15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA f CUMHURİYET 13 MART 2001 SAU O L A Y L A R V E G O R L J Ş L E R [email protected] T oplumumuzda birey ol- ma süreci: Feodal ve ge- leneksel toplumlarda in- sanlann birey kimliği ka- zanmalan çokzordur. Bi- lindiği gibi, Osmanlı top- hımıında, herkes kendini padişahtn kiı- lu olarak nitelerdi; dedelerimiz, ninele- rimiz de bıı ögretiden geçtiler ve ne de olsa bize, baş eğmeyi, etliye sütlüye ka- nşmamayı. büyüklerin her şeyi bildiği- nı. bızımse "sanasöyleneniyap,sorusor- ma" buyruğuna uymamız gerektiğini öğ- rettiler, adetabeynimizin içine soktular. Bir insanm, toplum içinde birey ola- bılmesi için öncelikle aile içinde kim- liğini, eşitligini, hak ve ödev bilincini kazanması gerekmektedir. Gerek kjz gerekse erkekçocuklann, hangi kesim- den olursa olsunlar, yetiştirilme koşul- lanndaböyle bir düşünce ve davranışın bulunmadığını, hepimiz yaşamış ola- rak bilmekteyiz. Ülkemizin çok çocuklu geleneksel ailelerinde, ailenın geçim ve sonımlu- lukyükünü küçükyaşta taşımak zorun- da olan çocuklann, daha sonraki ya- şamlannda kendilerini bulup birey ola- bilmeleri de hiç kolay olmamaktadır. Erkek çocuklara yüklenen "afleye mad- di destek olma" ve cahil de olsa "ana- babaya aşın ftaat" güdülemeleri sonu- cu yüksek eğitime varabilen gençlerin bile, kendi diledikleriıü degil, aüenın uy- gun gördüğü meslekleri seçmek zorun- da kaldıklannı sık görmekteyiz. Yine bü- yük erkek çocuğun küçük kardeşlerine de katkısırun beklenmesi, gencin, yük- sek eğitimde yediği her İokmanın bo- ğazına takılmasına neden olabilmekte Bifey-Devlet Ilişkisi-1 Prof. Üli TÜrkan SAYLAN Çagdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkam ve küçük yaşta, benlik, lrişilik gelişimi- nin yerini ezik bir sorumluluk duygu- su almaktadır. Geleneksel kırsal kesim ailelerinde, kız çocuklan ise en baştan istenmeyen, bahnkara, erken yaştabaş- lık parasına saülacak, sofrada fazla bir boğaz olarak rutelenmekte, kendi ayak- lan üzerinde durmak isteyenleri ise acı sonlar beklemektedir (töre cinayetleri vb.). Aşiret şemsiyesi alnnda yaşayan Doğu ve Güneydoğu insanımızın ise aile içi eşitsizliklerin ve ezümişlikleri- nin yanında, ağanın marabası olma, onun servetini, topragının bekçiliğini yapma ve önüne atılan kemikle yetin- me dışında bir şansının olmadığı da çok iyi bilinen bir başka acı gerçektir. Kırsalı bırakıp devlet kurumlanna, fabrikalara, madenleTe, KlT'lere kapı- lanan, lahanasını, domatesini bir köşe- de satmaya çalışan emekçi ya da küçük esnafin, memurunsa sesini çıkarması, ta- lepte bulunması, başkaldırması çok da ahşılmış bir şey değildir. Sendıkalaş- ma mücadelesinin nasıl bir yılan hikâ- yesi olduğu hepimizin bilgisindedir. Insanlann iş yitirme korkulan onla- n suskun, kaderine razı, buruk ve mut- suz kılmakta, bireysel gelişmelerine, kımlık kazanmalannaket vurmaktadır. Bu nedenle de ufak tepki ve başkaldı- nlar, neredeyse isyan olarak değerlen- dirilmekte, coplarkafalara inmekte, in- sanlar saçlanndan sürüklenmektedir. Yasalan uyguladıklannı sanan ve bunu şiddetboyutlannda gerçekleştirenler de ashnda, ezik çocukluklannın, iş ve ai- le yaşamlannın yansımasını sergile- mekten başka bir şey yapmamaktadır- lar. Bu karamsargörüntülerne denli acı gerçeği yansıtırlarsa yansıtsınlar, Tür- kiye insanı kabuğunu kırmaktadır. Ek- ranlarda, basında her türlü şiddetin, yol- suzluğun, ahlaksızlığin neredeyse öğ- retısını alan insan, beri yandan da uy- garhgmkendisine getirdigi nimetleri, hak ve sorumluluklan algılamakta, çok ya- vaş da olsa "birey" olması, "kendET ol- ması ve "tophımda bir yerinin bulun- mas" gerektiğini yavaş yavaş kavra- maktadır. Tophımumuzdadevkteyüklenen an- bun: Beri yandan "devtet", bu kavrama bir de kutsallık yüklenilerek, erişihnez yükseklikte, dokunulmaz bir orun (ma- kam) olarak ve vatandaşın hiç soru sor- madan itaatetmesi gereken en büyükgüç olarak nitelendirilmekte, beyinlere kor- ku ve ürküntüyle özdeşleşmiş biçimde ışletılmektedır. "Uslıı dur, yoksa seni polise veririm" sözünü kullanmayan ana-baba var mıdır? Devletin içini dolduran seçilmiş ve atanmışlarsa, gökten zembille ve her türlüdonanımla geldiklenni, sonsuza de- ğin o orunlarda kalmalannın gerekli ve zorunlu olduğunu, yerlerini hiç kimse- nin dolduramayacağını varsayarak "bü- yûk güç - büyûk birader" konumlannı ve tepeden bakışlannı koruma çabasın- da ve savaşımındadırlar. En uygar gö- rünüşlü yöneticüerin bile, sık sık, "Ba- na yasalann verdiği öyleyetidler var ki, bir uygularsam görürsünüz" diye teh- ditler savurduğuna, akademik ve siya- sal yaşamda ne sık tanık oluruz. Çev- relerini sarmış olanlar da, onlara yalnız- ca duymak istediklerini söyleyerek top- lumdan sürekli olarak kopmalanna ve hata yapmalanna yardımcı olurlar. Işte böylece "devief bir yandan kut- sal, bir yandan da her şeyi bilen, ne ya- parsa doğru olan, insanlardan tümüyle kopuk, onlann dışında ve üstünde, kor- ku yaratan, dokunulmazlık zırhuıa bü- rünmüş, kabuğu kınlmaz garip bir kav- rama dönüşmüştür. Devlet ashnda nedir, ne obnabdır? Oysa devlet, seçümişi ve atanmışıyla, bireylerin, halkın, kendi kardeşlerinin mutlu ve güvenli yaşamasını sağlamak üzere belli bir süre için görevlendiril- miş temsücüerden, bu mesleğin eğiti- mini almış bürokratlardan oluşur. Devlet, gelişmiş ülkelerde, arkasına dönüp bakmış, kendini yeniden tanım- lamış ve ulusu oluşturan yurttaşlardan farkh bir varhk olmadığını algüamış, de- mokratiktoplumun yaratılabilmesi için gereken çagdaş bireyin oluşumunun alt- yapısını hazırlamıştır. Bireyin feodal düzenden, geleneksel ve dinsel baskılardan kurtulması, çağ- daş eğitim alması, akılcı düşünme ye- tisini kazanması, hak ve özgürlükleri- ni beürleyen eşitlikçi yasalara ve yöne- tici kafalara kavuşması, devlete muhtaç olmadan kendi ekonomik özgürlüğünü ve sosyal güvencelerini edinebilmesi aşama aşama gerçekleşmiştir. Böylece devlet, yüzyülar içinde, te- peden yönettiği kölelerin, yurttaşlann acılar ve gözyaşlanyla yoğrulmuş soy- lu direnişleriyle sonunda yönetilenler- le yönetenlerin aynı insanlar olduğunu kavramış, imparatorlann hazla seyret- tiği gladyatörlerin, cennetin anahtannı saün almaya çabalayan ve engizisyon- larda yok edilen Papahk uyruklannın, etek öpen kullann yerini "gerçek, çağ- daş ve eşit bir birey"in alması sağlana- bilîniştir. Bu evrim, bu çağdaşlaşma. yine hal- kın içinden çıkan, "birey" olmanın ger- çeğini, düşünceleriyle, davTamşlanyla ve yazdıklanyla herkese anlatmaya ça- lışan fılozoflann, din adamlannın, sa- natçılann ve onlan anlamaya başlayan sade insanlann katkılanyla ve onlann devletin karar mekanizmalanna girme- leriyle gerçekleşebilmiştir. Çagdaş devlet, korkulan, için için kin beslenen, her türlü özgürlüğü kısıtla- yan, baskıcı bir yaraük değil, ohnası gereken, hak ve özgürlükleri koruyan ve arzulanan bir varlık ohnak zorundadrr. Gelecek yazımda; birey-devlet ilişki- sinde 'Günümüzde ohnası gerekenkr' üstünde duracağım. EVET/HAYIR OKTAY AKBAL 121GünteriYaşamamak!.. 11 Eylül gecesi, Ankara'dayım. önce 'Cumhuriyet" bürosunda. Kemal Aydar, Fikret Otyam'la konuş- malar. Bir şeyler bekleniyor. Süleyman Demirel hü- kümetine son verilecek mi? Seçime mi gidilecek, ye- ni bir hükümet mi gelecek? Gece yansı otelde... Ankara'nın şurasından bura- sından silah sesleri... Uyku tutmuyor. Kimi zaman sa- bah öyle geç gelir ki! Pencereden bakıyorum, sessiz- lik, karanlık... Silahlı Kuvvetter'in yönetime el koyduğunu sabah ögreniyoruz. Sokaklara çıkma yasağı var. Ne yapıp edip Doğan Avcıoğlu'nun 'Devrim' gazetesine gidi- yorum. Herkes orda, askerler, gazeteciler... Işte bek- lenen oldu! Istenen buydu! Devrimci bir kadronun iş- başına gelip gerekli reformlan yapması! Devrim ya- salannı uygulaması! Onlara yenilerini eklemesi!.. llha- mi Soysal geliyor. Coşku içinde... Oysa Doğan Av- cıoglu o kadar hoşnut değil! Bir şeyler eksik... Bek- lenen, tam olarak gerçekleşmemiş... Gazeteye dönüp eski daktiloda ertesi gün çıkacak yazımı yetiştiriyorum. Umutluyum, şimdi çok şeyler değişecek! Adalet Partisi iktidan çöktü. Yeni bir hü- kümet kurulacak. O günkü yazımı bir daha okusam "Ne kadar umutluymuşum" derim! Umutlu olmakla çoğunlukla "saf" olmak mıdır? Kolayca düşlere ken- dini kaptırmak mıdır? Birkaç gün sonra bir reform hükümeti oluşturuldu. Dünya Bankası'nda bir uzman, başbakan yardımcı- sı, o günlerin ilerici aydınlan, iktisatçıları, eğitimcileri, devrimcileri bakan... CHP lideri Inonü yeni kabineyi destekliyor, CHP ile AP'den de bakanlar var. Ama ağıriık reformcularda. Onlar tanm reformu yapacak; işçiler, aydınlar, Atatürkçüler sevinç içinde!.. Çok geçmeden işin iç yüzü ortaya çıktı: 9 Mart'ta yönetime el koymaya hazırianan "gerçek" devrimci kadro, iç ihanetlerle "fasfiye" edilmiş! Işbaşına gelen gerici güçler, dümeni ters yöne çevirmiş. Bir de bak- tık tutuklamalar, gözaltına almalar... 0 coşku, o umut, püf diye söndü! Evler aranmaya, kitaplar toplatılma- ya, kışlalar, hapishaneler dolduoılmaya başlandı. Bir sabah gözümü açttm, kapıdaaskerler, sivilter... Birgenç subaydı karşımdaki... Birtakım sorular soran, kuş- kuyla evin her yanını, özellikle krtaplıklan tarayan... Sonra da bir öğle vakti de alıp götürdü iki sivil ça- lıştığım yerden... Nereye mi? Doğru Selimiye'ye... Beş altı saat süren bir bekleyiş, sonra askeri savcıya he- sap verme... "BirAğaç Kavgası" yazımda "Halkı is- yana teşvik etmişsin" diye suçlanarak!.. 12 Mart'ın birçok kötülüğü var. Ama en kötüsü, en çirkini, en yaralayıcı olanı, kitap düşmanlığıdır... Kam- yonlar dolusu kitabın ordan oraya sürüklenmesi, ya- kılması, yok edilmesidir... Koskaca insanlann, aydın, profesör, subay, gazeteci yazarlann, Mao'nun, Lenb'in, Nâzım'ın ve birçok tanınmış yazann, felsefecinin ki- taplannı kuyulara, denizlere, sobalara atıp ortadan kaldırmasıdır! Kara bir lekedir 12 Mart uygulamalan... Yetmezmiş gibi on yıl geçti, bu kez 12 Eylül'le karşılaştık... Biri öbüründen beter iki" 12"... Ister istemez Ali Sirmen'in "12'den 12'ye" adlı kitabını anımsıyorum. Her iki "12" olayında da aylarca hapiste yatan sevgili arkadaştmı, onlar gibi nice aydını, emekçiyi, Atatürkçüyü... Unutmamalı bu '12"\\ günteri... Yenilerini bir kez daha yaşamamak için!.. Bu 'Teslimiyef Atatürkçülüğe İhanettir ErolEKTUĞRUL m - • " luslarara- I I sı Para I I Fonu'na I I zorunlu X M ^ değiliz. Bugün geldiğimiz nok- tada, sanki IMF'nin da- yattığı yöntemlerden başka bir seçenek yok- muş gibi gösterilmeye çalışıhyor. Oysa yıllardır, bu dış kaynakiı büyük para ku- rumunun istediklerini yapıyor ülkemizi yöne- tenler. Ama görülüyor ki geldiğkrriz nokta hep" aynıdır. Belli aralıklarla para değerindeki olağanüs- tü düşüşler, ücretlerin, gelirlerin gerilemesi, zamlar ve halkımızın yoksullaşması. Hani ekonomik program ba- şanlıydı, hani bilmem ne kadar sonra düzlüğe çıkacaktık. Görünen o ki hep bir kısır döngünün içerisin- de dönüp duruyoruz. Kazanan, dış kaynak- lar; kazanan içerideki vurguncular, bir gece- de milyarlara konanlar- dır. Kaybeden de, her zaman olduğu gibi 'hal- kunız'dır. Batan bankalara kap- ünlan paralar, yağmala- nan ulusal kaynaklan- nuz ve devlet olanakla- nndan çalınanlar düşü- nüldüğünde, bu kaybe- dilen kaynağın, Ulusla- rarası Para Fonu'ndan ve Dünya Bankası'ndan el açıp istediğımiz para- dan çok daha fazla ol- duğu gün gibi ortada- dır. Bu ulus, Kurtuluş Sa- vaşı yıllannda da, cum- huriyet kurulduktan son- ra da, dış kaynaklardan, yabancı para kurumla- nndan hiç borçlanma- dı, para ahnadı. Ancak, Türkiye Cum- huriyeti onuru ile ku- ruldu, onuru ile yaşadı, kimseye el açmadı, say- gınlığını korudu, hep saygın kaldı. Üstüne üst- lük bir de Osmanh'nın dış borçlarını ödedi. Şimdi bunlan düşün- dükçe, büyük bir içten- likle diyoruz ki: Ulusla- rarası Para Fonu'na zo- runlu değiliz. Ülkemizde gündem öylesine hızla değişiyor ki, bir sorunu daha ay- nntılan ile tartışmadan, başka sorunlarboy gös- teriyor. Ve olumsuzluk- lar, ulusumuzun yüre- ğini burkuyor. Yeraltı, yerüstü kay- naklanmız, dış güçle- rinistemi üg özelleştir- me adı altında yağma- Hukukçu /Aydın Atatürkçü Düşünce Derneği Başkam lanıyor. "Avnıpa Birti- ği'ne gjnnek" adı alnn- da, kabul edemeyeceği- miz ödünleri vermemiz isteniyor. "Lozan"da, Lord Curzon'un tsmet Paşa'ya söyledikleri ger- çekleşiyor. Ekonomik sıkıntılardan ötürii, si- yasal ödünler vermeye zorlanıyoruz. Incirlik Hava Üssü'nden, bizim devlet adamlarımızın bilgisi dışında havala- nan uçaklar, komşumuz Irak'ın kentlerini bom- balıyoT, sesimiz çıkmı- yor. Acaba büyük Ata- tûrkve îsmet Paşa, tüm bunlara tanık olsa neler söylerlerdi. Fransa'da, sözde Er- meni soykmm tasansı kabul ediliyor. Belli ki bunu başka ülkeler izle- yecekler. Ancak biz hak- lıhğımızı anlatamıyo- ruz. Büyük kentlerimi- zin alanlarında Fransız bayraklannı yakıyoruz. Böyle yapmakla hiçbir şeyi çözemeyeceğimi- zi, yahıızca Fransız hal- kını üzeceğimizi düşü- nemiyoruz. Oysa yakın tarihimiz, Ermeni çetelerinin yap- tıklan anlatıhnaz katli- amlarla doludur. Bun- lan bilimsel temellere dayalı olarak ve belge- leri ile Batılı ülkelere anlatmahyız. Bu sorunu ancak aküla ve sağduyu ile aşabiliriz. Diyarbakır gibi bir so- runlu kentimizde, ban- şı sağlamaya, hoşgörü- yü egemen kılmaya ça- lışmış bir değerli emni- yet müdürümüz, beş po- lis memurumuzla bir- ükte akıl almaz birplan- la şehit ediliyor, hâlâ ka- tillerini bulamıyoruz. Bu cinayet çözülmedik- çe Güneydoğu'ya ban- şı getirmemiz güçleşir. Bu alçakça cinayeti gerçekleştiren güçler kimlerse kesinlikle bu- lunmalıdır. Sevgili Mimar Si- nan'nın başyapıtlann- dan olan Süleymaniye Camii'nin bahçesi Nak- şibendi tarikatuun gö- mütlüğü haüne getiril- mek isteniyor. Görül- memiş bir çabuklukla Bakanlar Kurulu kara- n oluşturuluyor. Tarikat liderinin Sü- leymaniye 'nin bahçesi- ne gömülmesi, Cumhur- başkanı'nın karamame- yi imzalamaması nede- niyle son anda önleni- yor. Kubilay'ı Mene- men'de şehit edenler de aynı tarikattandı. Şeyh &ait de aynı tarikattan- dı. Ve tüm bunlan, Ata- türkçü olduklannı söy- leyenler yapıyor. Bu yö- netim eğer gerçekten Atatürkçü olduğunu söylüyorsa, öncelikle, daha önce Süleymani- ye'nin bahçesine gömü- len Hafize Ozal'ı, \u- suf BozkurtÖzal'ı ora- dan çıkarmahdır. Süley- maniye tüm ulusumu- zun onurudur. Orası, bir tarikatrn, bir ailenin gö- mütlüğü durumuna ge- tirilemez. 12 Eylül yö- netiminin neden oldu- ğu bu durum kesinlikle düzeltilmelidir. Şanlı ordumuzun bi- linçli Atatürkçülüğüy- le 28 Şubat kararlannın yıldönümünü yaşadık. Geçmişi unutmamalı- yız. Ulusumuz için en büyük tehlikenin irtica olduğunu nasıl göz ar- dı edebiliriz? Tarikat şeyhlerinin, sanklı bir yığın din tüccanrun Baş- bakanlık konutundaki iflar yemeklerinde ağır- landığı günlerden geç- tik. Kuran'dan ayetler ezberleyen hükümlüle- rin cezalanndan indi- rimler yapümasının dü- şünüldüğü dönemlerden geçtik. Cuma günleri- nin tatil yapüması ge- rektiğinin belirtildiği günleri yaşadık. Türkiye Cumhuriyeti başbakanınm Libya çöl- lerinde Bedevi çadırla- rında cumhuriyetimize yapılan çirkin eleştiri- leri başı önünde sessiz dinlediği günlere tanık olduk. Bu nedenle 28 Şubat'ın önemini hiç unutmayacağız. 28 Şu- bat kararlanna doğal olarak irticaya destek veren çevreler karşı çık- mışlardır. Bukararlan, sanki de- mokrasiye karşı imiş gi- bi göstermeye çahşmış- lardır. İrticaya göz yum- mak ve irticanın tüm yurdumuzu teslim al- masını sağlamak ve bu tür girişimlere destek olmak demokrasi sayı- labilir mi. Cumhuriye- tin aydınlık ilkelerini yok etmek, Türk aydın- lanmasını görmezlikten gelmek demokrasi sa- yılabilir mi! Ulusumu- zu ortaçağ karanlıklan- na götürmek isteyenle- re kolaylıklar sağlamak demokrasi sayılabilir mi?! Atatürkçüler bunlara nasıl izin verebilir? Susurluk davası so- nuçlanrruş ve bir bölüm sorumlu ceza almıştır. Ancak, asıl suçlular ve asıl bağlantılar henüz ortaya çıkmamıştır. Devletin çetelerden ann- dırılması için Susur- luk'un gerçek bağlantı- lan ortaya çıkanlması gerekli değil midir? Ulusumuzun bunca ekonomik, demokratik, siyasal sorunu aşacağı ve esenliğe çıkacağı ke- sindir. Cumhuriyeti kur- muş bu ulus, belli ki bunca sorunu da çöze- cektir. Ancak, yine de, bunca sorun karşısında susan, aymazlığa düşen sorumlulara karşı Uğur Mumcunun dediği gi- bi, içimizden "Uyanın iıey uyanın" demek ge- liyor. PENCERE Hepten Uşüttük... Abdurrahman Şeref 19'uncu yüzyıl ortasın- da doğmuş ünlü tarihçimiz: "- Ben" demiş "1876'da anayasa ilan edil- diği zaman Türkiye'nin Ingiltere gibi olduğu- nu sanmıştım." Ne sanı!.. Yıl 2001!.. "Ingiltere gibi olmak" için AB'nin kapısında çıkmaz ayın son çarşambasını bekliyor Türki- ye... • 5. Murat kafadan çatlak bir padişah.. 1876'da (1293) 93 gün padişahlık yapmış; sarayın merdivenlerinden çıkarken birdenbire tersine dönüp inmeye başlarmış. Bir gün Yıl- dız Sarayı bahçesinde dolaşırken fıttınp bağır- mış: - Ben padişahlık istemiyorum!.. Kendisini cuppadak havuzun sulanna at- mış, etraftan yetişip zoria çıkarmışlar... Aklına esince ata ters binermiş.. Huzura çıkan yüksek görevlileri kucaklayıp öpermiş... - Aman padişahım, yapmayın!.. Umurunda mı sultanın... Pek ünlü bir Avusturyalı hekimi çağırmışlar, doktor, padişahı uzun uzadıya inceleyip gerek- li testleri yaptıktan sonra demiş ki: - Sıradan bir kişi olsa Vıyana'ya götûrûp te- davi ederdik, ama padişah olduğundan iyileş- mesi olanaksızdır, yapacağım bir şey yok!.. • 5. Murat iyi bir ögrenim görmüş; fen, Fran- sızca ve piyano dersleri almış; güzel besteler yapar, içkiyi çok sever, ayık dolaşmazmış.. 1876'da anayasa ve özgürtük eyleminin ba- şını çeken Mithat Paşa ve arkadaşlan düşün- müşler: - Kafadan çatlak bir padişahın özgühükçü bir anayasayı ilan etmesi doğru olmaz. Murat'ı tahttan indirmişler. Tahttan iner inmez düzelmiş Murat, Çırağan Sarayı'nda kafayı çekip besteler yapar, torun- lanna ders vererek vakit geçirir, keyfine göre yaşarmış... Yine de aklı bir gidermiş.. Birgelirmiş.. Ikide bir sorarmış: - Millete özgüriük verildi mi, ben haJkıma öz- gür/ü/c/sterim... 1904'e kadar yaşamış.. Ve hep sormuş: - Halkıma özgüriük verildi mi?.. • Geldikmi2001'e.. 5. Murat, üşütük padişah, bugün sağ olsay- dı, yine sorar mıydı: - Halka özgüriük verildi mi?.. Yanıt ne olurdu?.. Üstelik bizim şu sırada beklentimiz özgür- iük değil, Amerikan Dolan... «.**»««. Gözlerimiz yolda!.. Özgüriük mözgüriük artık bize vız geliyor.. öy- le bir duruma düştük ki demokrasiyi de unut- tuk memokrasiyi de, vatan matan da artık bi- ze göre fısfıs... Kaygımız tek: - Dışardan borç verecekler mi?.. Şöyle 20 milyar dolar mı desem, 30 milyar dolar mı desem, bir gelse... Ülkeyi bugün yönetenlerle yandaşlannın üşü- tüklüğü yanında Padişah 5. Murat akıllı kalmaz mı?.. nkşamüstü Hayatın içinden - ehranlara yansıyan bir program. Sıcah. gülümseten ' heyifli dahihalar geçireceğimiz. hos sohbetlerle ahsamüstlerinıizi renhlendireceh bir program. Ihsamüstü' hafta içi her gün
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle