22 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 7 ŞUBAT 2006 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL ‘Ulusal Eğitim’, ‘Ulusal Kültür’ ve ‘Ulusal Kimlik Bilinci’ PENCERE 10 Kasım 1938’den bu yana devam edegelen ‘‘karşıdevrim’’, varlık nedenimiz olan ‘‘Ulusal Kurtuluş Savaşı’’mızın Cumhuriyet nesillerine gerçek şekliyle öğretilmesine engel olmuştur. Tarihsel İhanet Düzeltilmeli!.. Atatürk, İş Bankası hisse senetlerinin yüzde otuzuna sahipti. Türkiye İş Bankası kurulurken gereken sermaye milletvekillerinin aylıklarından kesilerek sağlanmıştı. İkinci TBMM üyelerinin hepsi bankanın kurucu ortağıydı. Atatürk tüm varlığını ulusa bıraktı. Ölmeden iki ay önce hazırladığı vasiyetnamesinde İş Bankası’ndaki hisselerinin faiz gelirinin bir bölümünün birkaç yakınına, geri kalanının da kurucusu olduğu Dil ve Tarih Kurumlarına verilmesini istedi. 1950’ye kadar, bu iki kuruma devlet bütçesinden para ayrılırdı. Ama DP’nin iktidara gelmesiyle bu yardım kesildi. Atatürk’ün iki kurumu İş Bankası’ndaki gelirle yetinmek zorunda bırakıldı. Bu, 1983’e kadar sürdü. İki yılda bir TDK kurultayı toplanır, yöneticilerini seçerdi. Türk Dil Kurumu’nun dört yüz üyesi vardı. Öğretmen, memur, bilim, sanat, edebiyat adamları, dil konusuyla ilgili yurttaşlar... Tarih Kurumu halka açık değildi, tarihle ilgisi olanların bir çeşit uzman topluluğu idi... 12 Eylül Paşaları, bu iki kurumu kapattılar. Yerine, Atatürk Kültür ve Bilim adlı bir devlet kuruluşu getirdiler. Atatürk’ün iki önemli kurumunu da bu yeni devlet dairesine bağladılar. Dört yüz üyesi olan, son kurultayında otuz beş kişiyi yönetimin başına getiren TDK, böylece tarihe karıştı! 1982 yılındaki son Dil Kurultayı’nda seçilen kadronun Başkanı Prof. Dr. Seyfettin Turan, ikinci başkan Prof. Dr. Bedia Akarsu ile yönetim kurulu üyelerinin birçoğu yaşamdadır. Atatürk’ün TDK’sini bu kez Dil Derneği’nde yaşatmaya çalışmaktadırlar. ??? 12 Eylül Paşa’larının yaptığı yanlışlık, daha doğrusu Atatürk’e ve vasiyetine karşı gerçekleştirdiği ‘‘ihanet’’ bugüne dek çözülmemiştir. CHP, Atatürk anısına saygısızlık örneği olan bu olayı kolaylıkla düzeltebilirdi. Kaç kez iktidara gelen Bülent Ecevit (ki o da TDK üyesiydi, zaman zaman yönetiminde de bulunmuştu) bu 12 Eylül yasasını düzeltmek zorundaydı... Ama yapmadı, belki de yapamadı. Başbakan Erdoğan, ‘‘Atatürk’ün vasiyetine uymuyorlar, kurumların parasını vermiyorlar’’ diyor. Erdoğan Bey’in, Atatürk’ü, dil ve tarih kurumlarını, yakın tarihin olaylarını bilmediği belli!.. Şimdiki adı ‘‘Dil ve Tarih Kurumu’’ sayılan kurumların başkanları da öyle!.. ‘‘Para bize verilmeli’’ diyorlar. Oysa CHP’nin bu iki yeni oluşumu tanımaması, İş Bankası gelirini onlara vermemesi, verdirmemesi haklı bir tutumdur. 12 Eylül’de işlenen bu yanlışlığın, Atatürk’e ve bıraktığı vasiyete karşı işlenen bu suçun, ortadan kaldırılmasının zamanı gelmiş ve geçmiştir. 1983’ten bu yana tam yirmi iki yıl!.. Türk Dil Kurumu’nun 1982 Kurultayı’nda dört yüz üyenin seçtiği yönetim kuruludur, bu kurumun gerçek temsilcisi... Bir bölümünü yaşam almış götürmüş, ama geriye kalan on beş yirmi kişi adalet önünde Atatürk vasiyetine karşı işlenmiş bu tarihsel yanlışlığı düzeltmek göreviyle baş başadır. Dört yüz TDK üyesinin çoğu yaşamdadır. Bu büyük ihanetin aklanması için Atatürk’e sevgisi, saygısı olanlar bir araya gelip tarihsel bir utancı ortadan kaldırmalıdırlar. TDK’nin eski bir üyesi olarak, böyle bir çağrıyı yapmayı bir görev sayıyorum. O. Doğu SİLÂHÇIOĞLU Y üzyıllar boyunca baskı altında yaşamış; sonradan topraklarında düşman işgalini görmüş; her türlü varlığı elinden alınmış bir ulusun, işgalcilere, sömürgecilere başkaldırarak, yerli işbirlikçilere karşı koyarak utkuyla sonuçlandırdığı ‘‘Ulusal Kurtuluş Savaşı’’mıza ilişkin gerçekleri, Turgut Özakman olağanüstü güzellikte bir anlatımla, ‘‘Şu Çılgın Türkler’’ adlı yapıtıyla ortaya koydu!.. Ünlü yazarın bir yurtsever sorumluluğuyla kaleme aldığı bu görkemli eser, son yıllarda karamsarlık içine itilmiş ulusumuzda yeni bir coşku yarattı!.. Bu yapıt, ‘‘Çanakkale Savaşı’’na olduğu gibi ‘‘Ulusal Kurtuluş Savaşı’’na da ‘‘dinsel nitelik’’ yüklemek isteyen; ulusal kahramanları ‘‘din savaşçısı’’ gibi göstermek için çaba sarf eden; gerçekleri tersdüz etmek, yaşanmış ihanetleri tarih sayfalarından silmek için sistemli şekilde faaliyet sürdüren bir kesimin yüreğine sanki bir ok gibi saplandı... Yapıtta, ‘‘Türk Kurtuluş Savaşı’’, ilköğretim düzeyinde eğitim almış bireylerin dahi algılayabileceği bir yalınlıkta anlatılıyor. Yıllar yılı genç nesillere öğretmekte ihmal gösterdiğimiz bir tarihsel dönem, geniş kitlelerin kolaylıkla anlayabileceği şekilde, ilgi çeken bir anlatımla kaleme alınmış... Aslında bu kitap, ‘‘Yüce Önder Atatürk’’ün ‘‘Söylev’’inden sonra ulusal mücadelemizi tüm boyutlarıyla ortaya koyan bir başka temel yapıt!.. Belli zaman dilimleri içerisinde farklı ortamlarda gelişen olaylar, okuyucuyu geçmişin zorlu günlerine geri götürüyor; onu değişik mekânlarda savaşın kahramanlarıyla buluşturuyor; sayfalar çevrildikçe, Ege kıyılarından Anadolu içlerine kadar, 500 kilometre geri çekilerek Sakarya hattında tutunan ve sonra da taarruzla vatan topraklarını düşmandan arındıran, Türk ulusunu tutsaklıktan kurtaran, işgalden 40 ay sonra düşmanı İzmir’de denize döken bir ordunun içinde yaşatıyor... Çağdışı bir ideolojinin etkisi altında kalarak gözlerini yaşamın ve tarihin gerçeklerine kapatanların bu kitaptan alabilecekleri fazla bir şey yok!.. Çünkü onların düşüncesini şekillendiren eğitim, benimsedikleri ideoloji, üstlendikleri görev ve içinde bulundukları yaşam tarzı, ne acıdır ki ulusumuzun geçmişte yaşadığı bu büyük gerçekleri kabullenmelerine izin vermiyor!.. Ulusal kimlik bilinci ve karşıdevrim Ulusal tarihimizdeki gerçeklerin; beyinleri çağdışı bir ideolojiyle henüz şekillendirilmemiş, doğruyu eğriyi ayırt edebilme yeteneğini henüz yitirmemiş gençyaşlı nesiller tarafından algılanabilmesi için hiç gecikmeksizin bir şeyler yapılması gerekiyor!.. Bilgi çağı içinde yaşadığımız üçüncü binyılda, var olan birçok olanağa rağmen ulusumuzda gerçek bilgiye erişme ve edinme arzusunu henüz yeterince yaratamadık. 10 Kasım 1938’den bu yana devam edegelen ‘‘karşıdevrim’’, varlık nedenimiz olan ‘‘Ulusal Kurtuluş Savaşı’’mızın Cumhuriyet nesillerine gerçek şekliyle öğretilmesine engel oldu. Ulusalcılığın temel koşulu, ‘‘ulusal kimlik bilinci’’ne sahip olmaktır. Bu bilince sahip olabilmek ise ‘‘ulusal tarih’’i bilmek ve ‘‘ulusal kültür’’ü yaşatmakla mümkündür. Türk ulusu, ulusal kimliğini koruyabilme yolunda bugün büyük güçlüklerle karşı karşıyadır. ‘‘Ulusal tarihimiz’’ dinsel bir ideolojinin zorlamasıyla çarpıtılmakta, ‘‘ulusal kültürümüz’’ ise ulusalcılığı reddeden aynı ideolojinin baskısıyla yıkıma uğratılmaktadır. Türlü zorluklar içindeki Türk ulusu yeni bir arayış içerisine girmiştir. ‘‘Ulusal benliğini’’ sürdürebilmek için bir çıkış yolu aramaktadır. se de her iki bakanlık teşkilatı içinde ‘‘çağdaş’’, ‘‘laik’’, ‘‘demokratik’’ değerleri benimseyen, ‘‘Atatürk ilke ve devrimleri’’ni savunan, ‘‘ulusal kimlik bilincini’’ her şeyin üstünde tutan yurtsever görevliler, öğretmenler henüz tümüyle yok edilememiştir. Siyasal yönetim eğer bugün ulusçuluğu reddeden bir ideolojinin izleyicisi olmadığını kanıtlamak istiyorsa kutsal ‘‘Ulusal Kurtuluş Savaşı’’mızın tarihini gerçeklere uygun olmak koşuluyla ilk ve ortaöğretim çağındaki çocuklar için ‘‘çizgiroman’’, yetişkinler için ise ‘‘belgesel film’’ şeklinde hazırlatmalıdır!.. Eğer bu yapılabilirse, varlığımızı borçlu olduğumuz bu kutsal savaşın önemi ve o savaşın kahramanlarının değeri, daha geniş kitleler tarafından bilinecek ve Türk toplumunda ‘‘ulusal kimlik bilinci’’nin geliştirilmesi için uygun bir ortam yaratılmış olacaktır. Tarih Baba Ne Yapıyor?.. 1991 yılının zevkine payan yoktu... Sovyetler çökmüştü.. Batı zil takmış oynuyordu.. Amerika düğün bayram ediyordu.. İnsanlar şaşkındı.. Şimdi ne olacaktı?.. ? Amerika’da Francis Fukuyama olan biteni iki sözcükle vurgulayıp açıkladı: ‘‘ Tarihin Sonu!..’’ Hazrete bakarsanız artık her şey güllük gülistanlık olacaktı.. Ama, çok geçmedi.. Yine Amerika’da Samuel P. Huntington diye bir aklı evvel çıkıp daha alengirli bir buluş ortaya attı; yeni bir savaş başlıyordu: ‘‘ Uygarlıklar çatışması!..’’ ? Dünyada çok dedikodusu, tartışması, şamatası yapıldı bu çelişkili görüşlerin; ama, hangisi haklıydı?.. Kısa sürede ‘Tarihin Sonu’nun gelmediği anlaşıldı... Evet, küreselleşme sürüyordu... Ne zaman sürmemişti ki?.. Galileo’dan başlayıp Kristof Kolomb’la köşeyi dönen küreselleşme, günümüzde Tarih Baba’nın başını döndüren bir hıza kavuşmuştu... Tarih Baba capcanlı yaşıyordu.. Baba’nın daha sonu gelmemişti.. Peki, ya uygarlık kesiminde neler olup bitiyordu?.. ? Ne yazık ki insanlık çok kötü durumdaydı; Batı uygarlığı ektiğini biçiyordu.. ‘‘Sovyet komünizmi’’ne karşı İslam coğrafyasında bütün gücüyle softalığın, mollalığın, taassubun, irticanın, gericiliğin üretimini tohumlayan Batı, ‘‘Düşman Komünizm’’ yıkıldıktan sonra kendi elleriyle yarattığı ‘‘Dinci Frankenştayn’’la karşı karşıya kalmıştı... Çapraz bir dünya çıkmıştı ortaya.. Müslüman emekçileri Hıristiyanlık coğrafyasına göç etmişlerdi.. Hıristiyan askerleri İslam coğrafyasını işgal etmişlerdi.. Coğrafyalar birbirine girmişti. ? ‘Yeni Dünya Düzeni’ nasıl kurulacaktı?.. Batı’nın emperyalizmi eskiden tevatür gibiydi; okumasız yazmasız dünyada kitapla gazetenin ne kıymeti harbiyesi vardı ki?.. Televizyonlu dünyada emperyalizmin marifetleri her evin odasına kör kör parmağım gözüne giriyor, ortak yazgının devinimli fotoğraflarını sergiliyordu... ? Anlaşılıyor ki Tarih Baba’nın sonu gelmemiş; tersine Tarih Baba son yıllarda yaşına başına bakmadan hızlandı; bu berbat dünyayı değiştirecek... Ulusal benlik ve ulusal bütünlük Ulusal Kurtuluş Savaşımızın görsel yöntemlerle anlatımı, her şeyden önce büyük kitlelerde ulusal benliğin gelişmesine yol açacak, ulusal bütünlüğün güçlenmesine katkıda bulunacaktır. Milli Eğitim Bakanlığı vatan çocuklarına; Kültür ve Turizm Bakanlığı yetişkinlere böyle bir olanak sağlayabilirse eğer, temel görev alanlarında bir büyük atılım gerçekleştirmiş olacaklardır. Ülkemizin geleceği, her şeyimiz olan çocuklarımızda ve temel eğitim çağını geçmiş yetişkinlerimizde ‘‘ulusal kimlik bilinci’’nin geliştirilmesi için gerekli bilgi altyapısını oluşturmuş olacaklardır. Bunu bugünkü siyasal yönetim yapmazsa gelecekte ‘‘Atatürk ilke ve devrimleri’’ni rehber edinen ve onları yaşatmayı görev bilen bir başka siyasal yönetim mutlaka yapacaktır. Ulusal eğitimden ve ulusal kültürden sorumlu bakanlıklar, bu soylu ulusun çocuklarında, yetişkinlerinde ‘‘ulusal kimlik bilinci’’ni geliştirmek için asli görevlerini yerine getirmek zorundadırlar. Amerika kıtasında 400 yıl süren ve milyonlarca insanın yok edilmesiyle sonuçlanan bir katliamı kahramanlık tarihi gibi yansıtan çizgiromanları okuyarak, filmleri izleyerek, oyunlarda Kızılderili katleden sığır çobanı ya da Amerikan askeri rolüne bürünerek yetiştirilen Türk çocuklarına ‘‘Türk ulusal tarihi’’ni öğretmek, onlara ‘‘ulusal kimlik bilinci’’ aşılamak, öncelikle Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin görevidir... Sonra da hepimizin!.. Ulusal eğitim ve ulusal kültür ‘‘Ulusal benliğimize düşman olan fikirlerle savaşmak’’ Milli Eğitim Bakanlığı’nın, ‘‘ulusal bütünlüğün güçlenmesine katkıda bulunmak’’ ise Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın görevidir. Milli Eğitim Bakanlığı’nın işlevi ulus varlığıyla özdeşleştiğinden, bu bakanlığın adı önünde ‘‘Yüce Önder Atatürk’’ tarafından konulmuş ‘‘ulusal’’ sıfatı yer almaktadır. Her ne kadar bugünkü siyasal yönetim, ulusalcılık karşıtı bir ideolojinin siyasal İslam ideolojisinin belirlediği yoldan git CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle