstü şaşaasõ nedeniyle
Peterhof’un girişi insanda, “gerçek bir
mekâna” değil de, tamamõyla bir dekora
girme duygusunu uyandõrõyor.
RENOVASYONA 1.5 MİLYAR
DOLAR HARCANMIŞ
Tüm şehir böyle.
Peterhof gibi: “Ba-
kın biz ne zenginiz,
ne kültürlüyüz, ne
estetik ve sanat se-
veriz, Avrupa sa-
natının en âlâsını,
damardan; Avru-
palı tekmilinizden
daha mükemmel ve
daha görkemli icra
ederiz… Gücümüz
ve paramızla biz si-
zi döveriz!..” anla-
yõşõyla yaratõlmõş.
Estetik, zarif, şõk, güzel olmasõna gü-
zel bir kent St. Petersburg. Ama bu do-
zu tutturulamamõş ya da dozu kaçõrõlmõş
“dekor” tarafõ insanõ rahatsõz ediyor.
Beş yõl önceki 300. yõl kutlamalarõ ve-
silesiyle üstüne üstlük bir de topyekûn
restorasyondan geçmiş şehir. Bizzat Pe-
tersburglu olan Putin, çarlõk Rusyasõ baş-
kentine eski görkemini iade etmek adõ-
na 1.5 milyar dolar harcamõş. Bütün bü-
yük saraylar, müzeler, oteller, baştan so-
na yenilenip bir de böyle gõcõr gõcõr olun-
ca; ziyadesiyle “dekoru” andõran at-
mosfer iyice ön plana çõkmõş.
Şehrin yaşanmõşlõğõndan büsbütün bir
şeyler gitmiş, bir şeyler eksilmiş sanki…
Petersburg’u Petersburg yapan, sõra dõ-
şõ tarihi ve benzersiz çelişkilerinden
kaynaklanan o muhteşem Rus edebiya-
tõ olmasa, bu süper restorasyonun ar-
dõndan “kentin ruhunu” yakalamak tü-
müyle olanaksõz olacak.
Rehberimiz “Ama şu da var!” diye
kinayeli bir tonla bizi teselli ediyor: “Bu
temizlenmiş, yaldızlanmış versiyo-
nuyla Petersburg’u siz, tam da Büyük
Petro’nun yeni yaptırdığı haliyle gör-
müş oluyorsunuz. Şehir ilk kuruldu-
ğunda da, işte tam böyle ‘gõcõr gõcõr’ ol-
malıydı!”
İstanbul ve Venedik gibi, bir “su
şehri” St. Petersburg.
Ama İstanbul ve Venedik gibi suyun
üzerinde yükselen belirgin bir profili yok.
“Venedik kanallarının ince hüznünü”,
İstanbul’un “gizemini”, asõrlarõn yük-
lediği özel “elektriği” bulamõyorsunuz
burada.
Doğanõn efsunlu dokunuşunu -senenin
iki ayõ; haziran ve temmuza yayõlan-
“Beyaz Geceler” dõşõnda- hissetmiyor-
sunuz… Petersburg çünkü doğa koşul-
larõ zorlanarak, doğaya inat, “doğaya
karşı yapılmış” bir yer.
‘AVRUPA GÖREN’ İLK
HÜKÜMDAR
Kõş aylarõnda insanõn iliklerini don-
duran kentin rutubetli, sert ikliminden ya-
kõnan II. Katerina’ya, rivayet ola ki; göz-
delerinden biri, vaktiyle şu yanõtõ vermiş:
“Haşmetmeab! Bu Tanrı’nın suçu
değil. Büyük bir imparatorluk baş-
kenti, yanlızca ayılar ve kurtların ya-
şamına müsait olan bir habitata ku-
rulursa; olacağı budur!”
Ayõlarõn habitatõna, iddialõ bir “im-
paratorluk başken-
ti” dikmeye kalkõşan
Deli Petro; “Avrupa
gören ilk Rus çarı”
oluyor. Kendisinden
“bir buçuk küsur
asır” sonra “Avru-
pa’yı ziyaret eden
ilk Osmanlı impa-
ratoru” Abdülaziz
gibi tõpkõ; gezdiği yer-
lerden acayip etkile-
niyor. Ve Avrupa baş-
kentlerine tõpatõp ben-
zeyen bir şehir kurar-
sa, “Rusya’yı Avrupalılaştıracağını”
düşünüyor. Uygar bulvarlara, uygar bi-
nalara, uygar eserlere bakan Ruslarõn;
“yüksek sanata” baka baka incelecek-
lerini, uygarlaşacaklarõnõ varsayõyor.
Avrupa uygarlõğõna açõlan böylesi bir
pencerenin, denizlere açõlmak suretiyle
mümkün olabileceğine karar kõlan hü-
kümdarõn, öncelikli tercihi aslõnda “ha-
bitatı müsait” Karadeniz ve Kõrõm...
Ancak Karadeniz’e dilediğince hakim
olamayacağõnõ anlayõnca, eli mahkûm
Baltõk’a çõkõyor. Ve Finlandiya Körfe-
zi’ne açõlan Neva Nehri ağzõnda, İs-
veç’ten aldõğõ bataklõklar üzerinde bu
kentin temellerini atõyor.
DELİ PETRO “ÜTOPYASI”
“Çarlık başkentini sil baştan ya-
ratmak” saplantõsõnõ rehberimiz böyle
uzun uzun hikâye ettikten sonra araya -
yarõ şaka, yarõ ciddi- şu anekdotu da sõ-
kõştõrõyor: “Petro, büyük bir vizyo-
nerdi. Rusya’yı dışa açan ilk çar o ol-
du. Ondan önce imparatorluk, içine
nüfuz edilemez, dış dünyaya kapalı bir
evrendi. Petro’nun vaktiyle Karade-
niz’de Türkleri alt edememesi St. Pe-
tersburg için talihsizlik! Büyük Petro
emellerine ulaşmış olsaydı, bu muh-
teşem şehir, iklimi ideal Karadeniz kı-
yılarında kurulmuş olacaktı…”
Karadeniz’in “sıcak sularını” o gün
bugün düşlerinden çõkaramayan Ruslar
için St. Petersburg; “güneye inemedik;
kuzeye çıkalım” hesabõna denklenmiş
böyle bir “tavizin” sonucu... Ama bu
“taviz”, Petro’nun hayalindeki “ütop-
ya kentini”; kil gibi dilediğince şekil-
lendirmesine de olanak tanõmõş.
CMYB
C M Y B
21 EKİM 2008 SALI CUMHURİYET SAYFA
DİZİ 9
Peterhof’ta “Taht salonu” ve “Arz salonu” çepeçev-
re Osmanlı donanmasının Çeşme’de yakılmasını tasvir
eden “Çeşme tablolarıyla” dolu. Tabloların öyküsü
şöyle: Karadeniz’e doğrudan çıkamayan II. Katerina,
gemilerini Baltık’tan indirip, Avrupa’yı dolaşarak,
Çeşme’de Osmanlı’yı gafil avlıyor. Rus gemilerinin üç
ay süren bu seferi sırasında, kara haber Osmanlı’ya
ulaşmasına ulaşıyor. Ancak Lord Kinross’un “Osman-
lı İmparatorluğu’nun Yükselişi ve Çöküşü” kitabında
anlattığı üzere Türkler buna inanmıyor: “Coğrafya
bilgileri kıt olan Türkler, kendilerine duyurulan tehdi-
de aldırmadılar. Ruslar bir donanmayı Baltık’tan nasıl
Akdeniz’e indirebilirlerdi?”(s. 401) Bu aymazlığın so-
nu, Türk donanmasının Çeşme önlerinde çıra gibi tu-
tuşturulması oluyor (1770). “Çeşme tabloları” Kin-
ross’un; “Barut ve toplarla dolu liman, Türklerin bü-
tün deniz kuvvetlerini yutan bir volkan olmuştu!” söz-
leriyle anlattığı sahneleri resmediyor. “Çeşme savaşı”,
Rusya’nın Karadeniz yayılmacılığında dönüm noktası.
Tablolar çarlık sarayında bu nedenle baş köşede sergi-
leniyor. Rusya’nın zaferini, Osmanlı parçalanmasının
başlangıcı 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması izliyor.
II. Katerina dokuz yıl sonra 1783’te, Petro’dan beri
çarların düşü olan Kırım’ı Rus topraklarına katıyor.
Karadeniz ihtirası: Peterhof’un ‘Çeşme Salonu’
‘ Y E N İ R U S İ N S A N I ’ İ D D İ A S I
St. Petersburg’u görmeden Rusya’yı, Rusları anla-
mak olanaksız. “Aydınlanma Avrupa’sıyla boy
ölçüşmek” iddiasıyla kurulan St. Petersburg;
Rusya’nın Avrupa’ya bakışı ve Avrupa kültürü ile iliş-
kisi denli, Rus kültürünün çelişkileri ve ihtiraslarının
boyutlarını anlamak açısından da kilit önem taşıyor.
Büyük Petro’nun “yeni Rus insanını” yaratmak ve
Avrupa’nın reformcu fikirlerini hayata geçirmek ama-
cıyla kurduğu kentte; aynı mirası devralan II. Katerina
ileriki yıllarda (1762-1796) işi Voltaire’le mektuplaş-
maya kadar vardırıyor. Ama topraklarla birlikte
sahiplerine ait addedilen “serflerin” kaderi değişmiyor.
Louvre’la yarışan Ermitaj salonlarındaki paha biçil-
mez sanat eserlerini sanatçılara ısmarlayan, satın alan
çarlar döneminde St. Petersburg, “görkemli bir estetik
düşü” olmaktan ileri gidemiyor. Büyük Petro’dan II.
Katerina ve son çar II. Nikola’ya dek uzanan bu iddialı
serüvenin sonunda Romanov hanedanı; “üfürükçü bir
şarlatanın”, “kara güç” Rasputin’in (Bknz. Altıncı
Bölüm) eline düşüyor. “Aydınlanmayı ararken, kara
güce teslim olmanın” faturasını Rusya ve St. Peters-
burg 1917 Bolşevik devrimiyle ödüyor.
İSKELETLER ÜZERİNDE
YÜKSELEN KENT
B
üyük Petro; “ortaçağ Rus-
yasõ’nõ” eski başkent Mos-
kova ile birlikte geçmişe gö-
müp, ismini verdiği bu yeni baş-
kentte “geleceğin Rusyasõ’nõ” kur-
mak istemiş. Hollanda, İngiltere,
Almanya, Avusturya’da 18 ay sü-
ren ilk Avrupa gezisinde tanõdõğõ
Avrupalõ sanatkârlar ve teknisyen-
leri, İtalyan mimarlarõ etrafõna
toplamõş. Neva bataklõklarõnõ te-
mizlemek için de savaş mahkûmla-
rõnõ, askerleri ve serfleri kullan-
mõş. Kentin inşasõnda soğuk, sel,
hastalõktan 150 bin kişi ölmüş. “İs-
keletler üzerinde yükselen kent”
lakabõnõ alan Petersburg’un bu
nedenle “lanetli” olduğuna inanõl-
mõş. Büyük Avrupa turunda gemi
yapõmõna da merak saran Petro,
“fetihlerini” sürdürebilmek için
Avrupa güçleri gibi bir deniz filo-
suna sahip olmasõ gerektiğini an-
lamõş. Hollanda’dan sağladõğõ tek-
nik yardõmla, ilk Rus donanmasõnõ
burada inşa ettirmiş. 1703’te baş-
latõlan Petersburg inşaatõnõ, ahşap
bir kulübeden (“Peter’s Log Ca-
bin”) izleyen çar, projede mimar-
lar, mühendisler, marangozlarla
birlikte çalõşmõş.
SÜRECEK
Petersburg
Karadeniz’de olsaydõ
Kent İstanbul ve Venedik gibi, bir ‘su şehri’.
Ama Venedik’in hüznünü, İstanbul’un gizemini
ve elektriğini burada bulamıyorsunuz.
Peterhof Sarayı
Yaşamın kimi ne-
reye sürükleyeceği
belli olmuyor. Günümüz dün-
yasında birey bir düşünce labirentinde
önce karanlıkta bocalıyor, oradan
da kan çukuruna sürüklenebiliyor!
“Nur evinde ders aldık” diyen Zirve
Yayınevi katliamı sanıklarından Kür-
şat Kocadağ, şeyhinin evinden çık-
mayan Danıştay eylemcisi Alparslan
Arslan ve Rahip Santoro’yu vurma-
dan önce tarikat evlerinin müdavimi
olan O.A. karanlıktan kan çukuruna
yönelenlerden birkaçıydı!..
Benzer ilişkilerin daha somut ör-
nekleri vardı. Örneğin Hürriyet gaze-
tesinde, 27 Mart 2007’de yayımlanan
bir haberde, Hrant Dink cinayetinin
kilit ismi Erhan Tuncel için, “Ortaokul
ve lise yıllarında Elazığ’da, Fethullah
Gülen cemaatine bağlı ışık evlerinde
kaldığı tespit edildi” diye yazılmıştı!..
2003 Kasım ayında HSBC Genel
Müdürlüğü’ne intihar saldırısı dü-
zenleyen El Kaide üyesi İlyas Kun-
cak’ın kızı Hubeyda, 5 Aralık 2003 ta-
rihli Milliyet gazetesine, “Babam 30
yaşındayken bir arkadaşının vasıtasıyla
Fethullah Hoca’nın Nur cemaatine gi-
rerek İslama yönelmiş” demişti!..
Bunları niye mi anımsattık? Çünkü
cemaat üyeliğinden El Kaide’ciliğe ve
türban tetikçiliğine sürüklenenlerin
son durağı PKK’ydi! Terör örgütünün
yayın organı ANF’nin 19 Ekim’de,
“Çorum ve Urfa’dan dağa çıkış!”
başlıklı bir haberi işte bu tuhaflığı yan-
sıtıyordu! Haberde, Urfa’nın Siverek
ilçesinden örgüte katılan “Sarya” ad-
lı bir kızın yaşamı anlatılıyordu. Dic-
le Üniversitesi öğrencisiyken örgüte
katılan bu teröristle ilgili asıl ilginçlik
şöyle yazılmıştı:
“Sarya, babasının AKP üyesi oldu-
ğunu vurguladı. Ailesindeki dini eği-
limlerin güçlü olmasından kaynaklı
olarak orta ve lise eğitimi boyunca Adı-
yaman’da Fettullah Gülen’e bağlı ce-
maat evlerinde kalan Sarya, cemaat ya-
şamındaki monoton ve tekdüze yaşa-
mın duvarlarına çarpar. Bir taraftan ai-
le baskısının, diğer taraftan da içinde
kalmaya zorlandığı ortamın oluştur-
duğu duvarları aşma gücü göstere-
meyen Sarya, kendisine dayatılan ko-
şullara zorunlu olarak boyun eğer.”
Din sosyolojisi uzmanları, kimi Nur-
cuların 12 Eylül’den sonra Hizbul-
lahçılık şiddetini yaratmasına nasıl yo-
rum getiremediyse son yıllarda ce-
maat yaşamından şiddet sarmalına
savrulan hoşgörü müritleri konusun-
da da suskun kalacaktır! Bunlar da
münferit vakalar diye gözardı edile-
cektir! Bizler de belki Bugün gazete-
sinin eski Talibancı yazarı Mehmet
Metiner ile imam hatip kültürünü
modern zamanlara kurban eden ben-
zerlerinin laikçilik oynamalarına şük-
redeceğiz!
İrticanın gür sesi Vakit’in küfürleriyle
ünlü yazarı Hasan Karakaya’nın dün-
kü yazısı, birlikte hacca gittiği okurları-
nı bile güldürmüştü. Şaban Dişli’nin rüş-
vet olayı, Deniz Feneri’nde vicdan hır-
sızlığı ve Dengir Fırat’ın adının hayali ih-
racatla anılması konusunda kılını kıpır-
datmayan Karakaya, “Bu meslekte fik-
ri takip esastır” diye ahkâm kesmişti!
Belli ki Karakaya tüm Müslümanların yü-
reğini yaralayan bu üç vakayı fikri taki-
be layık görmemişti! Belli ki kendi de-
yimiyle bunları “Yaz yağmuru gibi ge-
lip geçen haberler” diye yorumlamıştı!
Vakit’in diğer yazarı Ali İhsan Kara-
hasanoğlu ise cumartesi günkü köşe-
sinde, Danıştay baskıncısı Alparslan Ars-
lan’ın “Dinci” değil “Ergenekoncu” ol-
duğunu yazmış ve bu yüzden Cumhu-
riyet’in özür dilemesi gerektiğini vur-
gulamıştı! Oysa sık sık Salih Kunter ad-
lı şeyhini ziyaret ederek vaaz dinleme-
si, “Danıştay’ı türban kararlarına tepki için
bastım” demesi Arslan’ın ideolojisini an-
latmaya yetiyordu. Arslan’ın babası İd-
ris’in, “Milletin değerlerine saygılı ol-
mayana bu millet gereken dersi verir. Ül-
kede İslam düşmanları var” demesi de
Danıştay saldırısının dinci bir kalkışma
olduğunu gösteriyordu. Tarsus’taki
Hizbullah cinayetlerini “namus meselesi”
diye yazan Vakitçiler, eylemleri örtbas
etme, eylemcileri masum gösterme
konusunda deneyimlidirler!.. O yüz-
den asıl özür dilemesi gerekenlerin
yağmuru beklemesine gerek yoktur!
Öcalan’a Arsa Aranıyor!..
“Adalet Bakanlığı Uluslararası Hu-
kuk ve Dış İlişkiler Genel Mü-
dürlüğü’ne bağlı teşkilatın 1 Genel Mü-
dürü, 3 Genel Müdür Yardımcısı, 4 Dai-
re Başkanı, 30 tetkik hâkimi, 5 şube
müdürlüğü, 124 çalışanı bulunuyor.
Adalet Bakanlığı bu kadar çalışanları
olmasına rağmen ‘Deniz Feneri dos-
yasını’ Frankfurt’tan hâlâ
getirtemedi. 16 gün geçti.
Unutturmak istiyorlar.”
Necati Doğru, Vatan
“AKP, iyice ‘Batı Ku-
lüpçü’ oldu. Saadet
Partisi ise ‘Ulusalcı’ kimliği-
ni muhafaza ediyor. AKP ‘ik-
tidar yozlaşması’ denilebi-
lecek bir kirlenmeyi yaşarken, Saadet
Partisi daha temiz bir siyasi oluşum gi-
bi görünüyor. Numan Kurtulmuş’u
dikkatle izleyeceğim. AKP, imtiyazlı bir
hal aldıkça, bir bakarsınız fakir fukara
Saadet Partisi’ne doğru akıvermiş.”
Nazlı Ilıcak, Sabah
e-posta: mfarac@cumhuriyet.com.tr
MED CEZİR
MEHMET FARAÇ
Cemaatten PKK’ye!..
Strateji abideleri “PKK’yi MİT kur-
du”diye komplo teorileri üretsin! Zaman
gibi gazeteler,“PKK Ergenekon’un
kontrolünde” diye uçuk manşetler at-
sın!.. Eski MİT’çi Mahir Kaynak gibi
“uzman”lar ise televizyon programla-
rında, “PKK ne istiyor, bilmiyoruz” di-
yerek bilgisizliklerini ayyuka çıkarsın!
Oysa PKK’nin ne istediği Öcalan’ın ya-
kalanmasından sonra netleşmişti. Ör-
güt “Kürt dili ve kimliğinin anayasaya
girmesini ve Öcalan’ın serbest bırakı-
larak siyasi yaşama entegre edilmesi-
ni” savunuyor. Dağlarda asker-
lerin şehit edilmesi,
kent merkezlerinde
çocuk, kadın deme-
den onlarca yurttaşın
bombalarla öldürül-
mesi işte bu hedefe
hizmet ediyor.
PKK’nin şiddet yoluy-
la dayatmaya çalıştığı bu talepler, son
zamanlarda kimi çevrelerce de açıkça
dile getiriliyor. Örneğin AKP’li Dengir
Fırat’ın üç DTP milletvekiliyle başba-
şa yediği yemekte de “İmralı süreci”nin
tartışıldığı söyleniyor. Türkiye ile ya-
kınlaşmaya çalışan Mesud Barzani
son günlerde, “Genel af”tan söz ede-
rek aslında Öcalan’ın durumuna vur-
gu yapıyor. Yayınlarıyla adeta PKK’nin
psikolojik savaşına katkı sunan Taraf
adlı gazetede dün yayımlanan bir rö-
portaj ise Öcalan konusundaki ütop-
yalarda sınırın aşıldığını gösteriyor.
Neşe Düzel’in sorularını yanıtlayan Av-
ni Özgürel şöyle demişti:
“Anayasa dahil Kürtleri rahatsız
eden bütün metinler yeniden yazılma-
lı. Öcalan’la görüşülmeli. Öcalan’ın
tabanını ikna edeceği bir çözüm for-
mülü ortaya çıkarılmalı. İmralı süreci de
bitmeli. Ceza İnfaz Yasası buna müsait.
Affı söz konusu olamaz
ama Türki-
ye’de istediği
şehirde arazi
alabilir ve gün-
delik siyasetin
dışında tutula-
rak bu mekân-
da ziyaretçile-
riyle görüşerek yaşayabilir. Asker se-
viyesinde de buna giderek yaklaşıldı-
ğını biliyorum.”
Öcalan için küçük bir devletçik ku-
rulmasını önerebildiğine göre Özgürel’in
bildiği önemli şeyler olması gerekiyor!
Ne de olsa “Öcalan’ı MİT’in kurduğu Fi-
kir Ajansı’nda gördüm” diyen kendisi
değil miydi?
20Ekim2008(EvrenselGazetesi)
Yaz Yağmuru!..
Etek ve Gökçek!..
CHP’nin Murat Karayalçın’ı An-
kara’dan belediye başkan adayı gös-
termesi Melih Gökçek’i paniğe sevk
etmiş. Karayalçın’ın Deniz Baykal’la
bir araya gelmesinden bu yana Gök-
çek her gün bir gazete ve televizyon
kanalında kendisini ilgilendirmeyen
parti içi meselelerle ilgili feryat figan
ediyor. Yok efendim, “Karayalçın
DTP’yi de yanına alsın”mış!.. “Kara-
yalçın seçilemezse politikayı bırak-
malı”ymış. “Karayalçın’ın asıl gayesi
CHP’nin başına geçmek”miş, “Baykal,
Karayalçın konusunda Önder Sav’ı yok
saymış!” falan filan!.. Biat medyasının
Gökçek’in her lafını göklere çıkarma-
sı anlaşılıyor. Ancak her fırsatta AKP’li
başkana mikrofon uzatan anlı şanlı
medyamızın bir tek çalışanı, Gök-
çek’e, “İyi de, CHP’nin iç meselesin-
den sana ne” diye sormuyor! Gaze-
tecilik, eteği tutuşmuş politikacıların
kendileriyle ilgisiz çıkışlarına çanak tut-
mak olmamalı! Medya insanları asıl so-
rumluluklarıyla ilgili uyarmaktan ka-
çındığına göre Gökçek’e verilecek
yanıt konusunda bir tek umut kalıyor;
seçimi ve seçmeni beklemek!
Peterhof’ta müzikli karşılama