25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 ŞUBAT 1996 PAZAR 14 KULTUR İŞARET FİŞEĞİ ZEKİ COŞKinV Dede'yi bir kez daha öldürmeym!Bir sanatçı: Sesin erişebildiği her to- nunu. rengini işlemiş... Tükenen sesler- den yepyeni "avaz"lar yaratrruş. Ardına dönüp baktığında "Arük bu oyunun ta- dj kalmadT demiş. Dinleyenlerin, du- yanlann "yeni bir ruh" bulduğu şarkılar- da, bestelerde asıl kendine ait olan sesin kaybolduğunu görmüş.. ve bir tür intihar yolculuğuna çıkmış. 1846'da Mina Çölü'nde koleradan ölen İsmail Efendi. Türk müzigiyle ilgi- lenenlere göre "klasik"lerin sonuncusu- dur. Tanpınar, "daha Ueri giderek", onu "bir inkırazL, muhteşem bir zafer yapan deha" olarak niteler. Bu yıl Dede'nin 150. ölüm yıldönü- mü, Kültür Bakanlığı, 1996'yı "Dede Efendi Yılı" ilan etti, bir dizi etİcinlik dü- zenleneceğini duyurdu. 4-5 şubatta AKM'de konser ve sema ayinleriyle programın açılışı yapıldı. Bakan Fikri Sağlar, açılış konuşmasmda Dede Efen- di'nin yılını "geçmişiıniziebanşıkotana'' adımı olarak niteledı. Son derece yerinde, doğru bir adım. Eğer boş övgüler, protokol törenleri gös- tenleriyle yetinilmez; dün ve bugünün ne olduğuna övünmeden, yerinmeden, ba- kjlırincelenirse yerinde bir girişim... Bu yazı, kısıtlı bilgiyle ve dışandan da olsa işin aslına bakma çabasıdır. ••• Işin aslına bakmak zorunlu. Çünkû. Dede'nin bir kez daha öldürülmesi, bu- gün "arşiv sesi"ne indirgenen ya da cur- cunaya dönen müziğin bir kez daha ölü- mü demektir! Dede -ve öteki çağdaşlannın- adeta canhıraş bir edayla, çabayla ürettiği şar- kılann fraklar, smokinlere bürünmüş olarak saltanat mağrurluğuyla -ama bir o kadar da ruhsuzlukla- icrası, traji-ko- mik biryeniden öldürûm girişimidir. Yi- ne Dede adına düzenlenen bir gecede, onun bir saati bulan bestesini (HÜ22am Sema Ayini'ni) protokol gereği, yanm saatte kesmek de öyle. Ya da bir banka- nın yaptığı "Bir kültür hizmeti" olarak sunulan, "Musikinin Alün ÇağT adı ve- rilen kasette Rast Kar-ı Nev'i "New" di- yeyazmak... Bütün bunlar, ait olmadığımız bir ik- limde gezinmenin getirdiği tuhaflıkJar. Tuhaflığin ötesinde, özellikle müzik- te, bu ülkede yaşayan hemen herkesin karşı karşıya oldugu bir "yabancıhk" ha- li söz konusu. Genel, toplu eglencelerde -ki, bu da çokça kederle iç içedir- bir noktadan itibaren, iş birinin mınldanma- sıyla ya da birinin üstüne baskı kurulma- sıyla "fasd"a döner. Günün "moda* şar- kılan, tûrküler peş peşe sıralanır. Ama eğer özel -yani öznel- bir ilgi, birikim, yetenek yoksa, repertuvar günün şarkı- lanyla, haydi bilemedinız anneniz-baba- nızdan dinlediklerinizle, duyduklannız- la sınırladır. Dolayısıyla müzik, "kulaktan dot- ma"nın ötesinde pek bir yere sahip de- ğildir kültürümüzde. O halde, "meslek- ten" olmayıp müziğin şu ya da bu türü- ne ilgi duymak, onu keşfetmek, hisset- mek, ancak öznel seçimin ürünü olabili- yor. Alaturka'mn fanatik tutkunlan, ya bu müzığe olan ilgilerinin ya da o ilgiyi ya- ratan kültürel-ideolojik biçimlenmenin etkisiyle yukanda anılan yabancilığı ge- P O R T R E Dede Efendi 1778'de dogdu, 29 Kasım 1846'da öldü. Abdülkadir Meragi, Itri'yle birlikte, "klasik Tfirk müağinin üç büyük bestedsi" arasında anılır. Çamaşırcı Mektebı 'nde öğrenime başladı, sesinin güzelligi ve müzik yeteneğıyle öne çıktı, sınıfin "ilahidbaşT oldu. Düzenli ilk müzık derslerini Uncuzade Mehmed Emin Efendi'den aldı. Hocası aracılığıyla Başdefterdarhkta memunyete başladı. Aynı zamanda Yenikapı Mevlevihanesı'negırdi. Üç yıllık Mevlevi çilesinin bir yılı padişah ıradesıyle bagışlandı, 1799'da "Dede" oldu, Mevlevihanede müzik dersleri verdı, ayinlere çıktı. Ardından "hanende" olarak saray fasıl heyetine alındı, 1802'depadışahın "musahip"Ieri arasına girdi. III. Setim döneıntnde başlayan saraydakı ıtıbarlı konumu, II. Mahmud ve Abdülmedt dönemlerinde de sürdü. 500'ü askın bestesı oldugu söylenir. Ama günümüze bunlann 267'si ulasabilmiştir. Eldeki yapıtlann 48'i tasavvuf türünde, geri kalan 218'i dın dışıdır. Kendi Mevlevi ayinleri için düzenlenmiş 6 peşrev dışında tüm besteleri sözlüdür. Türk müziğinde " klasik dönem"ın onunla kapandıgı ve "neoklasik dönenTı açtığı kaydedılir. Kendınden sonraki dönemin CRomanüVlerin) temsılcisı sayılan Zekâi Dede, Hacı Arif Bey de Dede Efendi'nin öğrencilerindendir. nellikle "cumhuriyetin suçu" sayarlar. Kimıleri Atatürk'ün müdahalesiyle ki- mileri de "çevreandeki darkafaWar"ın onu yanlış anlayıp bu müziğin bir dö- nem yasaklanması nedeniyle "eski mu- sikimizden uzak düştügümüz"ü öne sü- rerler. Oysa Türkiye'de müziğin -henüz ya- zılmamış- tarihine bakıldığında pek de böyle olmadığı ya da en azından "ilk gü- nah"ın Atatürk'e de cumhunyete de ait olmadığı görülür. İsmail Dede, ışte bu noktada tipik ve dramatik bir portre ola- rak çıkar karşımıza. Üç devrin adamı Babasının hamam işletmesinden dola- yı "Hammamizade" namıyla anılan İs- mail Dede'nin doğumu 1778, ölümü 1846. Bu 68 yıllık süre, Dede'nin içinde yaşadığı toplumun ve yine içinde yer al- dığı devlet organlannın geleneksel nite- liğini, dokusunu, karşihklannı kaybet- meye başladığı, "çözülme" dönemine denk geliyor. Müziği de müzik karşısın- daki duruşu, girişimleri de bu dönemin etkilerini taşır. Dede Efendi, üç padişaha hem tanık- lık hem de eşlik eder. m. Setim, II. Mah- mud ve Abdühnedt tlki aynı zamanda bestekâr (ve Mevlevi) olan üç padışah- tan çok özel ilgiler görür. Dede'nin ilk çı- kışı 1798'de, 20 yaşındayken besteledi- ği "Züöündedir benim bahN sryahım" (buselik) şarkısıdır. Bunu "Eyçeşm-iahu hkr fle tenhalara saktın beni" dızesiyle başlayan "hJcaz-naJaş" bestesi izler. Şar- kı, kısa sürede saraya dek ulaşır. Beste- cısi, padisah tarafindan davet ve kabul edilir. Saray musiki heyetine alınır. Burada "devtet-sanat-sanatçı" ilişki- sinin birömeğiyle karşılasıyoruz: Ham- EskiMûsıkî Çok insan anlıyamaz eski mûsîkî- mizden Ve ondan anlamıyan bir şey anlamaz bizden. Evet bu eski nesil, bir şerefli âlem açar, Duyuşta ince zamanlardan ınkıraza kadar. Yüz elli yıl, sıra dağlar, birer birer yücelir Ve akıbet Dede'nin anlı şaniı devri gelir. Bu mûsîkîyi, o, son kudretiyle par- lattı; ölünce, ülkede bir muhteşem güneş battı. YahyaKemal mamizade İsmail Efendi, o dönemde başdefterdarlıkta memur, aynı zamanda Yenikapı Mevlevihanesi'ne devam edi- yor. O dönem Mevlevihane "postnişini- ne" AIi Nutki Dede, ölümünden (1804) sonra da posta kardeşi Abdülbaki Dede oturacaktır. Her ikisi de tasavvuf müzi- ğinin önde gelen isimJeri. Yenikapı Mev- levihanesi, döneminin en büyük müzik okulu niteliğinde. İsmail Dede'nin ney çalmayı Abdül- baki Dede'den öğrendiği söylenir. En önemli çahşmalanndan sayılan Şevküta- rab Ayini'ni de (Tanpmar'ın Rauf Yek- ta'dan aktardığına göre) Ali Nutki De- de'nin "tarifi üzerine yazdığuu" bizzat İsmail Dede'nin kendisı söylemektedir. Yine Tanpınar'ın vurgusuyla "müşterek çahşma", yapıtın ortak üretımı söz konu- su. Hammamizade İsmail, girdiği "tan- kat" uyannca üç yıl dergâhta "çile" dol- duracaktır. Ama saray devreye girince işin rengi değişir. III. Seüm, şarkılannı beğendiği bestecınin dinsel-manevi ka- bulle girdiği "çfle"nin kalan bir yılını ba- ğışlar, İsmail Efendi, 1799'da "çüesidol- muf sayılarak "Dede" ilan edilir, sara- ya alınır! Resmi kabul, gönüllü-dinsel kabulün önüne geçiyor. Siyasal otoritenin açtığı "kariyer'', manevi "kariyer''in yerine geçiyor. Bunun bir baska anlamı daha var "Meşk'' -icra- aynı zamanda eğirim ni- teliği taşıyoralaturkada. Dede'nin Mev- levihanedeki her iki üstadıyla ilişkisi de bunu gösteriyor. Saray, "meşk" halkası- ru şu ya da bu biçimde kesintiye uğraü- yor. Tanpınar'ın deyimiyle "Saraya giren Dede, Mevlevi zevkinin bu sara>a hâki- miveti ne olursa oisun bir saray adamı oluşmuştur." Bu yer değiştirme, Dede'nin ymşa- mında ve müziğinde tek örnek değil. Ölümcül 'yenilik' Ikinci örneği, II. Mahmud dönemin- den verebiliriz. Dede'nin Türk müziği- ne kazandırdığı makamlardan, -ki, yep- yeni bir beste formudur- Ferah-feza'nın doğuşu da rivayete göre, saray içinde ve padişah önündeki "kabul sava^"nın den- mese bıle yanşının ürünüdür. • Yine Rauf Yekta'dan nakJen anlatıldı- ğına göre, Dede, dönemin -ve sarayın- bir diğer gözde bestekârlanndan Şakir Ağa'nın yeni bir makam üzerinde çalış- tığını duyar. Hemen kendisi de o yönde yoğunlaşır. Padişah huzurundaki bir mu- siki meclisinde Şakir Ağa'dan söz alır, Ferah-fezayı sunar... Padişah, Şakir Ağa'yı. "bedeilegüreşilmez.O,musiki- nin canavandır" diyerek teselli eder. Üçüncü örnek, yine Dede'nin yarattı- ğı ve adıyla anılan bir başka makam: Karw Nev. "Atoturka'> yı "abfranga"yla birleştirme girişiminin ürünü. Tanzi- mat'ın siyasal, yönetsel, kültürel hemen tüm alanlarda yürüttüğü çabanın müzik alanındakı karşılığı... KJasiklerin sonun- cusu "yeni"ye; Batı 'ya adım atmaktadır. Bugün Dede'nin adı geçen konserler, adeta şaşmaz biçimde "Gözümde daim hayaN cana" şarkısıyla; Rast Kar-ı Nev bestesiyle açılmaktadır. Dede'nin bugün de popülaritesini nis- peten koruyan "semai"yi "vals" havası- na taşıdığı "Vlne Bir Cülnihal" şarkısı da aynı yöndeki bir başka örnek olarak anı- labilir. Dede bunlan yasadı ve yaptı. Bugün biz bunlan "eski müziğimiz^ın örnekle- ri olarak kimi zaman tutkuyla ya da "ar- şjvsesi" olarak dinliyonız. Hayranlıkdu- yuyoruz, seviyoruz. Ama Dede'nin ken- disi, yaptığını "asıldao uzaklaşma", bir bakıma asla -ve sanata- ihanet, yabancı- laşma olarak görüyordu! Tanpınar, bu duyguya ilişkin iki karut gösterir. Birincisi, Dede'nin son yolcu- luğuna çıkmadan, hacca gıüneden önce söylediği söz: "Artık bu oyunun tadı kal- madj." Tkincısi, yolculuğun bizzat ken- disı. Tanpınar'ın yorumuna göre, "De- de'nin yaşı Ue hiç uymayan bu seferi -hac- ca gkiişi- ihtivar edişinin sebepleri arasn- da bu zaruri inkânn -Batılılaşmanın, Tanzünafın- payını ayırmak gerckir." Buradakı "Ûıtiyarediş", "intihar ediş" diye de okunabilır. Dede'nin "haa" ola- madan yolda öldüğünü belirtmiştik. O halde? Yineleyelim: 150 yıl sonra Dede'yi - ve müziği- bir kez daha öldürmemeli... Eskiler pek boş söz etmez: Aşk olma- dan meşk olmaz. Izmir'in Saat Kulesi ile (solda) bugün oldukça farklıbir görüntüye bürünmüş olan ünlü İzmir KordoDU— Eski Izmır fotoğrafları aıiık lıejriıııiznı GÜRHANTÜMER İZMİR - Daha çok yakın zamanlara kadar, eski Izmir'in fotoğraflannı bulmak hiç de kolay değildi. Onlar, herkesin eli altında olmayan kitaplann sayfalarında, kimi kurûmlann ya da koieksiyonculann arşivlerindeydiler. Ve uzun süre oralarda kaldılar. Sonra, yavaş yavaş ortaya çıkmaya, yeni basılan, dolayısıyla da daha kolay ulaşılabilen, yeni İzmir kitaplannın, aylık takvimlerin küçüklü büyüklü sayfalannda boy göstermeye başladılar. Izmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı'nın 5. kuruluş yıldönümünde, çeşitli kaynaklardan derienen, toplanan bu fotoğraflarla, büyük ilgi gören büyük bir sergi açıldı. Sergiyi gezen insanlar, Kordon'un, Karşıyaka'nın, Göztepe'nin eski durumlannı, oralardaki eski binalan görünce, "Ah tzmir'imiz, vah )zmir'inıiz_ Sen ne güzelmişsin eskklen. ne güzeL. Seru bugünkü hallere getirenJerin elleri kınlsın_ Keşke bu fotoğraflar bir kitapta toplansa da artık hiç değilse bundan sonra herkes aklını başına devşirse_." gibi, tam böyle değilse de bu anlama stalji, nostalji, nostalji. Bu yazı, nostaljik bir yazı. Bu yazıyı eski tzmir'i gösteren birkaç eski fotoğrafın piyasaya çıkmasından etkilendiğim, duygulandığım için yazdım, çünkü ben de 1940'lann, 1950'lerin Izmir'ini yaşamış olanlardanım, dolayısıyla da anımsayanlardanım... gelen notlar düştüler açılan deftere. Bu dilekler gerçekleşmedi. Yalnız şu sıralarda, o eski İzmir fotoğraflanrun bir bölümü, çok azı, hele bir de yurtdışında Yunanistan'da, Paris'te. oralardaki kütüphanelerde, oralardaki koieksiyonculann ellerinde bulunduğunu bildiklerimizi, duydukianmızı da sayarsak, devede kulak bir bölümü piyasaya sürüldü, çeşitli boyutlarda ve kimileri daha iyi, kimileri daha kötü baskılarla kitapçılarda, kırtasiyecilerde satılmaya başladı. Bunlar artık hepimizin. Artık 4O'lı, 50'li yıllann Konak Meydanı'nı on-on beş binle dört yüz bin lira arasında değişen bir para karşılığında satın alıp evinize getirebiliyorsunuz. Onlardan birine bakıyorum. Saat Kulesi'nden başka, o yıllann Konak'ından kalan hiçbir şey yok. Ne o tramvaylar, ne o burunlu otobüsler, ne o ağacın altına park etmiş o müzelik otomobil, ne meydanın göbeğindeki o at arabası, ne o vapur iskelesi ve elbette ki ne de belki Kemeraltı 'na giden, belki Bahribaba Parkı'ndan gelen o bir avuç insan kaldı. Foto Cemal'in çektiği fotoğraflarda da, halkın "Salaz tipi" diye nitelediği, her bir katı bugün aynı yerlerde yükselen sekiz dokuz katlı apartmanlann iki katına bedel, ikişer; bodrumlannı da sayarsanız üçer katlı evlerden, şimdi başlan neredeyse göğe değen, ama o zamanlar boylan topu topu iki kanş olan palmiyelerden, üç beş yolcu taşıyan, atlar cennetini çoktan boyiamış olan bir atın çektiği bir tramvaydan başka bir şey yok. Bunlann dışında, hemen hemen bomboş nhtım. Sanki sayım günu, sanki sokağa çıkma yasaği var, sanki nötron bombası geçmiş kentten. Ey şu 1996 yılında, Kordon'un kaldınmlannı, birahanelerini, restoranlannı cıvılcıvıl dolduran insanlann atalan; bu kentte kırk yıl, elli yıl önce yaşamış tzmirliler... Artık öteki dünyaya göçtünüz çoğunuz, bugün onun için yoksunuz Izmir'in sokaklannda, meydanlannda, onun için yoksunuz Kordon'da. Bunu anlıyorum. Ama ya peki o zamanlar nerelerdeydiniz? Nostalji, nostalji, nostalji. Bu yazı nostaljik bir yazı. Bu yazıyı eski tzmir'i gösteren birkaç eski fotoğrafın piyasaya çıkmasından etkilendiğim, duygulandığım için yazdım, çünkü ben de 1940'lann, 1950'lerin Izmir'ini yaşamış olanlardanım, dolayısıyla da anımsayanlardanım. Ama doğrusunu isterseniz, yok olan Izmir'den söz eden bu yazıyı yazarken, aklımda Ahmet Hamdi Tanpınar'ın yok olan Istanbul için söyledikleri vardı hep: "Boğaz'ın mazisL belld de aradıklanmız) tcrieri/ıde bulamadığunız için bizi öbürlerinden daha fazla çekiyor. Onlar bütün o Neşatâbâtlar, Hümayunâbâtlar, Ferahâbâtlar. Kandilli saraylan, on yedinci asırdan beri iki sahil boyunca açık kalmış bir mücevher kutusu gibi panldadığını tahayyül ettiğimiz ve bizim ancak batmakta olan bir güneşin son ışığına şahit olabildiğüniz yaülar, bugün ortada olsa idiler. belki kendimizi daha başka türlü zengin bulacaktık; fakat hiçbir zaman yokluklannın bizde u\andırdığı duyguyu tatmayacakük, nesil ve zihniyet ajnlıklan yüzünden ancak bayramdan bayrama yüzlerini gönneye razı olduğumuz ihthar akrabalar gibi zaman zaman yanlanna uğramakla kalacaktık. Heyhat ki yaldızlı tavandan, gümüş eşyadan ve geçmiş zaman hatırasından çok çabuk bıkılryor. Bizi onlara doğnı çeken, bıraktıklan boşluğun kendisidir (_) tstediğimde onlara erişemeyince şiire, yazıya dönüyorum." Kim ne derse desin. Tanpınar'ın bu sözlerine bütünüyle katıhyorum, bu paradoksu ben de yaşıyorum, eski tzmir'e, fotoğraflarla ve serde yazarlık var ya, hele hele yazılarla, ışte böyle yazılarla dönmeyi, çok, ama çok seviyorum. KOŞEBENT ENÎS BATUR Haflye Tuzağı Murat Bardakçı'nın Hürriyet'teki sayfasında Or- han Pamuk'u intihalle suçlayan yazısı, "olay"\ ga- zetelerin birinci sayfasına taşıdı: Bardakçı'ya göre, "BeyazKale" geniş çapta, Fuat Canm'ın dilimize ka- zandırdığı bir yapıttan, Pedro de Urdemala'nın ki- tabından "esinlenerek" kaleme alınmış birroman. Hafıyeler, darda kalınca eski defterieri kanştınyor- lar demek. "Beyaz Ka/e'nin tarihsel kaynaklan ko- nusünda neredeyse on yıl önce bir tartışma yapılmış- tı zaten. Konunun yeniden hortlatılmasının, üstelik bunun büyük bir buluşmuş gibi sunulmasının arka- sında, ben kendi payıma, şu ünlü insanın köpeği ısır- ması sorununun yattığını düşünüyorum: Vampire RH pozrtif kan aranıyor, ilgililerin... Her şeyden önce, roman sanatının, tarihsel roman geleneğinin evrimi hakkında, çalıntı suçlamasına gi- rişenlerin düpedüz kör cahil olduklannı belirtmek ge- rekir. Çağımız, bir yanda, bir yapıtı konu edinen ya- pıtlar getirdi önümüze. Metinlerarası ilişkiler üzerin- de, son derece önemli kuramsal çalışmalar yapıldı. Kimsenin aklından, bu bağlamda çalıntı merkezli bir yargılama geliştirmek geçmiyor artık. Olsa olsa, or- taya çıkan metinle kaynaklandığı metin arasındaki ilişkiler bilimsel amaç ve yöntemle didikleniyor. Bir yandan da edebiyatçı ile tarihçinin paralel kaygılara yöneldikleri gözlemlendi. Tarihsel fonlu anlatılarda, elbette kaynaklardan yararianacaktı romancı, bu iliş- kiyi intihal düzeyinde ele almak için büsbütün ede- biyat dünyasından uzakta yaşamak gerekecekti. Nedim Gürsel'ın birkaç ay önce yayımlanan "Bo- ğazkesen-Fatih 'in Romanı" çerçevesinde de değin- miştim: Tarihsel roman yazarı, Yourcenar'dan Eco'ya, Gore Vıdal'den Graves'e belge, kaynak, ar- şiv kullanır. Hem de büyük titizlikle. Yourcenar'ın, "Zenon"u yazarken, konuşma diliyle ilgili kaygılan- nı gidermek için, Campanella davasının zabrtlanna başvurduğuna dikkat çekmıştim. Altı-yedi cümleyle koşutluk aramak, altmış-yetmiş cümleyle koşutluk aramak iyice komik bir tutum. İki kitabı yan yana, üst üste okumak ve dürüst olmak en iyisi: "Beyaz Kale " düpedüz Orhan Pamuk'un ro- manıdır ve kaynaklarıyla ilişkisi için önsöze bakmak da yeterlidir. Ama, dedim ya, burada sorun yazınsal, kültürel bir nitelik taşımıyor. Kendi suçu mu, yazgısı mı bilmiyo- rum, Orhan Pamuk bir yazar değil de bir fenomen olarak seçiliyor bence. Ses getirir mi, getirir. "Başa- n"ya ulaştı Pamuk, "ünlü" oldu, neredeyse bütün bü- yük dillere çevrildi. Bedelini ödesin bakalım. İşin toplumsal cephesi de önemli. "Yeni Hayat'ı herkes aldı, pek az kimse okudu, deniliyor. Okuya- cak olanlar alsalardı daha mantıklı olurdu. Kitap oku- mamak için özür arayan, seyretmekten okumaya va- kit bulamayan kişiler için işin suçlusu belliydi: Yazar. Bunu ona Ödetmenin bir yolu da bu mu acaba: "8e- yaz Kale'yi hatırlıyor musunuz: Evet, Onu (aslında) unuttunuz mu: Zarar yok, zaten çalıntı-ymış. Türkiye ilginç ülke. Tepeye ç/kartıp oradan aşağı bırakmak istenıyor insanlar. Futbolcu ya da yazar ol- manız bir şey değiştirmiyor. İki kurtuluş yolu var: Ha- cıyatmaz olacak, her düşüşte yeniden tepeye çıka- caksınız ya da tepeye çıkmamanın yolunu arayacak, önlemler alacaksınız. Hep onu soruyorum: Bunca şiddet gerekli mi? ön- ce "idorünü yaratıp sonra ona yûklenmek, vuraba- lıya güdüsüne kapılmak şart mı? Burnundan getir- meden olmuyor mu, insanın? Orhan Pamuk'a haksızlık yapıldığına inanıyorum. Dünyevi başarısının tepki yarattığı kanısındayım. Eleştirilmesine hiçbir itirazım olamaz şüphesiz. Bü- tün vargılannı, yorumlannı paylaşmasam da, Tahsin Yücel'in "Kara Kitap" eleştirisine bir sözüm yok ör- neğin: Görüşlerini temellendirerek yazdığı için. Buna karşılık, Bardakçı'nın yaklaşımını "kara çal- ma" düzeyinde buluyorum, magazinci operasyonu sayıyorum; oysa Bardakçı belli birikimleri, kültürel uf- ku olan biri, "vun\aç" stratejisi kimseye bir şey ka- zandırmaz, düşüncesindeyim. Ama, daha kötüsünü bazı edebiyat adamlanmız yapıyor bence: Böyle bir çıkışı vesile bilip Orhan Pa- muk'u bir cümlede haklamalan benim hâlâ garibime gidiyor. Hâlâ bir cümlede bütün bir emeği, serüveni, ömrü infaz etmeyi, başımızdaki karabasanlann ön- de gelen nedenlerinden sayıyorum. Hâmiş: Almadıysanız, Erdal Alova'nın "Bitik Kenf"ini (Adam Yayıncılık) lütfen alıp okuyun. İngiliz yazar Lady Blackvvood öldü NEW YORK (AA) - İngiltere'nin ünlü yazarlanndan Lady Caroüne Blaclcvvood, 64 yaşmda New York'ta kanserden öldü. 'The Stepdaughter', 'The Fate of Mary Rose' ve 'The Last of the Duchess' adlı yapıtlanyla tanınan yazar, 1931 yılında İngiliz bir baba ve lrlandalı bir anneden dünyaya gelmişti. tkinci Dünya Savaşı'ndan sonra aralannda sanatçılann ve entelektüellerin de bulunduğu ortamlara giren Lady Blackwood, ressam Lucian Freud ve şair Robert Loweli iie evienmişti. Gençliğinde güzelligi ile de ün yapan Blackwood'un özellikle güzel gözleri, ikinci eşi Freud'un yaptığı portrelerle ölümsüzlüğe kavuşmuştu. Kadın Ressamlar Koleksiyonıı' Amerika'da Kültür Servisi - Ziraat Bankası 'Kadın Ressamlar Koleksiyonu' Amerika'da sergilenecek. 3-10 mart tarihleri arasında VVashington'da 'Kadın Sanatçılar Müzesi'nde (The National Museum of Women in Arts) sergilenecek koleksiyon, 14 Türk kadın ressamın toplam 16 yapıtından olusuyor. Yağlıboya, gravür, akrilik, guvaş dallannda yapıtlan sergilenecek Türk kadın ressamlan arasında Gönül Bumin, Afife Ecevit, Oya Zaim Katoğlu, Nermin Tura, Mine Üke, Mürşide lçmeli, Filiz Sevingen, Gencay Kasapçı, Nur Gökbulut, Maide Arel, Ülkü Bartınlıoğlu, Şükriye Dikmen ve Imren Arşen yer alıyor. Belge Yaynları sezona yoğun gipiyor KüHür Servisi - Belge Yayınlan 1996 yılına yoğun bir programla giriyor. Mart ayı içerisinde lzmir'de yapılacak olan Kitap Fuan'nda, Abdi tpekçi Türk Yunan Dostluk Ödülü'nü alan Yorgi Andredis'in 'Tamama' adlı kitabının 'Marenostrum' dizisi çerçevesinde tanıtımını yapacak olan Belge Yayınlan, aynı dizide 'Girit Masalİan', Panait Istarka'nın 'Haydutlar' ve 'Izak' adlı daha önce Türkçede hiç yayımlanmamış kitaplan, Ertuğrul Aladağ'ın Balkanlar'dan gelen Pomak göçmenlenni konu alan 'Aşkım Rodna' adlı çalışmasını, Mehmed Uzun'un Diyarbakır ve yöresindeki çok kültürlü yaşamı konu alan 'NarÇiçekleri' adlı denemesini, Yunan edebiyatının klasiklerinden biri olan 'Arnavut Vasil' adlı kitaplan yayımlayacak. Mısır edebiyatının devlerinden Tevfık el-Hâkim'in 'Bir Ta;>ra Savcısının Günlüğü', Alman yazar Franz VVerfel'in 'Musa Dağda 40 Gün' adlı kitabı da Belge Yayınlan arasından çıkacak yeni yapıtlar jrasında yer alıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle