08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 21 EKİM 2008 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL ‘Daha Çok Onlar.. Yaşamalıydı...’ Bu, Nail V.’nin, ünlü adıyla Nail Çakırhan’ın bir şii- rinin, bir kitabının adı... “Daha Çok Onlar”... Kim onlar? “Onları hep birer birer/ Tanıyorum/ Onlarla yan ya- na/ Boyanamadığım için kana/ Kendi kendimden uta- nıyorum/ Daha çok onlar yaşamalıydı/ Daha çok on- lar hak etmişlerdi bunu/ Daha çok onlar bilirlerdi/ Yaşamanın ne olduğunu/ Ben onlardan öğrendim/ Sev- meyi sevilmeyi/ Bana onlar öğrettiler/ Dostu dost, düşmanı düşman bilmeyi/ Kafamı onlar yoğurdular.” Bir dostu öte yana yollamadılar. Onun burdan başka yeri yok! O kendi topraklarında, kendi dünyasında, ‘on- lar’ dediği dostlarının yanında, şiirleriyle, yarattıklarıyla... Hep ‘onlar’la birlikteydi Nail Çakırhan? “O topraklarda ayrı gayrı bilinmez/ O topraklarda hep el ele tutulmuştur/ O topraklarda dert unutulmuştur/ Burcu burcu ekmek kokan baharda/ Ağız dolusu gü- lünür o topraklarda.” Göremedi, bizler de göremedik, belki de hiç göre- meyeceğiz ‘onlar’ın hak ettikleri mutluluğu!.. Nail V.’nin yüz yıla yaklaşan yaşamı onlar içindi!. Onlar’ın terle- riyle, emekleriyle, hayalleriyle kurmak, yaşatmak is- tedikleri bir güzel dünyayı... “Kavgam onların adıyla anılır/ Onlar öyle aç/ Öyle çıplak/ Sanılır/ Ama/ Onlar tattılar/ İlk önce asıl tokluğu/ Daha çok onlar yaşama- lıydı.” Yazılar, çalışmalar, yapıtlar, şiirler, çabalar, direnişler, başkaldırıya, hak aramaya, yaşam denilen serüven- de ayakta kalmaya çağrılar!.. Böyle geçen doksan se- kiz yıl!.. Geçen gün Akyaka’da, Yücelen Otel’in bahçesin- de, Nail Çakırhan heykelinin önünde... Valisinden mil- letvekiline, şairinden heykelcisine, sinemacısına, mi- marlarına, köylüsünden kentlisine, ülkenin değişik yö- relerinden koşup gelenlere... Bir ayrılış türküsü değil- di o konuşmalar, o konuşmaları dinleyenler, o dok- san sekiz yılı taşıyan tabuta ellerini uzatanlar! Bir dos- tun ayrılış töreninde gibiydiler... ‘Onlar’ nerdeydi mi? Birkaçı vardı. Birçoğu yoktu! Bugün yoktu, ama bir zaman gelecek ‘onlar’ işin iç yüzünü anlayacak- lar, niçin ezilmişliklerini, niçin aç kaldıklarını, niçin işsiz, uğraşsız, yalnız ve terkedilmiş olduklarını; kendi el- leriyle, güçleriyle toplumda güzellikler, iyilikler yara- tacaklarını, o günün geleceğini, er geç... Ne demişti o 12 Eylül 2001 sabahı Yücelen Otel’in bahçesinde: “Bak, ben göremem, ama belki sen görürsün, Amerika denen ülke çökmeye başlıyor... Bu ilk belir- ti. Gerçek devrim Amerika’da kopacak...” Bir gün önce New York’ta Ticaret Merkezi yerle bir olmuştu. Nail V. Akyaka mezarlığına doğru götürülürken ben o günü yaşıyordum. PENCERE İnanılır Gibi Değil, Ama, Gerçek... Polis, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perin- çek’in evinde, artık pek meşhur Ergenekon so- ruşturması için arama yaparken ne bulmuş?.. 12 Mart sıkıyönetiminin 1973’te düzenlediği be- nim hakkımdaki iddianamesini... Aradan kaç yıl geçmiş?.. 35 yıl... 12 Mart sıkıyönetiminin iddianamesinde ne ya- zıyor?.. Artık önemli değil; çünkü bu davadan beraat et- tim... Ama Ergenekon iddianamesinin bana ilişkin bö- lümünde sözcüğü sözcüğüne şu satırlar var: “Şüpheli İlhan Selçuk hakkında tanzim edilen iddianamenin şüpheli Doğu Perinçek’te ele ge- çirilmiş olması, aralarındaki organik bağın varlığı açısından önemli görülmüştür.” İnanılır gibi değil, ama, gerçek... 1973’te açılan ve üzerinde nice yayınlar yapı- lıp nice kitaplara geçen dava iddianamesinin Do- ğu Perinçek’in evinde bulunması, ikimiz arasın- daki “terörist örgüt” bağına delil sayılıyor... Dahası var... Ergenekon iddianamesinde Savcı Zekeriya Öz diyor ki: “Şüpheli İlhan Selçuk, bahsi geçen iddiana- menin tanzimine neden olan suçlamalardan do- layı gözaltına alındığında yazılı olarak hazırladığı savunmasının içine akrostişler yerleştirmiş olup, her tümcenin sondan ikinci sözcüğünün başharfleri yan yana getirildiğinde ‘işkence altındayım’ iba- resi ortaya çıkmıştır. Buradan şüphelinin (İlhan Selçuk’un) ne kadar uyanık ve zeki olduğu anlaşılmıştır. Ergenekon terör örgütü içindeki faaliyetlerinde de hiçbir zaman açık vermemeye çok dikkat et- tiği, örgütün gizlilik ilkesine maksimum uyduğu an- laşılmıştır.” Ergenekon’un iddianamesi vallahi billahi işte böyle... Savcı Zekeriya Öz’e beni “uyanık” ve “zeki” bul- duğu için teşekkür ederim; ama, ne yazık ki ben kendisini yeterince uyanık ve zeki bulmuyo- rum... Hiçbir hukukta, hiçbir yasada, hiçbir usulde bu mantıkla iddianame yazılamaz... Aklımızı peynir ekmekle mi yedik biz?.. Bu köşeye sığmaz, ama, Ergenekon iddiana- mesinin bana ilişkin bölümlerini bir gün belki ga- zetede yayımlayabiliriz diye düşünüyorum... Neden?.. Cümle âleme ibret olsun diye... Okuyanlar icat edilen iddialara ve geçerli man- tıksızlığa kahkahalarla güleceklerdir.. İddianameye göre bana ilişkin suçlamasında Savcı Zekeriya Öz diyor ki: İlhan Selçuk çok zekidir.. Bu nedenle açık vermiyor.. Cep telefonu bile kullanmıyor.. Telefonda da dikkatli konuşuyor.. Tecrübeli ve profesyoneldir.. Sonra?.. İddianamede deniyor ki: “Ergenekon terör örgütü yapılanmasında Er- genekon başkanlığı bünyesi içinde yer alan ‘Teo- ri, Tasarım ve Planlama Dairesi Başkanlığı’ gör- evini yürütüyor.” Delil?.. Yok.. Belge? Yok.. Kanıtsız bir edebiyat ve havsalaya sığmayacak havaiyatla yazılmış bu iddianame Türk hukuk ta- rihinde yüz karasıdır ve bir eşi daha yoktur. Son bir örnekle iddianamenin nasıl şişirildiği- ni sergileyerek yazıyı noktalayayım... “Şüpheli İlhan Selçuk 1962 yılından beri Cum- huriyet gazetesinde fıkra yazmakta olup, kendi- sini solcu bir yazar olarak tanıtmakta, ilerleyen ya- şı ve tecrübesiyle şu anda gazetecilik yapan bir- çok önemli şahsiyetin de ustası (üstadı) olarak gö- rülmektedir. Zaten gazete çalışanları ve okurları tarafından kendisine ‘İlhan Abi’ denilmektedir. Ge- rek basın camiasında gerekse iş dünyasında sö- zü sazı dinlenir, ağırlığı olan bir kişilik olarak ta- nınmaktadır.” İyi de, böyle birini hiçbir yazılı-yazısız delil ol- madan iddianamede “terörist örgütçü başı” di- ye suçlamak akıl kârı mı a benim çıkmaza girmiş savcım?.. B iz 60’lõ yõllarõn devrimci kuşağõ, Fazıl Hüsnü Dağlarca’yõ özel- likle Yön ve Devrim dergilerinde yayõmlanan şiirlerinden tanõrõz. 60’lõ yõllarõn devrimci kalkõşma- sõnõn dalga dalga yükseldiği bu yõllarda anti- emperyalist bilincin oluşmasõ ve gelişmesin- de, Dağlarca’nõn bu dergilerde çõkan şiir de- metleri de etkili olur, dağlardan õlgõt õlgõt esen rüzgârõn insan bedeninde bõraktõğõ tatlõ bir ür- perme hissi verirdi. Türkiye hükümetleri ile ABD arasõnda yapõlan ve bağõmsõzlõğõmõzõ ris- ke sokan ikili anlaşmalara çatan, yeren ve ağõr bir dille eleştiren dizelerinde adeta Kurtuluş Sa- vaşõ’nõn coşkusunu yaşardõk. Örneğin, “Dağ- ların Sesi” şiirindeki şu dizeler bu belirleme- ye uygun örneklerden sadece biri: “Ağrı dağı seslenir İsfendiyar dağlarına Sarı mıyız, yas yas, al mıyız? Bunca şehit üzre ne diye dalgalanır Ame- rikan bayrakları, Türkiye onların mıdır, bizim midir, Kara toprağın bilinci miyiz, karanlık bir yel miyiz?” Dağlarca’nõn soyadõ gibi dağcõlõğõ da vardõr. Türkiye’nin ve Avrupa’nõn en yüksek doruğu olan (5137 m.) Ağrõ Dağõ’na tõrmandõğõnõ yi- ne kendi şiirlerinden biliyoruz. 1937 yõlõnda Erzurum’da piyade teğmeni ola- rak görev yapmaktadõr. Aynõ yõllarda Kara- köse’de Topçu Kurmay Binbaşõ olan 5. Cum- hurbaşkanõmõz Cevdet Sunay ile birlikte Ağ- rõ Dağõ’na tõrmanõr. Cevdet Sunay’õn Cum- hurbaşkanõ olduğu dönemde kaleme aldõğõ “Kurmay Binbaşı Cevdet Sunay’a Ağrı Dağı Bildirisi” başlõklõ şiirinin ilk dizelerinde bu tõrmanõşõ şöyle anlatõr: “Yıl 1937 Sürbahan’dan öte Serdarbulak yollarında tanıştık. Siz topçularla süvarilerle Karaköse’den geliyordunuz, biz piyadeler Erzurum’dan, Kocaman atlarımız vardı, küçücük atla- rımız Bir sevinçle dere tepe gittik mi, gitmedik mi Ağrı Dağı’na çıktık mı, çıkmadık mı?” Iğdõr üzerinden iki ayrõ koldan gelen toplam 15 subay 50 erden oluşan askeri birlik Ser- darbulak’ta buluşur. Buraya, dağõn kuzeyinde en görkemli buz tabakalarõnõn oluştuğu Aho- ra Göçüğü’nün altõndan geçilerek gelindiği sa- nõlmaktadõr. Dağõn kuzeyi Ermenistan’a, do- ğuya doğru gidildikçe İran’a komşu olur. Ser- darbulak, Büyük Ağrõ ile Küçük Ağrõ arasõn- da bir geçittir ve Türkiye’den Ağrõ üzerinden İran’a açõlan tek boğazdõr. Burasõ aynõ zamanda topçu birliklerinin atõş alanõdõr ve Ağrõ İsya- nõ’nda en yoğun çarpõşmalar bu yörede ol- muştur. Serdarbulak’tan dağõn doğu yönü izlenerek Mõhtepe rotasõndan doruğa ulaşõrlar. Kalaba- lõk bu tõrmanma ekibinden kaç kişinin doruğa ulaştõğõnõ bilemiyoruz ama ozanõmõzla Cevdet Sunay’õn ulaştõğõ kesindir. Aynõ zamanda Türk dağcõlõk tarihine de ge- çen bu tõrmanma Ağrõ Dağõ’na yapõlan tõrma- nõşlarõn ilklerinden biri de sayõlõr. Tõrmanma- yõ önemli kõlan bir başka özellik, ozanõmõzla birlikte tõrmanma ekibinin içinde bulunan üç teğmen sõrt çantalarõnda nöbetleşe bir Atatürk büstü taşõmaktadõrlar, doruğa konmak üzere. Bu olayõ ozanõn aynõ şiirinin bir başka beşli- ğinden dinleyelim: “Tanıksınız biz üç piyade teğmeni, solu- muzda Türkiyece bir mavi, Nöbetleşe aldık sac kutudaki Atatürk büstünü sırtımıza -Ata sağdı o sıra biliyorsunuz dağlarla bir- Oralardan evrene baktık mı, bakmadık mı, Ağrı Dağı’na çıktık mı çıkmadık mı?” Doruğa ilk çõkan Dağlarca ve genç subay- lardõr. Arkadan Cevdet Sunay ve ekibi gelir. Ta- mamen buzlarla örtülü doruk kazõlarak büst yer- leştirilir ve Dağlarca ile Cevdet Sunay’õn bir- likte hazõrladõğõ tutanak bir şişenin içine ko- nularak buzlarõn içine gömülür. Yine ozanõmõzdan dinleyelim bu doruk se- rüvenini: “Ne demiştik, hâlâ yüreğimdedir, tuta- nakta: ‘Türkiye’nin en büyük adamının büstü- nü, Türkiye’nin en yüksek dağına armağan ediyoruz’ Hey hey Türk olarak yücelere aktık mı ak- madık mı, Ağrı Dağı’na çıktık mı, çıkmadık mı?” Yeri gelmişken Ağrõ Dağõ’nõn jeolojik özel- liğine damgasõnõ vuran bir önemli ayrõntõya da- ha değinelim. Ağrõ, sönmüş volkanik bir dağ- dõr. Andezit ve bazalt yapõdan oluşan bu dağõn tepesi tamamen buzlarla örtülüdür. Binlerce yõl gerilerden gelen bu örtüye şapka buzulu da de- nir. Tepeden bakõldõğõnda bir elipsi andõran bu yapõnõn boyu 4, eni ise 2 km. değin uzanõr ve kalõnlõğõ ise yer yer 200 metreye ulaştõğõ sa- nõlmaktadõr. Dağõn en uzun buz dili batõsõndan, Yaşar Ke- mal’in “Ağrı Dağı Efsanesi” kitabõnda adõ ge- çen Küp Gölü’ne değin uzanmaktadõr ve ya- bancõlarõn Nuh’un Gemisi’ni arama çalõşma- larõ da genellikle batõ buz dili üzerinde yo- ğunlaşmaktadõr. Nitekim, aya giden astronot James Irwin de böylesi bir etkinlikte bu buz dili üzerinde ka- yarak düşmüş ve ölümden ağõr bir yara alarak kurtulmuştu. Binlerce yõldõr hava koşullarõ ve değişen basõnç ortamõ nedeniyle adeta beton gi- bi sertleşmiş buz tabakasõ üzerinde tõrmanan dağcõlar ipe bağlanarak ve gerektiğinde tõr- manma çivisi çakarak yol alõrlar. Ağrõ Dağõ’na henüz genç bir subayken Cev- det Sunay ile birlikte tõrmanan Dağlarca, bir yurtsever olarak Türkiye’nin ABD ile yaptõğõ ve Türkiye’yi bağõmlõ hale getiren ikili anlaş- malarõ içine sindiremez. Sonradan cumhur- başkanõ olan Cevdet Sunay’a adeta bir serze- niş niteliğindeki bu şiirini şu dizelerle bitirir- ken bunu açõkça dile getirir: “Peki, Kurmay Binbaşı Cevdet Sunay, Amerika’ya nasıl gidersin söyle, Şu ikili anlaşmaları silmeden Kaldırmadan şu yaban ellerini yurt üze- rinden, ta Mustafa Kemal… Söyle, dağlar özgürlük demektir; unuttuk mu, unutmadık mı, Ağrı Dağı’na çıktık mı, çıkmadık mı?” Dağlardan Gelen Ses: Dağlarca Sönmez TARGAN B undan dokuz yõl önce, bombalõ bir suikast sonu- cunda yitirdiğimiz Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, ülke- mizin yetiştirdiği önemli siyaset, bilim, kültür ve sanat insanlarõn- dan biri idi. Zarafeti, kibarlõğõ ve örnek dav- ranõşlarõyla kendisinden sonraki kuşaklar için simgeleşmişti. Biz- ler onu, inançlarõndan ödün ver- meyen, gerçek bir Kemalist ve ör- nek bir siyasetçi olarak tanõdõk. Kültür Bakanõ Sevgili Ahmet Taner Kõşlalõ’yõ tanõdõğõmda, on dokuz yaşõnda üniversite öğren- cisiydim. Daha sonraki yõllarda çe- şitli fõrsatlarla Sevgili Kõşlalõ ile daha yakõndan tanõşõp söyleşiler- de bulunma olanağõna sahip ol- dum. İlerleyen yõllarda görüşmeleri- miz sõklaştõ, dostluğuna eriştim. Nikâh tanõğõm olarak bana büyük onur verdi. Anõsõ önünde saygõy- la eğiliyorum. Ahmet Taner Kõşlalõ niçin öl- dürüldü? Bu sorunun yanõtõ belli- dir. Tõpkõ öldürülen diğer aydõn- lar gibi, Kemalist Devrimleri ve il- keleri benimsediği için. Cumhu- riyete sahip çõktõğõ için. Türki- ye’nin bütünlüğünü savunduğu için. Emperyalizme karşõ dik dur- duğu için... Ülkemizin aydõnlõk insanlarõ; Kemalist Devrimlere ve ilkeleri- ne sahip çõkmak için güçlerini bir- leştirip tek yumruk, tek ses olmak zorundadõrlar. Güçlerini birleş- tirmek zorundadõrlar. Çünkü örgütsüz toplumlarõn yapabileceği hiçbir şey yoktur. Bu yüzden dağõnõk ulusal güçlerin, tüm demokratik kitle örgütlerinin toparlanarak, birlikte hareket et- mesi, ülkemizin aydõnlõk günlere ulaşmasõna katkõ sağlayacaktõr. Yõllardõr ülkemizde aydõnlõk karşõtõ eylemler yaşanmaktadõr. Günümüzde de bu aydõnlõk karşõtõ eylemler çok daha büyük boyut- lara ulaşmõştõr. Anayasa Mahkemesi’nin kara- rõyla laiklik karşõtõ söylem ve ey- lemlerin odağõ olduğu belgelenen siyasi iktidar, sivil darbe girişi- minde bulunmaktadõr. Ancak bugünkü durum ne kadar kötü olursa olsun, Atatürk’ün kurduğu laik ve demokratik Cum- huriyetimizi, sonsuza dek yaşat- mak için güçlerimizi birleştirmek zorunluluğundayõz. Örgütlü olmak, bilinçli hareket etmek, ülkemizde yaşanan sivil darbe girişimini sona erdirecek ve aydõnlõğa ulaşmamõzõ sağlaya- caktõr. Kõşlalõ’nõn deyişiyle; “Ata- türk’e evet, Kemalizme evet” di- yen aydõnlõk insanlar, bu eşsiz ül- ke hepimizin. Bu güzel ülkeyi bi- limin õşõğõnda çağdaş bir Türkiye yapmak için, yarõm bõrakõlan Ke- malist Devrimlere merhaba demek için güç birliği oluşturmak ge- rekmektedir. Suay KARAMAN Atatürkçü Düşünce Der.Gen. Sek. Kõşlalõ İçin.. ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ KADIKÖY ŞUBESİ GENÇLİK VE EĞİTİM KOMİSYONLARI KONFERANS ATATÜRK VE SÜMERLER Tarih: 21 Ekim 2008 Salõ Saat: 18.00 Yer: Barõş Manço Kültür Merkezi PROGRAM: ? Açõlõş Konuşmalarõ - Hüseyin ERSÖZ (Şube Yazmanõ) (Prof. Dr. Ahmet Taner KIŞLALI ve Devrim Şehitlerimiz) - Yeşim KAM (Gençlik Komisyonu Başkan Yardõmcõsõ) (Prof. Dr. Ahmet Taner KIŞLALI-Barkovizyon Gösterimi) - Aydan TAŞKIRAN SEVİM (Eğitim Komisyonu Başkanõ) (Konuk Konuşmacõnõn Tanõtõmõ) ? Konuk Konuşmacõ Prof. Dr. Muazzez İlmiye ÇIĞ'õn Sunumu ? Candaş Müzikal Grubu müzik dinletisi Program Sunucusu: Mehmet YANARDAĞ (Yönetim Kurulu Üyesi) Caferağa Mah. Moda Cad. No:48 Kat 1, D. 2 Kadõköy-İSTANBUL Tel: 0 216 345 41 51- 418 36 46 Belgegeçer: 0 216 414 90 97 www.addkadikoy.org e-posta: [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle