Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
18 ŞUBAT1996 PAZAR CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
'Türk Resminde Otoportre' sergisi, 8 marta dek Yapı Kredi Kâzım Taşkent Sanat Galerisi'nde görülebilir
Aynanın yansıtbğı yüzün ötesi
CANAN BEYKAL
Hegel der ki: "Göz, kendisini, bir
a>Tiadaki yansıması sayesinde gönnek
dışında görmez." Özne, kendini, nesne
olarak algılamayı ve yorumlamayı
aynadaki görüntûsü yoluyla saglar.
Özne ve nesnenin bu karşılıklı yer
değiştirmesi. paradoksal bakjş
ilişkilerini kotarması resim sanatında
özellikle otoportre'lerde gerçekleşir.
Leonardo, aynayı, ressamın öğretmeni
olarak tanımlar. Trattato della
Phlura'sında gözümûze ilişkin belleğin
üzerinde durur ve ressamlara portre
konusunda uyanlarda bulunur.
Öncelikle ressamlann kendilerine bir
sınıflandırma şeması yapmalannı ve bu
şemada her yüzû, alın, burun, aği2 ve
çene olmak ûzere dört ayn ana öğeye
ayınp, daha sonra bu ögelerin
alabilecegi formlar üzerinde
çalışmalannı salık verir. Leonardo'ya
göre insan yüzünûn bu temel birimleri
bir kez belleğe yerleştikten sonra bir
bakışta bir yüzün çözümlenmesi ve
bunun bellekte kaydedılmesı olasıdır.
Portrenin sahibine benzeriiği
Resim sanatı, tarz resimlerinde
uzmanlaşacak olan sanatçılara öğütler
aktaran çizim kitaplanna, öğretilerine
bolca yer vermiştir. Bunlarda
geneJlikJe, insan kafası, içine haç
yerleştirilmiş bir yumurta olarak
düşünülmüştür. Ressam önce bir kafa
düşünüp. ardından bunu soyut oval
biçimine yaklaştıracagına, tersine önce
yumurta bicimini, ovalı düşünür ve
ardından gerektiğinde ete ve kemiğe
dönüştürecegi bir kafa oluşturur. Ancak
tikel bir insan portresi elbette bundan
daha çok şeye gereksınim duyar. Bir
ressam için yapılan portrenin iislup
özelliği ve resmin kalitesi önplanda
olsa bile, yine de en başta aranan
özeJJik portrenin sahibine benzerliğidir.
Şema, sanatçının gözlemi
doğrultusunda da sonuçta benzerliğin
egemen olduğu belli karakter, ifade ve
kalıplann şaşmaz bir şemaya
uygunlaştınlmasından öteye gitmez.
Öznenin bir başka özneyi nesnesi
haline getirmesi yine de kolay bir
çözümdür. Zor olan sanatçının
benzerine, kendine, aynadaki ikizine
nesnel gözlemle bakabilmesidir.
tnsanın kendiyle, özne-nesne ilişkisini
karşılıklı olarak yer değiştirir bir süreç
içinde yaşayabilmesi daha karmaşıktır.
Sanatçı, Hegel'in sözleriyle, kendisini
ayna dışında görmemiş, görmeyecek
olandır. Bundan da öte sanatçının kendi
bedeninin görsel gestalt'i ile
Şeker Ahmet Pasa Avnilifij HaleAsaf
AJaı
Sabri Berkı I
'anatçı, Hegel'in
sözleriyle, kendisini ayna
dışında görmemiş,
görmeyecek olandır.
Bundan da öte sanatçının
kendi bedeninin görsel
gestalt'i ile özdeşleşmesi
de gerekecektir. Otoportre
yapan bir sanatçı aklınm
bir ucunda şunu saklı
tutmak zorundadır: "Öteki
benim benzerimdir,
benzerim benim
ötekimdir." Balkan Naci İshrmeh
özdeşleşmesi de gerekecektir.
Otoportre yapan bir sanatçı aklının bir
ucunda şunu saklı tutmak zorundadır,
(bütiin nesnel gözlemine karşın) "Öteki
benim benzerimdir, benzerim benim
ötekimdir."
Buna benzer bir sozıi Heide^er
söylemış: "Ötekinin aslı bizim aslımızın
tamamlayıcı parçasıdır." Orhan
Pamuk'un "Kara Kitap"ında Galip ilk
yazısına, "Aynaya baktun ve yüzümü
okuduırTdıye başlar. Yüzün okunması
onun gizli anlamının çözümlenmesidir.
Kendini dışandan seyreden ressam,
kendi yüzüne bir başkasının yüzüymüş
gibi bakabüen ve başkasının gizji
anlamlannı okuyabilen. "artık başka
birisi oMum ben" diyebılen olmuştur.
Bir yüzün okunması gibi, kendi
yüzünün okunması bir başkasının
belleğini ağır ağır edinmekten başka
nedır kı? Galip, yüzündeki gizlı anlamı
okuma cesaretini topladığında helaya
gidıp aynada yüzüne bakacak ve her
şey ondan sonra çok çabuk oluşacakfır.
"fik anda. çıplak ampulün ışıgında
aynada gördüğü yüzüne gazetelerde
göre göre alışOğı başbakanlann, sincma
oyunculannın yüzlerine bakar gibi
bakmıştı. Bir sırru günlerdir peşinden
koştuğu gizli bir oyunu çözer gibi değil,
giyeghe ahştıgı esİd bir paltoyu ya da
sıradan bir kıs sabahım benimser gibi
bakmıştı kendi yüzüne; bir kader
duygusuyla sahiplendiği eski bir
şemsiyeye görmeden bakar gibi O
zamanlar kendimk birtikte yaşamaya o
kadar alışnm ki yüzümü fark
etmiyordum, diye düşünecekti daha
sonra... Aynada gordüğü yüzüne
günlerdir bakngı fotograf ve
resimkrdeki yüzJere bakar gibi
bakabikligi zaman, hemen harflerin
gölgelerini seçmeye başlaımştı çünkü."
Portrc ve otoportre"de hiç kuşkusuz en
önemli konu ifadedir. Bir portrenin
tikel bir insana aıt olduğu sorunu,
benzeşimden öte, ifadenin _,
aktanlabileceği bir yandır. Rönesans
sanatına kadar tikel insana yöneltilmiş
portrelere pek rastlanmaz. Bu döneme
kadar sanatçı kalıp formlan uygulamış,
şemalann ve ideogramlann izinde
yürümüştür. Orada Doğu'nun belli
başh dinleri elle tutulacakmış gibi figür
ve özellikle yüzün betimlenmesini
yasaklamış, bu nedenle yüzleri
bulunmayan figürler yapılagelmiştir.
Doğu Kilisesi, özellikle bakışlanyla
kötülük yapabileceğine inanılanlann,
örneğin Yahuda'nm, cepheden
resmedilmesıne karşı çıkmıştır. Çünkü
cepheden bize bakan bir göz altında
ızleyici sürekli takip edildiğı
duygusuna kapıJır.
Tablodaki kişiyle göz göze gelmek,
tıpkı canlı biriyle göz göze gelmek gibi
ifade yüklüdür ve bazen dehşet
duygusu uyandınr. Bir Eskimo
yaradılış öyküsünde, yaratıcının insana
baktığı ve bu yeni, garip varlığın
kendine bu denli benzeyişine şaştığı
anlatılır.
Minyatürler tıpkı Rönesans öncesi Batı
resminde olduğu gibi tikel insan
portrelerinden çok kalıplara uygun
figür ve portrelere yönelmiştir. Dinle
ilgili konularda fıgurler yüzleri yok
edılerek resimlenmiş, sivil konularda
ise herhangi bir ınsanın alışılmış ve
öğrenılmiş insan kalıbına uygun
betimlemesi yapılmıştır. Padişahlar
kartal burunlu, cüsseli, şahin bakışlı ya
da köstek burunlu, al yanaklı, halım
selım de olsalar, yazısal olarak böyle
betimlenmiş olsalar bile aynı portre
kalıbıyla resimlenmişlerdir. Giysisi,
oturduğu taht, başına taktığı kavuğuyla
mevkii, hiyerarşisi belirtilmiştir.
Temalı sergilerin ilki
Osmanlı Türkıyesf nde Şeker Ahmet
Paşa'yi Mercan Atölyesi'nde resim
sehpasının önünde, elınde paleti ile
ayakta tam cephe bir portrede gösteren
tablo ile başiayan yeni resim
geleneğinin izleri, Yapı Kredi Kültür
Merkezi'nin portreler temalı bir dizi
sergisinin ilki olan "Otoportreter"
sergisinde izlenebiliyor. Şeker Ahmet
Pasa'nın bu portresi; genellikle aynaya
bakarak kendi portresini çalışan
ressamlann yan-cepheden ve kaçan
bakışla portrelerine göre resim
geleneğimizde ender tam cephe
portrelerdendir. Sergide Avni LJflj'in
romantik ve sembolik anlatımlı iki adet
portresi yanında, Hikmet Onat, Halil
Paşa, Nazmi Ziya, Namık Ismail gibi
eski ustalar yanında genç kuşak
sanatçılann da portre denemeleri yer
almaktadır.
Musin'in
Avrupa'daki
ilk konseri
Kültür Servisi- Adı ne 20 ciltlik New
Grove Müzik AnsikJopedisi ne de Pengu-
in Müzık Adamlan Ansiklopedisi'ndege-
çiyor 11ya Alexandravich Musin'ın. Ulus-
lararası müzık dünyasında yeterince ta-
nınmıyor olsa da Rusya'nın yaşayan en
önemli müzik adarru olarak gösteriliyor.
Yaşamını müzığe adayan 92 yaşındaki Rus
bestecı, orkestra şefi. önümüzdekı gün-
lerde Londra Fılarmoni Orkestrası eşli-
ğınde Avrupa'da vereceği ilk konsere ha-
zırlanıyor.
Şostakoviç ile olan yakın dostluğu ile de
bilınen Musın, son 65 yılını St. Peters-
burg'da kurmuş oldugu müzık okulunun
yönetıcisı olarak geçirmış. Eski Sovyetler
Birlıgı'nde rejımın dayattığı katı kurallar
yüzünden Batı'da müzik alanında olup bi-
ten gelişmeleri yeterince gözlemleyeme-
miş olmanın üzüntüsünü yaşıyor. "Kafes
içinde büyüyen bir kuş, uçmanın ne de-
mek olduğunu nerden bilebilir?" diye-
rek üzüntüsünü dile getıren Alexandra-
vich Musın, rejımın çökmesiyle birlikte
gelen görece özgürlükler arasında en çok
seyahat etme özgürlüğünden yararlandığı-
nı belirtiyor. Avrupa'nın bellibaşlı mer-
kezlenne giderek müzik biJgisını yenile-
meye kararveren 92 yaşındaki sanatçı, öğ-
renmenin yaş-
la ılgrsi olma-
dığını; Londra
Kraliyet Mü-
zik Akademi-
si'nindûzenle-
diği kJasik mü-
zik kurslann-
dan birini üç
hafta önce bi-
tirdiğini söylü-
yor gülümse-
yerek.
R i o s k y
Korsakov'un
öğrencisi olan ÎVikoiai Malko'dan aldığı
derslerle önce konser piyanisti daha son-
ra da orkestra şefı olarak kariyer yapan
Munsin, kendisini Korsakov, Liadav,Gb-
zunov gibi ünlü Rus bestecilerinin günü-
müzdeki temsilcisi olarak görüyor. St. Pe-
tersburg'daki müzik okulunda öğrencile-
rini bu geleneğe göre yetiştıren Musin'e
göre mûzikte belli bir çizgide yürümenin
en güzel yanı 'benim stilinT dediğı bir sti-
le sahip olmak. "Her orkestra şefınin mü-
zisyenlerinden beklediği farkJı bir şey var-
dır. Ben öğrencUerimden duvgulannın se-
sine kulak vermelerini isterim.Böylelikle
yoflannı bulahilirler.Çünkü müzikduygu-
lara yönelik bir sanatür".
Sanatçının bir başka özelliği de, orkest-
ra seflennin elınde görmeye aiışmış oldu-
ğumuz değneği kullanmaması. Musin, şef
değneğinin, orkestra ile arasına giren
önemli bir engel olduğu düşüncesinde.
"Şef, o değnegin yardımı olmadan yüz mi-
mikleriyle de düşüncelerini miiziğe akta-
rabüir" dıyen Musın, şefin orkestrayı,
opera repertuannda yer alan >apıtlar dışın-
da. belleğine dayanarak yönetmesi gerek-
tığıne ınanıyor.
Tıyatro sanatçısı Savaş Dinçel 'in 'çalamadığı aletleri' konu alan 'ÇokSesli' karikatürleri
Şinıcli sıra tiyatro karikatürierinde
NURHA.N KAVAKLI
"Çalamadığun aletlerin resmini
çizdim." Istanbul Şehir Tiyatrolan
sanatçısı Savaş Dinçei, tiyatro
sanatçılığı ile birlikte yürüttügü
karikarürcü yanının ürünlerini
sergiledifi "Çok SeslT karikatür
sergisine ilişkin duygulannı bu
sözlerle aktanyor. 1992yılında
yayımladığı aynı adlı karikatür
kitabındaki karikatürlerin
orijinallerinin yer aldığı ve 25 şubata
kadar Harbıye Muhsin Ertuğrul
Sahnesi'nde açık kalacak serginin ana
teması müzik. Müziği, özellikle de
klasik mûziği çok sevdiğini söyleyen
Dinçel, çalmayı çok istediği, ama
çalamadığı aletleri karikatürlerinde
öyle detaylı ve özenli çizmiş ki onlann
Tiyatro
sanatçısı
Savaş
DinçeTin
müzik
temalı'Çok
Sesir
karikatür
sergisi,
25 şubata
dek
Harbiye
Muhsin
Ertuğrul
Tiyatrosu'nda
sergileniyıor.
Bu
sergisinde
klasik
müzjğcolan
düşkünlüğünü
karikatürleri
aracıbğryia
ortaya
koyan
Dinçei,
artık
yaglıboya
tiyatro
karikatürleri
yapryor.
ihtişamlı görüntülerinin yanında
insanlar sanki silikleşiyor,
zavallılaşıyorlar. Karikatürlerdeki
insanlann çoğunun çıplak çizilmiş
olması, bu etkiyi daha da
güçlendiriyor.
"Onlan çalamay an. hiçbir şey
beceremeyen bir insanın en yalm halini
göstermek için çıplak çizdim.
Ensfrüman onun çok üzerinde bir
şeymiş gibi geliyor bana. Klasik
müzikten anlamayan, onu dinlemek
istemeyen, sevmeyen insanlar için
üzülüyorum, bir taraflan eksikmiş gibi
geliyor. Ya da onlara o gıda verilmemiş,
alışânlmamışlar."
Savaş pinçel'in karikatüre olan ilgisi,
konservatuvardaki öğrencilik yıllanna
kadar uzanıyor. "Konservatuvarda
tiyatro bölümünde okurken karikatür
çizen bir ağabeyim vanü. Onun
kullandjğı kalem çok hoşuma
gitti. Ona özenerek ben de
aldım o kalemden, sanınm
yetenegim \ardi." Öğrencilik
yıllannda başlayan çizgiyle
olan bu yakınlık. karikatür,
kitap resimleri, afış çalışmalan
gibi kendi içinde çeşitlenerek,
tiyatro ile beraber sürmüş.
Ancak sanatçı riyatroyu asıl
mesleği olarak gördüğünden
karikatürü ikinci planda
bıraktığını söylüyor.
Bütün sanat dallannın
birbiriyle yakın akraba olduğu
söylenir. Yine de tiyatro ve
karikatür ilk duyuşta biraz uzak
akraba gibi geliyor insana. Bu
iki dalı birleştiren, buluşturan
ortak noktalar neler olabilir?
Her iki sanat dalında da ürünler
veren biri olarak Savaş Dinçel,
birbirinden çok ayn alanlar gibi
görünmesinin nedenini,
tiyatronun çok daha eski bir
geçmişe sahip olmasına,
dolayısıyla da aşağı yukan 150
yıllıİc geçmişi olan karikatür
sanatıyla geç buluşabilmiş
olmalanna bağlıyor. Ancak
tiyatro bütün sanat dallannı
kendi içinde banndıran bir
sanat dalı. tikel halinden
bugüne gelinceye kadar çok
büyük bir evre geçirmiş ve
bütün sanatlan koynuna almış
durumda. Sanatlar arasında son
dönemlerde büyük sentezlere
ulaşıldığını düşünen Dinçel,
"Karikatür gibi müzik vardır.
Çizgi fiunlere bakın. Oradaki
hareketlere göne efektif müzik
yapariar, hepsi bir yerde bir
sentez, 20. yüzyıbn sanatı
oluy^>r" diyerek sanatlann iç
içeliğini vurguluyor. Tiyatro ile
karikatür arasında benzerJikler
olduğunu kabul etmesine
karşın karikatürü daha çok edebiyata
yakın gören Dinçel "Karikatür resmin
reddettjği. edebiyaün eviat edindiği bir
çocuktur"diyor. Karikatürlerinde yazı
kullanmayı sevmeyen Dinçel, çizgiyle
mizah yapıldığinda çizginin yeterlı
olacağına inanıyor. Karikatürcü
yanının oyunculuğunu çok fazla
etkilemediğini düşünen sanatçı, yine
de karikatür çizerek insanın kendi
boyutlannı genişletebileceğini ya da
başkalannın çizdiği karikatürlerdeki
birtakım gaglan, drimaslan, yüzûn
aldığı şekilleri, vücut davranışlannı
görüp onlar gibi birtakım komik
hareketleri edinebileceğini düşünüyor.
Peki tiyatroda yapamadığı,
aktaramadığı şeyleri karikatür
gerçekleştirme olanağı veriyor mu?
Muhakkak vermesi gerektiğini
düşünen Savaş Dinçel "Meseb ben
çok kalabalık insan kitksi çizmeyi
severim. tstediğnuz kalabahğı sahnede
elde edcmeycbilirsiniz. 250 kişi çizmek
jstiyorum mesela. Gecen sene
'Gözterimi Kaparun Vazifemi
Yaparun' ovununu koymuştum
sahneye. Orada karikatür
görüntülerdeki ögelerden çok
yarar1andım"diyor. Sanatçının "Çok
Sesfi"den, Müjdat Gezen'le birlikte
hazırladıgı, çizgi roman niteliğinde
"Çizgflerle Nâzmı Hikmet" adlı başka
bir çalışması var; "O günlerde Nâzun
Hikmet'in başına gelenler bana
trajikomik geimisti. Adamcağıza
yapılanlan karikatür yardrmryla
nüzahi çizgi roman esprisiyle
aniattun."
Uzun yıllar çeşitli gazetelerde bant
karikatür çizen Dinçel, artık karikatür
çizmiyor.
"Bunun çok özel bir sebebi var.
YJlarca poiitik karikatür çizdim.
Bundan iki yıl önce taşuurken
orijinauerini buldum ve hepsini attun.
Çünkü baktıgun zaman ben de bir şey
anlamryordum. Bundan 4-5 şene önce
çizdigim siyası karikatür hiçbir şey
ifade etmiyor, yalntzca o gün için
çizilmiş. Ben karikatürün başka bir
türiü bir sanat olduğunu
düşünüyonım ve kaİKrıngı obnasuu
tercih ediyorum. Poiitik karikatüıierde
her zaman kaucıhk yakalanmadığı için
arük tercih etmjyorum." Savaş
Dinçel'in karikatürdeki yolculuğunda
bu bir son değil, sadece yeni bir
dönemeç. Çünkü artık sanatçı daha
gelişkin bir karikatür anlayışınm,
yüksek bir boyutun peşinde. "Yeni bir
şey yapryorum. Resimie karikatürü
birleştiren, yani mizah ve konu içeren
yaglıboya çalışmalan yapmaya
baştadun." Bu defa yapamadağı bir
şeyin değil, yapabildiği, hem de çok
iyi yaptığı bir şeyin, yani tiyatronun
yağlıboya karikatürlerini yapıyor
Savaş Dinçel.
PENALTI
MEMET BAYDUR
Taş ile Kumaş
"Onur toprakta değil, insandadır."
Ahmet Altan'ın Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımla-
nan biryazısından bu cümle. Onur, toprakta değil in-
sandadır. Bunun tersini savunabilir miyiz? Hayır ca-
nım, ne münasebet, onur insanda değil, topraktadır
denebilir mi? Bu görüşü de savunanlar var. Yazıyla
değil, eylemle savunuyorlar üstelik inançlarını. Bir
başka gazetenin yazan da "Bayrak, bir bez parçası
değildir" gibi bir şey yazdı. Aferin almıştır büyükle-
rinden kuşkusuz. Oysa bayrak bir bez parçasıdır.
Türkçe sözlüğe göre bayrak; bir ulusa, belli bir top-
luluğun niteliğine işaret olmak üzere bir göndere, açı-
lıp dalgalanacak bir biçimde çekılebilen, belirli renk
ve biçimde özelleştirilmiş dikdörtgen kumaştır. Bu
bezi önemli kılan da altında toplanan insanlann onu-
rudur. Onur ise, Ahmet Altan'ın dediği gibi, toprakta
değil, insandadır. Onur ve İnsan başlıklı yazının ilk pa-
ragrafını okuyalım şimdi.
"Hak etmediğiniz bir onuru, dünyanın bütün kaya
parçalanna bayrak dikseniz de elde edemezsiniz.
Biryılda iki bin insanı faili meçhule kurban veren, ga-
zetecilerini döve döve öldüren, pariamenteherini
partamento kapısında tutuklayıp hapse atan, binler-
ce köyünû cayırcayıryakan, emeklilerinı ekmek kuy-
ruklannda ağlatan, otuz yılda üç askeri darbe geçir-
miş; daha, sivil biranayasa bile yapamamış bir top-
lurr.un onuru filan olmaz. Onur, toprakta değil insan-
dadır. "
•
İnsana ait olması gereken onuru, taş ve kumaşa
yükleyip işin içinden sıynlanlan öfkelendirecektir bu
satırlar. Bense tümüyle katılıyorum Sayın Altan'ın
yazdjklarına.
Yurtseverlikle milliyetçilik arasında (sozcük oyun-
lannı aşan) bir fark var gibi geliyor bana. Yurtsever-
ler bu ülkenin insanlannın onurunu koruyan, yücel-
ten insanlardır diye düşünüyorum. İnsan onurunu
her şeyin üstünde tutan yurtseverler geliyor aklıma.
Nâzım Hikmet, Mehmet AN Aybar, Aziz Nesin,
Oktay Rifat, Pertev Naili Boratav, Sadun Aren,
Mümtaz Soysal.. uzar gider bu liste. Bırbirine ben-
zemeyen güzel insanlar. Milliyetçiler tarafından çe-
şitli biçimlerde cezalandırılmış birçok "yurtsever"
vardır içlerinde. Milliyetçi olanlann pek kolayca an-
layamayacağı bır onur, üzerine hiçbir şey diktirtme-
yen bir kaya parçası gibi yükselir bu insanlann ya-
şamlannda. Adına da insan olmanın onuru denir.
İnsanı elinin ya da sopasının tersiyle bir kenara itip
rnsanı içermeyen bir onur peşinde koşanların ıktida-
n ise, korkunun ve kuşkunun imparatorluğudur öte
yandan. Kimileri çağ atlamak adı altında bır hava
boşluğunda bılinçsizce yardımcı olurtar bu karanlı-
ğın yoğunlaşmasına. Kimınin çıkarıysa karanhğın yo-
ğunlaşmasındadır zaten. Toprakla ınsanı birbirlerine
kanştırmak kolaylaşır kimi dönemlerde. Devletin onu-
ru korunmuş olur, insan onuru pek itibar görmese bi-
le. Oysa zaman (tarih diyecektim) geri dönüp baktı-
ğımızda bize gösterir ki uzun vadede ayakta kalan
toplumlar, insan onurunu her şeyin üstünde tutan
toplumlardır. Öte yandan zamanın aptallığa faydası
yoktur. (Her şeye vardır da, aptallığa yoktur.) Sayın
Altan'ın dayazdığı gibi, onuriu bir toplum olmanın yo-
lu, onuriu bir toplum gibi davranmaktan geçer. Böy-
le davranıp öyle olmak mümkün değildir çünkü.
•
Bambaşka şeylerden söz açacaktım bu pazar. Bi-
lim, yolculuk, ölüm üstüne bir şeyler vardı aklımda.
Sonra yeni kitaplar. oyunlar, filmlerden, sergilerden
dem vuracaktım. Olmadı. Ermeni Fransız şarkıcı Az-
navour'un dediği gibi, "zamanın kangreni" izin ver-
medi o başka şeyleri yazmama.
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın; bu değerfi, büyük, iyi
okunması gereken yazanmızın üç beş dizesi geliyor
aklıma nedense...
"Başımızın üstünde bir bulutun
Gûneşe asılmış gölgesJ,
Uzakta toz halinde dağılan
Yoğurtçu sesı,
Gün bitmeden başladı içimizde
Yannsız insanlann gecesi."
ŞÖP Işüğinde kitap mezatı
Kültür Servisi - Kadıköy Sahaf Cafe Kültür
Merkezi'nde her pazar Sami Önal'ın yönetimınde
sahaflık geleneğine uygun olarak 'kitap mezatı"
düzenleniyor. Baskısı tükenmiş kıtaplann ucuza satın
alınabileceği kitap mezatının yanı sıra çarşamba
günleri de Eray Canberk yönetimınde şiir tutkunlanna
yönelik 'Şiir Işliği" gerçekleştiriliyor. (414 42 06)
Çahntı Renoir, Belçika'da bulundu
BRUKSEL (Reuter) - Fransız empresyonist ressam
Auguste Renoir'ın 1993 yılında Londra'da çalınan
tablosu Belçika'da bulundu. tngiliz polisinin 3 yıl
süren titiz araştırması sonucunda De Vuyst Müzayede
Salonu'nda ortaya çıkanlan kayıp tabloya 80 bin dolar
değer biçiliyor.
Ciıan Ünal, AKtör
Kean'i yemden
sahneKyop
Kültür Servisi - Cihan Ünal,
İstanburdal990ve 1991
yıllannda sahnelediği, ancak
tiyatroseverlerin önemli bir
kısmına ulaşamayan 'Aktör
Kean'i, Efes Pilsen'in
sponsorluğunda tstanbul'da
yeniden sahneliyor. İlk kez 6
yıl önce Istanbui Şehir
Tiyatrolan'nda oynanan
'Aktör Kean' ile Avni Dilligil
En İyi Erkek Oyuncu
Ödülü'ne değer görülen Cihan
Ünal, oyunun prömiyerini 29
şubatta, galasını i e 4 mart
tarihinde yapacak. Oyunun
rejisini, Türkiye ve
yurtdışında 100'den fazla yapıtı sahneleyen Tunç
Yalman gerçekleştiriyor. 19. yüzyıl Ingilteresi'nin
önde gelen aktörü Edmond Kean'in kişiliğinde tiyatro
sanatını ve aktörlüğü çeşitli yönleriyie aktaran "Aktör
Kean', ünlü Idasiklerden seçilmiş sahnelerle zengin bir
virtüözite gösterisine dönüşüyor.
1
Cüzzamla Savaşta 0 Be'
Kültür Servisi - 'Sanatçılar Cüzzamla Savaşta El Ele'
karma resim sergisi 28 şubatta Beşiktaş'taki Sandoz
Sanat Galerisi'nde açılıyor. Çok sayıda sanatçının
tablo bağışında bulunduğu sergiden elde edilecek gelir
cüzzamlı hastalara katkıda bulunmak yolunda
kullanılacak. Sergiye ünlü Ispanyol ressamı Nieto
Anton da 6 yapıtı ile katılıyor. Resim bağışlayan
sanatçılar arasında Bedri Baykam. Gürdal Duyar.
Ahmet Faik Aksoy, Gürol Sözen, Güner Ener. Niyazi
Toptoprak, Salih Zeki, Cemil Başo, Oktay Günday,
Berç Toroser, Nasip lyem yer alıyor.