Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 18 ŞUBAT 1996 PAZAR
14 KULTUR
İŞARET FİŞEĞİ ZEKİ COŞKinV
Dede'yi bir kez daha öldürmeym!Bir sanatçı: Sesin erişebildiği her to-
nunu. rengini işlemiş... Tükenen sesler-
den yepyeni "avaz"lar yaratrruş. Ardına
dönüp baktığında "Arük bu oyunun ta-
dj kalmadT demiş. Dinleyenlerin, du-
yanlann "yeni bir ruh" bulduğu şarkılar-
da, bestelerde asıl kendine ait olan sesin
kaybolduğunu görmüş.. ve bir tür intihar
yolculuğuna çıkmış.
1846'da Mina Çölü'nde koleradan
ölen İsmail Efendi. Türk müzigiyle ilgi-
lenenlere göre "klasik"lerin sonuncusu-
dur. Tanpınar, "daha Ueri giderek", onu
"bir inkırazL, muhteşem bir zafer yapan
deha" olarak niteler.
Bu yıl Dede'nin 150. ölüm yıldönü-
mü, Kültür Bakanlığı, 1996'yı "Dede
Efendi Yılı" ilan etti, bir dizi etİcinlik dü-
zenleneceğini duyurdu. 4-5 şubatta
AKM'de konser ve sema ayinleriyle
programın açılışı yapıldı. Bakan Fikri
Sağlar, açılış konuşmasmda Dede Efen-
di'nin yılını "geçmişiıniziebanşıkotana''
adımı olarak niteledı.
Son derece yerinde, doğru bir adım.
Eğer boş övgüler, protokol törenleri gös-
tenleriyle yetinilmez; dün ve bugünün ne
olduğuna övünmeden, yerinmeden, ba-
kjlırincelenirse yerinde bir girişim... Bu
yazı, kısıtlı bilgiyle ve dışandan da olsa
işin aslına bakma çabasıdır.
•••
Işin aslına bakmak zorunlu. Çünkû.
Dede'nin bir kez daha öldürülmesi, bu-
gün "arşiv sesi"ne indirgenen ya da cur-
cunaya dönen müziğin bir kez daha ölü-
mü demektir!
Dede -ve öteki çağdaşlannın- adeta
canhıraş bir edayla, çabayla ürettiği şar-
kılann fraklar, smokinlere bürünmüş
olarak saltanat mağrurluğuyla -ama bir
o kadar da ruhsuzlukla- icrası, traji-ko-
mik biryeniden öldürûm girişimidir. Yi-
ne Dede adına düzenlenen bir gecede,
onun bir saati bulan bestesini (HÜ22am
Sema Ayini'ni) protokol gereği, yanm
saatte kesmek de öyle. Ya da bir banka-
nın yaptığı "Bir kültür hizmeti" olarak
sunulan, "Musikinin Alün ÇağT adı ve-
rilen kasette Rast Kar-ı Nev'i "New" di-
yeyazmak...
Bütün bunlar, ait olmadığımız bir ik-
limde gezinmenin getirdiği tuhaflıkJar.
Tuhaflığin ötesinde, özellikle müzik-
te, bu ülkede yaşayan hemen herkesin
karşı karşıya oldugu bir "yabancıhk" ha-
li söz konusu. Genel, toplu eglencelerde
-ki, bu da çokça kederle iç içedir- bir
noktadan itibaren, iş birinin mınldanma-
sıyla ya da birinin üstüne baskı kurulma-
sıyla "fasd"a döner. Günün "moda* şar-
kılan, tûrküler peş peşe sıralanır. Ama
eğer özel -yani öznel- bir ilgi, birikim,
yetenek yoksa, repertuvar günün şarkı-
lanyla, haydi bilemedinız anneniz-baba-
nızdan dinlediklerinizle, duyduklannız-
la sınırladır.
Dolayısıyla müzik, "kulaktan dot-
ma"nın ötesinde pek bir yere sahip de-
ğildir kültürümüzde. O halde, "meslek-
ten" olmayıp müziğin şu ya da bu türü-
ne ilgi duymak, onu keşfetmek, hisset-
mek, ancak öznel seçimin ürünü olabili-
yor.
Alaturka'mn fanatik tutkunlan, ya bu
müzığe olan ilgilerinin ya da o ilgiyi ya-
ratan kültürel-ideolojik biçimlenmenin
etkisiyle yukanda anılan yabancilığı ge-
P O R T R E
Dede Efendi
1778'de dogdu, 29 Kasım 1846'da
öldü.
Abdülkadir Meragi, Itri'yle birlikte,
"klasik Tfirk müağinin üç büyük
bestedsi" arasında anılır. Çamaşırcı
Mektebı 'nde öğrenime başladı,
sesinin güzelligi ve müzik
yeteneğıyle öne çıktı, sınıfin
"ilahidbaşT oldu. Düzenli ilk
müzık derslerini Uncuzade Mehmed
Emin Efendi'den aldı. Hocası
aracılığıyla Başdefterdarhkta
memunyete başladı. Aynı zamanda
Yenikapı Mevlevihanesı'negırdi.
Üç yıllık Mevlevi çilesinin bir yılı
padişah ıradesıyle bagışlandı,
1799'da "Dede" oldu,
Mevlevihanede müzik dersleri
verdı, ayinlere çıktı. Ardından
"hanende" olarak saray fasıl
heyetine alındı, 1802'depadışahın
"musahip"Ieri arasına girdi. III.
Setim döneıntnde başlayan
saraydakı ıtıbarlı konumu, II.
Mahmud ve Abdülmedt
dönemlerinde de sürdü.
500'ü askın bestesı oldugu söylenir.
Ama günümüze bunlann 267'si
ulasabilmiştir. Eldeki yapıtlann 48'i
tasavvuf türünde, geri kalan 218'i
dın dışıdır. Kendi Mevlevi ayinleri
için düzenlenmiş 6 peşrev dışında
tüm besteleri sözlüdür.
Türk müziğinde " klasik dönem"ın
onunla kapandıgı ve "neoklasik
dönenTı açtığı kaydedılir.
Kendınden sonraki dönemin
CRomanüVlerin) temsılcisı
sayılan Zekâi Dede, Hacı Arif Bey
de Dede Efendi'nin
öğrencilerindendir.
nellikle "cumhuriyetin suçu" sayarlar.
Kimıleri Atatürk'ün müdahalesiyle ki-
mileri de "çevreandeki darkafaWar"ın
onu yanlış anlayıp bu müziğin bir dö-
nem yasaklanması nedeniyle "eski mu-
sikimizden uzak düştügümüz"ü öne sü-
rerler.
Oysa Türkiye'de müziğin -henüz ya-
zılmamış- tarihine bakıldığında pek de
böyle olmadığı ya da en azından "ilk gü-
nah"ın Atatürk'e de cumhunyete de ait
olmadığı görülür. İsmail Dede, ışte bu
noktada tipik ve dramatik bir portre ola-
rak çıkar karşımıza.
Üç devrin adamı
Babasının hamam işletmesinden dola-
yı "Hammamizade" namıyla anılan İs-
mail Dede'nin doğumu 1778, ölümü
1846. Bu 68 yıllık süre, Dede'nin içinde
yaşadığı toplumun ve yine içinde yer al-
dığı devlet organlannın geleneksel nite-
liğini, dokusunu, karşihklannı kaybet-
meye başladığı, "çözülme" dönemine
denk geliyor. Müziği de müzik karşısın-
daki duruşu, girişimleri de bu dönemin
etkilerini taşır.
Dede Efendi, üç padişaha hem tanık-
lık hem de eşlik eder. m. Setim, II. Mah-
mud ve Abdühnedt tlki aynı zamanda
bestekâr (ve Mevlevi) olan üç padışah-
tan çok özel ilgiler görür. Dede'nin ilk çı-
kışı 1798'de, 20 yaşındayken besteledi-
ği "Züöündedir benim bahN sryahım"
(buselik) şarkısıdır. Bunu "Eyçeşm-iahu
hkr fle tenhalara saktın beni" dızesiyle
başlayan "hJcaz-naJaş" bestesi izler. Şar-
kı, kısa sürede saraya dek ulaşır. Beste-
cısi, padisah tarafindan davet ve kabul
edilir. Saray musiki heyetine alınır.
Burada "devtet-sanat-sanatçı" ilişki-
sinin birömeğiyle karşılasıyoruz: Ham-
EskiMûsıkî
Çok insan anlıyamaz eski mûsîkî-
mizden
Ve ondan anlamıyan bir şey anlamaz
bizden.
Evet bu eski nesil, bir şerefli âlem
açar,
Duyuşta ince zamanlardan ınkıraza
kadar.
Yüz elli yıl, sıra dağlar, birer birer
yücelir
Ve akıbet Dede'nin anlı şaniı devri
gelir.
Bu mûsîkîyi, o, son kudretiyle par-
lattı;
ölünce, ülkede bir muhteşem güneş
battı.
YahyaKemal
mamizade İsmail Efendi, o dönemde
başdefterdarlıkta memur, aynı zamanda
Yenikapı Mevlevihanesi'ne devam edi-
yor. O dönem Mevlevihane "postnişini-
ne" AIi Nutki Dede, ölümünden (1804)
sonra da posta kardeşi Abdülbaki Dede
oturacaktır. Her ikisi de tasavvuf müzi-
ğinin önde gelen isimJeri. Yenikapı Mev-
levihanesi, döneminin en büyük müzik
okulu niteliğinde.
İsmail Dede'nin ney çalmayı Abdül-
baki Dede'den öğrendiği söylenir. En
önemli çahşmalanndan sayılan Şevküta-
rab Ayini'ni de (Tanpmar'ın Rauf Yek-
ta'dan aktardığına göre) Ali Nutki De-
de'nin "tarifi üzerine yazdığuu" bizzat
İsmail Dede'nin kendisı söylemektedir.
Yine Tanpınar'ın vurgusuyla "müşterek
çahşma", yapıtın ortak üretımı söz konu-
su.
Hammamizade İsmail, girdiği "tan-
kat" uyannca üç yıl dergâhta "çile" dol-
duracaktır. Ama saray devreye girince
işin rengi değişir. III. Seüm, şarkılannı
beğendiği bestecınin dinsel-manevi ka-
bulle girdiği "çfle"nin kalan bir yılını ba-
ğışlar, İsmail Efendi, 1799'da "çüesidol-
muf sayılarak "Dede" ilan edilir, sara-
ya alınır!
Resmi kabul, gönüllü-dinsel kabulün
önüne geçiyor. Siyasal otoritenin açtığı
"kariyer'', manevi "kariyer''in yerine
geçiyor.
Bunun bir baska anlamı daha var
"Meşk'' -icra- aynı zamanda eğirim ni-
teliği taşıyoralaturkada. Dede'nin Mev-
levihanedeki her iki üstadıyla ilişkisi de
bunu gösteriyor. Saray, "meşk" halkası-
ru şu ya da bu biçimde kesintiye uğraü-
yor.
Tanpınar'ın deyimiyle "Saraya giren
Dede, Mevlevi zevkinin bu sara>a hâki-
miveti ne olursa oisun bir saray adamı
oluşmuştur."
Bu yer değiştirme, Dede'nin ymşa-
mında ve müziğinde tek örnek değil.
Ölümcül 'yenilik'
Ikinci örneği, II. Mahmud dönemin-
den verebiliriz. Dede'nin Türk müziği-
ne kazandırdığı makamlardan, -ki, yep-
yeni bir beste formudur- Ferah-feza'nın
doğuşu da rivayete göre, saray içinde ve
padişah önündeki "kabul sava^"nın den-
mese bıle yanşının ürünüdür. •
Yine Rauf Yekta'dan nakJen anlatıldı-
ğına göre, Dede, dönemin -ve sarayın-
bir diğer gözde bestekârlanndan Şakir
Ağa'nın yeni bir makam üzerinde çalış-
tığını duyar. Hemen kendisi de o yönde
yoğunlaşır. Padişah huzurundaki bir mu-
siki meclisinde Şakir Ağa'dan söz alır,
Ferah-fezayı sunar... Padişah, Şakir
Ağa'yı. "bedeilegüreşilmez.O,musiki-
nin canavandır" diyerek teselli eder.
Üçüncü örnek, yine Dede'nin yarattı-
ğı ve adıyla anılan bir başka makam:
Karw Nev. "Atoturka'>
yı "abfranga"yla
birleştirme girişiminin ürünü. Tanzi-
mat'ın siyasal, yönetsel, kültürel hemen
tüm alanlarda yürüttüğü çabanın müzik
alanındakı karşılığı... KJasiklerin sonun-
cusu "yeni"ye; Batı 'ya adım atmaktadır.
Bugün Dede'nin adı geçen konserler,
adeta şaşmaz biçimde "Gözümde daim
hayaN cana" şarkısıyla; Rast Kar-ı Nev
bestesiyle açılmaktadır.
Dede'nin bugün de popülaritesini nis-
peten koruyan "semai"yi "vals" havası-
na taşıdığı "Vlne Bir Cülnihal" şarkısı da
aynı yöndeki bir başka örnek olarak anı-
labilir.
Dede bunlan yasadı ve yaptı. Bugün
biz bunlan "eski müziğimiz^ın örnekle-
ri olarak kimi zaman tutkuyla ya da "ar-
şjvsesi" olarak dinliyonız. Hayranlıkdu-
yuyoruz, seviyoruz. Ama Dede'nin ken-
disi, yaptığını "asıldao uzaklaşma", bir
bakıma asla -ve sanata- ihanet, yabancı-
laşma olarak görüyordu!
Tanpınar, bu duyguya ilişkin iki karut
gösterir. Birincisi, Dede'nin son yolcu-
luğuna çıkmadan, hacca gıüneden önce
söylediği söz: "Artık bu oyunun tadı kal-
madj." Tkincısi, yolculuğun bizzat ken-
disı. Tanpınar'ın yorumuna göre, "De-
de'nin yaşı Ue hiç uymayan bu seferi -hac-
ca gkiişi- ihtivar edişinin sebepleri arasn-
da bu zaruri inkânn -Batılılaşmanın,
Tanzünafın- payını ayırmak gerckir."
Buradakı "Ûıtiyarediş", "intihar ediş"
diye de okunabilır. Dede'nin "haa" ola-
madan yolda öldüğünü belirtmiştik.
O halde?
Yineleyelim: 150 yıl sonra Dede'yi -
ve müziği- bir kez daha öldürmemeli...
Eskiler pek boş söz etmez: Aşk olma-
dan meşk olmaz.
Izmir'in
Saat Kulesi ile
(solda)
bugün
oldukça
farklıbir
görüntüye
bürünmüş
olan
ünlü İzmir
KordoDU—
Eski Izmır fotoğrafları aıiık lıejriıııiznı
GÜRHANTÜMER
İZMİR - Daha çok yakın zamanlara
kadar, eski Izmir'in fotoğraflannı
bulmak hiç de kolay değildi.
Onlar, herkesin eli altında olmayan
kitaplann sayfalarında, kimi
kurûmlann ya da koieksiyonculann
arşivlerindeydiler. Ve uzun süre
oralarda kaldılar.
Sonra, yavaş yavaş ortaya çıkmaya,
yeni basılan, dolayısıyla da daha kolay
ulaşılabilen, yeni İzmir kitaplannın,
aylık takvimlerin küçüklü büyüklü
sayfalannda boy göstermeye başladılar.
Izmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı'nın
5. kuruluş yıldönümünde, çeşitli
kaynaklardan derienen, toplanan bu
fotoğraflarla, büyük ilgi gören büyük
bir sergi açıldı.
Sergiyi gezen insanlar, Kordon'un,
Karşıyaka'nın, Göztepe'nin eski
durumlannı, oralardaki eski binalan
görünce, "Ah tzmir'imiz, vah
)zmir'inıiz_ Sen ne güzelmişsin
eskklen. ne güzeL. Seru bugünkü
hallere getirenJerin elleri kınlsın_
Keşke bu fotoğraflar bir kitapta
toplansa da artık hiç değilse bundan
sonra herkes aklını başına devşirse_."
gibi, tam böyle değilse de bu anlama
stalji, nostalji, nostalji. Bu yazı, nostaljik bir yazı. Bu yazıyı eski tzmir'i
gösteren birkaç eski fotoğrafın piyasaya çıkmasından etkilendiğim,
duygulandığım için yazdım, çünkü ben de 1940'lann, 1950'lerin Izmir'ini
yaşamış olanlardanım, dolayısıyla da anımsayanlardanım...
gelen notlar düştüler açılan deftere.
Bu dilekler gerçekleşmedi. Yalnız şu
sıralarda, o eski İzmir fotoğraflanrun
bir bölümü, çok azı, hele bir de
yurtdışında Yunanistan'da, Paris'te.
oralardaki kütüphanelerde, oralardaki
koieksiyonculann ellerinde
bulunduğunu bildiklerimizi,
duydukianmızı da sayarsak, devede
kulak bir bölümü piyasaya sürüldü,
çeşitli boyutlarda ve kimileri daha iyi,
kimileri daha kötü baskılarla
kitapçılarda, kırtasiyecilerde satılmaya
başladı.
Bunlar artık hepimizin. Artık 4O'lı,
50'li yıllann Konak Meydanı'nı on-on
beş binle dört yüz bin lira arasında
değişen bir para karşılığında satın alıp
evinize getirebiliyorsunuz.
Onlardan birine bakıyorum. Saat
Kulesi'nden başka, o yıllann
Konak'ından kalan hiçbir şey yok. Ne
o tramvaylar, ne o burunlu otobüsler,
ne o ağacın altına park etmiş o müzelik
otomobil, ne meydanın göbeğindeki o
at arabası, ne o vapur iskelesi ve
elbette ki ne de belki Kemeraltı 'na
giden, belki Bahribaba Parkı'ndan
gelen o bir avuç insan kaldı. Foto
Cemal'in çektiği fotoğraflarda da,
halkın "Salaz tipi" diye nitelediği, her
bir katı bugün aynı yerlerde yükselen
sekiz dokuz katlı apartmanlann iki
katına bedel, ikişer; bodrumlannı da
sayarsanız üçer katlı evlerden, şimdi
başlan neredeyse göğe değen, ama o
zamanlar boylan topu topu iki kanş
olan palmiyelerden, üç beş yolcu
taşıyan, atlar cennetini çoktan
boyiamış olan bir atın çektiği bir
tramvaydan başka bir şey yok.
Bunlann dışında, hemen hemen
bomboş nhtım. Sanki sayım günu,
sanki sokağa çıkma yasaği var, sanki
nötron bombası geçmiş kentten.
Ey şu 1996 yılında, Kordon'un
kaldınmlannı, birahanelerini,
restoranlannı cıvılcıvıl dolduran
insanlann atalan; bu kentte kırk yıl,
elli yıl önce yaşamış tzmirliler... Artık
öteki dünyaya göçtünüz çoğunuz,
bugün onun için yoksunuz Izmir'in
sokaklannda, meydanlannda, onun
için yoksunuz Kordon'da. Bunu
anlıyorum. Ama ya peki o zamanlar
nerelerdeydiniz?
Nostalji, nostalji, nostalji. Bu yazı
nostaljik bir yazı.
Bu yazıyı eski tzmir'i gösteren birkaç
eski fotoğrafın piyasaya çıkmasından
etkilendiğim, duygulandığım için
yazdım, çünkü ben de 1940'lann,
1950'lerin Izmir'ini yaşamış
olanlardanım, dolayısıyla da
anımsayanlardanım.
Ama doğrusunu isterseniz, yok olan
Izmir'den söz eden bu yazıyı yazarken,
aklımda Ahmet Hamdi Tanpınar'ın
yok olan Istanbul için söyledikleri
vardı hep: "Boğaz'ın mazisL belld de
aradıklanmız) tcrieri/ıde
bulamadığunız için bizi öbürlerinden
daha fazla çekiyor. Onlar bütün o
Neşatâbâtlar, Hümayunâbâtlar,
Ferahâbâtlar. Kandilli saraylan, on
yedinci asırdan beri iki sahil boyunca
açık kalmış bir mücevher kutusu gibi
panldadığını tahayyül ettiğimiz ve
bizim ancak batmakta olan bir güneşin
son ışığına şahit olabildiğüniz yaülar,
bugün ortada olsa idiler. belki
kendimizi daha başka türlü zengin
bulacaktık; fakat hiçbir zaman
yokluklannın bizde u\andırdığı
duyguyu tatmayacakük, nesil ve
zihniyet ajnlıklan yüzünden ancak
bayramdan bayrama yüzlerini gönneye
razı olduğumuz ihthar akrabalar gibi
zaman zaman yanlanna uğramakla
kalacaktık. Heyhat ki yaldızlı tavandan,
gümüş eşyadan ve geçmiş zaman
hatırasından çok çabuk bıkılryor. Bizi
onlara doğnı çeken, bıraktıklan
boşluğun kendisidir (_) tstediğimde
onlara erişemeyince şiire, yazıya
dönüyorum."
Kim ne derse desin. Tanpınar'ın bu
sözlerine bütünüyle katıhyorum, bu
paradoksu ben de yaşıyorum, eski
tzmir'e, fotoğraflarla ve serde yazarlık
var ya, hele hele yazılarla, ışte böyle
yazılarla dönmeyi, çok, ama çok
seviyorum.
KOŞEBENT
ENÎS BATUR
Haflye Tuzağı
Murat Bardakçı'nın Hürriyet'teki sayfasında Or-
han Pamuk'u intihalle suçlayan yazısı, "olay"\ ga-
zetelerin birinci sayfasına taşıdı: Bardakçı'ya göre,
"BeyazKale" geniş çapta, Fuat Canm'ın dilimize ka-
zandırdığı bir yapıttan, Pedro de Urdemala'nın ki-
tabından "esinlenerek" kaleme alınmış birroman.
Hafıyeler, darda kalınca eski defterieri kanştınyor-
lar demek. "Beyaz Ka/e'nin tarihsel kaynaklan ko-
nusünda neredeyse on yıl önce bir tartışma yapılmış-
tı zaten. Konunun yeniden hortlatılmasının, üstelik
bunun büyük bir buluşmuş gibi sunulmasının arka-
sında, ben kendi payıma, şu ünlü insanın köpeği ısır-
ması sorununun yattığını düşünüyorum: Vampire RH
pozrtif kan aranıyor, ilgililerin...
Her şeyden önce, roman sanatının, tarihsel roman
geleneğinin evrimi hakkında, çalıntı suçlamasına gi-
rişenlerin düpedüz kör cahil olduklannı belirtmek ge-
rekir. Çağımız, bir yanda, bir yapıtı konu edinen ya-
pıtlar getirdi önümüze. Metinlerarası ilişkiler üzerin-
de, son derece önemli kuramsal çalışmalar yapıldı.
Kimsenin aklından, bu bağlamda çalıntı merkezli bir
yargılama geliştirmek geçmiyor artık. Olsa olsa, or-
taya çıkan metinle kaynaklandığı metin arasındaki
ilişkiler bilimsel amaç ve yöntemle didikleniyor. Bir
yandan da edebiyatçı ile tarihçinin paralel kaygılara
yöneldikleri gözlemlendi. Tarihsel fonlu anlatılarda,
elbette kaynaklardan yararianacaktı romancı, bu iliş-
kiyi intihal düzeyinde ele almak için büsbütün ede-
biyat dünyasından uzakta yaşamak gerekecekti.
Nedim Gürsel'ın birkaç ay önce yayımlanan "Bo-
ğazkesen-Fatih 'in Romanı" çerçevesinde de değin-
miştim: Tarihsel roman yazarı, Yourcenar'dan
Eco'ya, Gore Vıdal'den Graves'e belge, kaynak, ar-
şiv kullanır. Hem de büyük titizlikle. Yourcenar'ın,
"Zenon"u yazarken, konuşma diliyle ilgili kaygılan-
nı gidermek için, Campanella davasının zabrtlanna
başvurduğuna dikkat çekmıştim.
Altı-yedi cümleyle koşutluk aramak, altmış-yetmiş
cümleyle koşutluk aramak iyice komik bir tutum. İki
kitabı yan yana, üst üste okumak ve dürüst olmak
en iyisi: "Beyaz Kale " düpedüz Orhan Pamuk'un ro-
manıdır ve kaynaklarıyla ilişkisi için önsöze bakmak
da yeterlidir.
Ama, dedim ya, burada sorun yazınsal, kültürel bir
nitelik taşımıyor. Kendi suçu mu, yazgısı mı bilmiyo-
rum, Orhan Pamuk bir yazar değil de bir fenomen
olarak seçiliyor bence. Ses getirir mi, getirir. "Başa-
n"ya ulaştı Pamuk, "ünlü" oldu, neredeyse bütün bü-
yük dillere çevrildi. Bedelini ödesin bakalım.
İşin toplumsal cephesi de önemli. "Yeni Hayat'ı
herkes aldı, pek az kimse okudu, deniliyor. Okuya-
cak olanlar alsalardı daha mantıklı olurdu. Kitap oku-
mamak için özür arayan, seyretmekten okumaya va-
kit bulamayan kişiler için işin suçlusu belliydi: Yazar.
Bunu ona Ödetmenin bir yolu da bu mu acaba: "8e-
yaz Kale'yi hatırlıyor musunuz: Evet, Onu (aslında)
unuttunuz mu: Zarar yok, zaten çalıntı-ymış.
Türkiye ilginç ülke. Tepeye ç/kartıp oradan aşağı
bırakmak istenıyor insanlar. Futbolcu ya da yazar ol-
manız bir şey değiştirmiyor. İki kurtuluş yolu var: Ha-
cıyatmaz olacak, her düşüşte yeniden tepeye çıka-
caksınız ya da tepeye çıkmamanın yolunu arayacak,
önlemler alacaksınız.
Hep onu soruyorum: Bunca şiddet gerekli mi? ön-
ce "idorünü yaratıp sonra ona yûklenmek, vuraba-
lıya güdüsüne kapılmak şart mı? Burnundan getir-
meden olmuyor mu, insanın?
Orhan Pamuk'a haksızlık yapıldığına inanıyorum.
Dünyevi başarısının tepki yarattığı kanısındayım.
Eleştirilmesine hiçbir itirazım olamaz şüphesiz. Bü-
tün vargılannı, yorumlannı paylaşmasam da, Tahsin
Yücel'in "Kara Kitap" eleştirisine bir sözüm yok ör-
neğin: Görüşlerini temellendirerek yazdığı için.
Buna karşılık, Bardakçı'nın yaklaşımını "kara çal-
ma" düzeyinde buluyorum, magazinci operasyonu
sayıyorum; oysa Bardakçı belli birikimleri, kültürel uf-
ku olan biri, "vun\aç" stratejisi kimseye bir şey ka-
zandırmaz, düşüncesindeyim.
Ama, daha kötüsünü bazı edebiyat adamlanmız
yapıyor bence: Böyle bir çıkışı vesile bilip Orhan Pa-
muk'u bir cümlede haklamalan benim hâlâ garibime
gidiyor. Hâlâ bir cümlede bütün bir emeği, serüveni,
ömrü infaz etmeyi, başımızdaki karabasanlann ön-
de gelen nedenlerinden sayıyorum.
Hâmiş: Almadıysanız, Erdal Alova'nın "Bitik
Kenf"ini (Adam Yayıncılık) lütfen alıp okuyun.
İngiliz yazar Lady Blackvvood öldü
NEW YORK (AA) - İngiltere'nin ünlü yazarlanndan
Lady Caroüne Blaclcvvood, 64 yaşmda New York'ta
kanserden öldü. 'The Stepdaughter', 'The Fate of
Mary Rose' ve 'The Last of the Duchess' adlı
yapıtlanyla tanınan yazar, 1931 yılında İngiliz bir baba
ve lrlandalı bir anneden dünyaya gelmişti. tkinci
Dünya Savaşı'ndan sonra aralannda sanatçılann ve
entelektüellerin de bulunduğu ortamlara giren Lady
Blackwood, ressam Lucian Freud ve şair Robert
Loweli iie evienmişti. Gençliğinde güzelligi ile de ün
yapan Blackwood'un özellikle güzel gözleri, ikinci eşi
Freud'un yaptığı portrelerle ölümsüzlüğe kavuşmuştu.
Kadın Ressamlar Koleksiyonıı'
Amerika'da
Kültür Servisi - Ziraat Bankası 'Kadın Ressamlar
Koleksiyonu' Amerika'da sergilenecek. 3-10 mart
tarihleri arasında VVashington'da 'Kadın Sanatçılar
Müzesi'nde (The National Museum of Women in Arts)
sergilenecek koleksiyon, 14 Türk kadın ressamın
toplam 16 yapıtından olusuyor. Yağlıboya, gravür,
akrilik, guvaş dallannda yapıtlan sergilenecek Türk
kadın ressamlan arasında Gönül Bumin, Afife Ecevit,
Oya Zaim Katoğlu, Nermin Tura, Mine Üke, Mürşide
lçmeli, Filiz Sevingen, Gencay Kasapçı, Nur
Gökbulut, Maide Arel, Ülkü Bartınlıoğlu, Şükriye
Dikmen ve Imren Arşen yer alıyor.
Belge Yaynları sezona yoğun
gipiyor
KüHür Servisi - Belge Yayınlan 1996 yılına yoğun bir
programla giriyor. Mart ayı içerisinde lzmir'de
yapılacak olan Kitap Fuan'nda, Abdi tpekçi Türk
Yunan Dostluk Ödülü'nü alan Yorgi Andredis'in
'Tamama' adlı kitabının 'Marenostrum' dizisi
çerçevesinde tanıtımını yapacak olan Belge Yayınlan,
aynı dizide 'Girit Masalİan', Panait Istarka'nın
'Haydutlar' ve 'Izak' adlı daha önce Türkçede hiç
yayımlanmamış kitaplan, Ertuğrul Aladağ'ın
Balkanlar'dan gelen Pomak göçmenlenni konu alan
'Aşkım Rodna' adlı çalışmasını, Mehmed Uzun'un
Diyarbakır ve yöresindeki çok kültürlü yaşamı konu
alan 'NarÇiçekleri' adlı denemesini, Yunan
edebiyatının klasiklerinden biri olan 'Arnavut Vasil'
adlı kitaplan yayımlayacak. Mısır edebiyatının
devlerinden Tevfık el-Hâkim'in 'Bir Ta;>ra Savcısının
Günlüğü', Alman yazar Franz VVerfel'in 'Musa Dağda
40 Gün' adlı kitabı da Belge Yayınlan arasından
çıkacak yeni yapıtlar jrasında yer alıyor.