04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 MART1996 PAZAR 14 KULTUR İSARET FİSECİ ZEKİ COŞKUN özgürleşıneye, eyleme' Üniversitelilerin bu sloganı belki on- lann atfettikJerinden, ifade etmek iste- diklerinden de derin anlamlar taşıyor. Sadece üniversiteler değıl, tüm eğitim kurumlanyla sistem. gençlığı, olmayan özgürliiklerini de yitirmeye, tam bir esa- rete doğru ıtiyor. Çünkü "bilgi çağı"nda, *İnternet"lerin. bilgi "high way"lennin dünyasında bilgi tekelleşirken ondan uzak kaianlar cehalete ve esarete mah- kûm. Dünyanın "merkez"inde bilgi otoyol- lan, bilgıye etkın ve hızlı erişim kanal- lan oluşurken Türkiye'de eğitim, ilköğ- retimden yüksek ögretime hızla "Haba- bam Sınıfi"na dönüşüyor. Hababamlaş- mak. dünyanın taşrasına düşmektır. O nedenledir ki iiniversitelerde "harçlar" nedenıyle yükselen çığlık. aslında Haba- bamlaşmayı, dünyanın taşrasına itifme- yi kabul etmeme. "bilgi'' ve "özgüriiik" talepetme çığlıöıdır. * * * Ünıversiteliler "sokağa, özgürieşme- ye,eyleme" adım atarken, çağn yaparken forumlarda. katıldıklan TV programla- nnda vb. "biHmetiği"nden söz ediyorlar. Bılginin metalaşmasına karşı çıkıyorlar. Bilgiyi eşit koşullarda edinebilme öz- gürlüğünü - istemini dile getiriyorlar. Onlar içın biitün bunlann önündeki görünürengel "harçlar": Işın mali port- resı... iş paraya gelıp dayandı. Bu nok- tada da özgürleşme istemleri ümıtsizce bir durumu işaret ediyor. Çünkü o anım- satılan -bilim etiği" çoktan bitti! Bılgi- nin en değerlı "meta" olduğu, sistemin olmazsa olmaz "veri"si olarak formüle edildi: "Bilgitoplıırmındaekonomiyete- met oluşturan şey bilgi tabanıdır." Bunu söyleyen "Amerikan iş dünyasının akıl hocası" Peter Drucker. Bilgi çağındaki "degi$en bilgi taba- nı"ndan vazgeçılmez işlev ve yere sahip internet'e 1996 başındaki verilere göre dünyada 50 bin kulianıcı abone. ABD'de her yuz kişiden 2.4'ü yeryüzünde üretil- miş bilgi toplamına, onun ürünlerine, herhangı bır alandaki gereksınimlenne (seks dahıI) Internet aracılığıyla ulaşabi- liyor. Türkiye'de ise üniversitelerin "deği- şen bilgi tabam"yla uzaktan yakmdan il- gisi, ılışığı >ok. Onlar eğitimcisindenöğ- rencısine sıstemın posalannı, döküntüle- nni biraraya getiren "Hababam Smıfi" gibi günü geçirmeye, şekli yerine getir- meye uğraşıyor. Bilginin -ve sistemin- merkezinde for- müle edilen "bilgi toplumu"nun verile- n, Türkiye'de "ekonomiye temei oluştu- ran şey bilgTdır şeklinde uyarlanıyor. Formül, Türkçe'ye böyle çevriliyor. Dünyada varolabilmek, hayatta kalabil- mek içın "bilgi"yi talep edenlerden bu- nun karşılıgında para talep edilıyor. Tıp- kı "ithal ikameci" ekonomı sisteminde olduğu gibı, sunulan malın (bilginin) ni- teligine, kaiitesine bakılmaksızın "yer- se" dercesine. Üniversitelilerin kendilerinden ıstenen "harç"lan "haraç" olarak nitelemeleri dc bu anlamda doğruluk taşıyor. BUgh=Para / ParaHBilgi Üniversite öğrencileri "bilim etigi"ni anımsatırken. bilginin metalaşmasına karşı çıkarken, entelektüellenn, egemen- Jerin sessizliğı dikkat çekici. "Yukan- dakilar". üniversite gençlığinin özgür- leşme istemini. bilgi-bilime ilişkın söz- lennı duymuyor. Sadece yükselen sesler, olaylar, sokak görüntüleri dikkat çeki- yor, rahatsız ediyor "yukan"yı. "Bizbu filmi görmüştük" telaşıyla. "yine mi so- (Fotoğraf: KIJBÎLAY TÜNTÜL T~""v ünyanın "merkez"inde bilgi otoyollan, bilgiye etkin ve / 1 hızlı erişim kanallan oluşurken Türkiye'de eğitim, -£—S ilköğretimden yükseköğretime hızla "Hababam Sınıfı"na dönüşüyor. Hababamîaşmak, dünyanın taşrasına düşmektir. Üniversitelerde "harçlar" nedeniyle yükselen çığlık, aslında Hababamlaşmayı, dünyanın taşrasına itilmeyi kabul etmeme, "bilgi" ve "özgürlük" talep etme çığlığıdır. kak. yine mi anarsj" korkusu ıle yüzler buruşuyor. yürek çarpıntılan geçirilıyor. Oysa toplum çoğunluğu. bugünkü gı- dişle "bflgi''den ve onu taşıyan araçlar- dan, aygıtlardan kopacak. Başta da ya- zılı basın "taban"ını kaybedecek. Bu- gün her tür eşya rüşvetiyle elde tutulan "okur" kınntısı yok olmaya doğru gidi- yor. Bu gidişle resim gibı, heykel gibi, ede- biyat gibi, tiyatro gibi, sinema gibi "ke- yif işı şeylerin üreticileri de (altyapı yokluğundan) ortadan çekilecek... Ure- timi olmayan şeyın "ilgflisi" kalırsa. on- lar da gereksinimlerini "ithal" yoluyla karşı layacaklar. Keyif işlerinde olduğu gibi sistemin yürümesi için "zorunlu" bilgiler: örne- fin mımarlık - mühendisük, tıp, yöne- timbilim, toplumbilim, ekonomı vb. de "dışanda"edinilir, ya da dışandan getı- rilenlerce bu hizmetler karşılanır. Ya da "içeride" ilgilıler için özel kurumlar oluşturulur. Parayı bastıran orada gerek- lı donanımı edinıı ve hizmete gırcr. Üniversitelilerin "bUgJ" ve "özgürleş- me" istemi tam da bu gerçekten kaynak- lanıyor Onlar istenen "harac"lan öde- seler de sıstemde kendilerine yer bula- mayacaklar. Bugerçekleronlan sokağa, eyleme sürüklüyor. Belki gözden kaçmıştır, ünıversiteliie- nn sokağa çıktıklan sırada gazetelerde yanmşar sayfalık ılanlar yayımlandı "Çocuğunuz kolejli olsun" çağnsı yapı- lıyordu. Hemen altında"2yabancıdilög- rensin". Bu nasıl olacak? Ilanda adlan yazılı "özel kolejler"in seçme smavına girilerek. Seçme sınavına gırmek için para yatınlacak, "seçbn"kazanılırsa,öğ- retim için de düzenli para ödenecek. Bu yukanda işaret edilen özelleşmiş. seçil- mişlere yönelik yüksek ögretime basa- mak oluşturacak. Ünıversıteliler "sokağa, eyleme, öz- gürleşine"ye çıkarken. gazetclerde çıkan bu ılanlar onlann haklılığının belgesiy- di. Ama iş 1 milyon 300 bin "üniversite adayı"nın oraya gelmeden önceki son durağı "ortaöğretim'*le de bitmiyor. Pa- rayı bastınp "bilgi'* satın alabılmek, ya- ni "Çocuğunuzkolejli obun" çağnsında- ki seçme sınavına katılabılmck de para- nın ötesinde, altyapıv ı gerektınyor. Do- layısıyla ilköğretimden itibaren dona- nımlı olmak gerekiyor. Bunun içındir kı sadece 50 öğrencinın alınacağı Galata- saray İlkokulu içın 3.934 kişi ikişer mil- yon TL yatırarak başvuruda bulunuyor. Yine henüz bakanlık onayı bile olma- yan ve sadece kurulması tasarlanan bir vakıf ilkokulu için 450 milyon TL yıllık öğretim bedelıni kabul ve taahhüt eden, 3'er milyon TLIik u bağış''lan seve seve yapan anne-babalar kayıt bürosu önün- de kuyruklar oluştunıyor. Nihayet 8 milyon olduğu tahmin edi- len "okulöncesi eğitim" çağındaki ço- cuklann sadece yüzde 5.4'ü bu şansa eri- şebiliyor Türkiye'de. Bu alanda "iyi" olarak nitelenen kurumlann aylık ücret- leri 15-20 milyon TL arasında seyredi- yor. "Para = BflgT formülü, "seçilmi?ler piramjdi" oluştunıyor. Formülün gereğini yerine gerirmeyen- ler piramide gıremezler. Onlann yeri "Hababam Sınm"dır. Öyle de oluyor. Hababam'dakiler. bize kıymayın, bizi esarete, taşraya, yoksulluğa itmeyin di- ye sokağa dökülüyorlar. Hababam ve taşra dfizeni Rıfat llgaz I959'da yazdıği Hababam SınıfVnı okurlann sahıplenmesini büyük keyifle, kıvançlaanlatırdı. Herkesinokul hayatı Hababam'dan birşeylertaşıyordu. Ama galiba asıl 1980'le, özel eğitim ku- rumlannın ortaya çıkışryla birlikte Ha- babam îdaki tablo da "resmi eğitim diize- ni" niteliğini aldı. Kitabın son dokuzyıl- da(l987-96) 19baskıyapmasıdaoger- çekliğı yaşayanlann, paylaşanlann sayı- sının arttığını gösteriyor. 1970lerde Ertem EPmez'in "seri" halinde sıncmaya uyarladığı "Haba- bam" türevleri de iyi "ratiıtg" yapıyor olmalı ki TV'de sık sık göstenme giriyor. Ekrandaki "Hababam Sınıfı"y la ya da 1980 öncesı gerçeklikle bugün arasında önemlı bir farklılık var. Sansür korku- suyla olsa gerek, Hababam'da resmedi- len tablo bir "özel okul"muş gibi sunu- lur. Müteahhit kıltk.tı bir okul müdürü (sahibi) vardır. Resmı okullarda dikiş tutturamamış öğrencilerin velilerinin pa- rayı bastınp çocuklannı tıkıştırdıklan yerdirokul. O sistemin prototipi de "Ha- babam Sınıfrdır Öğrcncıler öğrenmekten ne denli uzaksa, öğretmenler de öğretebilmekten -tüm iyi niyetlerine karş/n- odenti uzak- tır Hababam"da. Oysa şimdi parayı bas- tıran "kolejli" oluyor ve "iki yabancı dil"le üniversite kapısından -ve hayatın kapısından- rahatlıkla geçiyor. Parayı bastıramayanlar Hababam'a tıkışıp lealı- yor. Özel eğitim kurumlannda bir sını- fın öğrenci sayısı 15-20'yle ifade edili- yor. Milli Eğitim liselennde sınıf başına öğrenci sayısı 70, ortaokullarda 172, il- kokullarda 124 olarak ifade edilıyor! Ve bu sayılar Istanbul ortalaması... Hababam'da parayı kasasına koyan okul sahibi. ucuz tarafından emekli öğ- retmen vb. bulamazsa, dersler boş geçi- yordu. Bugün Milli Eğitim'de birçok ders boş geçiyor. Son bir yılda emekli olan öğretmen sayısı 27 bin. Üniversite- lerdeki durum da farkJı değıl. Hababam düzeni ülke eğitim sistemi- ne egemen olurken, dünyanın taşrasına itilme gerçeği de bu sistemin kendi ge- lenegi içinde bir kez daha fiiliyat kaza- nıyor. Eskiden kasabalarda, köylerde eğitim halkın tahsis ettiği ya da bizzat yaptıği/yaptırdığı binalarda gerçekleşti- rilirdi. Osmanlı mahalle mekteplerinde olduğu gibi yakacak vb. zorunlu gerek- sinimler yine öğrencüer tarafından kar- şılanırdı. Şımdi bu düzen "katkı pa- yı"yla, "yakacak parası" vb. yollarla res- mileştinliyor. Hababam Sınıfı'nın en kuvvetli -şiş- man öğrencisı- Tulum Hayri, bilek güre- şinde kımseye yenilmedıği için "sınıf mümessilligi'*ni kimseye kaptırmaz. Şımdi "kesesi kuvvetH'" olan, eğitim ba- samaklannı aşarak "bilgi''ye erişiyor. Hababam düzenin egemen olduğu okul- lardaysa hâlâ bıleğı kuvvetli olmak iş ya- pıyor. Etiler Lisesi'nde, Fenerbahçe Li- sesi'nde, Kartal Meslek Lisesi'nde oldu- ğu gibi ülkenin dört bir yanında da "ka- badayı"lar, kendilerine uymayanlan ha- camat ediyor. Eğitim sistemi, şiddeti biz- zat üretiyor. Üniversite temsilcilerinden bir öğren- ci "YÖK, başb başına bir şiddet" diyor- du. Ama YÖK'e, polis zoruna, öğrenci- lerin sokağa dökülmesine gitmeye de ge- rek yok. Taşraya itilmek ve bilgıden yok- sun bırakılmak, esarete mahkûm edil- mek şiddetin kendisi değil mi? Bu şiddet karşısında "sokağa, eytetne, özgürleşmeye" çağnsından başka yol var mı? Bilgi otoyollannın dünyasında Haba- bam Sınıff ndakiler hep sınıfta kalacak- tır. Onlar sınıfta kaldıkça "seçibniş"lerin "bflgi n ye sahip olmalan da "yolumuzu bulma"ya yetmez. İki yıl önce bugün yitirdiğimiz ressam Cihat Burak'ın resimleri, 23 marta dek Sevimce Sanat Galerisi'nde Günlük yaşamın masalsı resimleri SAKİNE ÇİL Doğan Kuban'agöre: "Tiirk resminin Yahya Kemal'i"olarak nıtelendirilen Ci- hat Burak, bır renk cümbüijü ve figür zenginliğı içinde 'şiirsel bir gülmeceyi' ve keskın bir mızahı resimleriyle bize sunmu^ bir sanatçıdır. Genelde i> imser bir felsefeye sahip ol- masına rağmen, insanlara ve tanık oldu- ğu olaylara resimleri aracılığıyla eleştirel gözle bakan ve çoğu kez 'ince ince alay etme>i' seven Cihat Burak. çeşitli tiple- rini keskin bır mizah, alaycı bir anlatım- la resmederken resim ile yaşam arasında- kı ilişkiyı örnekier. Cihat Burak" ın fan- tastik resim kurgusu. aslında günlük göz- lemlerden çıkar. Kımi kez bir gazete fo- toğrafı. kimi kez çarşı ve pazarlann can- lı ve renkli görüntüleri, kimi kez otobüs süsleri. kimi kez ev içi dekorlannın vaz- geçilmez elemanlan olan biblolar, Cihat Burak'ın kurduğu resim dünyasının çıkış noktalandır. Bunlar giderek sanatçırun fantastik-masalsı resimlerinin simgeleri- ne dönüşür. Galaıasaray Lisesi'nde okurken resme ilgi duyan Cihat Burak (1915-1994). ken- di anılanndaanlattığına göre bir gün Gü- zel Sanatlar Akademisi'ne. gider. Ama- c> akademiye gıriş koşullannı öğrenmek- tir. Memurdan bilgi alırken onu gören birkaç akademi hocası resimJerine bak- mak isterler. tnceleme sonunda, 'Girer- ıe okula, zor yapar bu resimleri' diyerek yorumda bulunurlar. Bu yorumu kulağı- na küpe yapan Cihat Burak, Galatasaray Lisesi'ni bıtirdikten sonra Akademi 'nin mimarlık bölümüne girer. 1943 yılında mezun olur. Akademi 'de aldığı 'coursdu soir' derslerinde oluşturduğu kendine öz- gü anlatımını, aldığı bir burs üzerine git- iiği Paris'te (1953-1955) geliştirir. Ora- daki olanaklardan yararlanıp duvar res- mı. ipek baskı ve gravür çaiışmalan ya- par. Mimar olarak yaşamını kazanırken resımde özgür arayışlar içindedir. Bu ara- yışlar, onu ikinci kez (1961-1965) Pa- ris'e sürükler. Batı sanat çevreleri Cihat Burak'ın Doğulu kişiliğinin getirdiği bü- yüye önem verirler. Paris'te, Muse'ede L'art Moderne'de Interministerell salonunda açılan ulusla- rarası sergide Cihat Burak bronz madal- ya kazanır. 1964 yılında ise uluslararası Utrillo Resim Ödülü'nde gümüş madal- ya alır. Fakat sanatının gücünü kendi ül- kesinin yaşamından alan Cihat Burak, Türkiye'ye döner. Kimi kez naif, kimi kez ise gerçeküstü bır ressam olarak de- ğerlendirilen Cihat Burak, aslında hıçbir akıma ya da okula mal olmayan, geçiş bir ufka sahip kendine özgü bir sanatçımız- dır. Onun resmini değerlendirmek gere- kirse Memet Baydur'un sözlerine kulak verebilinz "Belki mimarlık eğmıni gör- düğü için. Burak'ın resmi, kimi zaman naif olarak nitelendirilmiştir. Oysa naif olan hiçbirşey yokturonun resminde. Bü- yük bir inceliğin \v aklın süzgecinden geç- miş. bilgi\c dayanan,zor ve şahaser resinv lerdir Cihat Burak'ın yaptıklan. Kimiza- mansa gcrçcküstücü resme yakın bulun- muşrur kimilerince. Kuramsal açıdan gerçeküsriJcülere yakın hiçbir şc> yoktur Burak'ın vapıtında. Vaşamda sürekli var olangerçeğin üstünü'büyük bir ustalık- la resmetmiştir yalnızca. însanı hem cos- furan hem gülümseten hem de akla davet eden resimlerdir bunlar. Bir bilgenin re- simleri.'' Kent ve toplum yaşantımıza, geçmiş- le günümüze aynı pencereden bakan Ci- hat Burak'ın resimlerinde, çok geniş bir zaman ve mekân boyutu vardır. O yaşa- dığı dönemlere tanıklık ederek resimle- rinde tarihçi yanını da sergiler. Günlük hayata duyduğu ilgi, tarihe duyduğu il- giyle birlikte olaylara yaklaşımını belir- ler. Osmanlı'dan günümüze siyasal çal- kantılann. yüzyıl boyunca giderek şid- detlenen sanat tartışmalannın arasında geçen yaşamı boyunca 'kâr peşinde de- ğil de ar peşinde koştuğu' için yoz olan her şeye karşı tavır alan, bu tavn sanatı- na çıkış noktası yapan Cinat Burak, top- lumsal ve ulusal olaylara her zaman du- yarlı olmuştur. Halk resmine, mimar olduğu için de mimarlıkla bütünleşen dekoratif resme sıcak bakan Cihat Burak, bu etkilerle •özenü etkin" istif ustabğmı' geliştirir. Çok yönlü sanatçı kimJiğiyle öyküler yazan Cihat Burak. 1981 de 'Cardonlar' ve 1992 Yunus Nadi Ödülü'nü kazanan 'Yakutiler' adlı iki öykü kitabı yayımlar. 1973 Devlet Resim ve Heykel Sergi- si'nde başan ödülü. 1982 yıhnda görsel sanatlardalında Sedat Simavi Vakfi Ödü- lû alan sanatçı, yetenekleri seramik ala- nında da dener. Yıldız Porselen fabrika- sındaporselen figürlerçalışan Cihat Bu- rak, fabrikanın mevcut koşullannda en iyi sonuçlaraulaşır. Mimar kimliğiyleele aldığı, çömlekçi kiliyle şekillendirdiği kuş evlen 1980'li yıllarda resim sergile- rinde tablolannın yanında yer alır. Cihat Burak'ın eserleri serigraf baskı tekniği ile porselen tabaklar üzerine uy- gulanır. Bu eserler 1992 yılında Istan- bul'da, GaJeri MD'de sergilenir. Cihat Burak"a göre, "_kedi.kişifiği olan bir hay- vandır. Düşünün ki güzel bir bina kedistz obun, güvercinsiz olsun. Olmaz, müm- kfin değildir. Muhakkak o binanın kedi- si vardır. Ama kedi, o binanın güzefliğinin farkmdadır veya değildir. O öyle yaşar orada—" Giderek Cihat Burak'ın can yol- daşı olan kediler. sanatçırun tablolanndan firlar, seramik tabaklannın içine kurulur adeta. Sevimce Sanat Galerisi'nde yap- tığı bu sırüstü resimler 1992 Istanbul Sa- nat Fuan'nda sergilenir. Hikâyeci yönüy- le Cihat Burak, bu tabakJarda bize yeni öyküler sunarken, kediler, adetleri üzere hep uyuklamaktadırlar. KOŞEBENT ENtS BATUR Canavarın Yeri Televizyon ekranından fok yavrulannı başlanna so- payla vurarak öldüren Kanadalı balıkçıları izferken tı- kandım, kanım dondu. Kahkahalarla gülüyorlardı. Besbelli hatıra olsun adına, aralanndan biri de ka- merayla bu muhteşem anın görüntülerini saptıyor- du. O "insan"lar "iş"\enn\ yaptıklarını düşünüyoriar- dı: Hem para kazanacaklardı hem de eğleniyorlardı. Bütün dünyanın birkaç gün sonra kendilerini ekran- dan izleyeceğini bilselerdi bir şey değişir miydi ta- vırlannda, emin degilim. Zihnimdeki makaralar hızla geri döndü sonra, "iş"ini yapan başka "insan "lann başına sopayla. so- palarla coplarla vurarak öldürdüklen Metin Gökte- pe'ningörüntülerini aradım belleğimde. "Olayanı"na ilişkin hiçbir görüntü yoktu tabii. Ama düşündüm: 01- saydı, olabilseydi, kanımız bu kez gerçekten de do- nacaktı. Olsaydı, olabilseydi, toplumsal tepkinin bo- yutları alabildiğine büyüyecekti. Görmek ve zihinde canlandırmaya çalışmak öyle- sine farklı algılama biçimleri yaratıyor ki insanda. Gö- rüntü, kurmaca bile olsa, daha yüksek bir voltaj ya- ratıyor beyinde. Bertolucci'nin görkemli filmı "1900"ün bir sahnesi aklımdan çıkmıyor: Donald Sutheriand'in canlandırdığı birfaşist, iki bacağından tutup kendi etrafında çevirdiği küçük erkek çocuğu- nu, kafasını direge çarptıra çarptıra öldürüyordu: Fa- şizmin çeyrek yüzyıl boyunca süren kanlı karabasa- nını özetleyen bir görüntüydü bu. Şiddetin bire bir gösterilmesine karşı çıkanlardan değilim ben. Sinemada, televizyonda, başka ifade kanallannda kullanılması ya da yüceltilmesi değıl sö- zünü ettiğim. Şiddetin dolaylı aktarımı yeterince ir- kiltmiyor bizi; şiddetin görüntüsüne, ondan yeterin- ce uzaklaşılması içın gereksinmemiz var. Göktepe olayının gerçek şiddet dozunu kavrasaydık daha ka- lıcı sonuçlan olacak birer çığlık atardık. O olayın ön- cesinde, yüzlerce, binlerce benzeri olayı görmüş ol- saydık, çoktan durdurmanın yolunu bulurduk o gö- rüntüleri. Bundan sonra olabilecekleri de. Oysa iş görmeye, gördüğümüzü sanmaya gelin- ce, imgelemimizin yabana atılamayacak birgücü ol- duğu ortada. Aylardır Van Gölü canavannı görenle- rin tanıklıklan ile karşılaşıyoruz. Bu toplum canavarı olduğu yerde görmek istemiyor aslında, onun için de onu olmadığı yere transfer edip rahatlıyor. Peki, ger- çekten görürferse Van Gölü canavannı, ne yapacak- lar? Şüphenız olmasın: Yok edecekler. Bizim yok edebileceğimiz tek canavar türü bu mu? Sorun Türk toplumuna özgü değil aslında. Somut ca- navarlanyla, onlann sahici görüntüleriyle başede- meyen bütün toplumlar bir tek kendilerine görünen canavarlar üretmek konusunda ustalaşmışlardır. In- gilizlerin ciddi ciddi gelenekselleştırdikleri hayalet hi- kâyeleri, düşmanlan denizin ötesinden geldiğı için mi görünmezlik esasına dayanan bir temel özellikten kaynaklanmıştır. Akdeniz ülkelerinin folkloru daha fazla ortaklık ta- şıyor galiba. Türk okurunun "Mısır Konseyi" ile ta- nıştığı, başta ünlü "Todo Modo"su olmak üzere bü- tün yapıtlarıyla dilimıze kazandırılması gerektiğine inandıgım Leonardo Sciascia (Şaşa okumak gere- kiyor) günlüğünde, Sicilyalılann zengin dagarcığına dikkat çekiyordu. 1969'da: Bir tür gülyabaniyi andı- ran dev, simsiyah bir şempanzeyi bir keçi çobanı, bir çiftçi, bir kadın görmüştü; pek çok köylü, kol kalın- lığında iki metre boyunda biddina'yla (sözümona bir tür su yılanı) karşılaşmıştı; bir de guizzine'\er vardı: Derin sulardan çıkagelen, kıllan ve kuyruklan şeytan- sı bir başkalaşımdan geçmiş atla yılan kanşımı, or- ganlan zehirle şişmiş yaratıklar. Sciascia, kırsal kesimden yavaş yavaş büyük kent- lere sıçramaya hazırlanan bir canavar ve hayalet gör- me döneminin açıldığını, Chesterton'un deyişiyle "gamlı doğaüstü'nün mührünü vurmaya koyulduğu- nu söylüyordu ya, biz de böyle bir çağa giriyoruz an- laşılan. Gerçek canavan görmek istemiyoruz: çünkü ger- çek canavar kendimıziz. Onun görüntüsü önünde sı- kı sıkıya gözlerimizi yumuyor, görünmez olan ile kar- şılaşmış gibi yapmaya, üstelik buna inanmaya yö- neliyoruz. Içimizdeki değilse, yanıbaşımızdaki canavar böy- lece semiriyor: Ona dimdik bakmayı, onu yok etme- yi öğrenmek istemediğimiz için. Hâmiş: Bir öğretmen hakkında, okulda köpek, okul bahçesinde keçi beslediği için soruştuıma açılmış olması umut verici bir gelişme. Öğretmenlerin kedi- leri köpekleri tekmelemesi, öğrencilerin kulaklannı kopartasıya çekmesi, müfredatta hayvanlara eziyet faslına genış yer açması daha uygun bir seçim olur. BUGUN ANMA TOPLANTISI Hasan Hüseyın, GÜYAD'ın (Gürûn Yardımlaşma Derneği) düzenlediği "Hasan Hüsevin 69 Yaşında" adlı biretkinlikle anılıyor. Mecıdıyeköy Kültür Merkezi Konferans Salonu'nda saat 14.00'de başlayacak etkinlikte; açıhş konuşmasını Nureftin Sözen'in yapacağı, Azime KorkmazgiL Sennur Sezer, Behzat Ay, Zeki Coşkun, Gülsüm Cengiz Akvüz ve Zeki Büyüktanır'ın katılacagı bir panel. dıa gösterisı, Ankara Birlik Tı\atrosu gösterimi. GÜYAD Türk Halk Müzıgı korosu, Sadık Gürbüz dınletısı ve ozanın karakalem çaJışmalannın yer aldığı bir sergi gerçekJeştirilecek. SÖYLEŞl Çağdaş Yaşamı Destekleme Dernegi'nin düzenlediği "Laik Düzene Ök Adım: 3 Mart 1924" konulu açıkoturum saat 14.00'te Sirkecı sahildeki Sepetçiler Kasn'nda yapılacak. Açıhş konuşmasını Prof. Dr. Türkan Saylan'ın yapacağı açıkoturumu, Prof. Dr. Jale Baysal>önetecek; Prof. Dr. Suna Kili, Doç. Dr. Sübeyl Batumvc Merih Sezen konuşmacı olarak katılacak. MÜZAYEDE Pmltı Sanat Galerisi'nın "Sanat Eserleri, Tablolar''müzayedesi. saat 14.00"te Holıday lnn Crown Plaza Sedef Salonu'nda yapılacak. Müzayedede, Anadolu ınsanı, doğa ve natürmortlann agırhkta olduğu tablolar satışa sunulacak. Şeker Ahmet Paşa, İbrahim Safl, Hgmit Görele, Zeki Faik tzer gibı ustalann resimlennın satışa sunulacağı müzayedenin gözde eserleri Vladimir Yoffe'nin , Ressam Mahmut'un ve Batenson'un tablolan. TİYATRO Tiyatro Ayna, "Ziyaretçi" adlı oşunu saat 21.00'de Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği adına Ataköy 9. Kısım'daki Yunus Emrt Kültür Merkezi'nde sahnek'jecck. TuncerCücenoğlu'nun yazdığı oyunun yönehnenı Dilek Türker. ANMA Yönetmen Bilge Olgaç aramızdan aynlışının ikınci yılında Zıncirlikuyu Mezarlığı'ndaki mezan başında anılacak. Sıne-Sen'in düzenlediği törene Olgaç'ın yakınlan. arkadaşlan, sinema emekçıleri ve Sine-Sen yetkililen katılacak. 3 Mart 1994 tanhınde Beyoğlu'ndaki evınde çıkan yangında yaşamını yitıren Olgaç, aralannda "Kaşık Düşmanı"nın da bulunduğu birçok filme imza atmıjtı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle