18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 7 ŞUBAT 2006 SALI 4 HABERLER Malvarlığını açıklamamak için bir haftadır konuyla ilgili birbirinden farklı açıklamalar yaptı DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN Medeniyetler Savaşı Gözlem mi, Temenni mi? Gelişmeler, birbiri üzerine eklenen su damlaları gibi gelişiyor ve kap, taşma noktasına geliyor. Çok tehlikeli bir gelişmeyle karşı karşıya olduğumuzu görmek zorundayız. Eğer, her iki tarafta da, fanatikler egemenliklerini sürdürürlerse, geri dönülmez olmasa bile çok acı noktalara varmamız mümkündür. Son olay görünüşe göre, Danimarkalı gazeteci Fleming Rose’un, güya İslama ilişkin, tabuları ve otosansürü yıkmak amacıyla karikatür sipariş etmesiyle başladı. Bu olay Ekim 2005 yılında oluyor ve karikatürlerin yayımlanması üzerine tepkiler patlak veriyor. Ekim ayında, Müslüman ülkelerin büyükelçilerinin Rasmussen’den özür dilemesi isteklerini ise Danimarka Başbakanı, bu eserlerin düşünce özgürlüğü çerçevesinde yayımlandığını söyleyerek reddediyor. Olay birçok kesimin alarma geçmesine neden olsa da yatışmış gibi görünüyordu. Ama Danimarka İslam Cemaati Başkanı Ahmed Ebu Lahan, Müslüman ülkeleri dolaşarak bir tepki kampanyasını tetikliyor. Üstelik bunu yaparken ısmarlanmış, ama yayımlanmamış, yayımlananlardan daha ağır olduğu söylenen karikatürleri de delil olarak kullanıyor. Ebu Lahan amacına ulaşıyor; bazı ülkelerde, Danimarka temsilcilikleri ateşe veriliyor ve ne yazık ki, Türkiye’de de bir Katolik din adamı öldürülüyor. ??? Kısacası, medeniyetler çatışmasının fitilini ateşleyecek bütün öğeler bir araya geliyor. Burada bir noktaya değinmemiz gerekiyor. Kimi Batılılar şabloncu kafalarıyla, kendi toplumlarında, her şeyin eleştiri ve başkaldırı konusu olabileceğini söyleyerek tepkileri anlamazlıktan gelmeyi, hatta onlarla inatlaşmayı yeğliyorlar. Oysa burada dikkatlerden kaçan bir nokta var. Gazetecilikte düşünce özgürlüğü insanlar arasında kin, nefret ve düşmanlığı kışkırtacak biçimde kullanılamaz. Ayrıca, Batı dünyasında, yüzyıllardır özgür düşünceyle kilise arasında büyük bir savaşım olduğunu, burjuvazinin sanayiinin gelişmesiyle birlikte hoşgörü toplumunun oluştuğunu biliyoruz. Bu yadsınamaz bir gerçektir. Hazreti İsa’nın, Batı basınında film, karikatür, piyes ve müzikallerde, hiçbir gerçek Müslümanın bile tüyleri ürpermeden izleyemeyeceği biçimde eleştirildiği veya mizah konusu yapıldığını yadsıyamayız. Ancak, bütün bu eleştirilerin, kendi toplumlarında yüzyıllar sürmüş bir başkaldırının ifadesi olmakla birlikte, diğer dinlere yönelik eleştirilerin veya mizahın, mizah sınırlarını aşarak bir ötekini küçümsemeyi, horlamayı içerir görünüm verdiğini de görmezden gelemeyiz. Bütün bu gözlemler, İslami cephede egemen olan fanatizmi, yakma, yıkma, öldürme eylemlerini haklı gösteremez kuşkusuz. ??? Madımak Oteli olayını bütün boyutlarıyla yaşamış olan bizler, kimsenin kuşkusu olmasın ki bu konuda herkesten daha duyarlıyızdır. Olayın bu denli yaygın bir alevlenmeye neden olmasının ardında, son karikatür olaylarıyla ilişkisi bulunmasa da Bush yönetiminin de payı olduğunu kimse yadsıyamaz. 11 Eylül’ün hemen ertesinde, neredeyse tüm İslamı, terörün simgesi haline sokan bir zihniyeti yayan Bush yönetimi, Batı’daki İslam imajına büyük darbe indirmiştir. Oysa El Kaide’nin de, Usame Bin Ladin’in de ardında ABD’nin bulunduğunu herkes biliyor. Ladin ailesi ile Bush yönetimi ortaklığı da kimsenin meçhulü değil. Kısacası, hâlâ birçok ülkede ve kesimde İslam dünyasında fanatiklerin egemen olduğu bir gerçektir, ama bu gerçek ilk bakışta edinilen izlenimden çok daha karmaşık nedenleri de içermektedir. Kaldı ki, örneğin Ortadoğu’da toplumlarını daha çok dinselleştiren de, bizzat dinsel bölünmenin teşvik edildiği ve desteklendiği Irak’ta ya da nispeten laik görünümlü hareketin tasfiye edildiği Filistin’de yine Batı olmuştur. Son yıllarda, Hıristiyan Batı toplumlarında kendi ekonomik ve sosyal güçlükleri yüzünden, bir yandan Yahudi, bir yandan Müslüman karşıtı duygu ve eylemlerin arttığı bir sırada patlak veren bu karikatür krizi çok vahim sonuçlar doğurabilir. İnsan bu durum karşısında elinde olmadan soruyor: Medeniyetler çatışması bir gözlem midir, yoksa bir temenni mi? Erdoğan’ın ‘varlıklı’ direnişi ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve yakın çevresi, malvarlığı konusuyla 1 hafta içerisinde birbirinden farklı açıklamalar yaptı. Hafta sonunda malvarlığı konusunda ne zaman açıklama yapacağının ‘‘sinyalini vereceğini’’ söyleyen Erdoğan, daha sonra ‘‘Açıklayacak mal varlığım yok’’ dedi. Başbakanlık kaynakları, Erdoğan’ın açıklamalarının yanlış anlaşıldığını, kendisinin ‘‘uygun koşul ve zamanda açıklama yapabileceğini’’ söylediğini savundu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve yakın çevresinin malvarlığı tartışmalarındaki çelişkili açıklamaları gün gün şöyle gelişti: 30 Ocak Pazartesi: Erdoğan’ın Başbakanlık’taki yakın çevresi, ‘‘... ‘Ban ? Başbakanlık kaynakları, önce muhalefeti suçlayan, ardından malvarlığını açıklayabileceğini söyleyen, son olarak da “Açıklayacak malvarlığım yok” diyen Tayyip Erdoğan’ın, ‘uygun zamanda’ malvarlığını açıklayacağını bildirdi. kada 100 milyarım var, masraflarımı kardeşim karşılıyor’ demek malvarlığını açıklamak değildir. Malvarlığının içerisine hisse senetleri, taşınmazlar, eşyalar da girer. Sayın Başbakan’dan malvarlığını açıklamasını isteyenler, önce adam gibi açıklama yapsınlar’’ dedi. Başbakanlık yetkilileri, ‘‘Liderler açıklarsa Başbakan da açıklar mı’’ sorusunu ‘‘Ona o zaman bakılır’’ diye geçiştirdi. 31 Ocak Salı: Erdoğan, partisinin grup toplantısında ‘‘gizlilik’’ gerekçesine sığınarak malvarlığını açıklamaktan kaçındı. ‘‘Yediğimiz lokmanın muhasebesinde kılı kırk yararız, attığımız her adımı en hassas vicdani kıstaslarla ölçüp biçeriz’’ diyen Erdoğan, tüm kamu görevlilerinin mal bildiriminin şeffaflaştırılmasını önerdi. 2 Şubat Perşembe: Başbakan Erdoğan’ın yakın çevresi, Erdoğan’ın malvarlığını açıklamaktan çekinmediğini, zamanı geldiğinde gerekli açıklamayı yapacağını söyledi. ATV’de yayımlanan Teke Tek programına katılan AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, muhalefet liderlerinden gelen açıklamaların gerçek malvarlığı beyanı olmadığını savunurken, kendilerinin bu konuda şeffaf davrandıklarını ileri sürdü. 3 Şubat Cuma: Muhalefet partilerinin liderleri art arda mal varlıklarını kamuoyuna açıklarken, Erdoğan, cuma namazının ardından gazetecilerin soruları üzerine, hafta sonu ne zaman açıklama yapacağının ‘‘sinyalini vereceğini’’ söyledi. Erdoğan, gazetecilerin, ‘‘Gerekli açıklamayı salı günü mü yapacaksınız’’ sorusuna da ‘‘İnşallah’’ yanıtını verdi. 4 Şubat Cumartesi: Erdoğan, partisinin Şile ilçe kongresinde çark etti. Açıklanacak malvarlığı olmadığını söyleyen Erdoğan, partililere ‘‘Liderinizin, genel başkanınızın açıklanacak malvarlığı yok. Benimkiler za ten açıklanmış. Ne zaman açıklandı? 2003 yılında biliyorsunuz benle ilgili bir dava açmışlardı, o zaman açıklandı’’ diye seslendi. 6 Şubat Pazartesi: Başbakanlık kaynakları, Erdoğan’ın cuma ve cumartesi günleri yaptığı açıklamaların ‘‘yanlış yorumlandığını’’ savundu. Kaynaklar, şu görüşü ileri sürdü: ‘‘Sayın Başbakan, cuma günü, açıklama için gün vermedi. Soru üzerine ‘inşallah’ dedi. Daha sonra, cumartesi günü söylediği ‘Açıklanacak malvarlığım yoktur’dan kastı, malvarlığı ile ilgili bilgilerin bugüne kadar gazetelerde yayımlandığı, dolayısıyla gizli kalmış bir malvarlığı olmadığını anlatmaktı.’’ Kaynaklar, Erdoğan’ın, ‘‘uygun gördüğü koşul ve zamanda’’ açıklama yapabileceğini söyledi. Türkiye Sakatlar Konfederasyonu Başkanı Öztimur, delegeye siyasi baskı yapıldığını savundu DANIŞTAY Genel kurula AKP müdahalesi ? Daha önce birçok kurulda müdahalesi gözlenen AKP’nin konfederasyon seçimlerine de karıştığını söyleyen Öztimur, ‘‘kendilerine yönelik baskının devam etmesi halinde örgütün, artık başka kararlar almak zorunda kalacağını’’ belirtti. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türkiye Sakatlar Konfederasyonu’nun olağan genel kurulu, daha önce birçok kurulda olduğu gibi AKP’nin müdahale girişimlerine sahne oldu. Başkanlığa yeniden seçilen Faruk Öztimur, AKP’li milletvekili Lokman Ayva ve Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı’nın genel kurula müdahale ettiğini söyledi. Konfederasyonun 10. Olağan Genel Kurulu’nda yeniden başkanlığa seçilen Faruk Öztimur, konfederasyon genel merkezinde düzenlendiği basın toplantısında, delegelerin hür iradeleriyle konfederasyonun yeni yönetimini belirlediklerini söyledi. Genel kurulda kendilerini çok üzen bazı olayların yaşandığını ifade eden Öztimur, Özürlüler Yasası’nın bazı noktalarının düzeltilmesi ve yasaya ilişkin yönetmelik hazırlıkları konusunda bazı eleştirileri dile getirdiklerini anlattı. Öztimur, ‘‘Tabii, bundan rahatsızlık duyan bir idare var karşımızda. İdare olarak alışmış değiller. İstiyorlar ki ‘Özürlülerin efendisi biziz. Siz bizi dinleyeceksiniz, bizim istediğimizi yapacaksınız’... Ama kaldı ki bu böyle değil’’ diye konuştu. Genel kurulu kamerayla kaydettiklerini belirten Öztimur şöyle konuştu: ‘‘Bu filmlerde, nasıl provokatörlük yapıldığını, nasıl divana yüründüğünü, kimler tarafından işgal edildiğini ve bir delegenin nasıl divana çıkıp oyları saydığını, oy sayma işlemlerinin nasıl yapıldığını, bir delegenin, bir milletvekili tarafından nasıl tehdit edildiğini açık ve net olarak göreceksiniz.’’ Konfederasyonun, konulara hiçbir zaman siyasi bakmadığını vurgulayan Öztimur, ‘‘Çünkü özürlüler, partiler üstüdür’’ dedi. Öztimur, bir soru üzerine, ‘‘AKP İstanbul Milletvekili Lokman Ayva’nın ‘Özürlüler Yasası’nın mükemmel olduğunu, kendilerinin ise yasanın eksiklerini söylediklerini’’ kaydetti. Öztimur, ‘‘kendilerine yönelik baskının devam etmesi halinde örgütün, artık başka kararlar almak zorunda kalacağını’’ belirtti. Kendilerinin, hükümetle, siyasetle ya da herhangi bir kurumla sıkıntıları olmadığını söyleyen Öztimur, tek amaçlarının engellilerin sorunlarının giderilmesi olduğunu dile getirdi. Zorunlu hizmet listesine de durdurma ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Danıştay 5. Dairesi, Sağlık Bakanlığı’nca 3. dönem devlet hizmeti yükümlülüğü kurasıyla ilgili ilan ile 3. dönem devlet hizmeti yükümlülüğü kurasına katılacak pratisyen doktorlar listesinin yürütmesini durdurdu. Pratisyen hekim Gökhan Metin, Sağlık Bakanlığı’nca 3. dönem devlet hizmeti yükümlüğü kurasıyla ilgili olarak 20 Ocak 2006 tarihinde yapılan ilan ile 12 Eylül 2005 tarihli ‘‘Devlet Hizmeti Yükümlülüğü’’ konulu Başbakanlık Genelgesi ve 3. dönem devlet hizmeti yükümlülüğü kurasına katılacak pratisyen doktorlar listesinin iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle dava açtı. Danıştay 5. Dairesi, dün Sağlık Bakanlığı’nın söz konusu ilanı ile bu kuraya katılacak pratisyen hekimler listesinin yürütmesini oybirliği ile durdurdu. Daire, dava konusu Başbakanlık genelgesinin daha önce yürütmesi durdurulduğu için yeniden karar verilmesine yer olmadığına karar verdi. Eski Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan, Yüce Divan’da son savunmasını yaptı. (Fotoğraf: AA) Özkan: Servetini açıklayamayanlar bizi Yüce Divan’a gönderdi Başbakan’a gönderme ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Eski Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan, Yüce Divan’da yargılandığı davada son savunmasını yaparken malvarlığını açıklamayan Başbakan Tayyip Erdoğan’a gönderme yaptı. Özkan, ‘‘Malvarlığının artışını bırakın, açıklamaya bile cesaret edemeyen bir siyasi yönetimin, bir tek kuruş haksız kazancı tespit edemedikleri Hüsamettin Özkan’ı Yüce Divan’a göndermeleri garabetini heyetin takdirine sunuyorum’’ dedi. Halk Bankası’nı zarara uğrattıkları gerekçesiyle Yüce Divan’da yargılandıları davaya sanık Özkan ve avukatları Olcay Mis, Sema Yılmaz ile sanık Recep Önal ve avukatları Osman Öz, Semra Türközmen katıldı. Oturumda ilk olarak, Özkan esas hakkındaki savunmasını yaptı. Kendisi hakkında açılan davanın, siyasi iktidarın yargıyı siyasete alet etme çabalarını ortaya koyduğunu savunan Özkan, kendisi hakkında iddia konusu olan 1996’ya ait usulsüz kredilerin kendi görev dönemi öncesine ait olduğunu, aynı zaman dilimindeki banka yöneticilerinin de kendisinden önce atandığını anlattı. Yargıtay Başsavcılığı’nın kendisine yeni bir suçlama yönelttiğini belirten Özkan, Devlet Bakanı Ali Babacan’ın, bir bankanın TMSF’ye devrini geciktirdiği iddiasıyla bir yönetici hakkında soruşturma açılması için izin vermediğini, Yargıtay Başsavcılığı’nın da bunu ‘‘bakanın takdir yetkisini kullanması’’ olarak algıladığını anlattı. Özkan, ‘‘Aynı başsavcılık, soruşturma izni veren bana, ‘Takdir yetkisini kötüye kullandı’ demiştir. Bu çifte standarttır. Soruşturma izni vermeseydim, bugün bu durumda olmayacaktım’’ dedi. Özkan, soruşturmanın sağlıklı şekilde yürütülmesi için belgelerin yeniden incelenmesini istediğini söyledi. Özkan, ‘‘Bugün de o makamda olsam, aynı şekilde davranırdım’’ dedi. Sanık Önal da esas hakkındaki savunmasında ‘‘Bilerek ve isteyerek geciktirme, banka yöneticilerini koruma gibi bir düşüncem asla söz konusu olmamıştır’’ dedi. Önal, hakkındaki iddialarla ilgili Yüksek Denetleme Kurulu raporlarını TBMM Soruşturma Komisyonu’na gönderdiklerini belirterek ‘‘Türk insanı okuma özürlü olduğu için bunlar okunmadı’’ dedi. ‘Gözlerimle gördüm’ Genel kurula katılarak bir de konuşma yapan CHP Genel Başkan Yardımcısı Cevdet Selvi de ‘‘Genel kurulun baskı altında gerçekleştiğini gözlerimle gördüm’’ dedi. Tartışmaların divan başkanlığı seçimiyle başladığını söyleyen Selvi, bazı devlet memurlarının ‘‘olayı sahiplenmeye’’ çalıştığını kaydetti. Selvi, ‘‘Son derece net ve aktif, zaman zaman da baskı niteliğinde çalışmalar yapıldığını gördüm. Halbuki, sivil toplum örgütleri özgürce seçim yapar’’ dedi. Selvi, hükümetin, TESK ve Futbol Federasyonu seçimlerinde olduğu gibi buradan da başarısız ayrıldığını söyledi. Eşitliğe aykırı Danıştay’ın ayrıca ‘‘Devlet Hizmeti Yükümlülüğü’’ konulu Başbakanlık Genelgesi’nin yürütmesini durdurma ve genelgenin dayanağı yasanın bazı hükümlerinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvuru kararlarının gerekçeleri de belli oldu. Daire’nin başvuru kararında, genelgenin Temel Sağlık Hizmetleri Yasası’nın, anayasanın 13. maddesindeki ‘‘ölçülülük’’ ilkesine ve anayasanın 10. maddesindeki ‘‘eşitlik’’ ilkesine aykırı görüldüğü için iptali istendi. Karar 31 Mart’ta Önal’ın avukatı Osman Öz, Önal’a isnat edilen suçların işlenmez olduğunu, beraat kararı verilmesini istedi. Duruşmada son sözleri sorulan Özkan ve Önal, ‘‘Takdir yüce mahkemenindir’’ dediler.Yüce Divan Başkanı Tülay Tuğcu, dosyanın karar için incelemeye alınmasına ve duruşmanın 31 Mart 2006’ya bırakılmasına karar verildiğini bildirdi. asirmen?cumhuriyet.com.tr İNSAN HAKLARI KURULU BAŞKANI: Yasalar tamam, sıra zihniyet değişiminde DİYARBAKIR (Cumhuriyet Bürosu) Diyarbakır’da Başbakanlık İnsan Hakları Başkanı Mustafa Taşkesen, insan hakları konusunda yapılan yasalardaki değişikliklerin ardından, zihniyet değişikliğinin zorunlu olduğunu vurguladı. Başbakanlık İnsan Hakları Kurulu Başkanlığı’nın Avrupa Komisyonu ile ortak gerçekleştirdiği ‘‘İl ve İlçe İnsan Hakları Kurullarının Güçlendirilmesi Eğitimi Projesi’’nin 14. toplantısı Diyarbakır Dedeman Oteli’nde gerçekleştirildi. Açılış konuşmasını yapan İnsan Hakları Kurulu Başkanı Mustafa Taşkesen, insan hakları konusunun uluslararası politikada bazen siyasi baskı aracı olarak kullanıldığını savundu. Taşkesen, şunları söyledi: ‘‘Son yıllarda yasalarda yapılan birtakım düzenlemeler neticesinde ülkemizde insan hakları standartlarının yükseltilmesi yolunda önemli mesafeler kat edilmiştir. Bununla beraber yasal değişikliklerin yapılması ile işin bitmediği, asıl olanın uygulama olduğu herkesçe malumdur. Bu da takdir edileceği üzere büyük bir zihniyet değişikliğini zorunlu kılmaktadır.’’ Görünüşe bakılırsa ‘‘Kurtlar Vadisi’’ filmi, en çok izlenen Türk filmi olarak sinema tarihimize geçecek. Görmediğim için filme ilişkin bir değerlendirme yapabilecek durumda değilim. Ancak okuduğum kadarıyla Kuzey Irak’ta Türk askerlerinin kafasına çuval geçirilmesine tepkiyi temel alan bir ‘‘kahramanlık’’ destanı. ‘‘Kurtlar Vadisi’’ filmi de ‘‘Kurtlar Vadisi’’ dizisine dayanıyor. Sürekli adamların öldüğü, karanlık bazı olayların, yine karanlık bazı kişilerle iç içe harmanlandığı bu dizinin mantığında da ‘‘Kurşun atan da, kurşun yiyen de yiğittir’’ anlayışı egemendi. Tabii, sorun yalnızca ‘‘Kurtlar Vadisi’’yle sınırlı kalsa idare edilebilir. Ancak son aylarda ülkemizde bir ‘‘milli duygu’’ kabarışıyla karşı karşıyayız. ‘‘Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur’’ deyişi günümüzün en makbul deyişi olarak yeniden gündeme geliyor. ??? Milliyetçi bağnazlıkla, inanç bağ ‘Kurtlar Vadisi’ Merakı Nasıl Bir Merak? nazlığının birbirini nasıl desteklediğini ve birbirinin parçası olduğunu birçok olayda yaşayarak gördük. Örneğin, ‘‘Hıristiyan misyonerler, memleketi sardı’’ diyenlerin bazen milliyetçiler, bazen aşırı dinciler olması bir tesadüf sayılabilir mi? İslamcı cephenin fanatikleri de, milliyetçi cephenin fanatikleri de aynı türküyü söylüyorlar, aynı öfkeyi dile getiriyorlar. Trabzon’da papazı öldüren fanatizmin arkasında hangi kışkırtmalardan söz edebiliriz? Bunun arkasında Fener Rum Patrikliği’nin önünde ‘‘def olun’’ diye gösteri yapan bazen solcu, bazen dinci, bazen milliyetçi kılığındaki bağnazlar yok mu? ??? ‘‘Kurtlar Vadisi’’ filmi bir duruma işaret ediyor. Milletimiz içinde bir ‘‘milli duygu’’ kabarışı söz konusu. Bu ‘‘duygu kabarışı’’ farklı olana düşmanlığı kışkırtacak bir zemin üzerine hızla kayabilir. Bu ‘‘duygu kabarışı’’ saldırganlığı körükleyebilir, intikamcı bir ruh hali yaratabilir. Küreselleşmenin ulaştığı boyutlar, birçok tehlikeyi de içinde barındırıyor. Küreselleşme dünyayı küçük bir köye dönüştürürken, aynı zamanda yerelliğin direnişini de beraberinde getiriyor. Yerellik, evrensel düzeydeki her gelişmeyi farklılığına bakmadan reddetmeyi ve içine kapanmayı körüklüyor. ‘‘Milli duygu’’ kabarışı, çevresindeki her şeyi düşman gören, dışa kapanan, içe dönen bir kültürü de besliyor. Sol hareketin ülkemizdeki en önemli rollerinden birisi evrenselci olmasıydı. İşçi enternasyonalizmini temel alan sol hareket, dünya halklarını kardeş gören, milliyetçiliği, dini bağnazlığı aşabilen bir eğilim olarak önemli bir ağırlığa sahipti. ??? Solun gücünü yitirmesiyle milliyetçiliğin yükselişi birlikte yürüdü. Milliyetçilik solu ezdi, İslamcı rüzgârın önünü açtı. İki akım birbirini destekleyerek geliştiler. Sol hareketse çaresizliğe terk edildi, sol bu iki akımın büyümesi karşısında ezik bir tutum içine girdi. Trabzon’da papaza sıkılan kurşunu ciddiye almalıyız. ‘‘Milli duygu’’ kabarışının yol açabileceği yeni bağnazlıklara karşı dikkatli olmalıyız. Din ve milliyet, bir insanın genellikle doğuştan elde ettiği iki temel kimlik unsurudur. Bu gelişmiş, gelişmemiş, ilkel, entelektüel her insan açısından aynıdır. Bir insanın mensup olduğu dini ve milliyeti onun için önemlidir. Ancak, kimliğini yalnızca bununla sınırlı gören, bununla yetinen kişi, aynı zamanda kendi içinde bir eksikliği de ifade ediyor sayılabilir. Bir insan gelişip serpildikçe okur, öğrenir, çalışır, üretir ve bütün bunlar onun kimliğinin zenginleşmesini beraberinde getirir. ??? Kaba kuvvet, gelişmemiş insanın övüncü olabilir. Gelişmiş insan ise entelektüel tercihleriyle öne çıkar. Milliyetçi duygu kabarışı, eğer bazıları için bir rant olarak görülür ve içerdiği tehlike kavranmazsa, ülkemizin başına yeni dertler açabilir. Unutmayalım 12 Eylül’e giderken cinayet işleyenlerin çoğu ‘‘milliyetçi duygularla’’ hareket ettiklerini ifade ediyorlardı. Bu tür milli duygu kabarışlarının faturasını her seferinde acı bir şekilde ödedik. 67 Eylül’de İstanbul’u yakıp yıkanların sloganları da ‘‘milli’’ temalarla süslüydü. Tan gazetesini yakıp yıkarken gösteri yapanlar da ‘‘milliyetçi gençler’’di. ??? ‘‘Kurtlar Vadisi’’, sonuç olarak bir film. Yani sonuç olarak bir hayal. Bunu gerçek olarak görüp ‘kurtlaşmak’ isteyenlerse asıl tehlikeyi oluşturuyorlar. CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle