18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
7 ŞUBAT 2006 SALI CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 ‘Y amak CHP’lileri açıklasın’ Eski İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş, Orgeneral Kemal Yamak’ın Özel Harp Dairesi’nde olduğunu iddia ettiği CHP’lilerin isimlerini söylemezse kendisini iftiracı olarak ilan edeceğini belirtti. Birçok karanlık olayın üstünün örtüldüğünü söyleyen Hasan Fehmi Güneş, “Burada bir devlet kusuru olduğu bir gerçek. Artık bununla bir yüzleşmemiz, halkımızdan, toplumdan özür dilememiz gerekiyor” dedi. Kenan Evren, 12 Eylül darbesini birlikte yaptığı kuvvet komutanlarıyla... di kuşkularını söyledi. Bu kuşkularımızı o dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’e söyledik. Bunları ilk kez açıktan size söylüyorum. Kendisine, ‘‘Eğer bu kuşkularımız haklıysa çok yanlış bir uygulama yapılıyor demektir. Bunu önlemeniz lazım’’ dedik. Kenan Evren, bizimle konuşmasında ‘‘Hiç bu kuşkularınıza gerek yoktur’’ diyemedi. ‘‘Hayır efendim böyle bir şey olamaz’’ diyemedi. ‘‘İnceleteceğim, bakacağım, anlıyorum sizi’’ dedi. Bir süre sonra Sayın Başbakan bana, Genelkurmay Başkanı’nın kendisine geldiğini, (Ancak çok kısa bir süre sonra değil, bir ay gibi bir süre sonra) bu konuyu incelettiğini, depolarda sayımlar yapıldığını, yani bu tür olaylarda kullanıldığına dair bir işarete rastlanmadığını söylediğini bildirdi. Bu kuşkular sadece lafta kalmış kuşkular değildi. Ordunun da en üst düzeyinde yansıtılmıştı. Bu kuşkularla bir devlet kendisine özgüvenini koruyamaz, böyle devam edemez. SUSURLUK KAZASI ŞANS ORAL ÇALIŞLAR D önemin İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’le Meclis’teki odasında konuştuk: Abdi İpekçi cinayeti gerçekleştiğinde ben göreve yeni başlamıştım. 17 gün olmuştu. Ağca’nın yakalanmasından sonra hemen harekete geçtik. Olayın diğer iki failini Ağca söyledi. Bunlardan birisini Adana’da (Yavuz Çaylan) yakaladık. Diğer isim Mehmet Şener’di. Onun bir çay ocağında çalıştığını biliyorduk. Orada arabası da duruyordu. Arabasının çevresini, çaktırmadan abluka altına aldık. Günlerce 24 saat bu çevrede onun gelmesini bekledik. Gelmedi. Kaçırıldı. Hiç yakalanamadı. Ağca’nın 15 günlük sorgusunun ardından, bir 15 günlük zamana daha ihtiyacımız vardı. O güne kadar sıkıyönetimden bu uzatma izinleri kolaylıkla alınıyordu, hiç hayır denmemişti. İlk kez Ağca’da buna engel olundu. İşte ben o zaman, Ağca, ‘‘cinayeti inkâr eder, baskı altında kabul ettim der ve inkâra kalkışabilir’’ diye düşündüm ve beraat ettirilebileceği aklıma geldi. Henüz olayın şokunu da atlatmamış ve kendisine bir destek geldiğini hissetmemişti. İstanbul’daki arkadaşlara ve zamanın İstanbul Emniyet Müdürü Hayri Kozakçıoğlu’na, Ağca’yı basının ve TRT kameralarının önüne çıkarmalarını söyledim. Orada cinayeti kendisinin işlediğini itiraf etti. Bugün artık bunu inkâr edemiyorsa ve hakkında kesin bir hüküm bulunuyorsa, basının önünde cinayeti itiraf etmesi yüzündendir. Bunun kayıtlarının bulunması yüzündendir. İpekçi’nin öldürülmesi, siyasi cinayetlerin belli düzlemden bir üst düzleme çıkarılması anlamına geliyordu. Buna ‘‘terörün eskalasyonu’’ adı veriliyor. ‘‘Ürkütücü, çarpıcı, şoke edici bir eylemle, toplumu sarsıcı bir eylemle’’ terörün bir üst basamağa tırmandırılması denebilirdi buna. GEÇMİŞLE HESAPLAŞMA Bugün geriye dönüp baktığımızda, kişilere ‘12 Eylül bir senaryonun sonucu’ Ben Kahramanmaraş olaylarından sonra o zamanki İçişleri Bakanımız İrfan Özaydınlı’nın istifası üzerine göreve getirildim. Ben o dönemde şanslı bir kadroyla çalıştım. Güvenlik güçleri terör konusunda belli deneyimler edinmişlerdi. Toplumu sarsıcı olayların tümünü benim dönemimde çözdük. Faillerini yakaladık. Abdi İpekçi olayı onlardan biridir. Balgat katliamı vb. gibi önemli pek çok olayın tetikçileri yakalandı. Genel deyimiyle güvenlik güçleri terör eylemlerinin önüne geçti. Önünü almaya başladı. O sıralarda terörle suçlanan bir siyasi lider, örgütüne yazı yazdı: ‘‘Eylemleri durdurun, silahlarınızı gömün, bir süre ortadan çekilin’’ dedi. Ben terör eylemlerine karşı üstünlük kazanıldığını hissediyordum. Devam edemedik. Edebilseydik, sanki 12 Eylül’e gelmeyebilirdik diye düşünüyorum. Önlenebilir bir noktaya gelmiştik. Ben o güveni hissetmeye başlamıştım. Biz bu işi başaracağız. Bu bitecek. (Hasan Fehmi Güneş’in görevden ayrılmasının nedeni, tam o günlerde, bir aşk ilişkisinin gazetelerin manşetlerine taşınmasıydı.) Olmadı. O zaman tabii şu düşünce üstün geliyor. Tüm bu siyasi cinayetlerin ve terör eylemlerinin bir bütün içinde bir siyasi hedefe ulaşmak için ortaya konmuş bir senaryonun parçaları olarak görüyorum. Senaryonun bütününe baktığınız zaman senaryonun sonucu 12 Eylül’dü. Hatta bunu daha önceki 24 Ocak kararlarından itibaren, onu da senaryonun içine alarak mütalaa etmek görüşü ağırlık kazandı. Ben tam o görüşte miyim, bu görüşü de bir kalemde kaldırıp atamıyorum. Tartışma dışı tutamıyorum. Ben Susurluk’u bir şans olarak görmüştüm. Susurluk’la birlikte geçmişle yüzleşerek o tablonun aydınlanacağını düşündüm. Çok şanssız bir dönem yaşadık. Bu iktidarlar onu algılayamadılar. Daha günlük davrandılar. Susurluk’tan yeterince aydınlık çıkarılamadı. Geçmişi değerlendirirken bir militana takılıp kalmanın, bir olayla sınırlı olmanın yeterli olmadığını düşünüyorum. Bunu sağı solu da aşarak çözmemiz lazım. O rahatlığa ulaşırsak, ülke demokrasisine, ülkenin geleceğine büyük bir katkı yapmış oluruz diye düşünüyorum. Keşke bu parlamentoda yapılabilse. Keşke biz oturabilsek, parlamentoda o dönemi özgürce tartışabileceğimiz, inceleyebileceğimiz, araştırabileceğimiz bir komisyon kursak. O komisyonda bütün o dönemle ilgili belgeleri, bilgileri bir araya getirsek. Onları tartışsak. Ondan bir sonuç çıkarsak. Aslında doğru yeri burasıdır. Ona hazır mı, değil mi o tartışılabilir. Benim bu son söylediğimin parlamentoya dönük bir çağrı olarak değerlendirilmesini istiyorum. KEMAL YAMAK’IN İDDİASI Zamanın Özel Harp Dairesi başkanlarından emekli Orgeneral Kemal Yamak’ın, CHP’li elemanlarının da olduğunu iddia etmesi bütün CHP’lileri töhmet altında bırakıyor, bir dönem İçişleri Bakanlığı yapmış beni daha çok öfkelendiriyor. Kemal Yamak bildiklerini açıklasın. Hangi CHP’li onlarla birlikte çalışmış söylesin. Eğer söylemezse kendisini iftiracı olarak ilan ediyorum. CHP yönetiminin de bir adım atması yerinde olur inancındayım. Çünkü böyle şeyler insanların kafalarında şüphe bırakıyor. Bir partiyi, o partiye gönül vermiş insanların kafalarını karıştırıyor ve gayrimeşru işleri meşruymuş gibi göstermeye yarıyor. ya da tek tek olaylara takılıp kalmamak gerekiyor. Burada bir devlet kusuru olduğu, birçok karanlık olayın üstünün örtüldüğü bir gerçekle yüz yüzeyiz. Artık bununla bir yüzleşmemiz, halkımızdan, toplumdan özür dilememiz ve karanlıkta kalmış noktalardaki devlet sorumluluğunu kabul edip bu karanlığı aydınlatmamız gerekiyor. Geçmişte yaşadığımız ve bir askeri darbeyle sonuçlanan, binlerce insanımızın, onlarca aydınımızın kaybına yol açan bu karanlık dö nemle bir hesaplaşma gerekiyor. Bu karanlık dönemle özgürce hesaplaşmalıyız. Bunu yapacak olgunluğa geldiğimizi göstermeliyiz. ÖZEL HARP DAİRESİ Eğer Özel Harp Dairesi soğuk savaş döneminin yapılanmasıysa ve bu soğuk savaş dönemi de bittiyse, ki bittiği söyleniyor, tek süper güç kaldığı, tek dünya patronu kaldığı söyleniyorsa bu yapılara artık gerek yok. Soğuk savaş dönemi bitti, bu yapılara gerek yok demeleri gerekiyor, onu da diyemiyorlar. Öyle anlaşılıyor ki o yapılar devam ediyor. O yapılar sadece ülke savunmasıyla ilgiliyse bunu açıkça bize söylemeliler, biz kuşkularımızı söylüyoruz. Bu kuşkularımız bir dönem o kadar yoğunlaştı ki ben o zamanki Başbakanımıza, Sayın Bülent Ecevit’e kuşkularımı anlattım. O da bana ken Eski istihbaratçı Mustafa Yiğit, yıllarca konuşulan İzmir olayı ve Taksim mitinginin perde arkasını anlattı ‘Ecevit’in suikast dediği olay kazaydı’ SERDAR KIZIK ıllarca emniyet örgütünün zirvelerinde görev yapan ve 12 Eylül öncesi istihbarattan sorumlu genel müdür yardımcısı olarak çalışan Mustafa Yiğit’le söyleşimize devam ediyoruz: Y Bülent Ecevit, kendisine suikast yapılacağı uyarısana rağmen 4 Haziran 1977’de Taksim’de yüzbinlere seslendi. Bülent Ecevit, İzmir’de kendine yönelik suikast girişiminin ardından, ülkede kontrgerilla olgusunu anladığını da söylemişti... Birincisi, o iş suikast değildi. Kazaydı. Ecevit hükümeti kurulduğunda Roma Elçiliği’nde Taha Carım öldürülmüştü. Onun tahkikatı için Roma’daydım. İstihbarattan sorumlu emniyet genel müdür yardımcısıydım. İçişleri Bakanı Necdet Uğur çağırdı, ‘‘Ecevit’e suikast yapıldı, durumu incele’’ dedi. Araştırdık, suikast değil. Polisin kullandığı gaz silahı, yanlışlıkla ateşlenmiş. Suikast silahı özel olur, öyle gaz tüfeğiyle olmaz. Bakan Uğur, önce söylediklerimizi kabul etmedi. Sonra ‘‘Ecevit seni bekliyor, git’’ dedi. Gittim yanına, baş başaydık. Hazırladığım dosyayı verdim. Suçlanan polis ifadesinde, ‘‘Ecevit kolumdan tuttu ve korkma evladım bir şey yok dedi.’’ diye konuştu. Şimdi bu iş nasıl oluyor? Sayın Başbakan dinledi. İkna olmuştu. Ama ‘‘kontrgerilla’’ dedi sonradan... Bilmem niye dedi. Aslında üç ayrı olay daha var. Çiğli işi palavra. Diğeri, yurtdışındayken bir Ermeni, Ecevit’e silah dayadı, polis elinden aldı. İstese vururdu. Sansasyon yaratmaktı amacı. Üçüncüsü, İspanya’dan bir ihbar mektubu gelmişti, ‘‘Ecevit havaalanında öldürülecek’’ di ye. Madrid’e gittim. Adam bir İspanyoldu ve hapisteydi. En önemlisi ise biliyorsunuz 100 bin kişilik Taksim Mitingi’yle ilgili. DR. KANNAPİN: UCUZ ATLATTINIZ Demirel’in mektup yazıp ‘‘Gelme’’ dediği miting... Evet... İhbar, Kemal Ilıcak’tan çıktı, Tercüman’ın sahibi. Bilgimiz yoktu. Öğlen saatlerinde Demirel mektubu açıkladı. Ama kimden, nereden geldiği belli değil. Taksim Meydanı’nı inceledik. Kürsü bir ağacın altında, çevredeki yüksek binaların hiçbirisinin açısına girmiyor. Miting coşkuyla başladı, öyle bitti. Ama çok ilginç bir gelişme oldu. Continental Oteli’nin yakınında bir de baktım ki Dr. Kannapin. Şaşırdım, ‘‘Senin ne işin var buralarda?’’ dedim... Güldü. Türkiye’deki seçimleri izlediklerini söyledi. ‘‘Ayıp oluyor böyle’’ dedim, ‘‘Habersiz geliyorsunuz...’’ Yemeğe götürdüm ertesi gün. Dedi ki ‘‘Ucuz atlattınız’’... Ecevit’e suikastı?.. ‘‘Evet’’ dedi. Çünkü suikast olacak bilgisini kendisi iletmiş. ‘‘Olacak şey mi’’ dedim. ‘‘O haberi ben getirdim’’ dedi. Ilıcak’a vermiş. Oradan Celal Bayar’a, o da Demirel’e. Durumu Ecevit’e anlattık daha sonra... Suikastı kim yapacakmış, bilginin asıl kaynağı ne? Doğu Almanlarmış bilginin kaynağı... Aslında 12 Eylül’den sonra Kannapin adı, MHP iddianamesinde de geçti. MHP’nin Avrupa’daki örgütlenmesinde yardımcı olduğu için. Uğur Mumcu yazdı. ABD de Apo’yu verirken aynı hesabı yaptı o zaman... Evet, söyledim ya, Ecevit bugün diyor ki ‘‘Apo’yu bize niye verdiler, anlamadım’’. Yaşayanlar, niçin verdiklerini anlatıyor. Türkiye’yi bir karışıklığa soktu. Mahkemeyi bile doğru düzgün yerine getiremediler. Hükmü verdiler, işletemediler. Başbakanlık Meclis’e göndermedi. İdam cezasının kalkmasını beklediler. MHP de vardı o süreçte. Türkiye’de ikilik çıktı. Şehit aileleri ve gazi aileleriyle Apo yandaşları çatıştı. Asarız, asamazsınız gerginliği. Türkiye’de her an karışıklık çıkarabilecek bir mecraya girdi konu. İşaret verdikleri anda olaylar başlıyor. Ağca’nın durumu da karıştırdı ülkeyi? Bakın, Ağca’nın verilmesi de, çıkarılması da benzer iştir. Ne oldu mesela? Bazı milli güçler, gruplar birbirlerine yakınlaşmışlardı. Bu olaydan sonra karşı karşıya geldiler yine. ABD’nin kim bilir daha ne hesapları var? Çoktur... Fethullah Gülen. Bir adam dünyanın dört bir yerinde sayısı bilinmeyecek kadar okul açıyor. Bu olağanüstü gücü nereden buluyor? Deniyor ki ‘‘Türkiye’yi ele geçirme hesabı var’’. O kadar gücü yok, olamaz. Amerika’nın kullanması söz konusu... Tabii Amerika kullanıyor. Türkiye’deki kontrolünü genişletmek için. Pasaportun Londra Elçiliği’nden verilmesi ilginç Susurluk da hâlâ kanlı bir bilmece... Anlaşılıyor ki Çatlı ajandır. Polisin ajan kullanmasının yanlış olduğunu söylemiştik. İşte kimlik verilmiş, silah ruhsatı verilmiş, pasaport verilmiş. Ayrıca burada dikkat edilecek bir nokta var. Pasaport, Londra Elçiliği’nden verilmiş. Bu da çok enteresan. Şimdi buraya baktığımızda, elçilikten pasaport verilmesi polisin işi değil. Kimin? Malum... Bunun arkasındaki gerçeği çözmek lazım. Bu, istihbaratla çözülür. Polisin eski ülkücüleri kullandığı anlaşılıyor. Aynı zamanda bazı sol örgütler ve kişiler de kullanılmıştır. Ömer Lütfi Topal’ı öldürenlerin Özel Harekâtçı olduğu ve Sedat Bucak’ın korumalığını yaptıkları belirtiliyor. Çatlı’ya verilen silah ruhsatının altında imzası bulunan eski bakan Nahit Menteşe’nin, Mehmet Ağar’ın genel müdürlüğü döneminde imzayı attığı söyleniyor... Alaattin Çakıcı hadisesi de öyle. Biz yakalamadık. Fransa hükümeti yakaladı onu. ‘‘Ver’’ dedik. ‘‘Benim kanunlarımı ihlal etti, cezasını çekecek, sonra veririm’’ dedi. Sonra şartlı verdi. Bir ülke hiç şarta razı olur mu? Nitekim gelir gelmez Türkiye’de karmaşa doğdu. İlk defa Adalet Bakanlığı’yla İçişleri Bakanlığı çatıştı. İçişleri ‘‘Sorguya alacağım’’ dedi, Adalet Bakanlığı kabul etmedi. Y A R I N : DOĞAN ÖZ’ÜN K AT İ L İ NASIL B E R A AT ETTİRİLDİ? CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle